Kendimize Bakarak Allah’ı (c.c.) Anlayabiliriz / Şenel İlhan Beyefendi’nin Sohbetinden

Allah Teâlâ kendisini anlayabilmemiz için bize akıl, kalp, anlayış, idrak vb. tüm istidat ve kabiliyetleri vermiştir. Ama bu yeteneklerin farkına varmak ve bunları ortaya çıkarmak için önce doğru bir ilim sonra da istek, gayret, talep, muhabbet hatta aşk gereklidir.

Bunlarla birlikte, Allah’ı (c.c.) tanımak ve anlamak için, Hakk katında yakîn ve marifet sahibi olan, aşk ve muhabbet ehli, güzel ahlaklı, Kur’ân ve sünnet çizgisinden taviz vermeyen, gerçek mürşit, hoca, murakıp gibi rehberlerin manevi önderliği de çok önemlidir.

Nitekim “Sadıklarla beraber olunuz.”(Tevbe, 9/119) “Bilmediklerinizi zikir ehline sorunuz.”(Enbiya, 21/7) gibi birçok ayet, iyi bir kul olmak için hoca, talebe ilişkisinin önemine vurgu yapar. Hatta Musa a.s. ile Hızır kıssası da bu konuda ölçü alınması gereken bir kıssadır. Kur’ân’da bahsi geçen hiçbir kıssa öylesine seçilmiş değildir.

Bu kıssada verilen mesaja göre, yeryüzünde Allah’ın (c.c.) öyle güzel kulları olabilir ki bu kullar, herkesin görüş ve bilgisine açık olmayan bazı sırların veya hikmetli işlerin, bilgisine sahip olabilirler. Dolayısı ile böyle kişilerin var olabileceğine inanmak, şirk değildir, akılsızlık değildir, İslam inancına ters bir durum da değildir. Yeter ki gerçekten böyle ilim sahibi, hikmet ehli güzel kulları arayalım ve bulalım.

Açıkça Kur’ân-ı Kerîm’de yüce Rabbimiz bu kulların varlığından bizleri haberdar ederken, onların bulunması halinde, onlara nasıl uyulması, hatta nasıl teslim olunması gerektiği konusunda dahi net mesajlar verir.

Ben Hep Kendi Ahlakıma Bakarak Allah’ı (c.c.) Anlamışımdır 

İnsanoğlu, Allah’ı (c.c.) kendiyle anlayacak. Çünkü bizzat kendisi, üzerinde Allah’ın isim ve sıfatları en güzel bir şekilde tecelli etmiş, mahlûkatın en şereflisi sıfatına layık, ahsen-i takvim bir yaratılışının olduğunu Kur’ân’ın beyan ettiği kıymetli bir varlıktır. Aynı zamanda Kur’ân’ın tabiri ile yeryüzünde Allah’ın halifesidir.

Dolayısıyla bir kişi Allah’ı (c.c.) en güzel kendine bakarak anlayabilir ki ben de her zaman kendime bakarak Allah’ı anlamışımdır.

İnsanlara, hatta mahlûkata olan sevgimle Allah’ın (c.c.) sevgisini, şefkatimle Allah’ın şefkatini, merhametimle Allah’ın merhametini, Allah ve din düşmanlarına ve zalimlere karşı gazap ve öfkemle Allah’ın gazap ve öfkesini anlamışımdır.

Talebelerimi eğitirken kullandığım taktikler bile Rabbimden örnek almadır. Şöyle ki Allah (c.c.) kullarını Rabb ismi ile eğitirken, yerinde musibetler, hastalıklar, sıkıntılar verir, yerinde nimetler ihsan eder. Böylece onları günahlardan uzaklaştırır, ibadetlerle, zikirle, feyzle, musibetlerle temizler, tezkiye eder ve kendine yaklaştırır. En netice dostluğuna, sevgisine layık hale getirir.

