İlim İrfan ve Hikmet Ehli Şenel İlhan Beyefendi'nin Sohbetinden
Namaz, şüphesiz Kelime-i Şehadet’ten sonra İslam’ın en önemli rükünleri arasında gelir. Bunun önemini anlatan ayet ve hadisler çoktur.
“(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebût, 29/45)
“Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.” (Bakara, 2/45)
Abdullah b. Mesud’dan (radıyallahu anh) rivayetle: Rasulullah’a “Yüce Allah hangi ameli daha çok sever?” diye sordum. O da şöyle cevap verdi: “Vaktinde namaz kılmayı.” (Buhârî, Müslim)
“Kişi ile küfür arasındaki fark, namazı terk etmektir.” (Müslim)
“Beş vakit namazı, Allah (c.c.) kullara farz kılmıştır. Bunları yerine getirip hiçbirini kaçırmayan ve bu namazların hakkını hafife almayan kimseyi Allah cennete koymaya söz vermiştir. Fakat bu namazları yerine getirmeyenler hakkında böyle bir sözü yoktur. Dilerse azap eder, dilerse onu cennete koyar.” (Ebu Davud)
“Size, Allah’ın (c.c.) günahları ne ile sildiğini ve dereceleri ne ile yükselttiğini bildirmemi ister misiniz?” Sahabeler: “Elbette” dediler. Hz. Peygamber (sav): “Güçlüklere rağmen, güzelce abdest almak, mescitlere giden adamları çoğaltmak ve namazdan sonra öbür namazı beklemek. İşte sizin Allah yolunda nöbet tutmanız budur.” (Müslim)
Rasulullah’ı bir şey üzdüğünde veya Müslümanların başına bir musibet geldiğinde namaz kılar ve şöyle derdi: “Bilal, kalk! Bizi namazla rahatlat.” (Ebu Davud)
“Kıyamet günü, kulun ilk hesaba çekileceği şey namazdır. Eğer o düzgün olursa diğer amelleri de düzgün olur; şayet o bozuk olursa diğer amelleri de bozuk olur.” (Sahîhu’l-Câmi 2537)
“Ne dersiniz? Sizden birinin kapısı önünden bir nehir aksa ve o kişi her gün beş defa bu nehirde yıkansa kendisinde kir diye bir şey kalır mı?” Sahabeler “Böyle birisinin bedeninde hiç kir kalmaz.” dediler. Bunun üzerine Nebi (sav) şöyle buyurdu: “Beş vakit namaz da böyledir. Yüce Allah bu namazlar sebebiyle kulun hatalarını siler.” (Müslim)
Efendimiz (sav) vefatı esnasında son nefeslerini alıp verirken son tavsiyesi yine namazdı. O şöyle diyordu: “Namaza ve sağ ellerinizin sahip olduklarına önem verin, onları ihmal etmeyin.” (İbni Mâce)
Bu ve benzeri ayet ve hadis-i şeriflerde namazın ehemmiyeti açıkça görülür. Bence namazı özel ve üstün yapan asıl şey, namaz ibadetinin yüce Rabbimiz’le özel bir beraberliği ifade etmesidir. Şöyle ki: Bir ülkenin başbakanı ile sokakta, çarşıda, halkın içinde karşılaşırsın; bu genel bir beraberlik olur. Bir de başbakan seni makamına çağırır, orada seninle özel olarak sohbet etmek, tanışmak ve dertlerini dinlemek ister. İşte bu özel bir beraberliktir. Bu örnekte olduğu gibi, namaz ibadeti kulla Rabbi arasında özel bir buluşmanın olduğu ve kullara eşsiz bir üstünlük ve yakınlığın bahşedildiği şerefi âli bir ibadettir. Kim namaza önem veriyorsa bil ki Allah da (c.c.) ona önem veriyordur.
