Aşk Bir Sonsuzluk Arayışıdır / Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Aşksız olma ki ölü olmayasın 

Aşkla öl ki diri kalasın

Mevlana

İnsanın en ilkel korkusu faniliktir, ölümlü olmanın verdiği derin bir yara vardır benlikte. İlk insandan bugüne fanilik duygusunu aşmaya çalışmıştır insanoğlu. İçinde büyük bir sonsuzluk iştiyakı, özlemi taşır. Batı algısında aşk faniliğin panzehiri gibi görülür. Genel yaklaşım, aşkın insana faniliğini unutturduğu, insana sonsuzluk arayışı olsun ya da olmasın, bir sonsuzluk duygusu verdiği yönündedir. Dolayısıyla aşk, faniliğin panzehiri olarak kabul edilir. 

Gerçek aşk, her şeyin feda edilmesi tehdidini içinde barındırdığı için “Ölmeyeceğimizi bilseydik gerçekten tutkuyla sevebilir miydik?” deniliyor Batı felsefesinde. Yani fani olduğumuz için bu kadar tutkuyla seviyoruz. Çünkü fani olmak bizi sonsuzluk arayışına itiyor. Sonsuzluk duygusunu da aşkın içinde buluyoruz. Aşk belki bir sanrı, belki bir yanılsama hali ama insanın fenaya, yokluğa doğru gidişinden doğan bir çığlık, ölümsüzlük arayışının bir sonucu olarak tanımlanıyor.

Aşkın insanı ölümsüzlüğe yaklaştırdığı inancı onun iki özelliğiyle ilgili. Birinci özellik, aşkın verdiği sarhoşluk hali. Aşk insanı sarhoş eder. Sarhoşluktan kasıt nedir? Kişinin büyük bir haz duygusu içinde olması. Diğer özellik de ayırt edebilirlik, faruk ve mümeyyiz olma halinin bozulmasıdır. Normal şartlarda olgun bir insan iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı ayırır ve hata yapmamak, kötülük işlememek için çaba gösterir. Ama aşk kişinin bu ayırt etme yeteneğini ortadan kaldırır. Zaten kişi ancak o zaman tam bir mutluluk hali yaşadığını hissedebilir. Bir tür kendinden geçme halidir aşığın yaşadığı. Bu sarhoşluğun içindeki insanın kendinden geçiren lezzet ve temyiz/ayırt edebilme özelliğinin kalkması, kişinin fanilik duygusunu bastırmasına, yenmesine sebep oluyor. 

Aşk halinde beyinde endorfin ve morfin benzeri maddelerin salgılandığını artık biliyoruz. Bu sarhoşluk ve lezzette, salgılanan hormonların da etkisi vardır. Üstelik bu hormonlar acıları da dindirir. 

Aşk, uyuşturucu etkisine benzer bir hal yaratır. Uyuşturucu almadan faniliği unutmak gibidir aşk. Bu aşkı sürekli devam ettirebilirse faniliğine çare bulabileceği hissini yaşar kişi. Aşkın anlam arayışına çözüm olabileceğini düşünür. Fanilik olmasaydı kişi istediği gibi özgür davranabilirdi noktasına benzer bir şeydir yaşadığı. 

Çünkü fanilik olmasa hesap verme duygusu da olmayacak. Kişi karşılık göreceği, bedel ödeyeceği bir hesaplaşmadan geçmeyecek. Gelgelelim tüm bu hislerin belli bir ömrü vardır ve o coşkunluk hali zaman içinde yavaş yavaş sönümlenir. Anlam arayışı yeniden devreye girer.

Şunun gibi: Bir insanın gözünü lokal anesteziyle ameliyat ediyorsunuz. Sonra soruyorsunuz “Bir şey duyuyor musun?” diye. “Duymuyorum” diyor. Çünkü anestezi uygulamışsınız. Aşkın da insanda narkotik bir etkisi var. Ama o narkotik etki ortadan kalkınca kişi yeniden gerçeklerle yüz yüze geliyor. Yaşlanmanın, gelip geçiciliğin, faniliğin olmadığı bir hayatta aşka da ihtiyaç yoktur denmesinin nedeni budur. 

 

Mevlana bu dünyaya ait olan sevgilinin gelip geçiciliğine vurgu yapıyor:

A şaşkın aşık! Aşık olmak için bula bula ölüleri mi buldun! Bu dünyaya ait her ne sevdinse bil ki hakikatte o ölüdür. Mademki gül daha elini uzatmadan soluyor ve gül yüzler çok geçmeden çarşaf bezine dönüyor… Böyle avucundan kayıp giden güzelliğe güzellik deme sen. Ancak diri olan sevilmeye layıktır. Çirkin diri, güzel ölüden evladır. O halde sevmek için kendine ölmeyecek ve solmayacak bir sevgili bul, aşkını ona hasret.

