Kur’an’ın dil ve üslubunun temel karakteristik özelliklerinin bilinmesi, aynı zamanda Allah’ı (c.c.) tanımaya, duygusal bağlar kurmaya yönelik tatlı bir çaba. Kur’an’ın dil ve üslubuna dair neler söylenebilir?
Kur’an’ın dil ve üslubu incelendiği zaman tekdüze, monoton ve yeknesak bir anlatım değil, muhatap alınan kimseleri ikna etmeye yönelik zengin, çeşitli ve dinamik karakterli bir ifade tarzı göze çarpar. Hiç şüphesiz ki bunda Kur’an’ın sadece bilgilendirme yapmayı değil, muhataplarında kalıcı bir davranış değişikliği, bir inkılap ve bir dönüşüm gerçekleştirmeyi hedeflemesi önemli bir etkendir. İlahi kelam, kullandığı dil ve üslup yönüyle hitap ettiği kimselerin hem akıllarına hem gönüllerine seslenmiş, yüreklerine dokunmuş, onlarla duygusal anlamda önemli bağlar kurmuştur. Öyle ki vahyin bu dil ve üslubu, nüzul sürecinin başından itibaren insanların ruh dünyalarında önemli etkiler uyandırıp his ve heyecanlarını harekete geçirerek kendisine kayıtsız kalınamayan bir rol üstlenmiştir. İnsanların seviyeleri, anlayış kabiliyetleri, beklentileri farklılık ve çeşitlilik arz etmektedir. Bu açıdan tek tip bir üsluptan kaçınılarak anlatım yönteminin zenginleştirilmesi, her seviyeden insana hitap edilmesinde ve her bir insanın beklentisinin karşılanmasında önemli bir işlevi yerine getirir. Kur’an-ı Kerim’de de bu doğrultuda genellikle tek çeşit bir anlatım şekli tercih edilmeyerek birçok anlatım tekniği kullanılmış, muhatapların zihin ve ruh dünyasındaki çeşitliliğe hitap edilmiştir. Böylelikle düz ve emredici bir ifade yönteminin beraberinde getirebileceği, özellikle karşıt fikirdeki insanların savunma refleksi içerisine girerek reddedici bir tutum izlemelerine sebebiyet verebilecek sıkıntılar da aşılmıştır. Zira beyan edilmek istenen ileti belki doğrudan iletilse savunma mekanizmasıyla itiraza kalkışacak olan muhaliflere içinde bulundukları tutumun yanlışlığı, farklı anlatım yöntemleri vasıtasıyla onları ürkütmeden, kaçırtmadan izah edilebilmiştir. Yine aynı hakikatin birbirinden farklı anlatım tarzlarıyla dile getirilmesiyle hem tekrara düşmekten kaçınılmış hem muhatapların sıkılmasının önüne geçilmiş böylece iletilen mesajın benimsenmesinin yolu açılmıştır. Bütün bunların Kur’an’ın lafız ve ifade gücünün önemli yansımaları olduğunu söyleyebiliriz. Vahyin bu lafız ve ifade gücünün ise muhatapların ikna edilmesine olan katkısı elbette ki göz ardı edilemez. Bir tavır ve durum değişikliği öncelikle kişilerin ikna edilmesinden geçer. Hitap edilen kitleye, onları ikna etmeksizin zorla kabul ettirilmeye çalışılan ilkelerin kalıcı ve uzun ömürlü olmasını beklemek mümkün değildir. Bu esasında Kur’an’ın oluşturmak istediği insan ve toplum profiline de aykırı bir husustur. Dolayısıyla vahyin dil ve üslubunun bütün bunları göz önünde bulunduracak şekilde canlı, müteharrik, mütenevvi ve renkli bir yapıya sahip olduğu ifade edilebilir. Bu durum ilahi kelamda muhatapların seviyesinin, duygusal ve psikolojik ihtiyaçlarının gözetildiğinin, onlara değer verildiğinin, onları ikna etmenin amaçlandığının ve hitap edilen kimselerde günübirlik bir değişim değil içselleştirilmiş bir dönüşüm gerçekleştirmenin gaye edildiğinin göstergesidir.