“Kendisine dikkat edene namaz, kıyamet gününde nur, delil ve kurtuluş vesilesi olur. Kim namaza dikkat etmezse onun için ne bir nur ne bir delil ne de kurtuluş vardır. O kimse kıyamet günü, Karun, Firavun, Hamân ve Ubeyy b. Halef’le birliktedir.” (İmam Ahmed)
Bu sebeple namazı, fıkhen geçerli bir mazeret olmadan terk etmek bir kulun kendine yapabileceği en büyük kötülüktür. Namazı sadece kılmak da bizi sorumluluktan kurtarmaz, asgari şartları vardır, bunların yerine getirilmesi gerekir. Kur’ân ve hadisler bunu namazda huşû kavramı ile ifade etmişlerdir.
Namazda Huşû
“Mü’minler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki namazlarında huşû içindedirler.” (Mü’minûn, 23/1-2) gibi sayısız ayet ve “Namaz ancak kalp huzuru ile olur.” şeklinde sayısız hadis-i şerif, namazın nasıl eda edilmesi gerektiğinden bahseder. Namaz ibadeti, üzerimizde bir borç gibi düşünülüp bu borçtan kurtulmak düşüncesiyle eda edilmemeli, namazın sırrına ve kerametlerine ermek ve sevabına kavuşmak için huşû’una dikkat etmelidir. Çünkü ancak huşû ile kılınan namazlar değerlendirmeye alınacaktır, bununla ilgili ayet ve hadis çok fazladır.
Namazda huşû’un iki cephesi vardır. Birincisi zahiri azaların huşû’u, ikincisi kalbin huşû’u…
Namazda Zahiri Azaların Huşû’u
Zahiri azaların huşû’u, huşû’un asgarisidir. Bunu terk etmek, buna dikkat etmemek kabul edilebilir bir durum değildir. Padişahın huzuruna çıkan bir kişinin dikkat etmesi gereken edep ve erkâna uyması gibidir. Böyle bir yüce makama nasıl girilir, nasıl selam verilir, nasıl oturulur, nasıl konuşulur? Buna ait edep kurallarını bilmek ve dikkat etmek aklın da bir gereğidir ki buna riayet en azından padişahın gazabından kişiyi kurtarır. Namazı tadili erkâna göre kılmak, azaları oynatmamak, namazın içindeyken dışarıdaki şeylerle meşgul olmamak gibi fıkıh kaidelerine riayetle kılınan namaz böyledir.
Rasulullah (sav) bir gün adamın birini namaz kılarken sakalını elleriyle karıştırdığını gördü ve buyurdu ki: “Eğer bunun kalbinde huşû olsaydı vücudunun her uzvunda hareketsizlik olurdu.”
Biri Hz. Ali’den “Huşû nedir?” diye sordu. Hz. Ali de şöyle dedi: “Huşû kalpte bulunan bir şeydir. Namazda iken donmuş gibi durup hiçbir yana bakmamak ve hiçbir şeyle ilgilenmemek huşû’dandır.”
İbni Abbas (r.a) Hazretleri diyor ki: “Namazda huşû’lu olan kişi Allah’tan (c.c.) korkan kişidir. Namaz kılarken de hareketsiz duran kişidir.”
İşte bu anlamdaki huşû’un terki, padişahın huzurunda bacak bacak üstüne atmak veya padişah sana müteveccih konuşurken başını çevirip yanındakini dinlemek gibi akla, ahlaka ve edebe mugayir bir iştir. En azından bu çirkin davranışlardan sakınmak ve pür dikkat bir şekilde namazı ikame etmeye çalışmak gerekir. Buna riayet kişiyi bir derece sorumluluktan kurtarır.
Namazda Kalbin Huşû’u
Müminin birinci derece hedefi bu olmalıdır. Kalbin huşû‘u kolay ele geçmez. Bunu ele geçirmek ve bu hali daha yükseklere, zirvelere taşımak bir ömrü kapsayan kulluk sınavıdır. Ve namazlardaki bu huşû da kulluğun ayarını tespitte çok önemli bir mikyastır. Bu sebeple gerek Efendimiz (sav) gerek sahabe-i kiram ve gerekse onların izinden giden din büyükleri namaza çok önem vermişler, onu zayi etmekten korkmuşlardır.
