İhsan üzere yani iyilik üzere yaşamak ve son nefesi verene kadar bu çizgide mücadeleye devam etmek hem nefsime hem arkadaşlara daimi nasihatimdir. Bu yaşam şekli, yüce kitabımız Kur’ân’dan ve Efendimiz’in (sav) hayatından yaptığım bir çıkarımdır. Bu dünyanın her günü, her saati, her anı kıymetlidir ve imtihan edildiğimiz zaman dilimleridir. Bu zaman dilimlerini, şartlar neyi gerektiriyor ve icap ettiriyorsa o zamana uygun iyilikleri yaparak geçirmek akıllı bir müminin yapacağı iştir. Burada en önemli ölçü; ortama, şartlara uygun olan en hayırlı en faydalı ameli tespit edip onunla meşgul olmak, onu yapmaya çalışmak yani bir tüccar mantığında her zaman işlerin en kazançlısına yönelmektir.
En Hayırlı ve Kazançlı Olan Ameller Nelerdir?
Yüce kitabımız Kur’ân, baştan sona bir sınav yeri olan ve asla sadece zevk safa ve eğlence anlamında bir yaşama yeri olmayan bu dünya hayatında en hayırlı ve kazançlı ameli şöyle haber veriyor:
“Sizden, hayra davet eden, emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yapan (iyiliği emredip kötülüğü men eden) bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 3/104)
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; çünkü emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yapar ve Allah’a iman edersiniz…” (Âl-i İmrân, 3/110)
“(İnsanları) Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Kuşkusuz ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet, 41/33)
Bu ayetlerde açıkça görülen o ki Rabbimiz öncelikle Müslümanlar arasında insanları hayra davet eden bir topluluğun olmasını istiyor. Sonra da bu işi kendine meslek yapabilen insanların, işi en güzel olan insanlar olduğunu haber veriyor. Bizlerin niyeti de bu ayetlerde övülen kişilerden olmak temennisiyle bir ömür boyu insanları hayra, iyiliğe, güzelliğe çağıran bir topluluk olarak kalmaktır. Yüce Rabbimiz bu niyetimizde bizleri muvaffak eyleye inşallah.
İyiliğe çağırmak sadece lafla olmaz; iyiliği bizatihi nefsimizde yaşayarak ve bu konuda örnek şahsiyetler olmakla olur.
Örnek Şahsiyet Olmak İslam’ın Hedeflediği Müslüman Olmak Demektir
Örnek şahsiyet olmak ciddi bir meseledir. Bu iddia sahibi, “İslam’ın hedeflediği Müslüman tipi benim.” diyor demektir. Önce kendimize İslam’ın hedeflediği Müslüman tipi nasıl olmalı diye bir soru sormalı, sonra bu konu üzerinde ciddi düşünmeliyiz. Bir kişi alim, evliya, şeyh olabilir; bunlara karşı bir itiraz ve saygısızlığımız olmaz. Ama oturmasıyla kalkmasıyla, kültürüyle, nezaketi ve inceliğiyle, kılık ve kıyafetiyle İslam’ın hedeflediği Müslüman tipi olmak bunlardan başka bir şeydir. Mesela Allah aşkıyla dağlarda, kırlarda Yunus gibi dolaşan ve toz toprak içinde bu görüntüde gezen bir kişi, kalbini Allah sevgisiyle, ihlasla doldurup veli bir kul olabilir mi? Evet olabilir. Ama böylesine hayatın dışında yaşayan münzevi veya meczup bir kişi İslam’ın hedeflediği Müslüman tipi olabilir mi? Elbette ki olamaz. Peki, bizim böyle münzevi bir Müslüman’la sorunumuz olur mu? Yine elbette ki hayır, Allah yolunu açık etsin. Ancak, böyle insanlar; “Evrensel anlamda İslam’ı temsil eden bizleriz, her Müslüman ancak bizi örnek almalı, ancak bize benzemeli.” derse işte o zaman sorun olur. Bu örnekteki mesajı anlamak çok önemlidir. Çünkü İslam evrensel bir dindir, bütün insanlığa hitap eder. Bütün insanlığın dikkat ve ilgisini çekecek ve onları negatif duygulara ve en azından vesveselere düşürmeyecek şekilde İslam’ın her yönüyle temsil edilmesi çok önemlidir. Örnek şahsiyet olmak ise hem zahirin yani dış görünüşün hem sosyal ilişkilerdeki nezaket, incelik, sevgi, şefkat, merhamet gibi duygu ve davranışların, hem kalp temizliğinin hem dünya ve ahiret ilişkilerindeki dengenin sağlanması vs. gibi İslam’ın her bir yönünün dört başı mamur temsili demektir. Zor olan ama önemli olan da işte budur.