Kur’an-ı Kerim’de genel anlamda ele alınan bütün konuların anlatımında olduğu gibi çalışmamızın özel konusu olan tevhid inancının dile getirilmesinde de bu etkin dil ve üslup dikkatleri çeker. Tevhid inancı gibi İslamiyet’in özü, ruhu ve aslı kabul edilen bir meselenin, tevhid ile yakın ve karşıt anlamlı birçok kavram vasıtasıyla aynı zamanda çeşitli anlatım yöntemleriyle beyan edildiği müşahede edilir. Hitap edilen ilk kitlenin dini noktadaki inanç, tutum ve davranışlarının boyutu dikkate alındığında, Kur’an’da vahiy süreci boyunca üzerinde en çok durulan meselelerin başında neden tevhid inancının geldiği hiç şüphesiz ki daha iyi anlaşılır. Nitekim şirk hâkimiyeti içerisinde bir yaşam süren ve ahlaki anlamda çeşitli kötü meziyetlere sahip olan muhatap kitleden tevhide bağlı, iyi ve güzel hasletlerle donanmış bireyler meydana getirmenin vahyin en temel gayesi olduğu söylenebilir. Kur’an’ın dil ve üslubu da bu gayeyi gerçekleştirmeye hizmet edecek şekilde, çeşitli üsluplarla, ifade ve anlatım biçimleriyle örülü, zengin bir yapıya sahiptir. Nüzul öncesi ile nüzul sonrası dönem şirk-tevhid bakımından kıyaslandığında gerçekleşen insanî ve toplumsal dönüşümün boyutları, Kur’an’ın gerçekleştirdiği başarıyı gözler önüne sermektedir. Elbette ki gerçekleşen bu başarıda Kur’an’ın etkin dil ve üslubu kadar Hz. Peygamber’in (s.a.v) rolü de unutulmamalıdır. Nitekim bu muvaffakiyet, Hz. Peygamber’in şahsında, örnekliğinde ve önderliğinde gerçekleşmiş bir muvaffakiyettir. Zira O’nun nübüvvet öncesi dönemden beri özü sözü doğru olarak bilinmesi, güvenilir kişiliği, muhataplarına şefkat ve merhametle yaklaşması, peygamberlik misyonunu layıkıyla yerine getirmesi ve çeşitli zorluklarla karşılaşmasına rağmen davasında azim, cesaret ve kararlılık göstermesi bu başarının gerçekleşmesinde ilahi vahyin etkin dil ve üslubu kadar önemli rol oynamıştır.
Dil ve üslup, kavramlar üzerinden hayat bulan bir yapıya sahip. Yaptığınız çalışmada Tevhid ile ilgili kavramlar karşıt anlamlarıyla birlikte ele alınıyor. Kur’an’ın üslubunda tevhid anlatılırken bu karşıtlıkların anlatılması bizlere neler söylüyor?
