Kognitif (Bilişsel) Yapımız/ Şenel İlhan Beyefendi'nin Sohbetinden

Bilinçaltı nedir?

İnsanın psikolojik dünyasında etkisi tartışılmayan bilinçaltı denen büyük bir hafızanın varlığı artık çok açık bir şekilde biliniyor. Bu bellek, doğumdan ölüme insana ait tüm olumlu-olumsuz bilgileri, iyi-kötü anıları yazıyor, fotoğraflıyor, dosyalayıp arşivliyor ve bir ömür unutmadan saklıyor. Ve yapılan araştırmalar gösteriyor ki bize ait hafıza depomuzun % 90’ını bu bilinçaltı bilgileri kapsıyor. Biraz açacak olursak bilinçaltı adeta bir bilgi deposu… Yaşamınız boyunca gördüğünüz, duyduğunuz, öğrendiğiniz, tecrübe edindiğiniz her şey orada kayıt altında. Yaşadıklarınızın hepsini bilinçli olarak düşünüp hatırlamasanız bile tüm bilgiler bilinçaltınızın derinliklerinde saklı duruyor. Bilinçaltı denen hafıza deposu, daha anne karnında iken insanların duyduklarını, hissettiklerini, korku ve kaygılarını haz ve mutluluklarını kaydetmeye başlıyor. Doğduktan sonra da ebeveynin ve yaşadığı ortamdaki tüm yetişkinlerin, karşılaştıkları olaylara ne şekil tepki verdiklerini, mesela: varlık ve ölüm hakkındaki düşüncelerini, içinde yaşadığı aile ve toplumun dini inanışlarını, ibadet şekillerini, gelenek ve göreneklerin etkilerini velhasıl her şeyi bilinçli bilinçsiz kaydediyor. İlerleyen süreçte ise bu kayıtlar referans noktası oluyor ve bilinçli davranışlarımızı etkiliyor. Yani açıkçası: iyi-kötü, güzel-çirkin, faydalı-faydasız, tehlikeli-tehlikesiz vs. gibi hayatımıza yön veren bilgilerin ve aldığımız kararların önemli bir nedeni bilinçaltı kayıtlarımız oluyor. Bu bilinçaltı kayıtları zamanla kök inançlar, otomatik düşünceler vs. gibi kalıplarla ön yargılar haline gelip hayatımızı ciddi anlamda yönetiyor. Yine kişilerin çocukluk dönemlerinde en yakınlarında olan insanları model olarak almaları da bilinçaltında gerçekleşiyor.

Bilinç ve bilinçaltını daha iyi açıklamak için yaşadığımız çağın önemli bir cihazı olan bilgisayarı örnek verebiliriz. Biraz olsun bilgisayardan anlayanlar bilirler ki bilgisayarın kapasitesini, hızını, işlem yapma gücünü ve hafızasını gösteren ana kart, işlemci, bellek vs. gibi bir donanımı vardır ve bu donanım bilinçaltı için iyi bir benzetmedir. Bilgisayarda yüklü işletim sistemi, programlar ise bilincin kendisine güzel bir örnektir. Bu programlar arasında faydalı iyi programlar olabileceği gibi virüsler ve trojanlar gibi zararlı programlar da olabilir. Bilinçaltı, bilgisayarın hafızası gibi, her türlü bilgiyi kaydeder. Bilgisayar normalde komutlarımızı dinler ama eğer bilgisayarda virüsler ve trojanlar gibi zararlı programlar varsa, o zaman işler değişir. Hafıza ve işlemci kapasiteniz ne kadar yüksek olursa olsun bu bilgisayardan tam olarak faydalanamazsınız... Çünkü bilgisayar sizin komutlarınıza yanıt vermeyip virüslerin etkisiyle isteminiz dışı hareket etmeye başlamıştır artık… Mesela, bilgisayarınıza bulaşmış trojanlar yüzünden, internete girdiğinizde istemediğiniz sayfalar açılabilir. İşte bu virüs ve trojanlar doğduğunuz andan itibaren bilincinize yerleşen ön yargılara, kötü düşüncelere, yanlış inanışlara veya korkulara güzel birer örnektirler aslında. Peki, bilinçaltı kodlarını değiştirmek, negatif olanın yerine pozitif olanı koymak mümkün mü?  Evet, bu mümkün. Bilgisayarı zararlı virüs ve trojanlardan korumak nasıl mümkünse bu da mümkün.