İhsan Üzere Yaşayabilmek İçin Güzel Ahlak Lazım
İhsan üzere yaşamak, güzel ahlaklı olmayan veya güzel ahlakı elde etmeyi prensip olarak kendisine bir hayat mücadelesi kabul etmeyen insanların yapabileceği iş değildir. Sadece nefsi için yaşayan egoist, bencil insanlar ihsan üzere yaşama azmini sürdüremezler. Güzel ahlaklı insanın vasıfları da bellidir. Bilgimize, hitabetimize, konuşmamızdaki güzelliğe, namazlarımıza, oruçlarımıza, gece ibadetlerimize, zikirlerimize bakarak kimse bize “güzel ahlaklı insan” sıfatını yakıştırmaz. Sosyal hayatın içerisinde sevgi, şefkat, merhamet, cömertlik, fedakârlık, sencillik, sabır, bağışlama… Yerine göre de kötülükleri önlemedeki azim, kararlılık, cesaret, yiğitlik… gibi her türlü eylemleri ile kim diğer insanlar arasında güzel bir fark ortaya koyabiliyorsa o kişi güzel ahlaklı kişidir. Bunun başka ölçüsü yoktur.
“Ben iyi bir insanım, kimseye zararım yok, aslında çok cömert ve merhametli birisiyim.” diye kendimize hüsn-ü zan yapabiliriz. Bunlar doğru da olabilir ama sadece içimizde duran cömertliğin, yiğitliğin ne bize ne de kimseye faydası olmaz. İçimizde var olduğuna inandığımız güzellikleri ortaya koyarak ancak bu amellerin mükâfatına kavuşabiliriz. Bu gerçeği bilmemiz gerekir.
İzzet-i Nefsi Korumadan Yapılan İyilikler, İyilik Değildir
İyilik peşinde koşarken çok önemli bir ayrıntıya dikkatinizi çekmek isterim. İzzet-i nefsi korumadan zillete sebebiyet verebilecek iyilikler iyilik değil, Allah’ı gazaba getirecek davranışlardır. Zillete asla düşmeyin ve sizi iyilik adı altında zillete zorlayan kişilere de asla müsaade etmeyin. Aşırı iyi olmak demek, her şeye sabretmek demek değildir. Dininize ve kutsal değerlerinize saldırı nasıl iğrençse, şahsiyetinize ve izzet-i nefsinize yapılan saldırılar da öyle iğrençtir. Bu durumda iyi olmak; bunlara sabretmemek, bunlara müsaade etmemektir. Fasık veya mevki sahibi zengin birisine sırf mevkisi ve zenginliği için saygı göstermek, kibirli birisine tevazu olmak, zalimlere hoşgörülü davranmak, kötülüğü, ahlaksızlığı, dinde bidat ve hurafeleri yayanlara sabırlı olmak vs. gibi durumlarda iyilik en büyük kötülüktür. Yoksa “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle düzeltin; ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.” (Tirmizi, Fiten, 11; İbni Mace, Fiten, 20) hadisini ve bu minvaldeki başka hadis-i şerif ve ayetleri nasıl anlayacağız. Dolayısıyla ihsan hali, her şeyi yerli yerinde yapmaktır. Şeytana karşı da iyi olmak demek değildir.
İhsan Hali Efendimiz’in (sav) Yaşam Biçimiydi
Efendimiz (sav) ihsan üzere yaşayan yüce bir peygamberdi. Aile ortamında eşlerine en iyi bir koca, çocuklarına en iyi bir baba, torunlarına en iyi bir dede idi. Dışarıda arkadaşlarına ve komşularına karşı en nezaketli, en müşfik, en vefalı, en candan bir dost, savaşlarda en yiğit bir komutandı. İslam Devleti’nin başında ise en adaletli, en müşfik ve en merhametli bir başkan idi… Bir müşrikle, bir Yahudi ile, bir Hıristiyan’la karşılaşınca en güzel üslupla İslam’ı tebliğ ederdi. Bu tebliği hem güzel bir lisan ile hem de iyilik, cömertlik ve ihsan ile yapardı. İnsanların yalnız akıllarına değil, gönüllerine de gidecek tüm yollara birden müracaat ederdi. Allah rızası için insanların güven ve sevgilerini kazanmaya öncelik verirdi.
“Mümin, ünsiyet eder ve kendisiyle ünsiyet edilir. Yani sevilip kendisiyle iyi geçinilir. İyi geçinmeyen ve kendisiyle geçinilemeyen kimsede hayır yoktur.” hadisinde buyurduğu gibi ünsiyet eden ve kendisiyle ünsiyet edilen yüce bir şahsiyetti.
Bizler de sevilen, sayılan, kendisiyle ünsiyet edilen, sevgi dolu, güler yüzlü, neşeli, ilişkilerinde mekaniklikten kurtulmuş sıcak, merhametli, müşfik, cömert, duyarlı, nezaketli insanlar olmalıyız. Bilmeliyiz ki müminler, ünsiyete layıktır; kâfirler ise onları kazanmak amacıyla diyalog içinde olmaya layıktır. Mümin ama fasık kişiler eğer seni dininden imanından taviz vermeye zorlarlarsa onlara karşı ilgiyi azaltmak, sınırlamak, yerine göre kesmek gerekir. Bu tür tavizlere zorlamazlarsa onları kazanmak için ilişkiyi devam ettirmelidir. Tamamen ilişkiyi kesersek emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker dediğimiz tebliğ ve irşad görevini kime yapacağız.
