Kulluk Vadisinde Ölçü Ve Hikmet / Şenel İlhan Beyefendi’nin Değerlendirmeleriyle

Allah (c.c.) ile İlişkilerde İhlas, Muhabbet, Allah Aşkı Önemlidir

Namazını beğeniyorsan Rabbine sun, kimseyi bu konuda taklit etme. Allah ile ilişkilerde ihlas, muhabbet, Allah aşkı önemlidir. Namaz Allah’a sevgi izharıdır. “Ey Rabbim! Sen benim için en değerlisin, benim için en önemli olan sensin.” duygusunu ortaya koymaktır. Egoistler kendi değerlerini abartır, karşıdakini yok sayarlar ve bunu Allah’a karşı da yaparlar. Bu durum namazlarındaki huşûyu otomatikman etkiler. O zaman Allah’a karşı bencillikten kurtulmadan namazlar gerçek namaz olmaktan uzaktır.

Dini Kullanmanın Ötesi Dini Yaşamaktır

Evet, dini kullanmanın ötesi yaşamaktır. Peygamberler gibi, gerçek âlimler, Allah dostları gibi yani… Dini bu şekilde yaşamak ise imanı içselleştirmek, aklen kalben ona teslim olmak ve onu sevmekle mümkündür. Evet, imanı sevmek gerekir. İmanı sevmek; onda yok olmak, onunla hemhâl olmak demektir. Yani en çok Allah’ı (c.c.) sevmektir ki bu duygu insanı inancında ve yaşantısında ihlasa ve samimiyete taşır. Taklidî imandan kurtarıp hakiki imana, nefs-i mutmainne denen bir makama ulaştırır ki bunların hepsi Kur’ânî hakikatlerdir.

Kısaca anlatmak gerekirse dinini yasayanlardan olmanın yolu doğru ve dürüst olmak, ahlaklı olmak, yani ahlakını Allah’ın ahlakıyla bezemekten geçer… Böyleysen sen artık dinini kullananlardan değil, yasayanlardansın demektir.

Güzel Ahlak, İyilik Gibi Erdemler Sebepsiz Sevilir

Hiçbir menfaat gözetmeden, bir güzelliği veya bir değeri sadece o değerli olduğu için sevebilen adamın sevgisi kıymetlidir. Güzel bir çocuğu, güzel bir resmi, güzel ahlaklı bir adamı sana menfaati olmasa da sevmek kemâlâttır. Onun sana ait olması, sana faydası olması gerekmez. Güzel ahlak, iyilik gibi erdemler sebepsiz sevilir. Çevremizde gerek sanatsal ve estetik olarak gerek etik ve ahlakî olarak görebildiğimiz güzellikleri ve bu güzelliği taşıyan kişi ve nesneleri sevmek, neticede bizi en güzel olan ve her türlü güzelliğin, kemâlâtın bizatihi yaratıcısı ve kaynağı olan Yüce Allah’ı sevmeye taşıyacaktır.

Feyz Ne Demektir, Ne İşe Yarar?

Balıklar için deryaları oluşturan su ne ise Allah (c.c.) yolunun yolcuları için, yani bizler için de feyz almak, feyz atmosferinde yaşamak aynen bunun gibidir... “Feyz ne demektir, ne işe yarar?” derseniz, feyz; Allah’ın (c.c.) yeryüzünden eksik olmayan bir nurudur ki nefsin kötü tabiatı ancak bu feyz ile yıkanarak temizlenir. Yani nefs-i emmarenin küfürden, şirkten arınıp da mutmain hale gelmesi, kötü huylarından vazgeçmesi ancak bu feyz ile mümkündür. Kalpler ancak bu feyzin nuru ile yumuşar manen temizlenir. Mümin gönüllerde Allah aşkı, Resulullah aşkı ancak bu feyz sayesinde ortaya çıkıp cûş u hurûşa gelir. Bu feyzi alabilmek, bunun kapısını açabilmek önce Allah’a (c.c.) doğru bir iman ile mümkündür; sonra ihlas ile işlenen ameller ve özellikle Allah’ı (c.c.) çokça zikretmek bu feyzi hissetmede çok önemlidir.