İslam dini tevhid merkezli bir dindir. Onun en temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in de en hâkim konusunu tevhid inancı teşkil etmektedir. Kur’an’da tevhid ile ilişkisi bulunan birçok kavram bulunmaktadır. Tevhid ile ilişkili bu kavramlar tarih boyunca birçok müfessirin de odak noktasını oluşturmuştur. Ayetlerin açıklanması ve değerlendirilmesinde tevhid ile bu kavramlar arasında önemli bağlantılar kurulmuştur. Tevhid ile ilişkili bu kavramlar, “tevhid ile yakın anlamlı bazı kavramlar” ve “tevhid ile karşıt anlamlı bazı kavramlar” şeklinde iki kısımda tasnif edilebilir. Tevhid ile yakın anlamlı bazı kavramlara ihlâs, hanîf, sırât-ı müstakîm, hidâyet, ibâdet ve hak gibi birçok kavram örnek olarak verilebilir. Bunun yanı sıra şirk, tağut, dalâlet, bâtıl ve küfür gibi tevhid ile karşıt anlamlı birçok kavramın da mefhum-u muhalif yönünden Allah’ın birliğinin anlatılmasında kullanılan mühim kavram çeşitleri olduğu söylenebilir. Yaptığımız çalışmada ilgili ayetler üzerinden Kur’an’da bu yakın ve karşıt anlamlı kavramların tevhid ile ilişkili kullanımlarına geniş bir şekilde yer vermeye gayret ettik. Tevhidin ifade edilmesi noktasında çoğu zaman bu kavramlardan etkin bir şekilde yararlanıldığını gözlemledik. Her şeyden önce Kur’an vahyinde, tevhidin anlatımında kullanılan ifade ve yöntemler kadar kelime ve kavramların da zenginlik arz ettiği altı çizilmesi gereken bir husustur. Başka bir ifadeyle tevhid inancının anlatımı, yalnızca metot ve yöntem bakımından değil, aynı zamanda kullanılan kelime ve kavram yönünden de çok yönlülük arz etmektedir. Böylelikle vahyin üzerinde en çok durduğu konuların başında gelen tevhid inancı gibi bir meselenin aktarımında durağanlıktan kaçınılması, aktif bir anlatım usulünün takip edilmesi kolaylaşmıştır. Bu durum aynı hakikatin farklı şekillerde dile getirilmesinin de yolunu açarak takip edilen üslubun monotonluktan kurtarılmasına mühim bir katkı sunmuştur. Tevhid inancı gibi temel bir meselenin Kur’an-ı Kerim’de bütün bu yakın ve karşıt anlamlı kavramlar vasıtasıyla dile getirilmesi, onun dil ve üslup bakımından ne derece zengin bir yapıya sahip olduğunun tezahürü olarak görülmelidir.
Kur’an üslubunda tevhid ile ilgili kavramlara karşıt anlamlarıyla birlikte yer verilmesinin bize neler söylediğine gelince bu meselede öncelikli olarak dikkate alınması gereken husus her şeyin zıddıyla kaim olduğudur. İlahi kelamda, Allah’ın vahdaniyeti anlatılırken tevhid ile karşıt anlamlı kavramlara yer verilmesinin en önemli nedenlerinden birinin bu olgu olduğu söylenebilir. Esasında bu hayattaki her şey için de böyledir. Zira gece olmadan gündüz, karanlık olmadan aydınlık, soğuk olmadan sıcak veya çirkin olmadan güzel tam ve doğru bir şekilde idrak edilemez. Tamamıyla insani olan bu durum Kur’an-ı Kerim’de de dikkate alınarak hak ile bâtıl, doğru ile yanlış, iyi ile kötü arasındaki fark ortaya konulmak suretiyle tevhid ilkesi tesis edilmiştir. Diğer bir deyişle bütün bu karşıtlıklar arasındaki bariz tezat üzerinden tevhid hakikati pekiştirilmiştir. Çünkü doğru olanın bilinip anlaşılmasının en güzel yollarından biri, yanlış olanın tespit edilip sınırlarının çizilmesinden geçer. Bu anlamda Allah ile tağut/sahte ilahlar, ihlâs ile şirk, hidayet ile dalâlet, hak ile bâtıl kıyaslamaları ilahi kelamda tevhid inancının dile getirilmesinde değerli bir fonksiyon icra etmektedir. Kur’an’ın kendi ifadesiyle hakikatin ta kendisi olan yüce Allah’ı doğru bir şekilde tanıyabilmek ve O’na olan kulluk görevlerini hakkıyla yerine getirebilmek için bütün bâtıl tanrıların, inançların, sistemlerin ve düşüncelerin de bilinmesi, tespit edilmesi ve ilahlıktan dışlanması gerekir. Nitekim İslâm dininde sahte tanrılar reddedilip ilahlık yalnızca Allah Teâlâ’ya özgü kılınmadığı takdirde tevhid ekseninde doğru bir inanç ve yaşama sahip olunması söz konusu olamaz. Bu durum hem itikadî hem de amelî tevhidin bir gereğidir. Bu anlamda tevhid inancının tam ve hakiki manada anlaşılabilmesinde, bu inançla zıt olan kavramların da bilinmesi ehemmiyet arz eder. Dolayısıyla mefhum-u muhalif yönüyle düşünüldüğü zaman tevhid ile karşıt bir anlam muhtevasına sahip olan kavramların, tevhidin doğru bir şekilde anlaşılmasına önemli ölçüde hizmet etmekte olduğunu ifade etmemiz mümkündür.
