Ümitsizliğe Yer Yok! / Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay

“Allahım! Senin rahmetİne erişmeyi ümit ediyorum”  

( Ebu Davud: Edeb 101)

Ümitsizlik Ve Karamsarlık

Günümüz Müslümanlarının önündeki manevi engellerden biri ümitsizlik ve karamsarlıktır. İlk insandan bu yana devam eden hak ile batıl arasındaki iman ve ahlâk mücadelesinde bugün psikolojik zafiyet ağırlık kazanmıştır. Dünya çapındaki teknolojik, medyatik ve kültürel imkânlar, şuurlu Müslümanları sindirmek, küçük düşürmek ve pasifize etmek için kullanılmakta ve bunun tabiî sonucu olarak inançlı kesimde ümitsizlik ve karamsarlık yaygınlaşmaktadır.

Olayları değerlendirme yanlışlığı, sonuca ulaşmada acelecilik, tarihten ders ve ibret almama, düşmanların giderek artan maddi güç ve hâkimiyeti insanları ümitsizliğe sürüklemektedir. 

Çalışmalarında kısa vadede arzu ettiği olumlu sonucu alamayan, dünya Müslümanlarının oluk oluk akan kanlarını ve dökülen acı gözyaşlarını gördükçe gönlü acı ve hüzünle dolan, dünya çapında faturayı hep Müslümanların ödediğine şahit olan, ahlâkî noktada erozyona uğrayan toplumun tekrar kısa zamanda İslamî çizgiye yönelmesinin zorluğunu anlayan, dünyadaki ekonomik ve siyasî dengelerin İslam ülkelerinin aleyhine olduğunu gören ve bütün bu gelişmelere rağmen İslamî çalışmaların arzu edilen seviyede yeterli, düzenli, planlı ve programlı olmamasına üzülen genç adam karamsarlığa kapılmakta, ümitsizliğe düşmektedir.

Gençler ümitsiz... Gençler karamsar... Aradığı, özlediği, izinden gideceği canlı ideal örnek bulamamakta, hayatın gerçekleriyle yüz yüze gelince tertemiz hayalleri yıkılmakta ve geleceğe ümitle bakamamaktadır.

Eğitimci ümitsiz... Öğrencisinden istediği verim ve kaliteyi alamadığından, vefakâr ve fedakâr öğrenci bulamadığından yakınmaktadır.

Bugün hayatın her alanında eğitim, irşad, ekonomi, medya, siyaset ticaret sağlık ve diğer alanlarda, kamu ve özel sektörde pek çok kimsede karamsarlık ve ümitsizlik durumu yaşanmaktadır. Özellikle İslamî çalışmalarda, eğitim müesseselerinde veya hayır kuramlarında bir müddet bulunup da daha sonra bu çalışmalardan ayrılan kişilerde hayal kırıklığı, karamsarlık ve ümitsizlik hali sıkça görülmektedir.

Kısaca “ümitsizlik ve karamsarlık” günümüzün yaşanan gerçeğidir. Bu durum, kişiden kişiye değişen oranlarda görülmesine rağmen, toplumun bütün kesimlerine yayılma ve bulaşma özelliği olan, zaman zaman bütün toplumu tehdit edecek boyutlara ulaşan manevi bir hastalıktır.

Psikolojik bir hastalık olan ümitsizlik kişiyi atalete, tembelliğe ve uzlete sürüklemekte, toplumdan uzaklaştırmaktadır. Karamsarlık kişiyi pasifize etmekte, bitkinlik, yılgınlık, çaresizlik, vurdum duymazlık ve ilkesizliğe itmektedir.

Yeis(ümitsizlik), öyle bir bataktır ki; düşersen boğulursun. 

Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!

Kur’ân’da “Ümitsizlik” Kavramı

Kur’ân-ı Kerim’de “yeis” ve “kunût” ifadeleriyle 15 ayette yer alan ümitsizlik, arzu edilmeyen, reddedilen, yasaklanan bir düşünce ve davranış biçimi olarak ele alınmıştır. Ayrıca 20 ayette Allah’ın rahmetini ve ahireti ümit etme (recâ) konusuna yer verilmiştir.