 

Doğu’nun ve Batı’nın Farklı Aşk Algısı

Aşkın “faniliğin panzehir”i olarak algılanmasıyla bugünün insanının aşksız yaşayamaması arasında bir ilinti var. Esas itibariyle ölümsüzlüğü arayan kişi, bu duyguyu farklı bedenlerde tekrar tekrar aramaya koyuluyor. Bir aşk bitince diğeri, diğeri, diğeri… 

Evet, aşkın mahiyeti bize sonsuzluk duygusu yaşatıyor. Fakat bu sonsuzluk duygusuna müptelalık Batı algısında cinselliğe evrilip kişiye savrulma yaşatabiliyor. 

Aslında bu da Doğu ve Batı’daki aşk algısının temel argüman farklarından biridir. Batı’da Don Juan kimliği vardır; Don Juan, aşkı farklı bedenlerde tekrar tekrar tecrübe eder. Oysa Doğu anlatılarında maşuk tektir. O teklik üzerinden aşk arayışı, aşk yolculuğu menzilden menzile devam eder. Batı’daki menziller farklı bedenlere dönüşür. Aşk olarak yüceltilen şey kısa vadeli doyumlara dönüşür. Doğu algısında ise aşk zaten bir sonsuzluk arayışı, yolda olma halidir. Bir menzile varma hali değildir. Yukarıda Mevlana’dan alıntıladığımız “Bu dünyaya ait her ne sevdinse bil ki hakikatte o ölüdür.” ifadesi tam Doğu felsefesini anlatan bir sözdür. 

 

Cinsellik Takıntısı Niçin Yaygınlaşıyor?

Cinsellik takıntısı; ölümle baş edemeyen, hesaplaşamayan, onu bastıran bir uygarlığın sonsuzluk arayışıdır. Bu takıntıyı işleyen bir Türk filmi vardı: Issız Adam… Cinsellik takıntısı olan ve bedenden bedene gezen bir adamın hikayesi.

 

Peki bu takıntı niçin giderek yaygınlaşıyor? 

Fanilik, hayatta istisnası olmayan tek gerçek. Onunla yüzleşen kimse muhakkak bu gerçeği kabul etmek durumunda kalıyor, çünkü aksi mümkün değil. Gerçeği değiştirmek mümkün değilse o halde onu görmemeye çalışmaktan başka bir şey kalmıyor, faniliğini kabullenmek insanın elinde. Ölümlülüğü kabul etmek beraberinde bazı yükümlülükleri getiriyor. Kişi ölümden sonrasını düşünmek zorunda kalıyor.

Modern insanın en temel açmazlarından biri mükellefiyetlerini kabul etmek veya bunları, dolayısıyla faniliği de yok sayıp mutlu olmayı tercih etmek. Tercih ikinciden yana yapıldığında insanın yolu ister istemez eğlence kültürüne çıkıyor. Yani aslında ölümlülüğü inkarın tek yolu cinsellik değil. Asıl yüceltilen şey zevkçilik yani hedonizm. Para, şöhret, zenginlik, statü, moda vs. birçok haz alanları yaratan ve bu hazları takıntı haline getirerek fanilik gerçeğinden kaçışa yönelen bir kültür bu. 

Bir röportaj okumuştum. “Hollywood’daki bir kadının en büyük kabusu 40 yaşını geçmektir.” deniyordu. Kırk yaşını geçen kişi güzelliğini, dolayısıyla erkeklerin ilgisini kaybetmeye başlıyor. Gerçi plastik cerrahi bu yaşı şimdilerde çok daha yukarıya çekmek hatta yaşlanmayı “öldürmek” için var gücüyle çalışıyor ama kırk yaşında olmasa bile günün birinde narsistik beslenme kaynakları zayıfladığında varoluşsal problemler ortaya çıkıyor. 

Varoluşuna anlam veremeyen kişi zihinsel bir kaosun ortasında buluyor kendini. Yani nasıl gürültülü müzikler kişinin orgazma ulaşamamasının feryadıysa, cinsellikle aşırı uğraş ya da eğlence endüstrisinin hakimiyeti de kişinin sonsuzluk arayışına karşı duygularını bastırma çabasıdır.

Kısacası cinsellik, dolayısıyla sürekli aşk nesnesini değiştirme takıntısının fanilikle barışamamakla ilgisini kurarsak bu tür durumlarla başa çıkmada daha hızlı yol alabiliriz.