İslam her geçen gün büyük bir hızla yayılıyor. Her yıl Hz. Peygamber’i anma programları güzel bir gelenek haline geldi. Tabi ki O’nun hayatımızdaki yeri bununla sınırlı değil. 21. yüzyıl ümmetinin, ümmet-peygamber ilişkisi ve örneklik boyutu nasıl olmalıdır?
Prof. Dr. Zekeriya GÜLER:
Hz. Peygamber’i anmak, şüphesiz Rasûl-i Ekrem’i anlayıp örnek ve rehber edinmek, O’nun sünnetini kişisel ve sosyal hayatımızda uygulamak demektir. Sünnet, Rasûl-i Ekrem’in tasavvuru ve hayat tarzıdır, yol ve yöntemidir. Nitekim Abdullah İbni Abbas (ra), “Her birinize bir şeriat ve bir yol yöntem verdik.” ayetinde (Maide, 5/48) minhac (yol yöntem) kelimesini sünnet diye açıklar. “Kim benim sünnetimden, yani hayat tarzımdan, izlediğim yol ve yöntemden yüz çevirirse benden değildir!” hadisi meşhurdur. İşte sualinizde geçen “Ümmet-Peygamber ilişkisi”, Rasûl-i Ekrem’in yol ve yönteminin hayata geçirilmesiyle ortaya çıkar. Zira Hz. Peygamber üsve-i hasene ve numune-i imtisaldir, O’nu sevmek ve örnek almak, Allah’a iman ve itaatin gereğidir.
Şüphesiz dinin temel kaynağı Kur’an-ı Kerîm’dir. Ancak hadis ve sünneti nazar-ı itibara almadan dini doğru bir şekilde anlamak ve yorumlamak mümkün değildir. İmam-ı Azam Ebû Hanîfe “Eğer sünnet olmasaydı hiçbirimiz Kur’an’ı anlamazdık!” diyerek meselenin bu yönünü açıklar. Keza, İmam Şafiî “Ben ehl-i hadisten bir adam gördüğümde sanki Rasûlullah’ı (sav) görmüş gibi oluyorum!” sözüyle aynı noktaya işaret eder.
Hz. Peygamber’in örnekliğinin güncellenmesi veya uygulanması konusunda, dua ve ibadetlerin daha bir derinlik kazanması, duaların ne anlama geldiğinin bilinmesi ve daha bir şuur haliyle yapılması son derece mühimdir. Dua, ibadetin özüdür. Mesela her namazda okunan “Allahümme bârik alâ Muhammedin (Allahım, Muhammed’e bereket ihsan eyle!)” cümlesi nasıl bir ruh hali içinde telaffuz edilmeli ve ne düşünülmelidir? Bu dua cümlesi, Arap dili üstadları ve hadis alimleri tarafından şöyle açıklanır: “Allahım, Muhammed’in zikrini (gündeme gelişini), davetini (evrensel çağrısını) ve şeriatını (dinini ve üstün ahlakını) payidar kıl. O’nun yolunu takip edenleri ve O’na taraf olanların sayısını çoğalt! Bu duygu ve mülahazalarla yapılan bir dua, iman heyecanı uyandırır, bilinç seviyesini yükseltir ve motivasyona sebep olur.
Yrd. Doç. Dr. Emine ÖĞÜK:
Hz. Peygamber (sav) İslam ümmetinin peygamberidir. Bu nedenle O’nun yaşamı toplumda her sınıf ve tabakanın ve hatta her bir bireyin hayatının her anında modelleyeceği “üsve-i hasene” örnekleriyle doludur. Onun Kur’an’da da açıkça beyan edilen bu üstün ahlakı, koca, baba, akraba, komşu ve arkadaş olarak şekillendirdiği emsalsiz karakteri, güzel yaşayışı, işçi-işveren, zengin-fakir ayrımı olmadan toplumun her kesiminden insanların istifade edebileceği hayata dair düstur ve prensipleri içinde barındırır. O, Kur’an’ın hayata tatbikini bize gösteren yegane rehber olma özelliğini belli bir dönemde kazanıp sonradan kaybetmiş değildir. Her devirde toplumdaki bütün bireylerin ondan öğreneceği çok şey vardır. O, insana sadece insan kimliğiyle değer vermiş, insanların üstünlüğünü makamdan, şan ve şöhretten değil kulluktan aldığını ifade etmiş, onları dünyalık menfaatlere değil, Allah’a kulluğa davet etmiştir. O’nun örnekliği sadece belli konularda değildir, hayatın bütün alanlarıyla ilgilidir, evrensel ilkeler ve prensipler ortaya koyduğundan bütün zamanlarda örnekliği devam eder.
