“Seküler ahlak” tanımlamasından ne anlamalıyız? Seküler ahlak kavramının “Evrensel ahlak” anlayışından farkı nedir? Ahlaka felsefî bir problem olarak nasıl bakılmaktadır?
Bilindiği üzere insanlık tarihi boyunca ahlakın birçok bilim dalında tanımı yapılmış ancak ortak bir fikir hiçbir zaman oluşmamıştır. Ahlakın varlığı, tanımı ve kaynağı hep tartışılmış hâlâ da tartışılabilmektedir. “Ahlak” ifadesinin Arapça “huluk” kelimesinden geldiğini biliyoruz. Zira “h-l-k” fiili yaratmak anlamını taşımaktadır. O yüzden Yüce Rabbimizin yaratan anlamındaki isimlerinden biri de “Hâlık”’tır.
“Huluk” kelimesinin çoğulu olan “ahlak” kelimesinin yaratma fiili ile dolaylı ilişkisi bulunmaktadır. Yani ahlak, doğallığı ifade etmekte olup tabiî olandır. Daha açık ifadeyle ahlak, yaratılış ve yaratılışta olup değiştirilemeyen huyu ifade eder. Dolayısıyla dini literatürde ahlakın, Allah’ın yarattığı temiz fıtratı koruyabilmek olduğunu söyleyebiliriz. Ancak daha sonra ahlakın; iyi ve kötü olanı bilmek, iyi olanı yapmak ve kötü olandan uzak durmak gibi tanımları yapılmıştır.
Malumunuz üzere ahlak kavramı sadece dini söylemlerde değil, birçok disiplinde yerini almaktadır. Dinin dışındaki ahlak temellendirmeleri hakkında “seküler ahlak anlayışı” ifadesini kullandım. “Seküler” kavramının inançtan bağımsızlığı ifade ettiğini biliyoruz. Bir başka deyişle “seküler” sözcüğü; Allah, ahiret, cennet, cehennem gibi metafizik her şeyden uzak sadece dünya ile ilgili olan demektir. Seküler ahlak anlayışı da ahlakın varlığı, neliği ve kaynağının dinin dışındaki argümanlarla ortaya koyulduğu anlayışlardır. Varoluşçu, evrimci, akılcı, sezgici, duygucu, faydacı ve toplumsal ahlak anlayışları seküler ahlak anlayışına örnek verilebilir. Tüm bu ahlak anlayışları neyin iyi neyin kötü olduğunu ortaya koymayı amaçlar. Ancak rölativizmden yani görecelilikten kendilerini kurtaramazlar.
Evrensel bir ahlakın seküler cenahta söz konusu olamayacağı malumdur. Çünkü seküler ahlak anlayışında ahlakın varlığı, kaynağı gibi konularda farklı fikirler ortaya koyulmaktadır. Kaldı ki seküler ahlak anlayışında ahlakın evrensel olmak gibi bir zorunluluğu da yoktur. Ahlakın ne olduğu ve kaynağı hakkında ancak dini temellendirmelerin evrensellik iddiaları bulunabilir.
Ahlaka felsefi bir problem olarak baktığımızda ahlak teorileri içinde seküler zihniyetin rölatif (göreceli) olduğunu görürüz. Bu da problemi çözümsüzlüğe götürmektedir. Kanaatimizce bu problemin çözümü ahlaki temellendirmenin ilahi olmasıyla mümkündür.
Seküler ahlak, dayandığı temeller itibarıyla kuşatıcı bir ahlak anlayışı mıdır? İyi ve kötüyü ayırt etmede sadece akıl yürütmek yeterli midir?
İfade ettiğimiz üzere varoluşçu, evrimci, akılcı, sezgici, duygucu, faydacı ve toplumsal ahlak anlayışlarının tamamı sekülerdir. Özellikle ateist varoluşçular ahlakın insan icadı olduğunu iddia ederler. Evrimcilere göre ahlak, Darwin’in iddia ettiği biyolojik evrimin son evresidir. Akılcılara göre ahlakın kaynağı akıl olurken, sezgicilere göre insanın sezgileri, duygucu anlayışa göre de insanın duygularıdır. Faydacılara göre insana fayda sağlayan ahlaki olurken toplumsal ahlak anlayışına göre toplumun kabul ettiği her şey ahlaki oluvermektedir.
Bütün bu ahlak anlayışlarının ortaya çıkışında şüphesiz, insan aklı devrededir. Ancak insan sayısı kadar akıl olduğu dikkate alınırsa hangi aklın ortaya koyduğu görüş kabul edilecektir? Tüm bu farklı anlayışlara göre ahlak, asla kuşatıcı olamayacaktır. Hâlbuki bozulmamış her fıtratın kabul edeceği evrensel ahlak ilkeleri var olmalıdır.