Kur’ân-ı Kerim’e göre ümitsizlik ve karamsarlık, insanlığın kötülükler, felaketler ve sıkıntılı durumlarda başvurduğu faydasız ve olumsuz bir tepki mekanizmasıdır:

“İnsanlar, kendilerine bir rahmet tattırdığımızda ona sevinirler. İşledikleri günahlar yüzünden başlarına bir kötülük gelince de hemen ümitsizliğe kapılırlar.” (Rum, 30/36)

Kur’ân-ı Kerim’de yüzlerce ayette ilahi rahmet vurgulanmış, Allah’ın geniş, sonsuz ve engin rahmetinden ümidimizi kesmemiz açık ve net ifadelerle yasaklanmıştır: “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.” (Yusuf, 12/87) (Zümer, 39/53)

Hidayet üzerinde olanların ümitsizliğe kapılmaları istisnaî bir durumdur. Kitabımız’da Allah’ın rahmetinden ümidi kesme düşüncesinin, mü’mine yaraşır ve yakışır bir düşünce ve davranış biçimi olmadığı değişik vesilelerle vurgulanmış, ancak “inançsızlar” ve “sapıklar”ın ümitsizliğe kapılacakları ifade edilmiştir.

“Kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.” (Yusuf, 12/87)

Bir başka ayette Hz. İbrahim (a.s) ile melekler arasında geçen bir konuşmada ümitsizlik konusu ele alınmaktadır:

“Melekler İbrahim’e:

-Biz sana gerçeği müjdeledik. Sakın ümitsizliğe düşenlerden olma, dediler. Bunun üzerine İbrahim:

- Sapıklardan başka kim Rabbinin rahmetinden ümidini keser? dedi.” (Hicr, 15/56)

Bizim inancımıza göre, şartlar ne kadar ağır ve çetin olursa olsun, sebep ne olursa olsun, Allah’ın yardımından ve rahmetinden ümitsizliğe, karamsarlığa ve kötümserliğe kapılmaya yer yoktur.

Mümin kul, kendisinden beklenen görevin “iman, ihlas ve cihad” olduğuna inanmalı, bu çerçevede gayret etmeli, planlı ve düzenli çalışmalı ve bundan sonra da sonuç ne olursa olsun üzülmemelidir. Onun görevi çalışmak çabalamaktır. O, sonuçtan sorumlu değildir.

Bu konuda Peygamberimiz (s.a.v)’in eşsiz hayatı bize örnek olmalıdır. Efendimiz (s.a.v) küfür ve şirk toplumunda hakkı tebliğ mücadelesinde tek başına yılmadan, usanmadan, bıkmadan şanlı bir mücadele sergiledi. Bizzat yakınları tarafından en ağır eza ve cefalara uğradı. Tebliğ için gittiği Taif yollarında taşlandı. Hicret esnasında evi kuşatılarak mübarek varlığı yok edilmek istendi. Çok sevdiği Mekke’den ayrılmak zorunda kaldı. O bütün bunlara rağmen asla ümitsizliğe kapılmadı, hiçbir zaman karamsar olmadı. Büyük bir coşku ile hak yolda yürümeye devam etti.

Allah Rasûlü’nün değerli ashabı, O’ndan aldıkları aşk ve şevkle iman mücadelesine devam ettiler. İslam sancağını bir adım öteye götürme azmiyle koştular. İman, ibadet, ihlas, takva, ilim ve cihad erbabı olarak cihanı aydınlattılar.

İslam âlimleri ve gönül adamları nice olumsuzluklara, imkânsızlıklara ve engellemelere rağmen tarih boyunca tebliğ, davet ve irşad yolunda azimle çalıştılar. Hiçbir zaman yılmadılar, usanmadılar, ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılmadılar.

Mü’min, Allah’ın Rahmetinden Ümidini Kesmez

Mü’min kuldan beklenen iman, ihlas ve gayrettir. Kul çalışır, çırpınır, alın teri döker, ümitsizliğe kapılmaz ve çalışmalarının karşılığını sadece Cenab-ı Hak’tan bekler. Ümitsizliğin sebeplerinden biri başarısız olmak ya da başarısız olduğumuzu zannetmektir.

a. Başarı Allah’tandır

Gerçek başarı, temel prensiplerden taviz vermeden planlanan hedefe ulaşabilmektir. İmtihan dünyasında “imtihan içinde imtihan” yaşayan kul, Allah’ın izniyle başarma azmiyle dolu olmalıdır.

Başarı, kalite ile doğru orantılıdır. Sadece matematiksel başarı yeterli değildir. 950 yıllık dine davet süresince sadece seksen kişinin hidayetine vesile olan Hz. Nuh (a.s) en başarılı, en büyük beş peygamber (Beş büyük peygamber, Ülü’l-azm miner-rusül: Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Mustafa aleyhimüsselam) arasında yer almıştır. Yıllarca süren hakka davet müddetinde sadece iki kızının iman etmesine vesile olan Hz. Lut (a.s) başarısız sayılmamıştır.

