Hizmet Feyzi / Dr. Adem Ergül

Kur’ân-ı Kerim’de takva, insanların Allah katındaki dindarlık ve değer ölçüsü, diğer bir ifadeyle kulluk kalitesi olarak takdim edilmiştir. Bu kavramın muhtevasında insanın,

• Kendisine zarar verecek maddî manevî tehlikelere ve kirlere karşı fıtrî temizliğini koruması,

• Hakikatini, özbenliğini ve şahsiyetini zedeleyecek ve hatta helâk edecek görünen-görünmeyen, dünyevi-uhrevî tehlikelere karşı İlâhî emirlerin sınırları içine sığınıp kendini koruması,

• Manevî hâlini ve derecesini diğer bir ifadeyle kurbiyyetini (Allah’a yakınlık duygusunu) geliştirmek suretiyle Hak katındaki değerini arttırması,

• Allah’a karşı mesuliyet şuuru içinde, korku ve haşyetle titreyen bir gönülle, gafletten uzak bir hayat tarzı oluşturması gibi anlamlar vardır.

Muttaki kullar, Allah tarafından methedilen kullardır. Nefsani duyguların karanlığı içinden kurtulup, iman, İslam ve ihsan nurlarıyla hayatını aydınlatan kimselerdir. Hak dostlarının ifadesiyle, nefsini tezkiye kalbini tasfiye yolunda mesafe almış olanlardır.

Bu kıvama nasıl erilir, hangi yollar bu zirveye götürür, işte cevabı verilmesi gereken soru budur. İlâhî rahmet, bu konuda da kulu yalnız bırakmamıştır. Bu yüksek borcun yolunu da açık seçik göstermiştir.

Kur’ân-ı Kerim’de takvaya erdirici vesileler olarak, sahih bir itikat (inanç esasları), huşû ve huzurla eda edilen ibadet hayatı ve mahlûkata yönelik hizmetler dikkatlere sunulmuştur. Biz burada, hizmetin takvaya vesile olma yönünü ve hizmetlerin de takva ile ifa edilmesi edebini Kur’ân çerçevesinde incelemeye çalışacağız.

Hizmet, vermektir; malından, mülkünden, vaktinden ve hatta gerektiğinde canından verebilmektir, paylaşabilmektir. Başkasının ihtiyacını görmektir, derdine çare olmaktır, hüzünleri sürura çevirmektir. Rahmân ve Rahîm olan Rabb’in yeryüzünde merhametli bir kulu olabilmektir. Merhameti yalnız kendisine değil, Allah’ın diğer kullarına hatta tüm canlılara şamil hâle getirebilmektir. Hiç şüphesiz bu hâl, kulun Allah katındaki değerini yükseltecektir, diğer bir ifadeyle muttaki kullar zümresine girmesine vesile olacaktır.

Nitekim şu âyet-i kerime, kulu muttaki (takva sahibi) kılan hususların neler olduğunu tam bir çerçeve hâlinde sunmaktadır ki hizmetin burada önemli bir yere sahip olduğu da açıkça görülmektedir:

“(Namazda) yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürmeniz; birr (yani taat) değildir. Fakat birr (gerçek taat), Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere iman eden, malı(nı Allah) sevgisiyle (yahud: mala olan sevgisine rağmen) akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmış misafirlere, ihtiyacını dile getirip isteyenlere, köle ve esirlere (kurtarmaya) veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, ahidleştikleri zaman sözlerini yerine getiren, sıkıntıda ve hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda sabr ve metanet gösterenlerin birridir). İşte sadık olanlar bunlardır ve yine muttaki olanlar da ancak böyleleridir.” (Bakara, 2/177)

Bakara suresinin ilk ayetlerinde de muttaki kulların temel vasıflarından biri olarak “Kendilerine rızık olarak ihsan edilen her ne var ise onlardan sürekli infak halinde bulunurlar.” (Bakara, 2/3) denilerek, veren insan olmanın kulluk seviyesini yükselten önemli bir eğitim vasıtası olduğuna dikkat çekilmektedir.