Günümüzde “İslam’da ahlakın şartı kaç?” gibi başlıklarda güzel çalışmalar da yapılıyor. Bu anlamda İslam ahlakını diğer ahlak anlayışlarından farklı kılan unsurlar nelerdir? “İslam ahlakı” kavramsal açıdan duygu, düşünce, davranış ekseninde nasıl tanımlanabilir?
Ahlakın kaynağını seküler anlayışlara dayandırmanın sıkıntıları sanırım anlaşılmıştır. O halde ahlakı ne ile temellendireceğiz? Geriye tek seçenek kalıyor. O da ahlakın kaynağının ilahi olduğudur. Ancak bu sefer de hangi dinin öğretisinin evrensel bir ahlak anlayışı ortaya koyduğu problemi ile karşı karşıya kalmaktayız. İnsanların uydurduğu pagan dinlerinden tutun, önceki semavi dinlere kadar İslam da dâhil olmak üzere tüm dini öğretilerde birbiriyle örtüşen ahlaki ilkeler muhakkak vardır. Mesela Hinduizm, Budizm, Caynizm, Sih Dini, Konfüçyanizm, Taoizm gibi uzak doğu dinlerinden İran’ın eski inançlarındaki Zerdüştlük gibi dinlere kadar her birisindeki ahlaki ilkelerden İslam ahlakı ile örtüşenler bulunabilir. Hatta Afrika ya da Güney Amerika’daki ilkel kabile hayatı yaşayanların inançlarında, kısaca aklımıza gelen tüm dinlerde zarar vermek, haksız yere öldürmek, hırsızlık yapmak gibi eylemler kötü addedilerek bu davranışlara izin verilmez.
Ancak sayabildiğimiz bu dinlerde, inanç noktasında problemler bulunmaktadır. Birçoğunda ahiret inancı bulunmayan bu dinlerde yaratıcı antropoformik / insan biçimci bir şekilde tanımlanmaktadır. Kaldı ki pagan dinlerinde politeist/çoklu ilah anlayışı hâkimdir. İslam ahlakıyla örtüşmeyen uygulamaların da bulunmasıyla birlikte Yüce yaratıcıya karşı şirk içeren bu dinlerin evrensel ahlakı ortaya koyabilmesi mümkün görünmemektedir. Önceki semavi dinlere baktığımızda da tahrif edilmiş birçok unsurla karşı karşıya kalabiliyoruz. Örneğin Hristiyan teolojisinde ahlâkî bir yaşam, Hz. İsa’ya bağlılıktadır. Hz. Âdem’in cennetten çıkarılışında, onun zürriyeti olması hasebiyle doğan her insanın günahkâr olarak dünyaya geldiği ve bu günahtan kurtulmak için kayıtsız şartsız Hz. İsa’ya bağlı olması gerektiği Hristiyan ilahiyatındaki hâkim anlayıştır. Aslî günah diye ifade edilen bu anlayışa göre insan, doğuştan günahkâr olduğu için iyi ve kötünün kaynağı olan vahye yani ahlâkî bir yaşam için Hz. İsa’ya tâbî olmalıdır. Hâlbuki İslam’a göre insan dünyaya günahsız gelir. Kimse kimsenin yaptığından dolayı günahkâr sayılamaz. Ayrıca Hristiyanlıkta Hz. İsa peygamber olmayıp hâşâ Allah’ın oğlu hatta Allah’ın ete kemiğe bürünmüş halidir. O yüzden Hristiyanlar Hz. İsa için “Rab İsa” derler. Baba-oğul-kutsal ruh şeklinde üçledikleri bu inanç aslında Allah’a şirk demektir.
Yahudilerde de seçilmişlik inancı ile kendilerini üstün ırk görmeleri, ahdi bozmaları ve lânetlenmeleri gibi ahlâkî olmayan eylemler söz konusudur. Günümüzde dahi çocuk, yaşlı, kadın demeden Müslüman kanı akıtmaktan çekinmeyen Yahudiler, Hz. Musa’ya gelen on emir arasındaki “Öldürmeyeceksin” emrine karşı gelerek Müslüman katliamına devam etmektedirler.
Buna karşın İslâm dininde ahlâkî değerler, diğer tüm inanç esaslarında olduğundan daha önemlidir. Hem şirk gibi yaratana karşı ahlaki olmayan hem de zarar vermek, haksız yere öldürmek, hırsızlık gibi yaratılana karşı zulüm sayılan gayrı ahlaki davranışlar yasaklanmıştır. İslam ahlakının bireyin hem ferdi hem de toplumsal sorumluluğu kazanmasındaki rolü de ehemmiyetlidir. Bu bağlamda İslam’a göre gerek doğrudan gerekse dolaylı olarak bireye ya da topluma zarar veren davranışlar ahlak dışı olup haram kılınmıştır.