Hz. Peygamber (sav) müminin hayatına yön veren ve yol gösteren bir rehberdir. Bu yönüyle Hz. Peygamber’i tanımadığı için O’nun rehberliğinden bigane kalan kişiler İslam’dan da uzak kalmaya mahkûm olurlar. İçinde yaşadığımız yüzyılda modern dünyanın insana sunduğu imkanlar her ne kadar belli bir ölçüde insan hayatını kolaylaştırsa da bunlar toplumun manevî ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktır. Onun için hayatın devam ettiği tüm dönemler -hangi şartları haiz olurlarsa olsunlar- Hz. Peygamber’in (sav) örnekliğine ve O’nun insanlığa ulaşmasında aracılık ettiği Kur’an-ı Kerim’in mesajlarına muhtaçtır. Modern dünyanın getirdiği ve insanları bireyselleştirerek yalnızlaşmaya iten hayat şartları, onları Hz. Peygamber’in (sav) herkesi kucaklayıcı mahiyetteki sıcak mesajına daha da muhtaç hale getirmiştir.
Yüce Allah tarafından görevlendirilmiş seçkin bir kul olma özelliğine sahip olan Hz. Peygamber, üstünlüğünü peygamberlik müessesesinden alır, O’nun örnekliğinin mahiyeti Kur’an ve sünnetle belirlenmiştir. Kur’an’da O’nun örnekliğiyle ilgili ayetler, O’nun bütün sözlerinin, fillerinin, takrirlerinin, örnek ahlakının ve sîreti ile ilgili bütün bilgilerin Müslümanlar tarafından takip edilmesini salık vermektedir.
Hz. Peygamber’in sünneti O’nun Kur’an’ı tatbikinin ve Allah’a kulluğunun pratiğidir. Onun için sünnete dayanmayan bir mümin hayatı tasavvur edilemez. Hz. Peygamber’in (sav) örnekliği Kur’an’a ve sünnete dayanmayan başka örnekleri bertaraf etmek suretiyle müminin hayatını dizayn eder, onu ifrat ve tefrite saplanmaktan kurtarır. Böylelikle toplum üzerinde birleştirici ve bütünleştirici bir rol ifa eder. Hz. Muhammed’e inanan her insan, fikri, cemaati, düşüncesi ne olursa olsun O’nun örnekliği altında tek vücut gibidir/olmalıdır. Hz.Peygamber’in örnekliği, Müslüman fertlerin ve toplulukların hayatının müşterekliğini sağlayan, onları bir arada tutan en önemli unsurdur. Hz. Peygamber (sav) toplumu bölünüp parçalanmaya değil, bütünleşmeye teşvik etmiş, bu beraberliğe zarar veren her türlü fitne ve fesattan uzak tutmaya çalışmıştır. Bu nedenlerle ümmet bilincine zarar veren yapılanmalar ivme kaybederek yok olmaya mahkûm olacaktır.
Hz. Peygamber’in (sav) Kur’an’da birçok kez tekrarlanan insan üstü veya ilahî tarafı olan bir varlık olmadığına, tamamen insan (beşer) olduğuna dair vurgu, bir taraftan O’nun insanlar tarafından örnek alınmasındaki gerekliliğe ve kolaylığa işaret ederken, diğer taraftan O’nun kıymet ve değerini peygamberlik vasfından aldığını göstermektedir.
O’nun örnek alınmasının gerekliliği kadar, nasıl örnek alınacağı sorusu da önem arz eder. Sünnetine dair örnekliği sadece zahirde yapılması gereken birtakım uygulamalar değildir. Sünnetten anlaşılması gereken şey sadece dış görünüşte yapılan birtakım değişikliklerden ibaret olamaz. Mesela sadece giyilen bir elbisenin kısalığı ve uzunluğuna, oturma ve kalkma biçimine dikkat etmekle veya Müslüman gibi davranmakla sünnete uygun hareket edilmiş olmaz. Sünnetin esas tatbik boyutu insan şahsiyetini olgunlaştırmaya dayalı kalbin amelleri olmalıdır. Bunlar arasında sevgi, tevazu, hilm, iffet, cömertlik gibi kalbin arınmasına dayalı özsel ve temel ilkeler vardır. Mümin kimlik ve kişiliğini olgunlaştırarak onu güzelleştiren asıl konular da bunlardır.