Mümin Kişi Güvenilen Kişi Demektir
“Mümin” kelimesi emniyet ve güvenden gelir, yani mümin kişi aslında güvenilen kişi demektir. Allah’ın bir ismi de “el-Mümin”dir ve güvenilen demektir. Biz de bu sıfata yakışır hale bürünmeli, bu konuda kendimizi denetlemeli ve hesaba çekmeliyiz.
Sevilen, sayılan ve her konuda kendisine güvenilen insanlar olmalıyız. Yani bizi tanıyan insanlar her konuda bize güvenebilmeli, her şeylerini emanet edebilmeliler. Daha açıkçası ne makam ve mevki ne para ve mal mülk ne kadın vs. gibi hiçbir şey bizim ihlasımıza zarar vermemeli. Önümüze çıkabilecek tüm bu sınavları kazasız geçebilecek Allah sevgisini ve İslam şuurunu kalbimizde taşımalıyız. Bunun için de önce Rabbimiz’in güvenini kazanmalıyız. Zira tebliğ ve nasihati bir yaşam şekli olarak yapmak isteyen insan güvenilir olursa Allah onu maddi ve manevi anlamda zengin eder, tüm imkânları onun önüne açar.
Asr Suresini Doğru Anlayalım
Sahabelerin her toplantı sonunda okumayı sünnet haline getirdikleri Asr suresi, ihsan üzerine yaşamanın önemini ve prensiplerini çok güzel açıklar. İhsan üzere yaşama, Asr suresi mantığında yaşamadır.
“Andolsun asra/zamana ki insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).” (Asr, 103/1-3)
Fahreddin er-Razi bu surenin tefsirinde şöyle diyor: “Zamanı değerlendirme açısından insan mutlaka zarardadır, kendisini bu zarardan kurtaramaz. Zira zarar, sermayenin kaybıdır. İnsanın sermayesi ise ömrüdür. Onun, ömrünü zayi etmediği anlar çok nadirdir. Çünkü her saniye, mütemadiyen ömrünü alıp götürmektedir. Eğer insan, ömrünü günahlarla geçiriyorsa büyük bir zarar içerisindedir. Hatta daha iyi, daha verimli, daha değerli işleri yapabilmesi mümkünken bunları yapmayıp yalnızca mübahlarla yetiniyorsa yine zarar içerisindedir...”
Fahreddin er-Razi’nin tefsirinde de belirtiği gibi, hep daha faydalı ve kârlı olan ameli öne almak, zamanın güzel ve verimli kullanımı için önemlidir. Bu anlamda mahlûkata yapılabilecek en küçük iyilik, nafile her ibadetten önde gelir, bunun farkında olalım. Önümüzde Allah’ın herhangi bir mahlûkuna iyilik yapma fırsatı varken, bu zamanı nafile ibadetlerden herhangi birisi ile geçirmek ve bu nafile için bu iyiliği terk etmek, çok kârlı olanı daha az kârlı olana tercih etmektir. Bu minvalde ayet de hadis de çoktur. Mesela:
“Allahu Teâlâ’nın farzlardan sonra en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir.” (Taberanî)
“Bir Müslüman’ın, din kardeşinin bir ihtiyacını karşılaması on yıl itikaftan iyidir. Allah rızası için bir gün itikaf ise insanı cehennem ateşinden pek çok uzaklaştırır.” (Taberanî)
Düşünebiliyor musunuz, bir din kardeşinin ihtiyacını karşılamak; kendini bir camiye kapatıp on yıl boyunca nafile namaz, nafile oruç, sayısız zikir ve fikirle meşgul olan birisinin kazandıklarından daha fazlasını size kazandırıyor. Şimdi akıllı bir Müslüman bu gerçeği nasıl görmez?
Bu kısa ama çok önemli mesajları içeren Asr suresine göre bir değerlendirme yapacak olursak: İhsan üzere yaşamak; zamanı en verimli bir şekilde kullanmak, önümüze çıkan iyilik fırsatlarını görebilmek, bunun farkında olabilmek ve bu konuda elden gelebilecek iyilikleri yapmak demektir. Bu bazen dinî ve insanî anlamda nasihatlerle olur. Bazen yardıma ihtiyacı olana maddî bir yardımla, bazen bir hastayı ziyaretle, bazen yaşlıların gönlünü almakla, bazen insanlara saygı ve sevgi gösterip onları onurlandırmakla, bazen de gönül alıcı bir tebessümle olur. Bazen, üzerindeki dertleri belaları taşımakta zorlanan, yükü ağır gelen bir kişiye sabrı tavsiye etmek veya sabrını kolaylaştıracak maddî manevî yardımlar yapmakla olur.
Neticede, bütün mahlûkata karşı yapılabilecek cümle iyiliklerin farkında olarak yaşamak, her şeyi yerli yerinde ve zamanında gücümüz oranında yapmaya çalışmak ihsan üzere yaşamaktır. Benim talip olduğum ve tavsiye ettiğim en güzel makam da budur.
Allah’a emanet olun.