“Sizden birinizin arzusu, benim getirdiğime -Kur’an’a- uygun olmadıkça, -gerçek- mü’min olamaz.”
(Nevevî, Erbain: 41. Hadis)
İman
İman, kesin olarak inanmak, boyun eğmek ve teslim olmaktır. İman; Allah’ın, “inan” dediklerine O’nun istediği ve emrettiği şekilde inanmaktır.
“İşte onlar gerçek mü’minlerdir.” (Enfal, 8/74) şeklinde bazı ayet-i kerimelerde kimi özelliklerine işaret edilen gerçek mü’min konusu, hadis-i şeriflerde de önemle vurgulanan bir husustur.
Her kul, Allah’ın rızasına ermeyi, Resûlü’nün “Ümmetim!” hitabına layık bir “gerçek mü’min” olmayı arzu eder. Ancak bu arzunun gerçekleştirilebilmesi için bazı noktaların üzerinde önemle durulması ve bu yönde samimi ve ihlaslı bir çaba harcanması gerekir.
İmanının gereğini yaşayabilmek ve Allah ve Rasülü’nün emrettiği şekilde gerçek mü’min olabilmek için Kur’an ve Sünnet’te tavsiye edilen pek çok husus bulunmaktadır. Bu makalede biz gerçek mü’minin özelliklerinden sadece bir kısmına temas edeceğiz.
1. Arzu ve İsteklerin Kur’an’a Uygunluğu
İman, kabul edip boyun eğmeyi, bağlılık ve teslimiyeti gerektirir. İman yeniden yapılanmayı, yeniden varolmayı gerektirir. İman, yeni bir kimlik ve kişilik kazanmaktır. İman, kişinin uğrunda canını verebileceği ulvî bir ideale candan bağlanmaktır.
İman, manevî ve kalbî bir sözleşmedir. İman, sözleşmelerin en değerlisidir. Kelime-i şehadet bu sözleşmenin imzasıdır. Kelime-i şehadetle altına imza atılan bu sözleşmenin gayet tabii yerine getirilmesi gerekli bazı şartları ve gerekleri vardır. Sözünde veya sözleşmesinde sadık olmayan işadamı, dürüst ticaret adamı kabul edilmediği gibi, sadece iman etmekle kalıp bunu uygulamada hayata yansıtmayan kişi de gerçek anlamıyla mü’min kabul edilmeyecektir.
Gerçek mü’min olabilmek için, hayat Kur’an çerçevesiyle çizilmeli, arzu ve istekler, dilek ve temenniler Kur’an’a uygun olmalıdır. Kur’an’ın belirlediği manevî ilke ve prensipler çerçevesinde hareket edilmelidir. Kur’an’ın onaylamadığı ve asla onaylamayacağı süfli gaye ve hedefler mü’minin gaye ve hedefi olmamalıdır.
Peygamberimiz bu hususu şu hadis-i şerifiyle açıklamaktadır: “Sizden birinizin arzusu, benim getirdiğime -Kur’an’a- uygun olmadıkça, gerçek mü’min olamaz.” (Nevevî, Erbain: 41. Hadis)
Kur’an odaklı, Kur’an merkezli, Kur’an eksenli bir hayatı benimseyen mü’min; “Allah’ın kulu” olduğu şuurunu taşıyan ve hayatını bu şuurla aydınlatan kişidir. Mü’minin hayat anlayışı Kur’an’ın öngördüğü hayat anlayışıdır. Onun ahlâkı, Kur’an ahlâkıdır, onun ölçüleri Kur’an ölçüleridir.
Kur’an’ın iman, ibadet ve ahlâk esasları baştacı edildiği gibi gibi, Allah yolunda cihad ve hakkı tavsiye, emr bil-ma’ruf ve nehy ani’l-münker de aynı şekilde baştacı edilmelidir. Zikir, dua, istiğfar, ihlas, takva ve nafile ibadetler gibi güzellikleri yaşama yanında; zalime karşı elimiz, dilimiz veya gönlümüzle tepkide bulunma, mazluma destek olma, din kardeşimize yardımcı olma görevleri de ihmal edilmemelidir.