Bir Şey Yaparken Allah Adına Yapın…

Allah’ın (c.c.) sonsuz ismi vardır ama 99’u öne çıkarılmıştır. İslam âlimleri Allah’ın Kur’ân’da 4000 tane ismini tespit etmişler. Hadislerde ve Allah’ın kitabında öne çıkan ise 99 tanedir. Bunların her birinin farklı tecellileri, insana kattığı farklı güzellikler ya da bu isimlerden insanların alması gereken değerler vardır. Bir şey yaparken Allah’ın adına yapın. Allah’ın isteklerini kendi isteklerinize tercih edin. Her şeyin başında besmele çekmek yani Allah’ın ismi ile başlamak ne demektir? Allah’ın hakkını ve menfaatlerini kendi menfaatinin önünde görmek demektir.

Allah, beni hatırlarken öncelikle Rahman ve Rahim isimlerimle anın diyor. “Bismillahirrahmanirrahim” ile Rahman ve Rahim isimleri öne çıkıyor. Allah’ın isimleri iki gruptur: Cemal isimleri ve Celal isimleri… Baskın olan isimler Rahman ve Rahimdir ve bu isimler Cemal vasfını öne çıkaran isimlerdir. Allah sonsuz merhamet sahibidir, kullarını da çok sever. Kendisinin sevgiye ihtiyacı yok ama sevmeyi ve sevilmeyi istediğini, kulları ile böyle sıcak bir ilişkiyi murat ettiğini ayetler vasıtasıyla bildiriyor. Allah kendi sıfatlarını sever, bu sıfatları kullarından kimin üzerinde görürse o kullarını da sever. Allah’ın ahlakı ile ahlaklanır isek Rabbimiz bizi sever, biz de Allah’ı severiz, sevdiklerini severiz.

Güzel Ahlak Anlayışının Bir Temeli Olmalı

Hiçbir maddî veya manevî ödülün olmadığı ve kimsenin görmediği yani sizi takdir edemeyeceği ortamlarda fedakârlık gibi yüksek erdemli davranışları ortaya koymanın, inanmayanlar için mantıklı veya rasyonel bir temeli yoktur. Rasyonel bir temeli olmayan bir güzel ahlakın varlığını veya en azından boyutlarını tartışmak ise gerçekten anlamsızdır. Bu sebeple Allah ve ahiret inancı olmayanlar, güzel ahlak anlayışlarını mantıklı rasyonel bir temele oturtamazlar.

Allah’ın Yardımı Olmadan Olmaz

İnsan bilmeli ki iradesinin yanına Allah’ın yardımını almadan asla hayırlı iş yapamaz. Yani hiçbir insan -ki bu peygamber de olsa fark etmez- Allah’ın yardımı olmadan yalnız kendi çabasıyla nefsini yenemez. Veya Allah’ın yardımı olmadan hiçbir hayırlı iş ve ameli gerçekleştiremez. Böyle olunca insanlar güzel amelleri, sadece kendi irade ve gayretleriyle değil, Allah’ın yardımıyla yapabilirler. İşte ucub’un ilacı buradadır. Bir mümin güzel işleri ancak Allah’ın yardımıyla yaptığının bilincinde olursa kendini müstağni görmez, ucub’a da düşmez.

Kibirle Mücadelede Mantık Nasıl Olmalı?

