Allah'a kul olma konusunda çoğumuzun kısır döngüleri vardır. Amel ve ibadetlerde özellikle ihlâs noktasındaki noksanlıklarımız çoğu zaman içimizi acıtır. Eksiklerimizi tamamlamak adına bir takım gayretler içine girip, yine de bir arpa boyu yol alamadığımızı görmek kederlendirir bizi. Ve emin olunuz ki, Allah'ın bizi kâinatta koyduğu yere kendimizi koymadığımız müddetçe ne kederlerimizin, ne de kısır döngülerimizin sonu gelir. İnsan hariç yaratılmış olan neye bakarsanız bakın, kendisi için takdir edilenin dışına çıkmazlar.
Mesela bir ağaç yürüyüp gitmez, kedi havlamaz, deniz "ben deniz olmaktan sıkıldım artık akarsu moduna geçiyorum" demez. Mümkün müdür böyle bir şey? Allah'ın onlar için beğendiği neyse, net olarak o olurlar. Bir tek insan denen canlı, kendi yerini beğenmez. Ve insanın kendi yerini beğenmemesinin altında da ‘yerini bilmemek' yatar.
Öyle ise neresidir Allah'ın bizi kâinatta koyduğu yer?
‘Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim. Buna olan muhabbetim sebebiyle felekleri, evreni yarattım' kudsî hadisine bakarsak işimiz kolaylaşacaktır.
Evet, kâinatın sahibi bilinmek istiyor. Hem de öyle şiddetle bilinmek istiyor ki, bu uğurda felekleri, evreni yarattığını bize bildirirken, bilmekle mükellef olanın müjdesini de veriyor aynı zamanda. Öyle ya bilinmek için bir bilen lazım. Kâinattaki ilim deryasına kendisini atacak, kâinatın sahibini bilmekle şerefyab olacak bir varlık lazım. Hem öyle bir varlık olmalı ki bu, Hakk'ın halifesi olması hasebiyle, var edilenler içinde, temsil ettiğinin idrakini zerrelerine kadar hissetmeli, hissettirmeli. İşte o varlık insandan başkası değildir. Allah'ın kendisini bilmesini istediği, bu sebeple onu her türlü alt yapı ile donattığı insan…
O'nu bilmemiz için emir âleminden Allah'ın varlığını her haliyle haykıran maddi âleme gönderildik biz. Üstelik de iman, akıl, hayâ ile nimetlendirilerek...
Peki, Allah'ı bilmek nasıl olacak? Hepimiz biliyoruz ki O'nu zâtiyle bilmek gibi bir lüksümüz yok. O'nu ancak sıfatları ile tanıyabiliyoruz. Esmâ-i Hüsnâ bize O'nu bilmemizde önderlik edecektir. Çünkü Esmâ-i Hüsnâ ile mevcut olan bütün mükemmelliklerin hepsinin sahibinin Allah olduğunu görürüz.
‘O öyle Allah'tır ki, Ondan başka ilah yoktur. Melik'tir. Kuddüs'tür. (noksanlıklardan beridir) Selam'dır. (bütün afetlerden, belalardan sâlimdir) Mü'mindir. Müheymin'dir. Aziz'dir. Cebbar'dır. Mütekebbir'dir. Allah, o müşriklerin koştukları ortaklardan münezzehtir.'( Haşr Suresi / 23 ) ayetinde olduğu gibi birçok ayette Allah'u Teala, kendi isim ve sıfatlarını zikretmiştir ve O'nu bilme yolumuzu da aydınlatmıştır. Aslında Esmâ-i Hüsnâ, Kur'an'da yazılı olan Allah'ın ahlakıdır.
Ebu Bekir İbnul Arabi; -Esmâ-i Hüsnâ Allah'ın akıl ötesi olduğunu ifade eder, kullarda saygı duygusu uyandırır.
-Zikir ve duada kullanılmaları halinde kabule vesile olur ve sevap kazandırır.
-Kalplere huzur ve sükun verir.
-Esmâ-i Hüsnâ bilgisine sahip olanlara, bu bilgi şeref ve meziyet kazandırır.
-Allah hakkında yeterli ve doğru bilgi edinmemize sebep olur, diyerek Esmâ-i Hüsnâ'nın bizim için önemini çok güzel vurgulamaktadır.
Zaten hayatın her alanında Allah Teala'nın bütün isimleri insanın karşısına çıkar. Meselâ hastalandığımızda O'nun ‘Şâfî' ismi ile kapısını çalarız. Biliriz ki ‘Mûcib' ism-i şerifiyle bizim hacetlerimize sualsiz yardım eder. Bir zamanlar ismimiz, cismimiz, adımız, sanımız yok idi, O'nun ‘El Muhyî' isminin tecellisi ile can bulduk. ‘Er Rahman' isminin tecellisi ile var olan her şeyin ihtiyacının karşılandığını görürüz. Vel hâsılı kelam, baktığını gören göz için bu misallerin ardı arkası kesilmez.
Bütün ilim dalları da O'nun isminin tezahürleridir. Tıp ilmi ‘Eş Şâfî' isminin, hukuk ilmi ‘El Hakem' isminin, güzel sanatlar ve edebiyat ‘El Cemal' isminin, Botanik ilmi ‘El Mukit', ‘Er Rezzak', ‘El Malik' isimlerinin, siyaset ilmi ‘El Melik' isminin tezahürüdür.
Madem Esmâ bu kadar bizim hayatımızın her alanında, Madem O'nu bilmek için gönderildik biz, Esmâ bizde eyleme dönüşmeli. Eyleme dönüşmeli ki O'nun ahlakıyla ahlaklanıp, büyüklüğünün karşısında küçüklüğümüzün farkına vararak haddimizi de bilelim. Haddini bilen O'na teslim olur. Teslimiyet ise O'nunla aramızdaki mesafeyi kısaltır.