Muhatap kitleye benimsetilmek istenen bir ilkenin karşıt kavramlar üzerinden ortaya konulması, o ilkenin mantıki olarak izah edilmesine de büyük bir katkı sağlamaktadır. Böylece tutarsız/hatalı inanç, tutum ve davranışlar bu karşıt kavramlar üzerinden daha kolay bir şekilde ayırt edilebilir. Bu yolla hitap edilen kimselerin ne yapması gerektiği kadar ne yapmaması gerektiği de aktarılmış olur. Benimsetilmek istenen ilke ile çelişen davranışların sınırları daha anlaşılır bir biçimde çizilir. Bu anlamda tevhid inancının zaman zaman şirk, tağut, bâtıl gibi muhtelif karşıt kavramlar üzerinden dile getirilmesi tevhide verilen önemin bir tezahürü olarak kabul edilebilir. Nitekim tevhid ile karşıt anlamlı kavramlar üzerinden şirk üzere bir hayat yaşamanın anlamsızlığı ve beyhudeliği belirtilerek başka bir yönden tevhidin ehemmiyeti ve gerekliliği vurgulanmaktadır. Diğer yandan ulûhiyet noktasında Allah’a eş ve ortak koşulan diğer bütün varlıkların gerçek bir ilahta bulunması gereken vasıflara sahip olmadıkları bu karşıt kavramlar vasıtasıyla daha anlaşılır bir biçimde dile getirilmektedir. Dolayısıyla tevhid ile karşıt anlamlı kavramların tevhidin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi ve tevhidin gereklerinin hayata tatbik edilebilmesi bakımından önemli bir işleve sahip olduğu söylenebilir.
Sadece karşıt kavramlar değil, farklı anlatım biçimleri de tevhidi anlamaya katkı sağlıyor. Tevhidi anlamaya yönelik bu anlatım biçimlerini açar mısınız?
İlahi kelamda tevhid inancının anlatımı doğrultusunda kullanılan çeşitli kavramların yanı sıra birçok farklı anlatım yöntemine de başvurulduğunu müşahede edebiliriz. Başka bir ifadeyle Allah kelamındaki başarılı ifade yönteminin en güzel yansımalarına tevhid inancının anlatımında yer verildiğini söyleyebiliriz. Her şeyden önce muhatapların akıllarına hitap edilmesi, onlardan sıklıkla düşünmelerinin ve ibret almalarının istenmesi Kur’an’ın tevhid inancının anlatımında kullandığı önemli bir ifade metodu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu açıdan Kur’an’da sıkça tevhid inancına dair aklî delillere yer verildiği, tevhid ile çelişen meselelerin mantıkî olarak izah edildiği, bunun neticesinde de insanlardan bütün bunlar üzerine düşünmelerinin, ibret almalarının ve verilmek istenen mesajdan ders çıkarmalarının beklendiği ifade edilebilir. Kâinattaki muhteşem düzen, Allah Teâlâ’nın eşsiz yaratıcılığı, insanoğluna sunulan sayısız nimet ve lütuf, inkârcılıkta direnen toplumların akıbetleri gibi çeşitli örnekler vasıtasıyla Allah’ın mutlak anlamda güç ve kudret sahibi olduğu belirtilmiş, Allah’ın dışında tapınılan varlıkların ise bir ilahın sahip olması gereken vasıflardan uzak olduğu vurgulanmıştır. Bunun ışığında muhataplardan tevhid ile ilgili zikredilen bunca hüccet ve delilden öğüt almaları, ders çıkarmaları, düşünüp akıllarını kullanmaları istenmiştir ki, bu anlatım tarzı Kur’an’ın tevhid inancına yer verirken kullandığı mühim bir üslup biçimidir. Yine mukayeseli anlatım üslubunun da vahyin Allah’ın vahdaniyeti ışığında kullandığı kıymetli bir ifade yöntemi olduğunu belirtmek elzemdir. Çünkü bu anlatım şekli sayesinde hak ile bâtıl, doğru