İnsan ilişkilerini ve yaşamı kurgulayan, resmeden sosyal bilimler ve pozitif bilimlerde her geçen gün yeni gelişme ve fikirler insanlık tarihindeki yerini alıyor. Hz. Peygamber’in getirdiği vahiy kaynaklı yaklaşımlar, insan psikolojisi ve sosyolojisi açısından İslam’ın sosyolojik yorumunun ve insana dair bilgilerinin her geçen gün ne denli doğru, vazgeçilmez ve isabetli olduğunu ortaya koyuyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Prof. Dr. Zekeriya GÜLER:
Her şeyden önce Peygamberimiz (s.a), “Ben bir muallim olarak gönderildim.” buyurarak insan eğitimine vurgu yapar. Zaten Allah Teala, elçisine ümmetine hikmeti öğretme vazifesini vermiş ve varoluş sebebini hatırlatmıştı.
Yüce Rabbimiz, yarattığı insanın psikolojik yapısına dair şu beyanda bulunur: “Gerçekten insan pek tahammülsüz bir tabiatta yaratılmıştır. Başına bir fenalık geldi mi sızlanır durur. Ama ona bir nimet nasip olursa kendisinden başkasını yararlandırmaz.” (Mearic, 70/19-21) Bu ayetlerden sonra da namazlarını devamlı ve özenle kılıp gereklerini titizlikle yerine getiren, aç bî ilaç kalmış gariplere destek çıkan, hesap gününün farkında olan, iffet ve güvenilirliğini koruyan insanlar istisna edilir ve onların cennetlerde ağırlanacakları müjdesini verir.
Albert Camus gibi Fransız bir düşünür bile “Mavera ile göbek bağını koparan bir dünyanın insanı ya intihar eder ya isyan!” demiştir. Tabiatında zıtları toplayan (camiu’l-ezdad) sosyal bir varlık olarak insan abes, başıboş ve gayesiz yaratılmamıştır. “Size verdiği (imkan ve nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur.” (En’am, 6/165) ayet-i kerimesi, insanın varoluş sebebinin ve yaratılış hikmetinin denemek (sınamak, imtihan etmek) olduğunu beyan eder.
Görebildiğimiz kadarıyla, Kur’an’da insanın varoluş sebebinin ve yaratılışındaki hikmetin, denemek fiilinin bireysel ve toplumsal hayattaki tezahürünün; kulluk (Zariyat, 51/56), adil yönetim anlayışı ve siyaset tarzı (A’raf, 7/128-129; Sad, 38/26) ve yeryüzünün imar ve ıslahı (Hûd, 11/61) olduğu görülür. İslam diyarının istilaya maruz kaldığı günümüz dünyasında, yeryüzünün imar ve ıslah sorumluluğunu yükleyen ayet şudur: “Sizi yerden inşa eden, sizi orada yaşatan ve orayı imar etmenizi talep eden O’dur.” Ayetlerde işaret edilen bu üç görev ve sorumluluğun yerine getirilmediği bir dünyada huzur ve mutluluk beklenemez.