Kur’ân-ı Kerim dikkatle incelenecek olursa çok sayıda ayetin, salih insan olmak ile veren insan olmak arasında çok sıkı bir ilişkinin varlığına işaret ettiği görülür. (Münafikun, 63/10) Hatta sevdiklerinden infak etmeyen kimselerin asla hayrın kemâline diğer bir ifadeyle salihler kervanına (ebrâr zümresine) katılamayacağı beyan edilir. (Âl-i İmrân, 3/92) Zira nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesinde arındırıcı vasıtaların en önemlilerinden biri de veren insan olmaktır. Nitekim vermenin temizleyici ve geliştirici özelliğine ayet-i kerimede şöyle dikkat çekilir:

“Onların mallarından sadaka al ki bu sayede onları temizlemiş, arındırmış ve geliştirmiş olursun...” (Tevbe, 9/103)

Kalbinin katılığından şikâyetçi olan sahabisine: “Git bir yetimin başını okşa, kalbin yumuşar” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 263, 387) tavsiyesinde bulunan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de hizmetin, kalbi kıvamı yükselten bir eğitim aracı olduğuna işaret etmiştir.

Hizmet bir taraftan kibir, haset, cimrilik, bencillik, acımasızlık gibi daha nice kalbî hastalıkların ilacı olurken, diğer taraftan da ülfet, muhabbet, merhamet, tevazu ve cömertlik gibi güzel ahlakın doğmasına vesile olan yükseliş merdivenidir.

Medeniyet tarihimizde, şahsiyet ve takva eğitimi veren sufilerin hizmeti bir eğitim vasıtası olarak etkili bir şekilde kullanmaları da büyük bir ferasetle Kur’ân ve sünnetten çıkardıkları son derece ehemmiyetli bir eğitim vasıtasıdır. Çünkü faziletlerle öne geçmenin şartı, oturmak değil, her türlü imkânın ve fedakârlığın Hak yolunda yapılan hizmetlerde cömertçe sergilenebilmesidir.

Hizmetle takva arasındaki ilişki tek yönlü bir ilişki değildir. Hizmet, takvanın oluşmasında ve gelişmesinde önemli bir vesile olduğu gibi hizmetin gerçekten hizmet olmasında da takvanın ehemmiyeti pek büyüktür. Zira hizmet, dünyevi bir menfaate dayalı yapılan tavır, davranış ve ameller değil; yalnız Allah’ın rızası gözetilerek ortaya konan salih amellerdir. Bu ise Allah’a karşı samimi bir gönül kıvamını gerektirir.

Nitekim âyet-i kerimede:

“Allah ancak muttaki kullar tarafından ortaya konulan amelleri kabul eder.” (Mâide, 5/27) buyrulmuştur.

Öyleyse takvanın artışı, amellerin kabul vesilesidir. Kul takvada derinleştikçe, engin duygularla daha kaliteli bir hizmet ortaya koyacak demektir. Mesela takvada seviye kat etmiş muttaki kullar, hizmeti insanı köleleştirme aracı olarak kullanmazlar. Her ne kadar insan, ihsanın kölesi ise de hizmeti bu niyetle yapmak, nefsin terbiyesine değil, şımarmasına ve firavunlaşmasına hizmet edeceğinin farkındadırlar. Yine aynı şekilde hizmet eden kavmin efendisi olsa da hizmet ederken efendi olma niyeti taşımak, asla gerçek muttakilerin hâli değildir. Yine gerçek muttakiler, fânilerin iltifat ve itibarını elde etmede sarf edilen emek ve amellerin hizmetle alakasının olmadığının farkındadırlar.

Bu açıklamalardan yola çıkılarak denilebilir ki: Şayet hizmet, insanı takvaya yönlendirmiyorsa, o zahiren hizmet ise de hakikatte hizmet değildir. Yine aynı şekilde takva diye bilinen ve hissedilen hâller kişiyi hizmetlere yönlendirmiyorsa, o takva da hakikatte takva değil, ham sofuluktur. Ancak unutmamak gerekir ki Allah her kuluna farklı bir hizmeti sevdirebilir. Bu itibarla kendi bakış açısına göre kendi yaptığından başkasını hizmet görmemek, dar görüşlülük ve Allah’ın kulları hakkında sû-i zanna kapılmaktır. Yine takvanın gönüllerde olduğunu ve ancak Allah’ın bildiğini unutarak, Rabb’in kullarını dış görünüşlerine bakarak bir değerlendirmeye tabi tutmak da irfan ve basiret yokluğunun açık bir nişanıdır.