Ben de kendi boyutumda yerine ve zamanına göre talebelerime kendi boyutumda Rabbim gibi davranırım. Yani kızmalarımın, sevmelerimin, uzaklaştırıp, yakınıma almalarımın, ikram ve iltifatlarımın hepsi Rabbimizin eğitim şeklinin kul boyutunda taklidimden başka bir şey değildir. Onları bu şekilde kötü huylardan kurtarıp, Kur’ân’ın ahlakıyla, Efendimizin (s.a.v.) ahlakıyla bezemek isterim.

Hatta bu güzel huyların onlarda sıfatlaşmasını isterim. Ama iyi ahlaklı olmak gerçekten zordur. Doğru bir ilim ister, irade ister, sabır ister, nefs ile ciddi mücadele ister, yerinde menfaatinin zıddına davranmak ister ki bunu da burada belirtmek isterim. Bu nedenle de güzel ahlaklı bir mümin olmak, faziletçe Allah katında imandan sonra gelir, yani bütün ibadetlerden üstündür.

Güzel Huylar Kişide Sıfatlaşmalıdır

Allah’ın (c.c.) Kur’ân’da en çok “Rabb” ismi geçer ki “terbiye eden, terakki ettiren” demektir. Bu âleme gelişimiz Rabb ismiyle eğitim içindir, burası kalıcı bir yer değil bir okuldur. Bu nedenle Allah (c.c.) eğitimimize en uygun şekilde anne, baba, çocuklar verir. Yine en uygun ortam, en uygun beden ve uzuvlar ve en uygun çevre verir. Bütün bunların hepsi sadece eğitim içindir. Bu eğitim aşamasında yapmamız gereken, bizde var olan güzel değerlerimizi açığa çıkarmak, işleyip daha güzel hale getirmek, olmayanları ise çalışıp kazanmaktır. İslam’ın da bizde imandan sonra en çok istediği şey bu güzel değerleri elde edip güzel ahlaklı olmaktır.

Geliştirmemiz veya kazanmamız gereken bu güzel huylar, kısaca sevgi, şefkat, merhamet, cömertlik, tevekkül, teslimiyet, sabır ve yerinde Allah (c.c.) için öfke, buğz, gazap... Bütün bu güzel huyların, kulda sıfat halini alıp onun kalıcı ahlakı olması çok büyük bir makamdır ki bunun için çalışıp çabalamak gerekir.

Mesela acımak herkeste vardır ama insanı her zaman harekete geçirmeyen bir duygudur. Merhamet herkeste yoktur fakat olan kişiyi mutlaka harekete geçirir.

Şefkat duygusu ise bütün duyguların önündedir. Öyle ki bu duygu merhametten, acımaktan, hatta aşktan dahi üstündür.

Kendi şefkatimi anladığım zaman Allah’ın (c.c.) şefkatini anlarım. Bu duygu öyle yüce ve asil bir duygudur ki bunu anlamanız için annelerin evlat sevgilerine bakmanızı tavsiye ederim. Zira kolay anlaşılması açısından bu örnek muhteşemdir.

Evet, şefkat bir annenin evladına hissettiği asil yüce bir duygudur. Bu nedenle Allah için anneye sevgi, saygı ve hürmet cennete giriş vizesidir. Zira cennet annelerin ayakları altındadır. Bütün peygamberlerin ümmetlerine hissettiği, gerçek âlimlerin talebelerine hatta Ümmet-i Muhammed’e hissettiği ve Rabbimizin de kullarına hissettiği en yüce duygu işte bu şefkattir.

Şefkatte sevgi, merhamet, yardım duygusu hep birlikte cem olmuşlardır. Bu nedenle şefkatin bütün güzel duyguların üstünde bir yeri vardır.