ile yanlış, iyi ile kötü arasındaki farkı gösteren tablo muhatapların gözleri önüne açıkça serilmiştir. “Allah mı daha hayırlı yoksa O’na koştukları ortaklar mı?”, “Allah adaletle hüküm verir; onların Allah’tan başka taptıkları ise hiçbir şeye hükmedemezler”, “Çeşit çeşit tanrılar mı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı (inanıp bağlanmak için) daha iyi” gibi ayetler Kur’an’ın tevhid inancının aktarımında yer verdiği dikkat çeken bazı mukayese örnekleridir. Allah ve sahte ilahlar arasındaki bariz fark ortaya konularak fıtratı ve vicdanı bozulmamış insanların akıllarını kullanmaları, kendi irade ve seçimleri doğrultusunda hakikat yolunu tutmaları amaçlanmıştır. Böylelikle beyan edilmek istenen ileti temellendirilerek daha yetkin bir şekilde sunulmuş, muhataplara verilmek istenen tevhid mesajı daha güçlü bir şekilde iletilmiştir. Özellikle tevhid ile yakın ve karşıt anlamlı kavramlardan da yapılan bu kıyaslamalarda önemli ölçüde yararlanıldığı gözlemlenebilir. Aynı zamanda tevhidin beyan edilmesinde başvurulan bu kıyaslamalar, bilhassa insanların neye, niçin ve nasıl inanması gerektiğini daha iyi anlamaları, ne yapmaları gerektiği kadar nelerden kaçınmaları gerektiğinin de farkına varmaları açısından ehemmiyet arz etmektedir. Her şeyin zıddıyla kaim olduğu düşünüldüğünde bu anlatım yönteminin tevhidin muhataplarca benimsenmesine olan katkısını görmezden gelmek mümkün değildir.
İstifham üslubu da Kur’an’da yararlanılan mühim bir ifade tarzı olarak dikkatleri çekmektedir. Muhataptan bir cevap beklemekten ziyade onun ilgisini ve dikkatini çekmek, anlatımı daha etkili bir hale getirmek, mesajın anlaşılmasını kolaylaştırmak, insanlara doğruyu buldurmak ve onları ikna etmek gibi amaçlarla sorulan sorulara istifham denir. İstifhamda amaç bir şeyin cevabını öğrenmek değildir. Bu yüzden bu anlatım biçimi muhataba cevap beklenmeyen sorular sorulmasına dayanır. Mesela “Yaratanla yaratmayan bir olur mu!”, “Allah’a ortak koşmaktan sakınmaz mısınız!” ya da “Eşi olmadığı halde Allah’ın nasıl çocuğu olabilir!” gibi ayetlerde amaç hitap edilen kimselere bilindik anlamda soru sormak değil, onlara tevhid mesajı iletmektir. Cevap beklenmeyen bu sorular vasıtasıyla üslup tekdüzelikten kurtarılmış, anlatıma akıcılık kazandırılmış, ilgi ve dikkatler çekilmiş, verilmek istenen mesaj daha etkileyici kılınmıştır. İlahi kelamda Allah’ın varlığı ve birliği inancına yer verilirken bu anlatım şeklinden önemli ölçüde istifade edilmiştir. Yine temsili anlatım da Kur’an’daki bir başka anlatım metodu olarak karşımıza çıkar. İnsanların bir inancı benimseyip kabul etmeleri noktasında onlara misaller verilmesi kuşkusuz ki ehemmiyet arz etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de de tevhid inancının anlatımı doğrultusunda muhatapların günlük hayattan rahatlıkla anlayabilecekleri çeşitli örneklere yer verilmiş, bu örnekler üzerinden tevhid inancı pekiştirilmiştir. Bu misaller arasında bilhassa vahyin ilk muhataplarının hayatlarında önemli bir yeri olan efendi-kölelik ilişkisinin kayda değer bir yeri bulunmaktadır. Zira kendilerini köleleriyle eşit görmeyen, sahip oldukları mülklerinde onlara herhangi bir pay