Yrd. Doç. Dr. Emine ÖĞÜK:
Psikoloji insanı bir bütün olarak duygu, düşünce ve davranış boyutlarıyla bilimsel açıdan tanıma ve anlama çabası içinde olan bir bilimdir. İnsanlık tarihiyle birlikte başlayan din olgusu insan bütününün ayrılmaz bir parçasıdır. Zira insanın inancı, onun duygu, düşünce ve mantığını, hayata bakışını etkiler. Madde ve manasıyla bir bütün olan insanın yapısında bedenî ve ruhî özelliklerin etkisi vardır. Dinin en önemli unsurları, Allah inancı, kutsal kitap (Kur’an) ve vahiy anlayışıdır. Allah’a inanan her mümin bunu psikolojisine ve davranışlarına yansıtacaktır. Bu yönüyle din, insan şahsiyetini etkileyen temel olgular içinde birinci sırada yer alır. Bu itibarla psikoloji biliminin din olgusunu devre dışı bırakarak yaptığı her türlü tanımlama insan gerçeğini doğru şekilde tahlil etmekten uzak kalacaktır. Bu nedenle modern psikolojinin önemli temsilcileri arasında yer alan William James, Sigmund Freud, Jung, Abraham Maslow gibi düşünürlerin dine ilgi gösterdiği, dinin ve dindar insanın tanımı, dini davranışın gelişimi, motivasyonu ve kökeni üzerinde teoriler geliştirdikleri dikkatlerden kaçmamıştır. Bu düşünürler tarafından gündeme taşınan yorumlar, bütünüyle İslam dininin verileriyle paralellik arz etmese de, dinin insan davranışlarını açıklamada vazgeçilmez bir ilke olarak benimsenmesi açısından önem arz eder. İnsanı açıklamaya dayalı çalışmalarda din ve psikoloji alanının müştereken ortaya koyduğu veriler çok daha isabetli ve tutarlı olacaktır.
Diğer taraftan insanı doğru şekilde tanımlayan ve bütün açılardan ele alarak değerlendiren psikolojik açıklamaların dinî verilerle çelişkili bir durum arz etmesi düşünülemez. Bunun nedenine gelince: Hz. Peygamber’in (sav) getirdiği Kur’an’a dayalı evrensel mesajların muhatabı insandır. Kur’an, insan aklına ve duygusuna hitap eder. Bu yönüyle bakıldığında insanı yaratan ve tüm özelliklerini var eden, kısacası kişiyi kendisinden çok daha iyi tanıyan Yüce Allah’ın insan ve toplum hakkında yapmış olduğu tespitler, sadece psikoloji ilminin değil, her türlü bilim ve düşüncenin ulaştığı gerçek bulgularla tenakuzluk arz etmeyecektir.
İnsan toplum halinde yaşayan bir varlıktır ve insanın ıslahı ve inşası, onların bir araya gelmeleriyle oluşan toplumun inşası demektir. Sosyoloji bilimi de toplumu esas alır ve onu çeşitli analiz ve senteze dayalı açıklamalarla tahlil ederek sonuçlara ulaşır. Dinin insan üzerindeki tesiri kadar, insanların oluşturduğu yapılanmaları ifade eden toplum üzerinde de etkisi vardır. Diğer taraftan toplum da din üzerinde tesir icra eder. Din sosyolojisi adıyla bir disiplin oluşmadan önce İbni Haldun, Auguste Comte ve Emile Durkheim gibi düşünürlerin dinin toplumsal yönlerine ilişkin çalışmalar yürütmesi, ayrıca bugün Avrupa, Amerika ve Türkiye başta olmak üzere pek çok ülkede Din Sosyolojisi derslerinin okutulması, toplumları ve uygarlıkları anlayabilmek için dinin ihmal edilemeyecek kadar önemli bir inceleme konusu olduğunun açık bir göstergesidir. Toplumlarda işlevini yitirerek dinin öneminin azalacağı tartışılırken dinin ve dinî değerlerin yeniden yükselişe geçmesi, aslında dini anlamanın toplumu ve yaşanılan dünyayı anlamlandırmanın bir önkoşulu olduğunun göstergesidir. Dolayısıyla din, psikoloji biliminin izahında nasıl vazgeçilmez bir esas ise, en az onun kadar sosyoloji için de kendisinden müstağni kalınmaması gereken temel bir ilkedir.
Kanaatimizce İslam’ı ne yazık ki doğru anlayamamanın ve peygamberlik müessesesinin hikmetini tam kavrayamamanın acılarını en çok Müslümanlar çekiyor. Bu konuda ne dersiniz? Yani Peygamber’i tanıma ve tanıtma konusunda (bu başlı başına İslam tebliği demektir) bir vizyon, imaj, algı sorunumuz var mı? Bu konuda neler söylemek istersiniz? Bu bir temsil sorunu mudur, nasıl anlaşılır?