Şefkatte karşılıksız bir sevgi, karşılıksız bir acıma, merhamet, karşılıksız bir yardım ve fedakârlık duygusu vardır. Asla şefkat eden zatın, şefkat ettiği kişiden, ne şimdiki zamanda ne de gelecekte bir menfaati veya beklentisi olamaz.

Şefkatin kolay anlaşılması açısından yukarıda ifade ettiğimiz gibi annelerin annelik duyguları en müşahhas bir örnektir. Bu yüzden Rabbimiz kullarına, benim şefkatimi anlamak için anne şefkatine bakın der. Yani, senin evladına hissettiğin şefkatin tabir yerindeyse, rengi, kokusu, tadı aynı olanını, ama daha sonsuz ve büyük olanını, Allah kullarına hisseder.

İşte Allah(c.c.) böyle anlaşılır, yani akıllı adam Allah’ı böyle anlar.

Allah’ı hem her şeyden çok severek hem de her şeyden çok Allah’tan korkarak anlamak gerekir.

Babalar için de bu duygu önemlidir. Babalar da hem sevilmeli hem de yerinde onlardan korkulmalıdır. Bu duyguları evlatlarına babalar kazandırmalıdır. Zira sadece sevilen şefkatli bir baba nakıs bir babadır; evladına vereceği terbiye de nakıs olur, eksik olur. Yani Allah (c.c.) korkusu gibi baba korkusu da hissedilmeli ve hissettirilmelidir.

Aşk nedir?

Sevginin bir üst derecesine aşk denir ki, aşk, derece olarak, kemâlât ve büyüklük olarak düşük olanın daha büyük olana aşırı derecede sevgi ve tutkusudur.

Mesela kul Allah’a (c.c.) âşık olur, ama Allah kulunu çok sevse de ona âşık olmaz. Yani Allah’ın aşk diye bir ismi veya sıfatı yoktur. “El-Vedud” ismi vardır ki “kullarını seven” demektir. Dolayısıyla aşk eksikliğin de bir tezahürüdür ve âşık olanın, âşık olduğu büyükten bu eksikliği giderme arzusu ve beklentisi vardır.

Allah’a (c.c.) âşık olmak yüce bir duygudur ama bir kişinin Allah’ın kullarına karşı şefkatli olması, onun aşkından daha üstün bir duygudur. Sebebi; aşkta sevgiliden bir beklenti söz konusudur, ama şefkatte çıkar yoktur, karşılık beklemek yoktur.

Bu nedenle bir erkeğin bir kadına ve bir kadının bir erkeğe aşk derecesinde tutkuyla bağlanmasını yadırgarım. Bu, hastalıklı bir durumdur. 

Allah aşkını, peygamber aşkını anlarım. Zira bu aşklar yerindedir, ama diğer aşkı anlamak zordur. Nitekim iki kişi birbirine âşık olur, bunlar evlenirler, belki on sekiz aylık süreçte bu aşk biter. Zira artık birbirlerinden alacakları birşey kalmamıştır.

Ruhumuzun çok ince işleri vardır. Bazı duyguları bedene fizyolojik etki olarak yansıtır. Mesela, mutluluk ruhun arayışıdır ama bedensel etkisi serotonin, dopamin vb. gibi mutluluk hormonları eksikliği olarak yansır. Âşık olan kişi aşkını düşündükçe vücudu bu hormonları üretir ve bu şekilde mutlu olur. Ama kavuşmak ve beraberlik bu duyguyu bitirir. Bu nedenledir ki yeniden ayrılıklar bu duyguya iyi gelir.

Yani insanlar vücutta serotonin hormonu azalınca mutsuz olurlar. Sevdiklerini göz önüne getirince vücut dopamin hormonu salgılar mutlu olurlar. O yüzden insanlar bunun hep sürekli olmasını isterler. Buna ihtiyaç 18 ay sürer. Aşk 18 ay sonra kendiliğinden biter. Sonra aradaki ilgi ve sevgi ancak doğru bir şekilde şefkatle devam edebilir.