Bizi biz olmaktan uzaklaştıran "çekirdek inançlar" ve "olumsuz otomatik düşünceler"

Çekirdek inanç, çocukluk dönemlerinde çok fazla etkisi altında kaldığımız çok derinlerdeki bir veya birkaç olayı ve ardından kendimizle ilgili çıkardığımız sonuçları ve sanmaları ifade eder. Otomatik olumsuz düşünceler ise çekirdek inanca göre daha yüzeyde bulunan kendimiz hakkındaki olumsuz düşüncelerimizi ve bunların sonucu meydana gelen ön kabullerimizi anlatır. Başta zararsız görünen bu sonuçlar önce düşünce olarak ortaya çıkar. Sonra farkında olmadan bilinçaltımıza inanç olarak yerleşir ve davranışlarımıza yön vermeye başlar. Artık bizi yönetecek kadar güçlenen bu inançlar, bir bilgisayarın yazılım programına benzetilebilir. Biliyoruz ki bir programı değiştirmediğiniz sürece, nasıl kodlanmışsa o şekilde çalışır. Çekirdek inançlar da davranışlarımızı o şekilde belirler. Çekirdek inanca şöyle bir örnek verebiliriz: Kendi doğumu esnasında annesi ölen bir çocuk; babasından, ninesinden “Senin doğumunda annen öldü, sen doğmasaydın ölmeyecekti…” gibi sözleri sıkça duysa, bundan,  “Ben kötü birisiyim, gittiğim yere kötülük götürüyorum.” diye bir sonuç çıkarabilir. Ve işte buna inanarak bilinçaltında kendini “kötü” olarak kodlarsa, hayatında tüm ilişkilerini farkında olmadan bu yanlış inanç üzerine bina eder ve bu inanç üzerine mutsuz bir şekilde yaşar gider. Bu sebeple kendimizle ilgili böyle yanlış inanışlar ve zanlar taşıyorsak, bunları uzun vadede değiştirmenin tek yolu, bilinçaltı düzeyinde yılların birikimi sonucu oluşturduğumuz “Negatif Bilinçaltı Kodlarımızı” değiştirmek gerekir. Bu tür inanışlar ileri derecede olur ve bir kişinin normal yaşamını çekilmez hale getirirse ciddi hastalık boyutunu almış demektir ki bu tür rahatsızlıklara psikologlarca kognitif (bilişsel) terapi uygulamaları yapılır ve gayet verimli faydalı sonuçlar alınır.

Daha önceki sohbetlerimizde de bahsetmiştik; çekirdek inançlar gibi bizim biz olmamıza ve daha doğrusu aslında normal bir insan olduğumuzu bilmemize engel olan “olumsuz otomatik düşüncelerimiz” var. Bunlar “bilişsel üçlü” olarak adlandırılan ve insanları mutsuzluğa ve depresyona sürükleyen düşünceler ki bu üçlü şunlardır:

1- Kendine yönelik olumsuz düşünceler 

2- Dünya ile ilgili olumsuz düşünceler 

3- Geleceğe dair olumsuz inanışlar

İnsanların genelinin maalesef “Olumsuz Otomatik Düşünceler” ile başı bir hayli dertte ama işin garibi bunun farkında değiller. Bu düşünceler her gün kişilerin ruh hallerini ve davranışlarını olumsuz yönde etkiliyor. Örneğin; kimi kişiler, yeteneksiz, beceriksiz bir insan olduğuna dair olumsuz otomatik düşünceler taşıyor. Ve böyle bir inanç yüzünden, kendisi için yararlı olabilecek bir şeyler yapmak için harekete geçmiyor veya bu konuda motivasyonu çok düşük oluyor. 

Kimileri, çevresindeki insanların kendisi hakkındaki düşüncelerini, yeterli kanıtlar olmadığı halde hep olumsuz değerlendiriyor, yani durmadan beyin okuma yapıyor. Böyle bir inanç yüzünden insanlardan kaçıyor, zanlar içinde boğuşuyor. Kimileri falcılık yaparak gelecekle ilgili hep olumsuz okumalar yapıyor. Mesela “Her zaman olduğu gibi ben bu işte de başarısız olacağım, biliyorum…” gibi inançlarla geleceğini karartıyor. Kimileri “Ben çirkinim, ben aptalım, ben beceriksizim…” gibi kendine olumsuz etiketlemeler yapıyor. Kimileri kendinin olumlu bir sürü güzel yönünü önemsizleştirip kendini sıradanlaştırıyor. İşte bu tür olumsuz otomatik düşünceler, dini konularda vesveseleri abartıp şüphelere taşımaya, günahları abartıp kendini asla affedilmez şekilde günahkâr ve suçlu görmelere, hep kendine kötü yönlerden bakıp müspet güzel yönlerini görmemelere ve zillete düşmek gibi aşırılıklara sebep olabiliyor. Bu durum ise daha sonra depresyonların en baş sebeplerinden olan çaresizlik, ümitsizlik gibi çarpıtılmış düşüncelere dönüşüyor.