Prof. Dr. Zekeriya GÜLER:
İlk suale “İslam her geçen gün büyük bir hızla yayılıyor.” diyerek başlamıştınız. Hakikaten dünyanın dört bir yanında İslam’a büyük bir alaka var; Kur’an okumaları, siyer ve sünnet araştırmaları sayesinde pek çok insan kendine gelerek hidayet buluyor. Tabi günümüz dünyasında, özellikle Batı’da İslam algısı, Müslüman imajı ve İslam ümmetini temsil konusunda sıkıntı ve problemler göze çarpmaktadır. Bugün İslam ümmetinin başta gelen görev ve sorumluluklarından birisi, “etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderilen” (Ahzab, 33/46) Rahmet Peygamberi’ni mükemmel bir dil ve üslupla dünyaya tanıtmak olmalıdır. Peygamberler dizisinin son incisi olarak Rasûl-i Ekrem’in tamamladığı ahlak nizamından nasiplenen şahsiyetlere, ilim, hikmet, irfan ve müstakim duruş sahiplerine her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. İsmail Hakkı Bursevî’nin sık sık tekrarladığı ifadeyle, “Kâmil insan, kâinatın gıdasıdır.” İman, amel ve ahlak dengesine sahip karizmatik şahsiyetlerin yetişmesiyle birlikte, imaj ve temsil probleminin aşılmasında mesafe alınmış olacaktır.
Bu itibarla günümüz Müslüman’ı, her gün Kur’an-ı Kerim yanında hadis ve siyer kitaplarından mutlaka payına düşeni almalı ve onu bilgi ve hikmet zemininde insanlarla paylaşmalıdır. Sahabe başta olmak üzere, örnek İslam alimlerinin biyografileri okunmalı ve onların hayatlarından ibret dersleri çıkarılmalıdır.
Yeri gelmişken, burada tarafımızdan bir makale olarak hazırlanan Büreyde b. Husayb hadisesine, onun örneğinde Hz. Peygamber’in davet ve tebliğ metoduna atıfta bulunmakta fayda vardır (bkz. Zekeriya Güler, “Hicret Sırasında Hz. Peygamber’in Üslûbundan Etkilenerek Müslüman Olan Büreyde b. Husayb Hadisesi ve Günümüze Yansımaları” İSTEM, Yıl: 2, sayı: 4, Konya 2004, s. 63-72). Zira Hz. Peygamber’in Büreyde b. Husayb’la ilk karşılaşmada kullandığı dil ve üslup, geçmişteki etkileri ve günümüze yansımaları açısından önemli ipuçları verir.
Büreyde b. el-Husayb, Eslem kabilesinden olduğundan el-Eslemî, Sehmoğulları kolundan olduğundan es-Sehmî nisbesiyle anılır. Eslem kabilesinin reisi olarak bilinir. Meşhur künyesi Ebû Abdillah’tır. Künyesinin Ebû Sehl, Ebû Sasan veya Ebu’l-Husayb olduğunu söyleyenler de vardır. Lakabı Zamile’dir. Büreyde, hicret esnasında Mekkeli müşriklerin Rasûl-i Ekrem’i diri veya ölü olarak ele geçirene büyük mükafatlar vaad ettiğini duyar. Derken, Medine’ye yakın mesafedeki Eslem kabilesinin topraklarından geçmekte olan Hz. Peygamber’in içinde bulunduğu kafilenin önünü kesip kimliklerini öğrenmek ister. Fakat bu esnada Hz. Peygamber’in konuşma üslûbundan etkilenerek yanındaki müfrezesiyle beraber Müslüman olur. Büreyde, Rasûl-i Ekrem’in arkasında namaz kılar. Rasûl-i Ekrem ona Meryem sûresinin baş tarafını öğretir.
