Hayat meşgalesiyle hemhal olmuş yetişkinlerin en çok göz ardı ettiği gerçeklerden biri çocuk eğitimi. Oysa gönlümüzde en nadide yere yerleştirdiğimiz çocuklarımızın eğitimi hem onların hem de bizim ömrümüzün geri kalanının huzuru için olmazsa olmazlardan. Onların maddî rahatı için gösterdiğimiz öz veriyi, ruhsal gelişimleri içinde göstermek aslında çocuklarımızın bizim üzerimizdeki en doğal hakları.
Uzmanlar çocuğun ruhsal gelişiminde üç ana unsurun çok önemli olduğunu söylerler. Sevgi, ilgi ve disiplin. Aile içinde oluşturulan iyi bir iletişim ortamında, onların gelişim özellikleri de göz önünde bulundurularak dengeli biçimde sevgimizi ilgimizi çocuklarımıza gösterirken bunaltmayan bir disiplinle hayatın gerçeklerine evlatlarımızı hazırlamalıyız.
Her şeyden önce çocukların da duygularının, düşüncelerinin, öfkesinin, kırılganlığının olduğunu unutmamalıyız. Aslında kendi çocukluğumuza bile dönsek durumun hassasiyetini kolayca kavrayabiliriz. Yetişkinlerin davranış bozukluklarının kendi çocuk dünyamızda yaptığı yıkımları telafi etmemiz çoğumuzun yıllarını almıştır.
Her anne baba çocuğunun iyiliğini ister. Ama iyiliği istemek hiç bir zaman tek başına yeterli değildir. İyilik isteğimize paralellik arz eden doğru davranış doğru zamanda ortaya konulmalıdır.
İnsanoğlunun beyninde doğumdan sonra yeni beyin hücreleri üretilmez. Ama zamanla beyin hücreleri arasındaki bağlantı sayısı artıkça insan yeni beceriler kazanır. Meselâ konuşmayı öğrenir. Şivesi vaktinin neredeyse tamamını geçirdiği ailesiyle aynıdır. Çocuk nasıl dilsel becerilerini ailesinden etkilenerek geliştiriyorsa, duygusal becerilerini geliştirirken de ailesinden etkilenir. Yani çocuğumuza öfkeyi, nefreti, merhametsizliği, adaletsizliği, sevgiyi, insanlığı bizatihi kendimiz öğretiriz.
Meselâ anne babanın çocuklarına emrivaki tavırları, sözleri onların öfke, isyan gibi olumsuz duygularının beslenmesine sebep verir. Kardeşler arasındaki dengenin adilane kurulmaması halk diliyle birini diğerine ya da diğerlerine göre daha fazla kayırmak, kıskançlık kin intikam alma duygularını geliştirir. Yine çocuklarımıza onların başarısız olduğu alanlarda "Sen neyi becerebiliyorsun ki zaten, geri zekâlı mısın nesin, ne biçim çocuksun sen anlamadım ki", tarzında yaklaşımlarımız özgüvenlerini zedelediği gibi bizimle olan iletişimlerini de dumura uğratır. Çünkü bizim tarafımızdan sevilmediklerini, nazarımızda değerlerinin olmadığını düşünürler. Oğlumuz ya da kızımız hakikaten yorgun olduğumuz veya canımızın çok sıkkın olduğu ya da meşgul olduğumuz zamanlarda gelip bize sorular sorduğunda, bizden bir şey istediğinde ya da heyecanla onun için çok ilginç olan bir şeyi bize anlatmak için çaba sarf ettiğinde "Git başımdan şimdi bunların zamanı değil" diyerek onları terslersek bize geri dönüşü ne olur sizce? Pısırık, kendisini ifade etmekte zorlanan, güvensiz bireyler haline gelmezler mi?
Bir çok anne babanın çocuklarına bu ve benzeri yaklaşımlarının çetelelerini tutmak imkânı olsaydı şayet, ortaya çıkan listenin kabarıklığı kendilerini bile şaşırtırdı. Ülkemizdeki artan suç oranlarına baktığımızda çocuk yetiştirmekteki nakıslığımız daha da netleşmekte. Bunlar meselenin olumsuz yanları. Bir de meseleye öbür yüzünden bakalım. Çocuk doğduğu andan üç yaşına kadar hayatının en değerlisi annesidir. Onun dünyası "annem, ben ve diğerleri" düsturu üzerine kuruludur. Baba bile diğerleri kategorisindedir. Bu devrede annenin bebeğiyle kurduğu sıcak ilişki onun kendine güvenen bir birey olabilmesine neden olur. Anneler bilir. Çocuğunuza kızsanız hatta onu dövseniz bile çocuk korkusunu yine en güvendiğinin yani annesinin kucağında gidermeye çalışır. Hem de korktuğu annesinin ta kendisidir. Her anne bu tespiti çocuklarını yetiştirirken hayretle yapmıştır.
Anne çocuk için güvenli bir limandır. Sevginin adıdır. Annenin sıcacık bir bakışı, yumuşacık dokunuşu yaşamanın anlamıdır çocuk için. Sütüyle yavrusunu ne kadar beslerse ona olan ilgisiyle de o kadar bebeğini besler anne. O yüzden hayatının ilk yıllarında annesi tarafından yeterince sevilen, annesinin ilgisi (ne eksik ne fazla) üzerinden eksik olmayan çocuk, hayatının ileriki dönemlerinde sevebilen ve sevilen olur. Ki hepimiz biliriz sevgi insanın hayatta sahip olabileceği en kıymetli hazinelerden biridir. Keza babanın da kendi üstüne düşeni yapmasıyla çocuk, ileriki yıllarda sevgi açlığı çekmez ve kendine güvenen bir birey olur. Yalnız belirtmeden geçemeyeceğim babanın üstüne düşen denilince sadece eve getirilen ekmek anlaşılabiliniyor.YANLIŞ!. Bu anlayış bana göre kişilik bozukluğudur. Babanın ilgi ve sevgisi çocuk dünyasının olmazsa olmazlarındandır. Babanın ilgisizliği yüzünden hayatları darmadağın olmuş yada sırf bu sebeple yanlış yollara sapmış bir sürü genç var.
Nasıl evlilik kurumunun rahat bir şekilde yürütülebilmesi için her iki tarafın da özverisine ve çabasına ihtiyaç varsa, bu kurumun en önemli parçası olan çocuklarımızın kişilikli bireyler olabilmeleri için de anne ve babanın kendi rollerini hakkıyla ifa etmesi lâzımdır. Her an anne ve babasının sıcaklığını evde hisseden çocuk evini sığınak olarak görür ve bu da onun zor zamanlarında hata yapma riskini azaltır. Çocuk için, onun beklemediği zamanlarda ufak bir gülümseme başını hafifçe okşama onun anneye babaya olan güvenini tazeler hayata bakışına güzellik katar. Aynı zamanda anne baba da çocuklarının hayatındaki kendi yerlerini sağlamlaştırmış olur. Aslında akılını kullanabilen anne baba, anne olma baba olma sanatını icra edebilmek için gönül gözünü sürekli açık tutar.
Gönül gözümüz açık olursa aşağıdaki hikâyede olduğu gibi kafa gözümüzün yetersizliklerini daha kolay bertaraf edebiliriz herhalde.