Dünya Hayatı İmtihan Formatında Dizayn Edilmiştir / Şenel İlhan Beyefendi'nin Sohbetinden

Dünyayı ve içinde olan bitenleri incelediğinizde, onun içinde koca bir mantığın yattığını göreceksiniz: İmtihan mantığı… Hastalıkları, ölümleri, savaşları, az bir mutluluğu takip eden acıları, hasretlikleri, cezası ödenmeyen ve kişilerin yanına kalan zulümleri, yani tahakkuk etmeyen ve ölüm sonrasına kalan adaletleri, durdurulamayan yaşlanmaları vb. ile imtihanda olduğumuz çok açık. Dünya güzellik yarışmasında birinci olan bir kadının bile damarlarında hoş olmayan bir kanın, boşaltım organlarında ise çirkin atıkların dolaşması, insanların gençlik ve güzelliklerini sürdürebilmek adına zamana karşı verdikleri bitmez tükenmez mücadeleye rağmen her güzel şeyin izinsiz çekip gitmesi, en çok sevdiklerimizle yaşamaya doyamamışken ölümle gelen acı ve hasretlikler, hep imtihanda olduğumuzu söylemiyor mu bize? İmam Mâturîdî de “Biraz tefekkür neticesi, bir insan dünyanın eğlence ve oyun yeri değil, aksine hikmet yurdu, imtihan yurdu olduğunu anlar.” diyor. Evet, kendini dünyanın sihrine ve şehevi duyguların geçici heveslerine kaptırmadan şöyle sakin bir kafa ve basit bir tefekkürle idrak edilebilecek bir gerçek bu.

Cennete layık kabul edilip de oraya girme lütfuna mazhar olacak her erkeğin ve kadının, bütün kirlerden, pisliklerden ve istenmeyen her türlü kötülükten arınarak, hem bedenleri hem de kalpleri tertemiz olacak diyor ayet ve hadisler. Ayrıca bu güzelliklerin zamanla yok olma, zayi olma ve kaybolma riskleri de yok. İşte bu gerçekler akl-ı selim bir şekilde düşünenlere diyor ki: Dünya yaşama yeri değil imtihan yeri, cennet ise gerçekten kalıcı bir yaşama yeri.  

Bu gerçeği Rabbimiz şu ayetlerde açıkça bildirmektedir: 

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 67/2) 

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ, 21/35)

Peki, dünya imtihan yeri ise yaşama yeri değilse ne yapalım? Onun içindekilerini hepten terk mi edelim? Nimetlerine el sürmeyelim, kalbimizden sevgilerini tamamen çıkaralım mı? Hayır, Kur’ân öyle söylemiyor, Hazreti Peygamber de (sav) öyle söylemiyor. Bu mesele çok önemli bir mesele. Bu konuda orta yolu bulmak ve görmek lazım; bu da akıl, hikmet, basiret, feraset vs. gerektiriyor. Maalesef Müslümanlar bu konuda ya ifratta ya tefritteler, savrulup duruyorlar. İslam âlimlerinin birçoğu dahi bu savrulmalardan kurtulamıyor. Ama hatalar daha çok dünyayı ihmal etmek, küçük görmek ve terk etmek noktasında oluyor ve bugünkü Müslüman coğrafyanın geri kalmışlığına dönüşüyor.

Dünyayı Küçük Gösteren  Ayet ve Hadisleri Nasıl Anlamak Lazım?

“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Münâfikûn, 63/9)

“Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Teğâbun, 64/15)

“Mal biriktirenler helâk oldular. Ancak Allah’ın kullarından şöyle ve şöyle (eliyle işaret etti) malı sarf edenler hariç! Onlar da pek azdır.” (Taberânî, Ahmed b. Hanbel)

“Ahir zamanda müminler için zenginlik saadettir.” (İ. Rafii)

“Allahu Teâlâ birine çok mal verir de o da malını Allahu Teâlâ’nın razı olduğu, beğendiği yerde harcarsa, bu kimseye gıpta etmek, imrenmek yerinde olur.” (Buharî)