Otuz üç yıllık tebliğ müddeti zarfında kendisine sadece iki kişinin iman etmesine vesile olduğu için kavminin iman etmesinden ümidini kaybeden ve kavmini terk eden Hz. Yunus (a.s)’ın bu tavrı Kur’ân’da tenkit edilmiş, Cenab-ı Hak tarafından uyarılmıştır. Zira hiçbir kişinin imanına vesile olamayan peygamber bile görevini yerine getirmiş sayılmaktadır. Çünkü önemli olan verilen görevin emredildiği ya da arzu edildiği şekilde yerine getirilmesidir. Görev yerine getirildikten sonraki olumlu veya olumsuz netice Allah’a aittir.

b. Rızık Kazanma Noktasında Ümitsizliğe Yer Yoktur

Bizim inancımıza göre rızık Allah’tandır. Asıl rızık verici olan Cenab-ı Hak’tır. İnsanlar, kurumlar, fabrikalar ve diğer işyerleri rızık konusunda sadece birer vesile ve araçtırlar. Allah yeryüzündeki bütün canlıların rızkını taahhüt etmiştir: “Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hud, 11/6)

Peygamberimiz (s.a.v): Habbe ve Seva b. Halid (r.a) isimli iki kardeşe hitaben “Başınız dimdik olduğu müddetçe rızıktan ümidinizi kesmeyin.” buyurmuştur. (İbni Mace: Zühd 14)

Mü’min kula düşen; rızık için endişe etmemek, rızık kapılarını zorlamak, tarım, ticaret, sanayi, sanat, eğitim, sağlık hizmetleri gibi rızık yollarına başvurmaktır. Özellikle “hakkı söylersem rızıktan mahrum kalırım” endişesiyle ümitsizliğe düşüp hakkı tebliğden uzak durmak, gerçekleri söylememek irşad erbabı için affedilemeyecek büyük bir eksikliktir.

c. Şifa Allah’tandır

Sağlık, afiyet ve şifanın Allah’tan olduğuna inanan mü’min, bütün tedavi tedbirlerini aldıktan sonra Allah’a teslim olmalı, şifayı sadece O’ndan beklemelidir.

Rivayete göre Hz. Lokman (a.s) bitkilerden yararlanarak ishal ilacını bulmuş, zamanında yaygın olan ishale yakalananları tedavi etmiş, birçok kişinin şifa bulmasına vesile olmuştu. Ama kendisi ishal sebebiyle vefat etmişti. Kendisine:

- Bu ilacı kendin için kullanmıyor musun, diyenlere;

- İlacın en son dozunu uyguladım ama bana fayda vermiyor, demişti.

d. Terbiye Allah’tandır

Yarattığı bütün varlıkları Allah terbiye etmektedir. Çocuklarının, öğrencilerinin, mensuplarının, kursiyerlerinin ya da kitlelerin eğitimiyle ilgilenenler, bu konuda gerçekten başarılı olabilmek için daima Cenab-ı Hakk’a yönelip dua ve niyazda bulunmalıdırlar. Âlemlerin Rabbi -Bütün varlıkların yaratıcısı, en güzel terbiye edicisi ve eğiticisi- Cenab-ı Hak olduğuna göre eğitim elemanı, gençliği en güzel kıvamda yetiştirme azmiyle çalışmalı, eğitim ve öğretim metotlarını uygulamalı, bu yolda asla yılgınlığa kapılmamalı, Allah’ın yardımını istemelidir.

e. Yardım Allah’tandır

Kitabımıza göre mü’min kul, kendisi gibi fani olan varlıklardan yardım dilemez. Müslüman, sadece Allah’tan yardım diler. Bizler her gün, her namazın her rekâtında okuduğumuz Fatiha ile bu inancımızı ve şuurumuzu yenileriz: “Biz ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.” (Fatiha, 1/5)

Cenab-ı Hak dinine yardım edenlere yardımda bulunacağını vaad etmiştir: “...Allah kendi dinine yardım edenlere muhakkak yardım eder...” (Hacc, 22/40)

Ancak Allah’ın yardımı şartlı yardımdır. Allah sadece kendisine yani Dini’ne, Kitabı’na ve Peygamberi’ne destek olanlara yardım edeceğini ifade buyurmuştur. 

“Ey iman edenler! Siz Allah’a -Allah’ın Dini’ne- yardım ederseniz Allah da size yardım eder...” (Muhammed, 47/7)

f. Zafer Allah’tandır.

Kur’an, mü’minlerin yeryüzüne hâkim olacakları, dinlerinin yayılacağı, korku ve endişe ile geçirdikleri günlerden sonra güven dolu günlerin geleceği müjdesi ve garantisini vermektedir.