vermeyen bu kimselerin Allah’ın uluhiyetine muhtelif varlıkları ortak koşarak büyük bir gaflet içerisine düştükleri vahyin temsili anlatım yoluyla altını çizdiği bir husustur. Kur’an’da daha birçok farklı yönünün de görülebileceği bu temsilî anlatım tarzı onun tevhidi anlatmada kullandığı en öne çıkan ifade yöntemlerinden biri olarak kabul edilebilir. Diğer yandan tevhidin yeni ve sonradan türedi bir mesele değil, tarih boyunca görevlendirilen bütün peygamberlerin tebliğinin odak noktası olduğu da ilahi kelamda kıssalarla anlatım yöntemi vasıtasıyla dile getirilmiştir. Böylelikle muhataplar geçmiş toplum ve peygamberlerin hayatlarından örnek tablolar sunulmak suretiyle tevhid inancına yönlendirilmiştir. Bilhassa muhatapların sevdiği ve değer verdiği şahsiyetlerin dilinden tevhide dair kıssalara yer verilmesi ise onların bu inancı benimsemelerine katkı sağlayan kayda değer bir başka husus olarak zikredilebilir. Örneğin Mekke toplumu için düşünüldüğünde Hz. İbrahim’in dilinden, Hristiyanlar için düşünüldüğünde Hz. İsa’nın dilinden tevhid hakikatine yer verilmesi, onları seven bu insanların daha çok etkilenmelerine, tevhide daha çok meyletmelerine mühim katkılar sağlamıştır. Böylece bu hitaba mazhar olan kimseler dolaylı bir yolla, savunma refleksi içerisine girerek inatlaşmalarının önüne geçilerek tevhide yönlendirilmiştir. Aynı zamanda özellikle ahiret hayatında, tevhidi kabul edenlerin ve reddeden kimselerin başlarına gelecek akıbetin tasviri anlatım yöntemi aracılığıyla dile getirilmesinin de Kur’an’daki beyan çeşitliliğiyle ilgili altı çizilmesi gerekli bir başka anlatım yöntemi olduğu söylenebilir. Tecsim ya da vücut verme olarak da isimlendirilen edebî tasvir, bilhassa soyut meselelerin somutlaştırılmasında, müşahhas ve duyularla algılanabilir hale getirilmesinde önemli bir işlevi yerine getirir. Muhataplarda meydana getirilmek istenilen etki, bazen yaşanmış bazen de yaşanacak olay ve diyaloglar yardımıyla canlı bir tablo halinde gözler önüne serilir. Bu tasviri ifade tarzına bir de konuşma ve ahenk de eklenince dinleyicilerin ve okuyucuların kendilerini adeta olayın meydana geldiği veya geleceği sahnede bulmaları sağlanmış olur. Öyle ki; Kur’an’ı dinleyen kimse, edebî tasvir sayesinde bunun okunan bir söz ve meselenin kavranmasını kolaylaştıran bir örnek olduğunu unutarak adeta sahneye gelip giden şahıslar tahayyül etmeye başlar. Böylece okuyucu veya dinleyici yer verilen diyalogları sanki kendisi yaşıyor, anlatılan olaylar sanki kendi gözünün önünde gerçekleşiyormuş gibi bir hisse ve etkiye kapılarak empati kurma ve aynı durumun kendisinin de başına gelebileceğini anlama fırsatı yakalar. Bu anlatım yöntemi aracılığıyla tevhid inancını kabul edenlerin ve reddedenlerin ahiretteki durumu, hitap edilen kimselerin adeta gözlerinin önünde resmedilerek etkileyici bir şekilde ortaya konulmuştur. Böylece tevhide inananların mutlu sonu ile tevhidi reddedenlerin derin pişmanlıkları arasındaki fark açıkça belirtilerek insanlar tevhid inancını kabul etmeye sevk edilmiştir. Dolayısıyla tasviri anlatım yöntemi de Kur’an’ın tevhidi anlatmakta kullandığı kıymetli bir ifade biçimi olarak dikkat çekmektedir.