Allahu Teâlâ bir kuluna mal ve ilim verir de o kul da haramlardan kaçınır, akrabasını sevindirir, malından, hakkı olanları bilip verirse cennetin yüksek derecesine kavuşur.” (Tirmizî)

“Fakirlik küfre sebep olur.” (Beyhakî)

“Ya Rabbi! Fakirlikten sana sığınırım.” (Nesâi)

Birbirinin zıddı gibi görünen bu ayet ve hadisler bize bir gerçeği söylüyor ki o da bu dünyanın her türlü nimetlerini, zenginlik ve güzelliklerini yok saymak veya sevmemek değil; imtihan formatına uygun olarak değerlendirmek, bu ölçüye göre sevmek ve kalbimizde ona göre yer vermek gerektiğidir.

Mesela hadisler “Mal biriktirenler helak oldular ama hepsi değil; malı hayırlı bir şekilde kullananlar hariç.” diyor.

“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Münâfikûn, 63/9) Bu ayette de malları ve çocukları kötülemiyor; aksine “Onlar Allah’ı anmaktan sizi alıkoymasın.” diyor. Demek ki ne kadar mal ve çocuğunuz olursa olsun eğer Allah’tan daha sevgili değilse bir sorun yok; mesele bunu anlamak ve bunu başarmak ki imtihan da burada başlıyor zaten. Yani bütün bu ayet ve hadislerden anlıyoruz ki yaratılış gayesi imtihan olan şu dünyada yaşayan bir insanın psikolojisi de bu amaca uygun olmalı. Bu dünya bizim ebedi kalacağımız bir yer değil. Burada bir yolcuyuz. Efendimiz de bu durumu şöyle ifade etmiş: “Benimle dünyanın misali, bir ağaç gölgesinde dinlenen yolcunun misali gibidir.” (Ahmed b. Hanbel) Bu hadis ne demek istiyor? Şöyle düşünelim: Şehirlerarası otobüslerin mola verdiği bir tesiste dinleniyoruz. Oraya yerleşemeyeceğimiz için bir an öce ihtiyaçlarımızı giderip yolumuza devam ederiz. İşte, dünyanın imtihan formatında yaratıldığını idrak eden bir kişi otomatikman dünyaya karşı aşırı istek ve hırslardan kaçınıp zâhid oluyor. Zâhid kişi; dünyaya dünya kadar, ahirete ahiret kadar değer verip bunu idrak eden kişi demektir. İnsanlar dünyaya karşı zâhid olmadan asla bazı ahlaklara sahip olamazlar, bunu iyi kavramak lâzım. Mesela cesaretin temelinde zâhidlik duygusu yatar. Sarayda yaşamış önemli bir İslam âlimi olan İbni Hazm demiştir ki: “Sarayda yaşamış kahraman askerler, kumandanlar gördüm. Onların özelliği zâhid olmalarıydı. Dünyayı hafife alırlardı.” Cömertler de zâhid insanlardan olur. Bir insanın kalbi zühd tarlası olursa onun içine her türlü güzel ahlak ekilebilir. Aksine zâhid olmayan kişilerde güzel ahlakları yeterli seviyede bulmak mümkün değildir.

Zâhid Olmak Ne Demek?