Kısacası, Kur’an emirleri arasında ayrım yapılmamalı, Kur’an; imanî, ahlâkî, hukukî, iktisadî, içtimaî, vs. her yönüyle bir bütün olarak yaşanmalı ve içtenlikle uygulanmalıdır. Kur’an’ın bütün olarak kabul edilmesi düşüncesi, imanımızın gereğidir. Zira biz mü’minler Kur’an’ın bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetme hakkına sahip değiliz. Biz, Kur’an’ın tamamına inanmakla yükümlüyüz. Kur’an bu gerçeği şöyle vurguluyor: “Siz -mü’minler- Kitab’ın tamamına inanırsınız.” (Âl-i İmrân, 3/119)
2. Allah Resûlü’nü Canımızdan Çok Sevmek
Hz. Muhammed Mustafa’nın Allah’ın seçkin kulu ve son elçisi olduğuna inanmak, kelime-i şehadetin ikinci yarısıdır, imanımızın temel şartlarındandır. Allah Resûlü’nü sevme, imanımızın gereğidir. O’nu evladımızdan, anne ve babamızdan hatta bütün insanlardan daha fazla sevmek gerçek mü’min olmanın olmazsa olmaz şartıdır.
“Sizden biriniz, beni -Allah Resülü’nü- kendi evlâdından, anne ve babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe, -gerçek- mü’min olamaz.” (Buharî: İman 8; Müslim: İman 70)
Ümmetini sonsuz bir sevgi ile bağrına basan, ümmeti için yaşayan, Allah’ın dinini ümmetine en güzel şekilde anlatan Efendimiz (s.a.v.)’in bu engin sevgisine sevgiyle karşılık vermeli, O’nu kendimize en güzel rehber ve ideal örnek olarak kabul etmeliyiz.
Kur’an’ı hayatında en müstesna şekilde uygulayan, hayatıyla Kur’an’ı yorumlayan Allah Resûlü’ne bağlılık Kur’an’ın emridir. O’na itaat Allah’a itaattir, O’na isyan etme Allah’a isyan etme demektir. O’nun sözleri ve tavırları hatta sükûtu bile bizim için izlenmesi ve uyulması gerekli birer Sünnet’tir.
Başta O’nun eğitiminden geçen sahabe olmak üzere, İslam Tarihi boyunca yaşayan bütün İslam âlimleri, İslam büyükleri ve gönül adamları O’nu candan sevmişler ve bu sevgilerini ilâhî, kaside, mevlid, medhiye, miraciye gibi edebî eserlerle dile getirmişlerdir. Hadis âlimleri O’nun mübarek hadis-i şeriflerini okuyup okutmuşlar, ezberleyip ezberletmişler, hadis açıklamaları ve hadis ilimleri için yüzbinlerce cilt eser yazmışlardır.
Peygamberimiz (s.a.v.)’e olan sevginin işareti olmak üzere, O’nun mübarek ismi anıldığında salat ü selâm getirmemiz emredilmiş, Allah’ın Sevgilisi’nin ismi daima sevgi ve coşkuyla anılmıştır.
O’na olan sevgimiz; O’na itaat etme, O’nun Sünneti’ne bağlılık, O’nu aile hayatımızda, eğitim hayatımızda, iş hayatımızda, günlük hayatımızda manevi rehber kabul etme, O’nun müstesna hayatını kendimize örnek edinme şeklinde hayatımıza yansımalıdır.
3. Ahlâkî Güzellik
Ulvi İslam davasının temsilcisi olan mü’min, davasını en güzel şekilde temsil eden, çevresine güzel örnek olan, ahlâkı en güzel olan insandır. Güzel ahlâk, tebliğden önce gerçekleştirilmesi gerekli merhaledir. İman, güzel ahlâk sahibi olmayı gerektirir. Güzel ahlâk imanın alametidir.
“Mü’minlerin iman yönünden en kâmil olanı, ahlâkı en güzel olanıdır.” (Tirmizî: Radâ’10; İbn Mace: Nikâh 4)
Bu ahlâkî güzelliğe erişebilmek için ilk uygulama, mü’minin kendisi için istediklerini mü’min kardeşi için de istemesidir. Bunun anlamı her türlü kıskançlık ve nefreti, kin ve intikam duygularını terk etmektir.