Netice olarak her normal insanda çevresel faktörler ve kendisiyle alakalı olumsuz düşüncelerinden kaynaklanabilecek olumsuz otomatik düşünceler, dindar insanların dini hassasiyetleri, ahlaki telakkileri devreye girince dindarlara ait farklı otomatik düşünceler olarak ortaya çıkıyor. İşte bütün bunların tedavisi insanı tanımak ve normalin ne olduğunu bilerek ve kişilere bunu öğreterek mümkün oluyor ki modern psikolojide bu yapılan işlemin adı bilişsel terapidir. Dolayısıyla Kognitif (Bilişsel) terapi, insanın kendisi, dünya ve gelecek hakkındaki, çarpıtılmış inançları ve olumsuz otomatik düşüncelerini değiştirmek için planlanmış bir terapi yöntemi oluyor. Sohbetlerimde ilk yıllarımdan beri kullandığım yöntem hep bu tür bir terapi yöntemidir.

Olumsuz otomatik düşüncelerin gelişme nedenleri 

Evet, insanın kendine karşı negatif olmasını sağlayacak nedenler çok. Birinci önemli nedeni, çocuk yetiştirme konusunda çok geri bir toplum olmamız. İkincisi, insanı tanıma konusunda cahil olmamız. Üçüncüsü, toplumun değer yargılarına ve dini inançlara karşı içimizde direnen bir yapının varlığı ki İslam buna nefs diyor. Şeytanın varlığı ve vesveseleri ki bunu da hiç dikkate almıyoruz. Fakat Kur’ân, şeytanın tehlikelerinden ve düşmanlığından yüz civarında bir sayıya ulaşan ayetle bahsediyor… Bunların olumsuz katkıları da bir hayli önemli. Ve bizim sıklıkla dile getirdiğimiz uç istekler yani toplumun asla tolere etmediği ve anlayışla karşılamadığı çok uç nokta günah arzuları ve daha çok vesveseleri ki bunların insan üzerinde olumsuz etkileri çok fazla. Bir de insan tekâmüle açık bir varlık, akıllı ve hatalarını görebiliyor, ideal insanları görerek kendinin eksik yönlerini bulabiliyor. Bu ve buna benzer bir hayli sebep nedeniyle insanlar kendileri hakkında olumlu değil ama daha çok olumsuz inançlar oluşturup bilinçaltına bunları gönderiyorlar. Bu durum, bilinçaltımızda kendimizle ilgili bir sürü negatif inanç oluşmasına ve kendimizin normal halini kaybetmemize yani kendimiz olmaktan çıkmamıza neden oluyor. İşte bu olumsuz tabloyu olumlu hale çevirmek güvenilir, akıllı, ahlaklı, insanı çok iyi tanıyan ve onlardan sıfır beklenti içinde olan son derece merhametli, sevgi ve şefkat dolu gerçek âlimlerin, eğitmenlerin, yeni tabirle yaşam koçlarının yardımları ve terapi türü sohbetleri ile gerçekleşebilir. Yani insanı gerçekten çok iyi bilen âlimlerin sohbetlerinden insanlar farkında bile olmadan tedavi olup negatif bilinçaltı kodlarından ve negatif blokajlardan kurtarılabilirler. Bu şekilde tedavi ile insanlar kendileri hakkında daha çok pozitif olan bireyler haline gelirler. Özgüveni artar, huzur ve mutlulukları artar, çevresine de onun bu olumlu hali müspet olarak yansır, eşiyle çocuklarıyla ailesiyle daha sıcak sevecen samimi ilişkiler içerisine girer, velhasıl toplum işte böyle değişir.