Yani evlenince aşk biter, şefkat başlar. Bu nedenle karı koca ilişkilerinde de şefkat duygusu aşktan üstündür.

Âşık olmak huzur arayışındandır. Huzur arıyor ve birinde huzur bulabileceğini sanıyorsan evliya da olsan birine âşık olabilirsin. Zira eşleri Allah (c.c.) birbirileriyle huzur bulsunlar diye yaratmıştır ki Kur’ân’da böyle söyler. Ama sonuçta Allah’a âşık olmak gibi büyük bir beklentiyle bir kula âşık olmak doğru değildir.

Allah’ı (c.c.) Anlamanın İlacı 

Allah’ı (c.c.) anlamanın ilacı kendimize bakmak dedik. Lakin bir kişi Allah’ın ahlakıyla ahlaklı değilse, Kur’ân ahlakıyla, Efendimizin (s.a.v.) ahlakıyla ahlakını güzelleştirmemişse bu konuda, kendisi Rabbini tanımasına yeterli bir referans olamaz.

Entelektüel bir kişi olmak, çok okumuş, çok kültürlü olmak kişiyi tek başına anlayış sahibi yapamaz. Zira beynin anlaması, anlayış sahibi olmaya yetmiyor, iç algılarla hissetmen ve duyguların da devreye girerek kendi işlevlerine göre meseleyi idrak etmesi gerekiyor.

Bu nedenle anlamanın ilacı ahlaki terakkidir, bunun da ilacı nefsle mücadele misyonu ile ibadet yapmak, zikir yapmak, feyz almak, feyzle yıkanmaktan ve böylece değişmekten geçer. Hem bu durumda bu anlayış hali senin kalıcı kabiliyetin olur.

Âlimler insanları, avam ve havas meşrep diye meşrep olarak ikiye ayırmışlar. Bir kişi avam meşrepse, çok okumuş âlim birisi veya çok ibadet eden âbid birisi de olsa bu dediklerimi anlamaz, bu da ayrı meseledir. Dolayısıyla avam meşrepse bir adam onu da Allah dostu olmaya zorlamanın anlamı yoktur... Zira avam meşrep insanlar, sübjektif şeyleri pek anlayamazlar. Onlara göre güzellik, görünen şeyler olmalıdır. Bu nedenle parası çok olan, dünyevi makamı olan kişiler onların gözünde hemen değer bulur ama ahlaki yönden, manevi yönden güzel olan kişileri ve değerleri göremezler. Parası çok olana kıymet verir, maneviyatı güzel olana kıymet vermezler.

Mesela Kur’ân da birçok ayet-i kerimede Allah (c.c.) “benden korkun” diyor. Allah’ın bu korkutması bir kabadayının korkutması gibi değildir. Böyle anlamak çok eksik ve yanlış bir anlama olur. Tefekkür ve tezekkürle, aklınızla birlikte iç algılarınızın ve duygularınızın da devreye girmesiyle, benim kudretimi anlayın, gücümü hissedin ona göre kendinize çeki düzen verin, günahlardan sakının diyor. Budist mantığında bir tanrı olsaydı ondan kimse korkmazdı, Allah da olsa bu böyledir. Yani sadece şefkatle, sevgiyle eğitim olmaz.

Sonuç olarak şunları söyleyelim ki bütün bu güzel değerleri ve yüksek derecede bir anlayış halini elde etmenin en kestirme ilacı in’ikas olmaktır. Zira ashab-ı kiramın üstün olmasının sebebi Peygamberimizin ortamında in’ikasla değişmiş olmasıdır. İn’ikas insanların kalıcı olarak, daha akıllı, daha zeki, daha basiretli, daha anlayışlı ve daha ferasetli olmalarını sağlar.

Bunun için de in’ikasla değişebileceğimiz ortamları bulmak ve kıymetini bilmek gerekir.

Allah’a (c.c.) emanet olun.