“Sizden biriniz, kendisi için arzu ettiği bir şeyi din kardeşi için arzu etmedikçe, -gerçek- mü’min olamaz.” (Buhari: İman 7; Müslim: İman 71)
Gerçek mü’min, ahlâkı son derece güzel olan mü’mindir. Ahlâkî problemler yaşayan insan, ahlâkı henüz güzelleşmemiş, imanının sesini pek duymamış demektir. Tevazu, merhamet, iffet, adalet, müsamaha, fedakârlık, feragat, cömertlik, ikramseverlik, ziyaretleşme, hediyeleşme gibi ahlâkî görevleri yerine getirmemiz, ahlâkımızı güzelleştirmeye çalışmamız bizim gerçek mü’min olmamızı sağlayacaktır.
Ahlâkımızın güzelleşmesi için daima salih, mübarek, hayırlı, faziletli kişilerle beraber olmamız ve her konuda olduğu gibi bu konuda da Cenab-ı Hakk’a samimiyetle yakarışta bulunmamız gerekir. “Allahım! Beni güzel yarattığın gibi, ahlâkımı da güzelleştir.” duası bu konuda -özellikle aynaya bakarken- okunması tavsiye edilen dualardandır.
4. İman Kardeşliği
İman ve sevgi toplumunu kurmak ve yaşatmakla yükümlü olan mü’min, iman kardeşliğini gerçekleştirmek için gerekli bütün özellikleri taşır. “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir.”
İmanı bir binaya benzeten Allah Resûlü, binanın tuğlalarının birbirine destek vermesi gibi mü’minlerin birbirlerine her yönden destek ve yardımcı olmalarını emretmektedir:
“Mü’min, mü’min kardeşi için birbirine destek veren bir binanın tuğlaları gibidir.” (Buhari: Salât 88; Müslim: Birr 65)
Peygamberimiz (s.a.v.) bu hadis-i şerifi söylerken mübarek ellerini birbirine geçirerek mü’minlerin tek yumruk, tek vücut, yek-vücut olmaları gereğine işaret etmiştir.
Bir başka hadis-i şerifte ise vücut organları arasındaki organik bağ gibi mü’minler arasında da sıkı organik bir bağ bulunması gerektiğine işaret ederek şöyle buyurmuştur:
“Mü’minler birbirlerini sevme, birbirlerine merhamet etme ve birbirlerine şefkat gösterme konusunda bir vücut gibidir. Vücudun bir organı rahatsız olsa, diğer organlar uykusuzluk ve hararette ona ortak olurlar.” (Buhari: Edeb 27, Müslim: Birr 66.)
Şu kelimelere dikkat edin: Sevgi, merhamet, şefkat. Bunlar hiç eskimeyen, eskimeyecek olan evrensel değerlerdir. Bunlar İslam toplumunun manevi harcıdır. Bu sırlı kavramlar sayesinde ailede huzur yaşanır. Bu manevî değerlerle toplumun dirlik ve düzeni devam eder.
Bu değerlerle iman arasında bağ kuran Efendimiz, imanın sadece kuru bir iddia ve basit bir temenniden ibaret olmadığını, imanın hayata anlam katan canlı bir unsur olduğunu göstermiştir.
Gerçek mü’min; seven, sevilen, çevresiyle sıcak ilişki ve samimi diyalog kurabilen, geçim ehli, uyumlu ve ılımlı kişidir.
“Mü’min başkalarına ülfet eden (sıcak davranan) ve kendisine ülfet edilen kişidir. Başkalarına ülfet etmeyen ve kendisine ülfet edilmeyen kişide hayır yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/400; 5/335)
Dünyanın değişik bölgelerinde acı ve ızdırap çeken kardeşlerimizin sesini duymamız imanımızın gereği değil mi? Biz lüks ve refah içinde yaşarken yanı başımızda yaşayan yoksul komşumuz, işsiz arkadaşımız hatta yardıma muhtaç yakınlarımızla ilgilenme sorumluluğumuz yok mu?
Gerçek mü’min özelliklerini ne derece taşıyabiliyoruz?
Gerçek mü’min olma yolunda dikkate değer ciddi bir çabamız var mı?
Günlük olaylar karşısında imanımızın sesini ne kadar duyabiliyoruz?
İmanımızı tam anlamıyla yaşayabiliyor muyuz?
Hayra ve iyiliklere yöneliş ve hayır yoluna doğru değişim noktasında neler yapabiliyoruz?
Gerçek mü’min olma, hepimizin en önemli hedefi olduğuna göre; bu noktada kendimizi muhasebe etmemiz ve sorgulamamız gerekir.