Kognitif Yapının Faydaları

Çocukluğunda “reenkarne” olacağına veya Nirvana’ya ulaşacağına inanan, çevre koşulları etkisiyle böyle bir inançla bilinçaltına bilgi depolayan birisi, gün gelip aklen mantıken böyle bir inancı reddeden kişilerle karşılaşsa bile, bilinçaltındaki inançlar onun bu bilinçli kararı almasını etkiliyor ve çoğu zaman bilinçaltındaki inançların etkisiyle doğrulardan vazgeçerek kök inançlarında karar kılıyor insanlar… Aynı şekilde bir kilisede vaftiz olan, pazar ayinlerine katılan, ebeveynlerinden Hristiyanlık dini ritüellerini görerek bilinçaltına bu kodları kaydeden bir Hristiyan, daha sonra mantıklı gelse de İslam’ı kolay tercih edemiyor. Zira bilinçaltında yerleşik, kırması gereken bir hayli negatif inançları var. Bu durumun Müslümanlar için ise olumlu katkıları var. Sağlam bir itikatla İslamî güzel bir çevrede yetişen ve çocukluğunda bilinçaltına bu inanışla ilgili bir sürü hatıra ve bilgi depolayan insanların bilişsel yapısı öyle bir form kazanıyor ki daha sonra karşılaştığı inkârı fikirlere karşı müthiş bir koruma elde ediyor. Yani bu tür zararlı fikirlerle kafası karışsa bile bilinçaltı kodları buna müsaade etmiyor. Bu değişim için uzun süreli bir etkiye maruz kalması ve eski kodların silinip yerine yenilerin yazılması gerekiyor. Yani artık şunu çok iyi biliyoruz ki “zihniyet” olarak da ifade ettiğimiz, İnsanların “kognitif (bilişsel )yapıları” var ve insanların hayat boyu aldıkları kararlarda bu yapı çok etkili. Bu sebeple doğru bir zihniyetle düşünebilmek, en az bilgi kadar hatta bilgiden daha önemli, bunu görmek icap ediyor. Bu yapı birden oluşmuyor; çevresel etkiler, yaşadığı ortamlar, duyduğu sohbetler, gördüğü olaylar vs. ile yavaş yavaş kendiliğinden oluşuyor. O zaman buradan çıkan sonuç şu: Bir kişinin kognitif yapısı çocukluktan başlayarak İslamî inanç, ibadet ve düşünceler üzerine sağlam bir şekilde inşa edilirse o kişinin imanı zararlı dış etkilere karşı sağlam bir kalkanla korunmuş olur. Çünkü yukarıda ifade ettik ya; insanlar her ne kadar akıllarıyla düşünseler de zihniyetleri ile karar veriyorlar. Bu demektir ki insanların bazı bozuk düşüncelerle akılları zamanla karışsa bile, düşünce sisteminin iskeletini oluşturan zihinsel yapıları onları uzun süre korumaya devam ediyor.

İslamî çevrelerde veya İslamî yaşayan ailelerde yetişen çocukları bu anlamda nasipli çocuklar kabul etmek ve ayrıca şükretmek lazım. Hazreti Peygamber (sav): “Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar ama aileleri onları Hıristiyan veya Yahudi yapar.” diyor. Yani açık ki çevrenin etkisiyle fıtrat bile bozulabiliyor. Zihniyet değişebiliyor. Hazreti Peygamber’in (sav): “Çocuklarınızı yedi yaşında namaza başlatın, 12 yaşında oruç tutturun.” diyor. Bunlar çocuk psikolojisiyle ilgili Hazreti Peygamber’e (sav) ait mucizelerdir. Aile ortamlarının, çocukların zihniyetlerinin oluşumunda ne kadar etkili olduğu göstergeleridir. Çocuklukta oluşan bu zihniyet büyüdüğünde de onu korumaya devam edecektir. Bu sebeple çocukluk veya ergenlik zamanlarında kılınan namazlar, tutulan oruçlar veya yapılan her türlü ibadetler kognitif yapının korunmasında çok önemlidir.

İnsan etkilenme özelliğine sahip bir varlık olarak yaratılmış. Zihin de ilişkide olduğu her şeyle bir etkileşim durumu yaşıyor. Özellikle kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkiler zihniyetin oluşumunda çok önemli etkiye sahip. O zaman bu gerçeklik şu anlama geliyor: Etkileşimlerle bir zihnin mevcut formu değişerek yeni bir form kazanabilir. Mesela inanan bir insan zamanla ateist olabilir. Bu durum zihniyetin form değiştirmesidir. Yalnız bu yapının değişimi yavaş gelişir. Birden bire kimse ateist olmaz. Zaman içerisinde bu yapı oluşur ve bir gün bir olayla da bu yapı tamamlanır ve insan ateist olur. Veya bir ateistin kognitif yapısı zaman içerisinde değişir ve bir gün bir olayla bu yapı tamamlanır ve bakarsın o kişi mümin olur. Bu yapıların oluşmasında kendiliğindenlik vardır.