Kibirle mücadele için önce kibrin tanım ve tespitini doğru yapmak gerekir. Birçok tasavvuf ve ahlak kitabına geçmiş kibirle mücadele tavsiyeleri var. Mesela diyor ki: “Kibirle mücadele eden insan kendini her şeyden ve herkesten daha aşağıda görecek.” Bu çözüm ve yaklaşım şekli eksiktir ve başka marazlara sebebiyet verecek bir yaklaşım tarzıdır. Niçin eksik? Şundan ki, insan kendini en aşağı bilecek deniyor. Peki, ben zenginsem kendimi nasıl fakir göreceğim? Ben uzun boyluysam kendimi nasıl kısa boylu göreceğim? Güçlüysem nasıl zayıf göreceğim? Bu sözle kastedilen kendini değil de nefsini en aşağı bilmek ise bu yaklaşım ve tavsiye tevil götürür. Ama böyle denilmesi bile bence doğru değil. Ben bu konuda Efendimizi (s.a.v.) örnek aldım. O’nun tevazusunu inceledim. Şöyle ki, O (s.a.v.) kendini zaman zaman ashabın içinde methetmiştir:

“En hayırlı ailedenim ve şahıs olarak da insanların en hayırlısıyım.” (Tirmizi)

“Geçmişlerin ve geleceklerin en değerlisiyim, bunu övünmek için söylemiyorum.” (Tirmizi)

Bu hadislerden çıkarılabilecek netice şudur: İnsan kendini en aşağı görmeden, yani kendinde olan üstünlüklerin farkında olarak, yerine göre bunları dile getirerek de tevazu olabilir. Bunu başarmak ve bu psikolojiyi anlamak, Hazreti Peygamberin (s.a.v.) yaklaşımı ile kibre bakmaktır. Ve dolayısıyla en doğru ve yan tesiri olmayan bakış açısıyla bir mücadele şeklini tercih etmek demektir. Yani insan kendisini birilerinden daha akıllı, daha âlim, daha ahlâklı bilerek de tevazu olabilir. Bu mantığı iyi anlamak lazım. Zillete düşmeden en gerçekçi tevazu anlayışı ve yaklaşımı böyle olur. Nitekim şu hadis-i şerif de bu meseleyi daha anlaşılır hale getirmekte.

İbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor: Resulullah (s.a.v.) “Kalbinde zerre miktar kibir bulunan kimse asla cennete girmeyecektir!” buyurmuştu.

Yakışıklı bir adam Resulullah’a gelerek: “Ben güzelliği seviyorum. Gördüğünüz gibi bana güzellik de verilmiş. Kimsenin beni, ayakkabı bağında bile olsa bu hususta geçmesinden hoşlanmıyorum. Ey Allah’ın Resulü! Bu (haram olan) kibre girer mi?” diye sordu. Resulullah (s.a.v.): “Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakkı iptal, halkı tahkirdir!” buyurdu. (Müslim, Tirmizî)

Görüldüğü gibi Allah’ın verdiği nimetleri söylemek, bunun farkında olmak, bu konuda nimetlerin artmasını istemek, bunun için çalışmak, bu konuda diğer insanlarla yarış içinde olmak kibir değildir. Bunları, övünmek ve böbürlenmek için söylemiyorsan, Rabbinin nimetini izhar ve şükür için söylüyorsan ve yerini adil bir şekilde tespit edebiliyorsan kibirli değilsin…

Ucub Nedir?

Ucub; yapıp ettiklerini yalnız kendine bağlamak, Allah’ın yardımıyla yaptığını unutmak, Allah’tan ayrı yaptığını düşünerek, kendini Allah’tan (c.c.) müstağni görerek amelini beğenmektir. Kendinde hiçbir zaman Allah’a (c.c.) nispetle bir varlık görmeyen insanlarda bu hal olmaz. Allah’ın yanında, Allah’a rağmen kendinde bir varlık, bir güç, bir kuvvet görme ihtiyacı aslında bir kişilik ve şahsiyet sorunudur. Şahsiyetli insanlar hem kendi gözlerinde hem insanların gözlerinde büyümek için Allah’ı dışlayarak büyümek gibi ucuz bir yola tevessül etmezler.

Ucub; yaptığı iyi iş ve amellerine ve ibadetlerine kendince kabul edilmiş icazeti vermek, Allah’tan bu sebeple hak talep etmektir. Mesela, “Allah’ım! Senin için yıllardır amel ibadet yapıyorum, hâlâ fakirim, hâlâ hastayım...” demek.