Ayetlerde ve hadis-i şeriflerde ifade edilen faydaların hâsıl olması, namaza ilişkin sırların açığa çıkması, haz ve lezzetlerin yaşanması için namazın huşû ile kılınması gereklidir. Huşû namazın sırrı ve ruhudur.
Huşû’un kemâli imanın kemâliyle, imanın kemâli güzel ahlakla olur. İman kâmil, ahlak güzel olmadan namazlarda huşû’un kemâli zordur. O sebeple namazının güzelliği o kişinin İslamî anlamdaki kemâlinin bir göstergesidir. Yani, açıkçası namazlarda huşû sahibi olmak ve namazlardan haz almak, kişilerin manevî derecesinin de bir göstergesidir. Bir insan yaptığı bir iki ibadetle, yaşadığı birkaç güzel manevî halle veya gördüğü bir iki güzel rüya ile kendinin maneviyat sahibi birisi olduğunu sanabilir. Bence bir mümin Allah katındaki yerini merak ediyorsa yaşadığı halleri, gördüğü rüyaları, yaptığı ibadetleri değil, kıldığı namazını ölçü alsın. Böyle düşünürse kendi hakkında daha objektif bir değerlendirme yapmış olur. Evet, eğer kulluğuna puan verecekse namazına bakarak kendine puan versin. Çünkü ölçü namazdır.
Namaz Allah’a Karşı Duyulan Saygı ve Sevginin İzhar Edildiği Bir İbadettir
Kişilerin namazlarının güzelliği de Allah’a karşı hissettikleri sevgileri ile direkt bağlantılıdır. Allah’a karşı saygı ve sevgisi çok olan ve ona karşı duygusal yakınlık hissedebilen kişilerin namazları güzel olur. Çünkü namaz, Allah’a karşı saygı ve sevginin izhar edildiği özel bir ibadettir. Eğer bir mü’min, namazlarında bu sevgiyi yakalayamıyorsa oturup haline ağlasın ve ne yapacağım diye derdine çare arasın. Allah’ı seven namazı sever, hatta namazı özler ve namaz saatlerini iple çeker. Çünkü namazda en çok sevdiği Rabbi ile başbaşa kalacaktır.
Benim namazlarımda huşû’u yakalamama şu bir cümle sebep olmuştur. “Allah’tan daha önemli ne var?” İşte bu cümle beni huşû sahibi yapmıştır. Evet, Allah’tan daha önemli hiçbir şey yok. O zaman ölümde, belada, hastalıkta, sıkıntıda, dertte, hiçbir halde namazın huşû’undan taviz verilemez. Diğer zamanlarda derdine üzülebilir, ölüne ağlayabilir, sıkıntını düşünebilirsin ama namazda olmaz. Çünkü bir müminin Allah’tan önemli ne derdi ne de üzüntüsü olabilir? Ağır bir misal ama bu konunun öneminin anlaşılması açısından şöyle bir örnek verebiliriz. Deprem olsa, o depremde çoluk çocuğun ölse, hepsini ellerinle göçük altından çıkarıp defnetmek zorunda kalsan, namaz vakti gelince o durumda bu acını bir kenara koyabilmeli ve Allah’tan başkasını gönülden çıkarabilmelisin. “Namazda ölüme ağlamam olmaz.” diye huşû’una yine de dikkat etmelisin. Mesela şu da önemli bir örnektir. Allahu Teâlâ yolculuğun meşakkatini göz önüne alarak yolculara demiş ki; senin namazında indirim yapıyorum. Dört rekâtlık namazları iki olarak kıl. Ama o iki rekâtı huşû ile kıl. Evet, yani namazın rekâtından indirim olsa da huşû’undan hiçbir zaman indirim yok, taviz yok.