Son Nefeste Kelime-i Şahadet Getiremeden Ölmek Korkusu

Dedik ya, zihniyetlerin güçlü statükocu yapıları vardır,  toplumsal anlamda değişim ve dönüşümü oldukça zordur.  İnsanlar yapı olarak kolay kolay zihniyetlerinden vazgeçmezler. Zihniyet yapı olarak sade bilgi aktarımıyla değişmeye yatkın değildir. Değişim ve dönüşümleri çok uzun süreçlere bağlı olarak gerçekleşir. Bu sebeple çocuklara kazandırılan İslamî zihniyet öyle kolay bozulmayacaktır. Bu meseleyle bağlantılı ve alakalı olarak cevaplandırabileceğimiz önemli bir soru vardır. Son nefeste Kelime-i Şahadet getirerek ölmek meselesi veya getiremeden ölmek korkusu. Bu korku ciddi anlamda Müslümanlar arasında yaygındır. Nitekim yanı başımızda gerçekleşen ölümler olursa, imanlı gitmeye vesile olabilmek için bazı öneriler ve çabalar Müslümanlar arasında yaygındır. Ölümü yaklaşan veya bunu hissettiğimiz hastaların yanı başında Kur’ân okumak, onları şahadet kelimesini hatırlatıcı uyarılarda bulunmak vs. gibi… Ama ölümlerin birçoğu kazalar, depremler, birtakım afetler gibi nedenlerle ani gelişmekte, kişiler Kelime-i Şahadet getirmeye fırsat bulamadan vefat etmektedirler. İşte bu meselenin Müslümanların kafasını karıştırdığı ciddi bir vakıadır. Bu sorunun cevabı da bilişsel yapıda gizlidir veya bilişsel yapı ile ilgi ve alakası çoktur. İnsan nasıl inanırsa öyle yaşar, yaşadığı gibi de ölür. Yani dinî, imanî, ahlakî değerler dünyası yaşamında nasıl bir iskelet kazanmışsa ki bu çok önemlidir; o kişinin günahlarına, fasıklığına bağlı olmadan bu yapı onun imanlı gitmesine sebep olacaktır. İmanlı gitmeyi öncelikli olarak Rabbimiz belirler, bu konuda tartışma bile olmaz ama sünnetullah gereği böyle olması gerekir; çünkü bunu destekleyen hadisler, ayetler bir hayli fazladır. Mesela, bir insan son nefeste Kelime-i Şahadet getirmeye fırsat bulamadı. Ama biliyoruz ki o adam imanlı, namazlı abdestli, güzel bir insan. Son nefeste Kelime-i Şahadet getirmedi diye imansız mı gitti? Bu sorunun cevabı şudur ki; o kişinin ruhu, kalbi, zihni, bilişsel yapısı sağlığında ne şekil üzerine inşa edilmiş ise o şekil üzerine ölmüş olur. Yoksa Efendimiz (sav), ani ölen günahkârların ve son nefeste Kelime-i Şahadet getirdiğine şahit olmadığımız kişilerin cenaze namazlarını kılmayın derdi eminim ki…

İnsanların günahsız olarak yaşamaları imkânsız derecede zordur. Dünyanın imtihan dünyası olması mantığı ile de bağdaşmaz bu düşünce zaten. Bir ömür günahları azaltarak yaşamak ve dünyadan en az günah ve en yüksek bir terakki ile ahirete gitmek için dünya bir yarış ve imtihan yeridir. Bu hayata böyle bakmak ayet ve hadislerin bizi getirdiği mecburi noktadır. İşte o zaman bir insanın kognitif yapısı sağlamsa, yani kişi bu yapısı sayesinde imanlı ise, günah işlerken mesela göz zinası ederken ölse bile, o an aklında Allah olmasa da inşallah iman ile ölür. Son nefeste dil ile söylemek güzel olur ama illaki gerekli değildir. Çünkü insanların ani ölümlerle ölenleri normal ölenlerden bir hayli fazladır. O zaman kişilerin kalplerindeki imana bakılır, son sözlerine değil. İman ile amel veya günahlar ayrı değerlendirilir. Bir hayli ayet ve hadis, insanların günahlarına rağmen affolunarak cennete gideceklerini haber veriyor. Cennete gitmek için iman ile ölmek şart. Demek ki işte o insanları kognitif yapıları ve kalplerine yerleşmiş bulunan iman duyguları kurtarıyor. Ona göre imanlı veya imansız ölüyorlar. O sebeple insanları, çocukluğundan itibaren camilere, kutsal mekânlara götürmek, İslamî gelenek ve göreneklerle yetiştirmek, bu konuda sağlıklı bilgiler vererek bilişsel yapılarını sağlam kılmak gerekir. Bu şekilde oluşan kognitif yapı, insanların kalbini küfür düşüncelere karşı koruyan manevi bir kalkan olacaktır inşallah.