Bu tariflerden anlaşılan ve altı çizilmesi gereken en önemli ifade şudur: Ucub’a neden olan duygu; kişinin kendini Allah’tan müstağni sanarak, böyle bir psikolojiyle “Ben yaptım, ben ettim, benim malım, benim aklım, benim gücüm, benim amelim, benim ibadetim…” demesi ve Allah’ın tüm yardımlarını görmezden gelerek boş bir gurur ve kibirle işlerini ve eylemlerini yalnız kendine mâl etmesi ve kendine bir bakıma tanrılık vasfı yakıştırmasıdır.

Ucubun Nedenleri

Enaniyet, bencillik, sevgisizlik, cahillik, gaflet, gurur, kibir, ahmaklık, muhakeme bozukluğu, adaletsizlik, kendi gözündeki küçüklüğünü kamuflaj gibi, ucub’un birçok nedeni vardır. Dikkat edilmesi gereken önemli mevzu, ucub’un soyut, subjektif alanlarda devreye girmesidir. Zira subjektif alanda insanın kendini kandırması, olayları kendi lehine tevil etmesi kolay olur. Bu kaygan alanda benlik duygusu, enaniyet de devreye girince insanın objektifliği hepten gider; süper zekâ bile olsa aptal durumuna düşer ve bir sürü hatalar yapar. Ucub’a düşen insanlar, kendi amellerini değerlendirirken de karşısındakinin amelini değerlendirirken de adaletsizdir. Bu tutumları onları kendi hatalarını, eksikliklerini ve acizliklerini görmemeye, amel ve ibadetleriyle böbürlenmeye, kaçınılmaz olarak da ucub’a sevk eder.

Allah’a Kul Olmak İçin mi, Nefsimizi Ululamak İçin mi İbadet Yapıyoruz?

İslamiyet’in hangi amaçla geldiğini düşünmeyen, oradaki yüksek gayeyi hedeflemeyen kişi; ibadetleri kendini ululamak için yapan kişidir. “İstikamet En Büyük Keramettir” adlı makalemizi okumak ve o makalede anlatılan, nefsi kerih görme duygusunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekir. Biz niçin ibadet yapıyoruz? Allah’a kul olmak için mi, nefsimizi ululamak için mi? Şeytan çok büyük âlimdi; hizmetler yapıyor, ilim öğretmek için koşturuyordu. Melekût âlemi şeytana hayrandı. Sevildiği için şeytanın melekût âlemine girmesine izin verildi ama daha sonra Âdem’e secde etmekle imtihan edildi. “Beni ateşten onu topraktan yarattın.” diyerek şeytan secdeyi reddetti. Şeytanın baş hastalığı kibir ve sevgisizlikti. Şeytan kendinden başka kimseyi sevmezdi ve ibadetlerini kendine makam biçmek için yapardı. Çok ibadet yaptığı için kendi gözünde büyüktü. Demek ki şeytan, Allah’a değil, nefsine kulluk yapıyordu; bu imtihanla kalbindeki niyeti açığa çıktı. Bundan sonraki süreçte de şeytaniyet vasfı olan kibir, ucub, sevgisizlik gibi günahların babası oldu. Şeytaniyet günahları tehlikelidir. Tövbe edilse bile bu günahların affı ile ilgili bir garanti de yoktur. Zira bu günahlarda Allah’ın zatına değil ama Âdem peygamberin şahsına yönelik bir kul hakkı boyutu vardır. Âdem’in de şeytanın da varlığı her şeyiyle Allah’ın yaratması iledir. Varlığı başkasının ikramı olan bir kişi kibirlenemez. Bu nedenle şeytaniyet vasfı ile işlenen günahlara karşı çok dikkatli olmak gerekir.