Kur’an’ın tevhid inancını anlatmada aktif bir şekilde kullandığı, hatta onun en temel karakteristik üslubu olarak nitelendirilebilecek olan Allah merkezli anlatım yönteminin de Kur’an’daki dil ve üslup çeşitliliği noktasında ehemmiyet arz eden bir metot olduğu söylenebilir. Evrende var olan her şey ve her olay ile Allah arasında bir bağ kurulmasına, bu şekilde bir ifade biçiminin benimsenmesine dayanan Allah merkezli üslup sayesinde vahyin muhtevası tevhid ekseninde şekillenmiştir. Vahyin “tanrı-merkezli” bu üslubuyla muhataplara sürekli yüce Allah hatırlatılır. Kur’an’da sürekli Allah düşüncesinin vurgulanmasındaki temel amaç ise şirk hâkimiyeti içinde yaşayan muhataplara tevhid inancını benimsetmektir. Bu yüzden dış dünyadaki olaylar sıradan bir fizik hâdisesi olarak tasvir edilmemekte, mesela birçok ayete konu olan yağmurun nasıl oluştuğunu anlatmak yerine onun Allah tarafından gönderilen bir rahmet ve çok değerli bir armağan oluşuna dikkat çekilmektedir. Çünkü Kur’an’ın yağmur olayına şahit olan muhataplarından asıl beklentisi, varlığı anlamlandırarak var edeni bulmaktır. Kur’an-ı Kerim’deki bu Allah merkezli anlatımdan evrensel yasaların inkâr edildiği gibi bir sonucun çıkarılmaması gerekir. Zira bu anlatım üslubuyla tabiat yasalarının inkârı değil, bu yasaları var eden güce dikkat çekilmesi söz konusudur. Dolayısıyla Kur’an’da çeşitli kozmik olayların, toplumsal yasaların, biyolojik vakaların ve daha birçok evrensel hadisenin anlatımında, bütün bu sebepleri var eden yüce kudretin üzerinde durulmak suretiyle kâinatta cereyan eden her şey ile Allah arasında bir bağ kurulmuştur. İlahi vahyin odak konusunun ve en temel ilkesinin tevhid olmasında da bu Allah merkezli anlatım yönteminin büyük bir etkisinin bulunduğunu söylemek mümkündür. Bununla birlikte müjdeleme, övme ve teşvik ifadeleri, uyarı, sakındırma ve tehdit ifadeleri, muhtelif meydan okumalar, yeminli ifadeler, esmâ-i hüsnalar ve tekrarlar da her biri ayrı ayrı olarak vahyin tevhidi dile getirmek noktasında başvurduğu beyan çeşitleri arasında zikredilebilir. Bütün bunlar Kur’an’ın tevhid inancını aktarırken ne derece zengin bir dil ve üsluba yer verdiğinin tezahürüdür. Bu durum aynı zamanda vahyin tevhide verdiği önemin bir göstergesi olarak da kabul edilebilir.
Tevhidi anlatmaya yönelik Kur’an’da ciddi bir çaba var. Bu konuları düşünmek ve tefekkür etmenin yanı sıra tevhidi anlamada kalbi, irfani, ahlaki bir gayretin bizlerde olması gereği üzerine neler söylemek istersiniz?