Zühd konusu çok önemli bir konu ve bu konuda ciddi yanlışlıklar yapılıyor. Bizler, zühd hayatı deyince çoğunlukla dünyayı terk etmeyi, ondan uzaklaşıp sosyal hayatın dışına kendimizi atmayı anlıyoruz ve bize de öyle anlatıyorlar. Böyle bir zühd yaşamı İslam’ın istediği zühd hayatına uygun değil. Ayetler, hadisler ve hayatın gerçekleri, yani akıl ve mantık da bu tarz bir zühdün yanlış olduğunu söylüyor. Bizler evet zühd sahibi olmalıyız. Zira zâhid olamadan hiçbir güzel ahlak bize yerleşmez. Fakat bu zühd nasıl bir zühd? İşte bunu iyice anlamalı ve hayatımıza yön vermesi için içimize sindirmeliyiz. Mesela, bazı dervişlerin, “Bir hırka, bir lokma bize yeter.” mantığı asla İslam’da istenen zühd değildir. “Bir hırka, bir lokma bize yeter.” anlayışını kabul edip öyle yaşamak fertler bazında olursa sorun olmaz. Fakat bunu İslam’ın dünya hayatına bakışı olarak anlar ve öyle anlatırsak ciddi sorun var demektir. Ki bence bu yanlış bakış tarzı Müslümanlar arasında yaygın ve onların psikolojisine işlemiş durumda. Müslüman toplumlara baktığımızda bu yanlış anlamanın eserlerini görüyoruz. Müslümanlar dünyayı ihmal ederek, Batı toplumlarından geri kaldılar ve onların her yönden kölesi durumuna geldiler. Müslüman zâhid olmalı ama bu mantıkta değil. Müslüman’ın zühd anlayışı; dünyayı terk ederek değil, dünyaya gerektiği kadar değer vermeyi bilerek olmalı. Yani zâhid olmanın yolu, entelektüel olarak dünyada niçin olduğumuzu idrak edip sonra bunu kalbe indirmektir. Buna ben “Zühd Psikolojisi” diyorum. Müslüman dünya nimetleri içinde olduğu halde psikolojisi zâhidane olmalı. El kârda gönül yârda misali… Hani anlatılır ya; çarşıda bir kuyumcu genç altınları sayarken yanından maneviyat büyüklerinden biri geçiyor. Kuyumcuya bakıp hâline acıyor. İçinden diyor ki: ”Yazık! Boğazına kadar dünyaya batmış bir genç.” Sonra, “Şunun bir de kalbine bakayım.” diyor. Kalbine keşfen nazar edince eliyle her altın sayışında kalbiyle de Allah’ı (c.c) zikrettiğini görüp hayretler içinde kalıyor. Sonra şu veciz sözü söylüyor: “El kârda gönül yârda.” Yani eli ticarette ama gönlü sevgili Rabbi ile meşgul... İşte bizlerin zâhidlik anlayışı bu genç gibi olmalı. Şu ayetler de bu gerçeği ifade etmiyor mu?

“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma…” (Kasas, 28/77) Bu ayetten anlıyoruz ki dünyadan da faydalanacağız, dünya nimetlerinden de istifade edeceğiz. Helal dairesinde dünya nimetlerinden istifade edeceğiz ki ahiret nimetlerine karşı bizde bir iştiyak oluşsun. Cenneti ve cennet nimetlerini de isteyebilelim. Buradaki ölçü; dünyayı küçük görmek ve yok saymak değil, ahirete ve cennete nispetle aşağı görmek ki bu yaklaşım çok önemli. O zaman bize, yanlış olarak dünyayı terk etmek anlamı yüklenen zâhidlik değil, zühd bilinci lâzım. İşte bu anlatmak istediğim “Zühd Psikolojisi” kalbe iyice yerleşmeli. Bu, kalbe yerleşmeyip bilgi olarak kalırsa kişi zâhid olamaz. Çünkü kafadaki bilgi bilinç hâlini almadan, dünya hırsını ve günah arzularını durduramaz. Zühd bilgisini bilinç hâline getiremeyenler ise ancak iyi birer tevil uzmanı olurlar ve kendilerini zâhidiz diye kandırırlar. Zühd psikolojisi taviz verilecek bir şey değildir. Bir insan zühd psikolojisini elde etmediyse deli gibi yaşıyor demektir. İnsan bu dünyaya sadece yiyip içip keyfetmeye değil, imtihan için gelmiştir. Madem imtihan için geldik o zaman Allah (c.c) beni her an her şeyle imtihan edebilir demektir. İşte insanlar bu psikolojide yaşamalı. Bu psikolojide yaşamazlarsa sanki sonsuz kalacakları bir dünyada yaşıyormuş gibi yaşar ve her zaman sorunlarla karşılaşırlar. Bu nedenle zühd psikolojisini iyice öğrenmeli ve sonra da hayatımıza geçirmeliyiz.

Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: “İnsan yaşlandıkça iki şeyi gençleşir; uzun yaşama arzusu ve mal sevgisi.” (Buharî) Bu hadis-i şerif, mal sevgisi ve uzun yaşama arzusu fıtratta var diyor. Bununla ilgili ayet de çok… Anlaşılıyor ki bu sevgiler kötü değil ama bu sevgileri amaç edinirsen sapıtırsın. Büyükler, “Yok saymayalım ama araç gibi görelim.” demişler. “...Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten vefi’l-âhirati haseneten ve ginâ azâbe’n-nâr” (Bakara, 2/201) Anlamı: “…Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” Her namazda dua olarak okuduğumuz bu ayette, dünyada iyilik isteyin, diyor. Demek ki helal dairesinde faydalanmak şartıyla dünya nimetleri güzel. Sadece, vermen gerektiği kadar değer vereceksin. Yani ahiret nimetlerinin altında değer vereceksin o kadar.

“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma…” (Kasas, 28/77) ayetine  şöyle  bir mana da verebiliriz: Ahirete, dünyadan daha fazla değer verin. Öyle değer verin ki dostlarınız sizi uyarsınlar; “Kendini bu kadar heder etme dünyadan nasibini unutma.” desinler. Böyle olmazsa Tevbe sûresi yirmi dördüncü ayetteki psikolojiyi nasıl yakalayacağız. Bu ayet ne diyordu? “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, Peygamberi’nden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” (Tevbe, 9/24)

Dikkat edilmesi gereken önemli bir konu da şudur. Dünya sevgisi fıtrattan oluşu nedeniyle insanı her zaman kendine çeker. Dolayısıyla insan ne kadar mücadele etse de tekrar bu mal sevgisi ve dünya hırsı onu kendine çekerek kolayca insandaki zühd psikolojini bozabilir. O zaman zühd psikolojisini iyice öğrenmeli ve sonra da onu kesinlikle bilinç hâline getirmeliyiz. Zira bu cazibeden kurtuluş, bilgi ile olmaz bilinçle olur. Şöyle ki; öğretimde bilgi verilir, bu bilgi dimağa yerleşir. Eğitimde ise nefse yerleşir. Mesela, cerrahlık, karate, şoförlük gibi beceriler yalnız okumakla kazanılamaz. Bunların nefse yerleşmesi eğitimle olur ki misalleri çoğaltmak mümkün... İşte bu nedenle zühd psikolojisini tabiat hâline getirirsen istikamet üzere gidiyorsun demektir. Zühd psikolojisini bilinç haline getiren bir kişi, güzel bir kadına bakarken şöyle düşünür: “Bu kadın imtihan formatında dizayn edilmiş bir varlıktır. Niye? Çünkü insan olarak hazreti insan; ama hurilere kıyasla bir sürü eksiklik, nakıslık ve kusurları var.” Aman yanlış anlaşılmasın, bu düşünce dünya kadınlarını, kadını asla küçük görmek değildir ha… Allah bizden şükür istediğine göre, bu dünyadaki her güzel şey için olduğu gibi kadınlar için de şükür etmek gerekir; zira onlar güzel varlıklardır. “Ya Rabbi! Dünyada da ahirette de güzellik ver.” demek lazım. İşte bu mantıkla bakınca, yani cenneti ve içindeki muazzam köşkleri düşününce, Amerika’daki gökdelenler bile oldum olası köy evleri gibi bana basit gelir.

Evet, netice olarak diyeceğimiz o ki kısaca zühd psikolojisi; dünyanın geçici, ahiretin kalıcı olduğu ve dünyanın imtihan formatında yaratıldığı bilgi ve bilinciyle sevgilerimize ayar yapmaktır. O sebeple zühd psikolojisini bilgiden bilinç hâline getirmeye çalışmalı ve sık sık bu sohbeti birbirimize hatırlatarak bu hâli ölene kadar korumaya çalışmalıyız. Üstad Bediüzzaman da talebelerine “zühd” gibi önemli olan “ihlâs” risalesini sık sık okumalarını tavsiye edermiş. Çünkü ihlâs da her zaman diri tutulması gereken ve kolayca kirlenip bozulabilen bir duygudur. Zühd de aynen ihlâs gibidir, bu bilinç de diri tutulmalıdır.

Allah’a emanet olun.