Büreyde b. Husayb’ın Hz. Peygamber’le ilk karşılaşması, İbnü’l-Cevzî (v. 597/1200) tarafından şöyle nakledilir:
Peygamber (sav) uğursuz saymaz, aksine (hadise ve gelişmeleri) hayra yorardı. Kureyş, Allah’ın elçisini Medine’ye giderken yakalayıp getiren kimseye yüz deve vaad etmişti. Sehmoğullarından yetmiş süvari ile birlikte belki rastlarım diye çıkmıştı. (Geceleyin) karşılaştıklarında Rasûl-i Ekrem:
-Sana kim derler? diye sordu. O,
-Büreyde deyince, Rasûl-i Ekrem Ebû Bekir’e dönerek,
-İşimiz oldu/kolaylaştı ve salah buldu ey Ebû Bekir! dedikten sonra,
-Kimlerdensin? diye sorar. O,
-Eslem’denim deyince, Peygamber (sav),
-Selameti bulduk (Selimna), der. Sonra Peygamber (sav),
-Eslem’in hangi kolundan? diye sorar. Büreyde:
-Sehmoğullarından, diye cevap verir. Peygamber (s.a),
-Sen zafere ulaştın; umduğunu buldun ve isabet ettin der. Büreyde (artık dayanamayarak) Peygember’e (sav),
-Peki sen kimsin? diye sorar. Peygamber (sav),
-Ben Abdullah oğlu Muhammedim, Allah’ın elçisiyim, buyurur. Bunun üzerine Büreyde,
-Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah (abdühû ve rasûlüh) der ve adamlarıyla birlikte Müslüman olur. Ertesi gün sabah vakti Büreyde Peygamber’e (sav),
-Yanında bir sancak olmaksızın Medine’ye girme, der. Büreyde, başından sarığını çözüp bir mızrağa bağlar ve önleri sıra yürüyerek mihmandarlık yapar. O,
-Ya Nebiyyallah, misafirim olsanız! deyince, Peygamber (sav),
-Benim bu devem memurdur, diye cevap verir.
(Her vesile ile) Büreyde, “Allah’a hamd ü sena olsun ki Sehmoğulları herhangi bir baskı olmaksızın isteyerek Müslüman oldu.” derdi.
Büreyde (ra), çok geçmeden hicret ederek Medine’ye yerleşir. Hz. Peygamber’le beraber on altı gazveye iştirak ettiği rivayet edilir. Hudeybiye, Hayber ve Mekke’nin fethinde bulunur. At sırtında düşmana saldırmaktan daha anlamlı bir hayat olmadığını söyleyen Büreyde, Tebûk seferi için kabilesini savaşa hazırlamakla görevlendirilir. Bir ara Hz. Peygamber’in katipliğini yapar. Büreyde, Hz. Ömer’in emirleri arasında da zikredilir. Basra’ya geldiğinde kendisi için bir mesken inşa eder ve orada bir süre ikamet eder. Oradan Sicistan’a, sonra da (bugün Türkmenistan sınırları içindeki) Merv’e gelir. Hz. Osman zamanında Horasan’ın fethine katılır. Yezîd b. Muaviye döneminde 62 veya 63 yılında vefat edinceye kadar Merv’de kalır ve oraya defnedilir.
Demek oluyor ki bir tarz-ı mahsûs olarak üslup, Müslümanlığı hayata açan anahtardır. Mukteza-i hale mutabık ve zarif bir üslup, İslam’a davetin tabii ve etkili bir yoludur. Yunus Emre’nin o güzel ifadesiyle, “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı” Sosyal ilişkilerde ve eğitim faaliyetlerinde iyi niyet, yumuşak, içten davranış ve seçilerek kullanılan kelimelerin, muhataplar üzerinde büyük tesir ve alaka uyandıracağında şüphe yoktur.
Hasıl-ı kelam, huzur ve saadet iklimine hasret kalmış bütün bir beşeriyetin, Kutlu Nebî ve ashabından her daim alacağı dersler olacaktır.
Ve sallallahu alâ seyyidina Muhammed ve alâ alihî ve sahbihî ecmaîn.
Yrd. Doç. Dr. Emine ÖĞÜK:
İslam’ı doğru anlayıp değerlendirme mevzuunda Müslümanların zaafı noktasındaki düşüncelerinize katılmamak mümkün değildir. Bugün toplumumuzda yaşanan sancılar Hz. Peygamber’in doğru anlaşılması noktasındaki eksikliği bir kere daha gözler önüne sermiştir.