Bir adam günah işledikten sonra tövbe ederken niçin tövbe ettiğini kendisine sorması lazım. Tövbesi Allah’tan af dilemek için mi, kendini Allah’a affettirmek için mi yoksa günaha düştüğünde kendi gözünde kaybettiği saygınlığını yine kendi gözünde kazanmak için mi? Tövbesi, Allah’tan af dilemek için değil de kendi gözünde tekrar yükselmek içinse bir anlamı yok. Eğer böyle bir yanlışta isen önce Allah’tan özür dile, sonra kendinden özür dileyebilirsin. İyi Müslüman olmaya çalışanlar tövbe ederlerken Allah’a tövbe ederler, kendilerine değil.

Anlamaya Dair…

Anlamak nedir, iman nedir? Bir insan nasıl anlar, bilmekle anlamak aynı şeyler midir? Bunlar çok önemli konulardır. 

İnsan aklıyla bilir ama bilmek anlamak değildir. Anlamak çok daha derin bir mevzudur; sadece aklın fonksiyonu değil, akılla beraber duyguların da devreye girmesiyle gerçekleşen bir şeydir.

Dolayısıyla anlamak, bir insanın akıl ve duyguları ile birlikte varlıkların veya olayların neden ve niçinlerini olması gerektiği gibi kavramasıdır.

Örneğin aslan vahşi bir hayvandır, bunu bilmek kişileri bir ölçüde aslan hakkında bilgi sahibi yapar ve ondan korkutur. Ama bilgiden kaynaklanan korkunun etkisi zayıf olur. Ne zaman aslanı vahşi bir ortamda avlarını dehşetli bir şekilde parçalarken görürsek, bilmek anlamaya dönüşür ve etkisi de ona göre olması gerektiği şekilde artar.

Allahu Teâlâ’yı, O’nun büyüklük ve azametini, kudretini anlamak da böyledir. Anladığın zaman ne kadar korkman gerektiğini ya da sevmen ve saygı duyman gerektiğini bilirsin.

Korkak, Allah’ı (c.c.) Bilmeyen ve Allah’tan Korkmayandır

Korkak, Allah’ı bilmeyen ve Allah’tan korkmayandır. Müslüman korkak olamayan, korkusundan korkan ve utanan, korkuyu şirk benzeri sayandır. Evet... Bir Müslüman düşünün ki, kediden korkar, köpekten korkar, karanlıktan, cinlerden, insanlardan korkar ve Allah’tan da korkar! Bundan daha tuhaf bir Müslüman tipi çizmek mümkün olmadığı gibi, bu tür Müslümanlara hakiki Müslüman demek de Allah’tan korkmamak ve haddi aşmaktır.

Korkak, öyle zavallıdır ki imanı tam oturmamış ve kuvvet ve kudreti Allah’tan başkasında görecek kadar şaşırmış ve kesretin kaos dolu girdabında perma perişan olandır...

Korkak, tabancayı tutandan değil de tabancadan korkacak kadar aptal ve manyamış olduğu için, tabancaya yalvaran ama tabancayı tutandan habersiz olandır.

Allah’tan korkan, kimseden korkamaz... Çünkü kalbini Allah korkusu öyle doldurmuştur ki zerre kadar başka korkulara yer yoktur. Çünkü ona ve kalbine göre zaten başka biri de yoktur, başka kudret sahibi de...

O sadece O’nu sever ve yalnız O’ndan korkar. Zaten korkusu da sevgisinden kaynaklanır... Ve sevginin semeresidir, ürünüdür...

Dedik ya kâinat Allah’ındır, her şey O’nundur ve O’ndandır... O’ndan başka mutlak varlık yoktur ve diğer tüm varlık gibi görünen gölgeler ise O’ndan başkasıyla ayakta duramaz...

O halde yalnız Allah’ı sevmek, yalnız Allah’tan korkmak ve sadece O’na kulluk edip, O’ndan başkasına bağlanmamak Müslüman’ın hedefi ve gayesi olmalıdır. Gerisi teferruat, malayani...