Allah Sevgisi Huşû Sahibi Yapar
Namazda huşû için Allah sevgisi önemli olunca, “Allah sevgisini elde etmek veya var olan sevgiyi artırmak için neler yapmalı, ne tür amel ve ibadetlere önem vermeliyiz?” sorusu otomatik olarak gündeme geliyor. Evet, bunun için yollar çoktur. Mesela İslam âlimlerinin en çok önerdiği yollardan birisi; Allah’ın (c.c.) isim ve sıfatları üzerinde düşünmek, dağlara, tepelere, güzel manzaralı yerlere giderek, yarattığı güzellikler üzerinde tefekkür etmek veya Allah’ın kendisine bahşettiği nimetleri, ikramları hatıra getirmek şeklindeki entelektüel çabalardır... İslam âlimleri bu tür çabaların kişilerde Allah sevgisi oluşturacağını, var olan sevgilerini artıracağını söylüyorlar. Bu tür çabaların faydası yok demek elbette yanlış olur. Ama şu bir gerçek ki akılla sevgi, felsefe olur. Anne, baba, vatan sevgisi gibi sevgiler bir haldir. Sevginin yeri akıl değil gönüldür. Bu sebeple dostluklarda ve ikili ilişkilerde sezgiye, kalbe önem vermeli. Sohbetlerinizde de yalnız akıllara değil gönüllere de hitap edin, çok başarılı olursunuz. Felsefeciler yalnız akla hitap ettiklerinden sevenleri olmaz, unutulur giderler. Ama peygamberler, Allah dostları gönüle de hitap ettiklerinden unutulmazlar.
Allah Sevgisini Elde Etmenin En Kolay Yolu
Ben sizlere akıldan değil gönülden geçen ve kısa sürede çok daha etkili ve daha kalıcı netice veren bir yol önereceğim. Evet, Allah sevgisini elde etmenin en kolay, en emin ve en kestirme yolu, insanları sevmekten geçer. Allah’ın kullarını sevmek bu yolun en kestirmesidir. Bu kestirme yolun da kestirmesi vardır; o da Allah’ın kulları içinde salih olanlarını, veli, Allah dostu olanlarını sevmektir... Evet, Allah dostlarını sevmek, kalpte Allah sevgisi oluşturmanın en emin ve kolay yoludur. Zira Allah dostlarını sevmek ve onlarla beraber olmak, kişiyi Allah (c.c.) hakkında marifet sahibi yapar. Allah (c.c.) hakkında marifet sahibi olan kişiler ise insanı şefkat ve merhametle sarmalayan ve üzerinde anne, baba sevgisinin kokusunu taşıyan sıcacık bir sevgiyi Rablerine karşı duymaya başlarlar. Böylece kuru bilgiden, entelektüel çabadan değil, insan psikolojisinin ve duygularının da eşliğinde oluşan bu sıcak sevgiden, kul ile Yüce Yaratıcı arasında kolay kolay kaybolmayacak ve bozulmayacak bir duygusal yakınlık hali meydana gelir.
Allah’ı, ana gibi şefkat ve merhametli olarak düşünün ve bu duyguları hissedin. Ve Allah’ı severken bu duyguların eşliğinde sevin. Çünkü Allah sevgisi ana sevgisine benzer. “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.” (Tevbe, 9/24) ayetinde, Allahu Teâlâ anne sevgisini ayırmıştır.
İslam âlimleri, imamları anne ile örneklendirir ve “Gerçek bir imam, bir anne gibi cemaatine düşkün ve onlara karşı sevgi, şefkat, merhamet dolu olmalı.” derler. İmam kelimesi anne kökünden türemiş bir kelimedir. Dolayısıyla iyi bir imam cemaatine dua etmeli, onların sorunlarıyla anneleri gibi alakadar olmalıdır. Böyle olmayan kişinin “imamım” diye ortaya çıkması layık değildir.