Kur’an’ın tevhide bu denli önem vermesi bahsettiğiniz kalbi, irfani ve ahlaki anlamda bir tevhid bilinci kazanmamızı sağlamaktır. Bunu başka bir şekilde ifade edecek olursak ilahi kelamda tevhidin üzerinde bu denli durulmasının amacı, bizleri tevhidi içselleştirmeye ve tevhidi bir yaşamı benimsemeye yönlendirmektir. Bu yönüyle Kur’an’da insanların tevhidi bir meleke haline getirmelerinin amaçlandığını ifade edebiliriz. Zira ilahi kelamda birbirinden farklı kavramlar, ifade yöntemleri, afaki ve enfüsi deliller aracılığıyla kullanılan tevhid dili, insanlara tevhid melekesi kazandırmayı, yani tevhidi insanların zihinlerine, kalplerine ve gönüllerine iyice yerleştirmeyi gaye etmektedir. Tevhid; insanın aklen, kalben ve zihnen Allah’ın mutlak otoritesine dayanan birliğini kabul ettikten sonra fiillerini buna uygun olarak düzenlemesini gerektirir. Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğunu kabul etmek, kullarını her an görüp gözetip koruduğunu ikrar etmek zorunlu olarak ibadeti/kulluğu ve ibadete/kulluğa dair eylemleri yalnızca Allah Teâlâ’ya has kılmayı gerektirir. İslam’da ibadete layık olan yegâne varlık yüce Allah’tır. Bu sebeple ibadetle tevhid arasında çok yakın bir ilişki bulunur. Nitekim İbn-i Abbas’tan (ö. 68/687) rivayet edilen “Kur’an’daki her ibâdet sözcüğü tevhittir” sözü konuyla ilgili kayda değer bir hususiyet taşımaktadır. Yine onun Kur’an’daki “Rabbinize ibadet/kulluk edin” ifadelerini “Rabbinizi birleyin” şeklinde tefsir ettiği kaynaklarda geçen bir husustur. Kur’an-ı Kerim’de ibadet kavramının birçok müfessir tarafından da “tevhid” şeklinde anlaşılıp bu doğrultuda tefsir edilmesi bu ilişkinin önemli bir göstergesidir. Bütün bunlar bir ibadetin kabul olmasının ön şartının tevhid olduğunu göstermektedir. Bir başka ifadeyle tevhid olmaksızın geçerli ve makbul bir ibadetten/kulluktan söz etmek mümkün değildir. Bundan dolayı İslam’ın tevhid anlayışı hem ilmî hem de amelî olarak Allah’ı birlemeye dayanır. Dolayısıyla tevhide iman eden insan, hayatının her alanında Allah’ın bu hâkimiyet ve otoritesini unutmamak ve yaşamını buna göre düzenlemek durumundadır. Bundan dolayı tevhidin etkisi düşünce ve duygulara yansıdığı gibi tutum ve davranışlara da yansımalıdır. Zira inanç ispat gerektirir. Eylem ve davranışlara yansımayan bir inanç, esasında samimiyetsiz bir iddia olmaktan öteye geçmeyecektir. Bu sadece sözde kalan bir inanç değil, meleke halini almış bir inanç olmalıdır. Böyle olmadığı takdirde insanların sözleriyle eylemlerinin bütünleşmemesi, dilleriyle ifade ettiklerinin davranışlarıyla uyuşmaması kaçınılmaz olur ki, İslam’da böyle bir durumun kabul edilmesi asla söz konusu değildir. Riya/gösteriş bu noktada amelî tevhidi zedeleyen bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim riya/gösteriş, bazı kaynaklarda gizli şirk olarak da isimlendirilmektedir. İbadetin başka hiçbir varlık için değil, yalnızca Allah’ın rızası için yapılması amelî tevhidin bir gereğidir. Ancak bir insanın Allah’a kulluk görevi gereği yapması gereken işleri gösteriş için yapması, kişinin yaptığı amellerin boşa gitmesine sebebiyet verebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), Allah’ın gösteriş için yapılan amelleri kabul etmeyeceğini haber vermektedir. Bu yüzden ibadetlerde ihlaslı olmak, yani kulluk görevini her türlü gösteriş, menfaat ve çeşitli çıkar kaygılarından arındırıp yalnızca yüce Allah’ın rızası doğrultusunda yerine getirmek, tevhidin amelî yönünün sahih bir şekilde gerçekleşmesi noktasında önem arz etmektedir. Bizlere düşen Kur’an’ın bizi yönlendirdiği bu iman amel bütünlüğü ışığında tevhid melekesini kazanma gayreti içerisinde olmaktır. Yaşamımızı bu tevhid şuuru doğrultusunda idame etme azmini bir an olsun elden bırakmamaktır. Tevhidi zihnimizde, kalbimizde ve gönlümüzde kökleştirme yolunda çaba sarfetmektir. Hayatımızın her alanında muvahhid bir duruş göstermekten bir an olsun imtina etmemektir.