“Allah sizlerden iman edenlere ve güzel amel işleyenlere şu vaadde bulundu:

- Kendilerinden öncekileri yeryüzüne hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne hâkim kılacak,

- Kendileri için razı olduğu dinlerini tamamen yerleştirecek,

- Korku döneminden sonra bunun yerine onlara güven verecektir.” (Nur, 24/55)

Tarihte asırlar boyu devam eden İslamî mücadele çizgisinde yenilgiye uğramak da mukadderdir. Yenilginin nedeni, Uhud’da olduğu gibi emre itaatsizlik ve dünya malı arzusu olabilir. Bazen de Huneyn’de olduğu gibi sayı çoğunluğuyla gururlanma olabilir. Başka nedenler de bulunabilir. Ama mücadele devam etmelidir. Başarıya ve zafere erenler mutlaka ihlaslı mü’minler olacaktır.

Şunu iyi bilelim ki bazen ilahi yardım, kul tamamen bitip tükendikten, çaresizliğe kapıldıktan ve ellerini açıp çaresizlik içinde Rabbi’ne iltica ettikten sonra gelmektedir:

“İnsanlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan O’dur...” (Şura, 42/28)

“Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalancı çıkarıldıklarını sandıkları bir sırada bizim yardımımız geldi ve dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirildi.” (Yusuf, 12/110)

Çözüm: Allah’a Güvenmektir

Ümitsizliğin, çaresizliğin, tükenmişliğin, karamsarlığın ilacı: Güçlü bir iman, sarsılmaz bir tevekkül sahibi olmak; Allah’a sonsuz güven duymak; sebeplere sarılıp gayrete devam etmek ve neticeyi Allah’a havale etmektir.

İman, kişiye ümit, canlılık ve dinamizm verir. İman gücü iradeyi güçlendirir. İman gücü kişiyi motive eder, imanlı genç, en büyük güven kaynağı olan Rabbi’nden alacağı manevi destekle hareket eder. Elde edilen geçici olumsuz sonuçlara aldırış etmeden azimli, gayretli ve çalışkan olmak, ümidi kamçılayan en önemli faktörlerdendir. Ümit gayreti, gayret de ümidi arttırır. Ümitsizlik yeniliğe ve açılıma engeldir. Ümitsizlik tükenmişliktir.

Ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılarak İslamî çalışmaları terk etmenin, toplumdan uzak bir hayat yaşamanın, insanlara küserek yalnızlığa çekilmenin sorumluluğu basit bir sorumluluk değildir.

Hz. Ebubekir (r.a)’ın halifeliği döneminde Müslümanların bir bölümü dininden dönmüş, peygamberlik iddia edenler çıkmış, zekâtı vermeyi reddeden kimseler görülmüştü. Bu olaylar karşısında Hz. Ebubekir (r.a) kesinlikle ümitsizliğe düşmemiş, olayları sabır ve metanetle, iman ve itidalle karşılamıştı. O günlerde Hz. Ebubekir (r.a)’ın söylediği şu söz, daima kulaklarımızda yankılanmalıdır: “Ben sağ olduğum müddetçe bu din nasıl ortadan kalkar?”

Moğollar Bağdat’ı işgal ettiklerinde yüzbinlerce kişiyi öldürmüşler, kütüphaneleri talan etmişler, ilim ehlinin göz nuru döktükleri eserleri katletmişlerdi. Ümitler kaybolmuş, artık İslam’ın yeniden dünyaya hâkim olması “hayal” olarak nitelenir olmuştu. Ama Allah’ın rahmeti yine tecelli etmiş, kuru toprağa can veren, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartan Allah yeni nesillere canlılık ve dinamizm ihsan etmiş, İslam medeniyeti insanlığa sevgi ve rahmet mesajını sunmaya devam etmişti.

Haçlıların Mescid-i Aksa’yı bir asır boyunca istila etmelerinden sonra Kudüs’ün tekrar fethedileceğini kim tahmin edebilirdi? Selahaddin Eyyubî’nin Hıttîn Savaşı’nda galip gelip bu diyarı kurtaracağını kim söyleyebilirdi?

Bizim inancımızda ve çizgimizde ümitsizliğe yer yoktur. İman, ibadet, ihlas, takva, Allah yolunda cihad azmi ve Allah’ın rahmetine duyulan “ümit” var olduğu müddetçe Allah’ın izniyle bu çeşit zaferler gerçekleşecektir.

“...Kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saf, 61/8) müjdesini alan mü’min, İslam’ın yeryüzüne hâkim olmasından nasıl ümitsiz olabilir?

“...Mü’minlere yardım etmek, bizim üzerimize hak olmuştur.” (Rum, 30/47) ilahi vaadini duyan mü’min, Allah’ın yardımından nasıl ümidini kesebilir?