Siz, ahlakı, iman ile olan ilişkisi bakımından hadisler ekseninde ele alan kıymetli bir çalışma yaptınız. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dilinde iman-ahlak irtibatı nasıl kurulmaktadır? Niçin özellikle imana dair güçlü vurgular, ahlakiliğin belirleyicisi olmak zorunda?
İslam’ın ahlak anlayışının kaynağı şüphesiz ilahidir. Dolayısıyla ahlaki ilkelerini ortaya koyarken, seküler bir müeyyideden ziyade uhrevi müeyyideyi dikkate alır. Bir başka deyişle ahlaki bir davranışı sergileyen mü’min, bunu dünyevi bir menfaatle yapmaz. Mükâfatını Allah’tan bekler. Ahlak dışı bir eylemde bulunmaması gerektiğini ise beşeri kanunların vereceği cezai müeyyideden kaçınmak için değil, Yüce Yaratan’ın rızasını kaybedip onun uhrevi karşılığı olan cehennem azabından korktuğu için bilir.
Seküler ahlak anlayışındaki bireyin ahlaki davranış sergilemesi de şüphesiz seküler anlayışla olacaktır. İnanca sahip olmayan kimse pekâlâ ahlaki davranışlar sergileyebilir ya da ahlak dışı eylemlerde bulunmayabilir. Toplum düzeni var olduğu müddetçe inançsız birey ahlaki davranış sergileyebilir. Ancak toplumda çıkacak bir kaosta ve beşeri kanunların uygulanamaz olması durumunda birey, uhrevi anlamda cezai müeyyide uygulayacak ilahi bir varlığı kabul etmiyorsa ahlaki davranış ortaya koyması anlamsız hale gelecektir. Ancak bir mümin, sadece kanun ve düzenin olduğu zamanlarda değil, düzenin bozulup karışıklıkların çıktığı ve kanunların uygulanamaz olduğu durumlarda bile Allah’ın rızasını kaybetmekten ve uhrevi cezadan sakındığı için gayriahlaki eylemlerden uzak durur. Bunun örneğini ülke olarak hepimizi üzen birçok vatandaşımızı kaybettiğimiz Kahramanmaraş merkezli on ilde meydana gelen depremde yaşadık. Deprem sonrası çıkan kaosta kanunların geçici olarak da olsa uygulanamayışını fırsat bilenler hırsızlık ve yağma peşinde koştular. Bazıları ise temel ihtiyaç olan bir şişe suyu bile marketlerden almak istemediler. Birbirine zıt olan bu eylemlerin ortaya çıkması ancak iman kavramıyla açıklanabilir. Kimilerinde iman ya çok zayıf ya da hiç yok. Normal zamanda emniyet kuvvetlerinin yakalamasından korktuğu için yapmaya cesaret bile edemeyeceği hırsızlık, yağma gibi ahlak dışı eylemleri deprem sonrası rahatlıkla yapabiliyor. Kimileri de hangi zaman ve şartta olursa olsun ahlakiliğini koruyabiliyor.
Bu yüzdendir ki her zaman ve şartta mutlak ahlak için iman son derece önemli olup imana dair güçlü vurgular, ahlakiliğin belirleyicisi durumundadır.
Hadislerde müspet manada temel ahlakî tutum ve davranışlar nasıl ele alınıyor?
Günlük hayatımızda insan davranışları hakkında iyi ya da kötü yargıda bulunulduğunun farkındayız. Çevremizdeki insanların birtakım davranışları övülebildiği gibi bazen de yerilebilmektedir. Allah Rasûlü de (s.a.v) kendi yaşadığı toplumda gerek ashabı gerekse müşrikler tarafından sergilenen temel ahlaki tutum ve davranışları hadislerde ortaya koymaktadır. Bu davranışlar ahlaki ise hadislerde övüldüğü gibi, eğer ahlak dışı bir durum varsa da yerilebilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) hem övdüğü hem de yermekten çekinmediği söz konusu davranışları hadislerinde iman ekseni etrafında ele almaktadır.
Hadislerde övülen davranışlardan adil olmak, emanete sahip çıkmak, doğruluk, ahde vefa göstermek, cömertlik, takva, affedici olmak, iyilik yapmak, iffetli olmak, yumuşak huyluluk, hoşgörülü olmak ve tevazu sahibi olmak gibi olumlu davranışları Allah Rasûlü (s.a.v.) hem övmüş hem de bu davranışlara sahip olanlar için ahirette mükâfatının olacağından bahsetmiştir. Söz konusu hadislerde uhrevi ödül olan cennetin zikredilmesi müspet manadaki temel ahlaki tutum ve davranışların iman ile ilişkilendirildiğini göstermektedir.