Namazda Huşû Akılla Olmaz
Buraya kadar anlattıklarımızdan anlaşılıyor ki Allah (c.c.) sevgisi yalnız entelektüel çabayla oluşamıyor. O zaman namazda huşû da akılla olmaz. Evet, sizlere tavsiyem namazdaki huşûda aklınızı devreye sokmayın. Aklı atın demiyorum, kendinizi serbest bırakın ki kalbiniz, duygularınız devreye girsin. Kalbinizle huşû’u yakalamaya çalışın. Bu da kendiliğinden olmalı. Allah’a karşı sevginiz açığa çıkmalı. Bunun için hiçbir düşünceye hiçbir felsefi çabaya girmeyin. Allah’a (c.c.) karşı sevgi, özlem, güven duygularınızı serbest bırakıp kendiniz olun. Bazı İslam âlimlerinin verdiği huşû’u yakalama ölçülerini bir kenara bırakın. Huşû Allah’a karşı sevgi, korku ve haşyetin bir yansımasıdır. Allah (c.c.) beni görüyor düşüncesiyle ve çabasıyla kalıcı ve yeterli huşû olmuyor. Annenin çocuğunu sevmesi nasıl zorlamadan düşünmeden kendiliğinden oluyorsa, Allah’a karşı da kullar doğal olarak muhabbet duyarlar. Akıl engeli yüzünden kendileri olamaz ve bu muhabbeti hissedemezler. O sebeple huşûları bozulur. Mesela annenizi sevdiğiniz halde bu sevgiyi sorgulasanız, sevginiz kaybolur gider. O zaman sevgide aklı değil, sezgileri ve kalbi devreye sokmalı. Felsefeciler gibi “Allah beni görüyor.” demek tek başına işe yaramaz. İç idrak önemli, kalp önemli. Onları geliştirmenin ilacı da çok okumak, çok bilmek değil, Allah’ı çok zikretmektir. Çok zikir yapanın kalbi tasfiye olur, kötü duygulardan arınır, buna bağlı olarak da iç idrak kanalları açılır. Netice olarak eğer anne sevgisi gibi sıcak bir sevgiyi Rabbiniz’e karşı hissedebilirseniz o zaman namazlarınız size, yıllarca görmediğiniz ve çok özlediğiniz annenize kavuşmanın verdiği tadı, neşeyi, huzuru verir. Efendimiz (sav) o sebeple ruhen çok daralınca rahatlamak için Bilâl-i Habeşi’ye (r.a) “Ey Bilal, beni ferahlandır!” diye ezan okumasını emir buyururmuş.
Namazda huşû ve ihlâsı elde etmek için bu anlattıklarımın yanında sizlere bir incelik daha önereceğim. Namaz kılarken başkalarının ihlâs ve huşû’unu taklit etmeyin. En güzel ihlâs, Allah’ın huzurunda kendin olmakla olur. “Allah’ın huzurunda kendin olmak ne demek?” denirse bunun açıklaması şudur: Bütün günah ve sevaplarını bildiğinin farkında olarak, Allah’ın huzurunda öylece kendin olarak durmak… Yani Allah’a karşı riya ve gösterişe gerek yok, ne isek öyle olmak...
Huşû ile Kılınan Namazın Nuru Hem Günahları Hem Nefsin Kötü Tabiatını Yakıp Eritir
Namazı huşû ve ihlâs ile kılabilmek, bunu başarmak nefsin kötü ahlâklarına karşı da en tesirli bir ilaçtır. Ayette: “Namazı dosdoğru kıl, muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” buyrulur. (Ankebût, 29/45)
Huşû ile kılınan namazın nuru nefsin kötü tabiatını yakıp eritir, kalpteki imanın kemâle ermesine yardımcı olur.
Allah (c.c.) Kur’ân’da; “Biliniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 13/28) beyan ediyor. Şurası bir hakikat ki en büyük ve en güzel zikir elbette ki namazdır. Namazın hakkıyla eda edilmesi de nefse en tesirli ilaçtır. İmam-ı Rabbani Hazretleri, tasavvufî terbiyenin ve bunun için yapılan zikirlerin, kulun namazındaki huşû’unu güzelleştirmek amacına yönelik olduğunu söyler.
Namazın günahları temizlediğini müjdeleyen hadisler de var. “Büyük günah işlenmedikçe, beş vakit namaz kendi aralarında, cuma namazı diğer cumaya kadar, Ramazan diğer Ramazan’a kadar, arada işlenen günahları örterler.” (Müslim)
Allahu Teâlâ: “Büyük günahlara tövbe eden ve işlemekten kaçınan kulumun küçük günahlarını tövbe etmeden de affederim.” (Şûrâ, 42/37 - Necm, 53/32) buyuruyor. Beş vakit kılınan namazın küçük günahların affına da bir vesile olduğunu, eğer bir kul namaz kılıyorsa her namazla küçük günahlarının da affolunacağı müjdesini hatırımızda tutarak namazlarımızı huşû ile kılmaya özen gösterelim.