Yüce Allah’ın ilahî mesajı kullarına iletmesi için seçtiği peygamberlerin hayatını anlama ve onları tanıma ihtiyacı her devirde devam etmiş, bu ihtiyacın etkisiyle birçok eser kaleme alınmıştır. Hakkında bu ölçüde eser yazılan ve üzerinde konuşmalar yapılan nadir şahsiyetlerdendir Hz. Muhammed (sav). Ancak toplumdaki her anlama biçimi ve peygamberle ilgili yapılan değerlendirmelerin tamamı maalesef isabetli olmamıştır. Bu nedenle Hz. Peygamber’i anlama konusunda da belli ölçüler tespit etme zarureti ortaya çıkmıştır. Buna göre Hz. Peygamber’i (sav) doğru anlamak adına müracaat edilmesi gereken ilk kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim’in temel ilkelerine ters düşen bir peygamberlik algısı olamaz. Mesela Kur’an’a göre vahiy ile şereflenen Hz. Peygamber Allah’ın kulu ve elçisidir. Bu ölçüyü ihlal eden ve Peygamber’e ilahî özellikler nispet eden anlayışların hiçbiri kabul göremez. Önceki milletlerden, peygamberlerini ilahlaştırmaları yüzünden şirke düştükleri ifade edilen topluluklar varken (Tevbe, 9/31), bu duruma benzer uygulamaların ve yanlış telakkilerin yaşanmaması adına Kur’an-ı Kerim’de “Ben ancak bir beşerim.” (Fussilet, 41/6) şeklinde tanımlanan peygambere saygı, O’nun vasfedildiği şekliyle kabul edilmesini gerektirir. O’na verilen mucize ve İsmet sıfatı gibi beşer üstü özellikler peygamber olmanın bir şartı olarak dikkat çeker ve bu özellikler O’nun beşer olma vasfını değiştirmez. Zaten insanlara gönderilen bir elçinin modellenmesinin kolaylığı açısından insan olma lüzumuna Kur’an’da ayrıca dikkat çekilmiştir. (Furkan, 25/21)
Hz. Peygamber’e olan saygı ve sevgi O’nun sahip olduğu ve Kur’an’da kendisi için belirlenen konumu başkalaştırma gerekçesi olamaz. Bu önemli hatayı yapanların, bunun gerçekte bir saygı değil, ilahî hükümlere ve Hz. Peygamber’e (sav) saygısızlık olduğunu bilmeleri gerekir.
Hz. Peygamber’in hayatı ve kişiliği hakkında malumat veren ikinci temel kaynak O’nun söz, fiil ve takrirlerini içine alan sünnetidir. Bu kaynaktan en iyi şekilde istifade edilebilmesi için hadisler arasında mevzu ve zayıf olanların ayıklanması, Hz. Peygamber’in mübarek ağzından çıktığından emin olunan güvenilir hadislere müracaat edilmesi gerekir. Hz. Peygamber etrafında O’na ait olmayan birtakım uydurma rivayetlere dayalı olarak oluşturulan kült, O’nu zaman zaman kendisi olmaktan uzaklaştırmakta, zihinlerde yanlış algı ve anlayışlar bırakmaktadır. Gerçek rivayetlere dayanmayan menkıbevî siyer anlatımları her ne kadar insanların gönüllerini fethederek oraya Hz. Peygamber sevgisini yerleştirmek gibi çok ulvî gayeler taşısa da, aslına uygun olmadığı sürece toplum nazarında yanlış peygamber imajının oluşmasına sebebiyet vereceğinden faydasından daha çok mahzurlar taşır. O halde Hz. Peygamber’i (sav) sevmek ne kadar önemliyse, O’nu gerçek kimlik ve kişiliğiyle tanımak da o oranda önem arz eder. Zaten Hz. Peygamber’i (sav) gerçek kimlik ve kişiliğiyle tanımak birinci planda O’nun Allah’ın kulu ve Rasûlü olmakla şereflendiğini kabul etmeyi gerektirir ki bir kişinin bunun fevkinde yücelebileceği daha büyük bir makam olamaz. Bu sebeple Peygamber’i yüceltme adına O’na yapılan gerçek dışı isnadlar gereksiz, yersiz ve anlamsızdır. Hz. Peygamber’i (sav) Kur’an’ın ve sahih sünnetin işaret ettiği ölçüler dahilinde tanımak O’nu sevmeye engel teşkil etmediği gibi, tam aksine Yüce Allah’ın övgüsüne mazhar olan bu yüce şahsiyeti daha çok sevmenin saiki olacaktır. Zira doğru tanıma, doğru anlamanın ve doğru şekilde örnek almanın yolunu açacaktır. Rabbim cümlemize sevgili Peygamberimiz’i (sav) gerçek kimlik ve kişiliğiyle tanımayı, O’nu layık olduğu şekilde vasfetmeyi, O’na yaraşır şekilde örnek almayı ve O’nun bizden olmamızı istediği şekilde kendisine ümmet olmayı nasip eylesin. Amin.