Hazreti Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üstün ahlakından bahis açılınca merhametini, şefkatini, sevgisini, hoşgörüsünü, kötülük yapanları nasıl affettiğini vb. anlatırız. Güzel ahlak denince akla ilk gelen şeyler bunlardır. İyi Müslüman olmak da sanki her şartta ve zamanda iyi olmak ve Allah'ın (Celle Celalühü) bütün kullarını sevmek demektir. "Yaratılanı severim yaratandan ötürü." diyen Yunus'un dizelerini de bu felsefemize dolgu malzemesi yaparız.
Allah'ın kullarını sevmek, acımak, merhamet etmek elbetteki en güzel haslettir. İslam, düşmanlıkları bitirmek, sevgi, şefkat ve merhameti yeryüzüne yaymak için Rabbimiz tarafından gönderilmiş yüce bir dindir. İçinde bu güzel duyguları taşıyanlara müjdeler olsun. Allah (Celle Celalühü) içlerindeki bu sevgi, şefkat, merhamet duygularını ziyadesiyle artırsın. İnsana yakışan asil duygulardır bunlar. Yalnız bir şey var ki gözden kaçmamalıdır. Hazreti Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ahlakı Kur'an ahlakı idi. Kur'an ahlakı ise Rabbimiz'in ahlakıdır.
O sebeple "Allah'ın (Celle Celalühü) ahlakı ile ahlaklanın!" denince "Kur'an ahlakı" anlaşılır. Hz Peygamber de (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Aişe'nin lisanı ile yaşayan Kur'an'dı. Şimdi Kur'an içindeki 6666 ayete bakınca orada sadece sevgi, merhamet, şefkat, bağışlama ile ilgili ayetleri görmüyoruz. Rabbimiz'in yüce kitabında besmeleyle, yani rahmet ve merhamet ifadesiyle başlayan bütün sûreler, merhametin yanında ciddi uyarılar, şiddetli tehditler içeriyor. Hatta çok dehşetli şekilde cezaya çarptırılmış bazı kavimlerin acıklı sonlarından bahsediyor.
Evet, görüyoruz ki kullarına karşı sonsuz sevgi ve merhametle dolu olan Rabbimiz, geçmişte yaşamış olan haddi aşmış birçok topluluğu yaptıklarından dolayı hoş görmemiş, onlara merhametle muamele etmemiş ve bu kavimleri azabın en şiddetlisiyle cezalandırmıştır. O zaman güzel ahlak; yerine göre sevmek, acımak, merhamet etmek olurken yerine göre de nefret, öfke, kin, gazap olmalı. Yoksa Rabbimiz'in hak edene duyduğu bu öfke ve gazabını (hâşâ) kötü ahlakına mı yormalıyız?
Bütün müminler için de elbetteki bu kural geçerlidir. Bizler Kur'an gibi, sevgiyi ve buğzu dengeli bir şekilde içimizde taşımalıyız. Sevmemiz gerekeni sevmekten kaçınmayıp sevgimizi onlardan esirgemediğimiz gibi, nefret ve buğzu hak edeni de asla sevmek gafletine düşmemeliyiz. Zira kâmil imanı elde etmenin yolunun, sevgi ve buğzun dengelerini en iyi ayarlamaktan geçtiğini Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) haber veriyor.
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kur'an ahlakı ile ahlaklanmış, Allah için sevgi ile Allah için buğzu kalbinde en güzel ve dengeli bir şekilde taşıyan bir nebiydi. Bazı çevrelerin kasıtlı yönlendirmelerine kapılarak, Peygamberimiz'i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her şartta seven hümanist bir insan gibi görme yanılgısına düşmeyelim… Çünkü bu inanış bizi, Efendimiz'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ümmetine olan sevgisini Rabbimiz'in kullarına olan sevgisinden daha büyükmüş gibi görme hatasına düşürür. Böyle bir gaflet, cehalet ve günahtan Allah'a sığınırız. Bir takım çevreler, büyük mutasavvıf Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri'ni de böyle göstermeye çalışıyor, O'nun üzerinden de bu oyunu çok oynuyorlar. Tabi ki bu yaklaşım Hazreti Mevlana'ya büyük iftiradır. Kendisi de bir keramet olarak bugün O'nu düşürmek istedikleri duruma dikkat çekiyor ve o iftiracılara: "Ben Hazreti Muhammed'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kölesiyim. Kim bundan farklı bir şey söylerse ben ondan da o sözlerden de uzağım." diye cevap veriyor.
"Kim olursan ol gel, burası ümitsizlik dergâhı değildir." derken de "Ne kadar günahkâr olursan ol gel, Rabbin'e yönel, tövbe et, aftan ümit kesme." diyor. Çünkü Allah'ın (Celle Celalühü) affından ümidi, Allah'a gerektiği şekilde inanmayan, O'nu hakkıyla tanımayanlar keser.
İnsan bu konuda Kur'an'da uyarılır. Hazreti Mevlana'nın bu çağrısındaki: "Kim olursan ol gel." sözlerine; "Herkesi olduğu gibi kabul ederek sev, kimseye karışma, inanan inanmayan herkes eşittir." gibi anlamlar yüklemek insanı İslam'dan uzaklaştırır, uzakdoğu inanışlarına, Budistlerin felsefelerine kadar götürür.
Bu durumlarda hikmetli bakışı kaybetmemek gerekiyor. Zira bu bakışı kaybetmek -Allah korusun- insanı küfre kadar götürebilen sonuçlar doğurabilir. Her şeyi yerli yerine koymak hikmetle mümkündür. Hikmetli bakış da adaletle, dürüstlük ve doğrulukla mümkündür... Sevgiye adaletle yaklaşan, sevginin nefretle arkadaşlığını görür.