Mektûbât-ı Rabbani’den Namazın Şaşılacak Halleri
Namaz bahsini İmâm-ı Rabbânî’den okumanızı ve anlamaya çalışmanızı tavsiye ederim. Çünkü bunun gibi anlatan âlim azdır. Aşağıdaki mektuplar namazın kıymetini ve bu kıymetin hangi sebeplerden kaynaklandığını çok güzel anlatır.
“İbadetlerden zevk duymak ve bunların yapılmasının güç gelmemesi, Allahu Teâlâ’nın en büyük nimetlerindendir. Hele namazın tadını duymak, nihayete yetişmeyenlere nasip olmaz.”
“Namazların hepsinde hâsıl olan lezzetten, nefse bir pay yoktur. İnsan bu tadı duyarken nefsi inlemekte, feryat etmektedir.”
“İyi biliniz ki dünyada namazın rütbesi, derecesi, ahirette Allahu Teâlâ’yı görmenin yüksekliği gibidir. Dünyada insanın Allahu Teâlâ’ya en yakın bulunduğu zaman, namaz kıldığı zamandır. Ahirette en yakın olduğu da “Ru’yet”, yani Allahu Teâlâ’yı gördüğü zamandır. Dünyadaki bütün ibadetler, insanı namaz kılabilecek bir hâle getirmek içindir. Asıl maksat, namaz kılmaktır.” (137. mektup )
Namaz Mü’minlerin Mirâcıdır
Bilmelisin ki namaz, İslam’ın beş şartından, dinin beş esasından ikincisidir. Bütün ibadetleri kendisinde toplamıştır. İslam’ın beşte bir parçası ise de bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına Müslümanlık demek olmuştur. İnsanı Allahu Teâlâ’nın sevgisine kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin Efendisi ve Peygamberlerin “aleyhi ve aleyhimüssalâtü vesselâm” en üstünü olana Miraç Gecesi cennette nasip olan ru’yet şerefi, dünyaya indikten sonra dünyanın hâline uygun olarak kendisine yalnız namazda müyesser olmuştur. Bunun içindir ki “Namaz mü’minlerin miracıdır.” buyurmuştur. Bir hadîs-i şerifte, “İnsanın huşû, Allahu Teâlâ’ya en yakın olması namazdadır.” buyurmuştur. O’nun yolunda, tam izinde giden büyüklere, o ru’yet devletinden, bu dünyada büyük pay namazda olmakladır. Evet, bu dünyada Allahu Teâlâ’yı görmek mümkün değildir. Dünya buna elverişli değildir. Fakat O’na tâbi olan büyüklere, namaz kılarken ru’yetten bir şeyler nasip olmaktadır. Namaz kılmayı emir buyurmasaydı, maksadın, gayenin güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? Âşıklar, maşuku nasıl bulurdu? Namaz, üzüntülü ruhlara lezzet vericidir. Namaz, hastaların rahat vericisidir. Ruhun gıdası namazdır. Kalbin şifası namazdır. “Ey Bilâl, beni ferahlandır!” hadîs-i şerîfi bunu göstermekte, “Namaz kalbimin neşesi, gözümün bebeğidir.” hadîs-i şerîfi de bu arzuya işaret etmektedir.
Namazın hakikatini anlamış olan bir kâmil, namaza durunca sanki bu dünyadan çıkıp ahiret hayatına girer ve ahirete mahsus olan nimetlerden bir şeylere kavuşur. Araya aks, hayal karışmaksızın, asıldan haz ve pay alır. (261. Mektup)
Netice-i kelam namaz ibadeti, kulluğun şiarı bir ibadettir. Kim Allah’ı (c.c.) çok seviyorsa namaza o kadar önem verir. İnşallah namazlarımızı bu şuurda eda etmeye özen gösterelim.