Bir adama hayata dair fıkhî bir soru sorulduğunda “bunu ben bilmiyorum” diyorsa, soru da “nevâfil” türünden “yeni” bir soru ise ya sorumluluğunun farkında büyük bir fakihtir ya da yanlış adama sadece bir soru sormuşuz demektir. Fıkhın din ve hayatla olan derin ilişkisi din adına konuşacaklara her zaman böyle büyük bir sorumluluk yükler. Ama bir insan kendine “Allah’ın (c.c.) varlığına dair” bir soru sorup, “bilmiyorum ve reddediyorum” diyorsa ya hiç araştırmamıştır ya da sorduğu soruya kestirmeden “hayır” demeyi tercih etmiştir. Ne epistemoloji, mantık, düşünme biçimlerine dair bir ilmi ne de ontolojiye dair bir tefekkürü vardır. Hele de felsefeyle ilgileniyor gibi yapıyorsa ya okuduğunu anlamıyor ya da “amaçlanmış bir şüphe” içindedir. Oysa pek çok konuda asla ama asla “şeytandan bir gömlek yukarıda” olamaz. Şeytanın ise malumunuzdur ki “ateizm” gibi bir derdi hiç olmamıştır. O zaman karşımızda ya psikiyatrik sorunları olan bir muhatabımız ya da düşünce fakiri bir agnostiğimiz var demektir.
Yeryüzünde Anadolu gibi öyle medeniyet havzaları öyle topraklar ve o topraklarda yaşamış öyle cins kafalar vardır ki, fikir çilesi adına, şimdikilerin aklına gelen soruların belki de bin katını hallaç pamuğu gibi alt üst etmiş ve tahkik adına o sayfaları kapatarak maneviyat yollarında büyük adımlarla ilerlemişlerdir. Ama o insanlar gerçekten de çok kişilik sahibi insanlardı. Düşünce fakiri değildiler… İslam’da zararı sadece kendine olan insanlar için dahi çok büyük bir merhamet alanı vardır. Zihninde soru olanın sorularına cevap vermeyi tercih ederler. Fakat günümüzde zararı kendisiyle sınırlı olmayan sınırlı sayıda insan adeta bağırarak “ben ateistim” diyorsa “Ateistsen ateistsin, niçin bağırıyorsun?” diye sormadan edemiyor insan… Kendi dünyanda yaptığın redlerin evrensel hiçbir karşılığı yok, derdin ne söyler misin? Evet, günümüzde böyle bir furya var… Bağırarak, yayın yaparak “Ben ateistim!” diye feryat ediyorlar. Derdi ne acaba? “Kurtarın beni!” mi diyor, “benim gibi düşünün” mü diyor, tanımlanmış bir görevle, bir misyonun adamı da görevini mi yapıyor?
Dünyada İslam’ın yükselişine baktığımızda, doğrusu, bunda Müslümanların bir payı olduğunu söylemek çok zor görünüyor. Ama her hâlükârda İslam bir şekilde nitelik ve nicelik olarak yükselişte. Hem de bütün İslamofobi faaliyetlerine rağmen bu böyle. Buna İslam adına Allah merkezli bir yardım desek daha doğru olur. “Güneş balçıkla sıvanmaz” gerçeği an be an tecelli ediyor.
Bütün araştırmalar gösteriyor ki, özellikle bu topraklarda bu tür “serzenişlerin” temelinde fikir kırıntıları bile değil, sosyo-psikolojik şartlardan kaynaklanan bireysel kaygılardan başka bir şey yok… Ortada ne çürütülmüş bir hakikat var, ne de cevabı verilmemiş sağlam bir soru… Hatta bazen, Müslümanların bazı sorulara cevap vermelerini de yadırgamadan edemiyor insan. Bazı şeyleri sorgulamak namussuzluktur.” Bu bir taciz değil, “fikir namusu” türünden bir değerlendirme… Agnostiklerin dahi felsefede fikir namusu açısından bir değerlendirme biçimi var, ama bu topraklarda sorulan “sorular” maalesef komik ötesi komik… Ama yine de hiçbir insan tekili, İslam’ın sıcaklık ve dostluk menzilinin dışında kalmayı başaramaz… O yüzden bu tür menfi çabalar, “İslam düşmanlığı” ifade ediyorsa, İslam’ın, “düşmanlarına dahi” merhamet ve hidayet saikiyle, söyleyecek çok sözü vardır. Bugün bu sözler, akla kapı açacak hidayet unsurlarının ötesinde bir vicdan ve merhamet sorunudur. Çünkü İslam’da, her şeyin bittiği yerde, yeniden “merhamet” başlar… Fitnenin ayyuka çıktığı, at izinin it izine karıştığı böyle bir dönemde “sanki fetret” kabilinden konuya yaklaşmak, bugün çok da yadırganmasa gerek diye düşünüyorum…
Özellikle isim vermeden, Müslüman bir geçmişi olmakla beraber ısrarla ateist olduğunu söyleyen bir şahsın, bir gün arkadaşlarına mesleki anlamda iş yerinin duvarına yazdığı “Allahım!” “Şöyle şöyle olmayı nasip et.” şeklinde yazdığı “dua” beni çok düşündürmüştür. Çevredeki benzerleriyle aynı olmasa da üzerinde çok düşünülmesi gereken sosyo-psikolojik bir duruma örnek olduğunu düşündüğüm bu durum, yüzüne tebessümle dönüp ironik bir biçimde “Evet, sen inanmıyorsun.” dediğim bir Anadolu insanıydı… İslam’la tarihsel ve toplumsal bir bağı olmayan Batılı yeni Müslümanların ilginç hidayet öykülerine hiç girmeyeceğim. Aksi halde oturur birlikte halimize ağlarız vesselam… Allahım, “ya Ömerlerini gönder, ya da bizleri ıslah eyle!..”
Hz. Ali (k.v.) Efendimizin buyurduğu gibi “Dert bizdedir, çözüm de bizdedir…”
Allah (c.c.) hepimizin yardımcısı olsun…