Bu dünya hayatının bir imtihan yeri olduğunu unutarak heva ve heveslerinin peşinden, kural, hak, hukuk tanımadan koşan bir insan, bu haliyle aslında adeta freni boşalmış bir araba gibidir. Bu şuursuzluk ve akılsızlık hali ona hem dünyasını hem ahiretini mahvettirecek öyle kazalar yaptırır ki aklı almaz.
O halde huzurlu bir yaşam için insanoğlunun uyması gereken kurallara ihtiyacı kaçınılmazdır. Mesela, bir metropolde, birkaç günlüğüne tüm trafik kuralları iptal edilse, her şey keyfe göre olsa, o şehirde nasıl bir keşmekeş yaşanır, tahmini hiç zor değildir. Malumdur ki kuralsızlığın meydana getirdiği kaos ve karmaşadan o yerde trafik işlemez olur, her köşede kazalar ve kilitlenmeler meydana gelir.
Aynı şekilde bir ülkede bir günlüğüne hukuk kuralları iptal edilse, emniyet ve kolluk kuvvetleri görevi bıraksa, o zaman da her tarafta orman kanunları hâkim olur. Adam öldürme, hırsızlık, yolsuzluk vb. gibi türlü kötülük ve şiddetin önü alınamaz, bu olaylar nedeniyle ülke yaşanmaz hale gelir.
İşte bir ülkeyi yönetirken kurallar, kanunlar, müeyyideler olması ve uymayanlara cezalar uygulanması, huzurlu, sakin ve güvenli bir yaşam için ne kadar elzemse bir bireyin kendiyle barışık yaşaması, sosyal hayatının düzenli olması ve aynı zamanda toplumun da huzur içinde yaşaması için kurallara ihtiyacı çok önemlidir. Yoksa huzur, güven, sevgi, dostluk, fedakârlık gibi bütün güzel erdemlerin yaşanması hayal olur.
Dinî ve ahlaki kurallara riayet, polis ve jandarma kontrolüne ihtiyaç olmadan ancak Allah sevgisi veya korkusu ile sağlanır. Dolayısıyla sosyal hayatın, karmaşa, zulüm, kin, düşmanlık… gibi tüm kötü duygulardan uzak ama sevgi, hoşgörü, merhamet, diğergamlık, şefkat gibi güzel duygular nezaretinde, insana yakışır bir şekilde devam etmesi için dinî kurallar bu kadar önemlidir.
Yalnız, şu da bir gerçek ki sadece inanmak yetmez, hayatın tüm alanlarına inancın taşınması gerekir. Bu nedenle bir Müslüman dinini özenle yaşamalı ve aynı zamanda hayatın bütün alanlarına bu yaşantıyı taşıma azmini asla elden bırakmamalıdır.
Ayrıca inancını günün şartlarına veya konjonktüre uydurarak değiştirme yanlışına da düşmemeli, bilakis dinî inancını yaşamında etkin ve baskın kılmalıdır ki bir anlam ifade etsin ve faydasını görsün.
Dinin üzerinde oynama ve değişim yapılamayacak nasları bellidir, onlara ekleme çıkarma yapılamaz. Yapılırsa dinden çıkmaya kadar gider ki bu tavrın en hafif sonucu bidatlere düşmektir.
Maalesef bugün, din üzerinde kişiyi küfre vardıracak oynamalar veya en hafifinden sonu bidate çıkabilecek ekleme ve çıkarmalar çoğalmıştır. Bu kafa karışıklığı nedeniyle güzel dinimizin emir ve yasakları, üzerimizdeki etkisini bir hayli kaybetmiştir. Bu sebeple kanaatin yerini doyumsuzluk, sabrın yerini acelecilik, doğruluğun, dürüstlüğün yerini yalancılık, sahtekârlık, merhametin şefkatin yerini zalimlik, sevgisizlik ve acımasızlık gibi kötülükler almış. Bütün güzel değerlerin içimizdeki yeri adeta boşalmıştır. Dünya nimetlerine aşırı düşkünlük gözleri kör etmiş, çalışmadan zengin olmak, kısa yoldan köşeyi dönmek gibi garip düşünceler nedeniyle hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, devletin malını babasının malı gibi kullanma normal hale gelmiştir.
Netice itibariyle, teknolojideki gelişmelere, yaşam konforundaki her türlü artışa, iletişim ve ulaşım imkânlarındaki kolaylığa, yiyecek, içeceklerdeki bolluğa rağmen modern insan bugün maalesef mutsuzdur ve yalnızdır.
Çünkü insanı insan yapan kadim değerler itibarsız hale gelmiştir. Yani açıkçası bizler, İslami değerlerin hayatımızın bütün alanlarından çekilip, sadece vicdanlarımıza hapsedildiği günden beri mutsuz ve yalnızız.
Hakeza, aile hayatı, toplum düzeni, sosyal hayat, ticaret, sanat, siyaset, devlet yönetimi, hukuk vesaire gibi alanların dinî değerlerden tamamen arındırılması, soyutlanması ile hayatımızda hiçbir şey artık iyi bir görüntü vermiyor. Bu nedenle insan yalnız kendi fıtratına değil; ailesine, komşusuna, milletine, her şeyine yabancı hale geldi. Nitekim onu yaratana ve kendi fıtratına bu denli yabancı ve nankör bir tutum içinde olan bir insanın mutlu ve huzurlu olmasından da bahsedilemez zaten.
Bu nankörlük, bencilliği ve bireyselleşmeyi doğurdu. Bireyselleşme ile beraber ise aile, dostluk, akrabalık bağları iyice zayıfladı.
Aynı apartmanda yaşayıp bir ömür birbirini tanımayan, adlarını ve dertlerini bilmeyen komşuluk ilişkileri gelişti. Biz 40-50 sene öncesine kadar böyle değildik, komşularımızla akraba gibiydik. Şimdi akrabalarımız, komşulardan uzak oldu. Gençler arasında ise çok değişik bağımlılıklar ortaya çıktı. Dijital ortam gençleri ailelerinden, akrabalarından kopardı. Batı menşeli zararlı akımlar gençlerin aklını ve ruhunu adeta ele geçirdi.
Kurtuluş nedir peki denirse; bizi zamanında güçlü bireyler yapan ve güçlü devletler kurmamıza sebep olan, kadim değerlerimizi yeniden sahiplenmek, bu şuurda bir gençlik yetiştirerek geleceğimizi kurtarmaktır, deriz.
Yani Kur’ân ve Sünnet’i hayatın merkezine alarak yaşamak, bu yaşantıyı tüm topluma yaymak. Başka türlü nihai bir çözüm yoktur, bunu anlamak gerekir.
Allah’a emanet olun.