Filistin’de Bitmeyen Zulüm!

İnsanlığın kadim şehri, mübarek, mukaddes ve harem belde Kudüs’te Yahudiler tarafından yapılan işgal oyunun son perdesi oynanıyor. Yüzyıldır sinsice aşama aşama yapılan bu işgal planına, bu haydutluğa İslam âlemi korkar da ses çıkarmazsa Kudüs İsrail’in başkenti olacak ve işgal sona erecek.

Ondan sonra elinde silahı bile olmayan bir avuç Filistinlinin işi tamam artık.

Ama bu, Yahudilerin planı. Onlar Allah’ı unutuyorlar.

Rabbimiz bu planı Türkiye’den bozuyor. Bin yıl İslam’a hizmet etmiş evlad-ı fatihan olan bu milletin torunları bu işgale sesiz kalmıyor ve Yahudilerin hevesleri hep kursaklarında kalıyor, bundan sonra da kalacak inşallah.

Evet, İsrail Filistin halkına zulme devam ediyor ve görülüyor ki hadis-i şeriflerde belirtilen haklarındaki kötü akıbet tahakkuk edinceye kadar da Kudüs’ten ve Orta Doğu’daki emellerinden vazgeçmeyecekler.

Ama Müslümanların da ne Kudüs’ten ne de Mescid-i Aksa’dan vazgeçmesi mümkün. Çünkü Müslümanlar nezdinde de Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın Mekke’den Kâbe’den farkı yok. Dolayısıyla hakkın üstün gelip bâtılı yok etmesine kadar bu zulüm devam edecek.

Yani hakkın, adaletin, barışın, huzurun elçileri olan gerçek Müslümanlar Allah için birleşerek ve güçlenerek hakkın yumruğu ile Yahudilerin tepesine vuruncaya kadar bunların zulmü son bulmayacak.

Bunun için ise yapılacak şey sadece dua etmek değildir elbette… Bu derdimizin çaresi, dua ile yardım istemenin, başarı ve zafer istemenin yanında Müslüman âlemi olarak, Allah için aramızdaki husumet ve tefrikaları bir tarafa bırakıp tek yumruk olmak ve şer güçler karşısında güçlerimizi birleştirmektir.

Zira Rabbimiz’in genellikle uyguladığı bir sünnetidir ki zalimleri yine kullarının eliyle cezalandırıyor. Allah(C.C.) şöyle buyurmuyor mu?

“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.” (Tevbe,9/14)

Derdimiz sadece Filistin de değil elbette. Yüz yılı aşkın bir zamandır özellikle Müslüman coğrafyadaki kan ve gözyaşı dinmek bilmiyor. Öyle bir fitne ateşi ki bir Müslüman ülkesinde biterse diğer bir Müslüman ülkesinde yeniden alevleniyor.

Bunlar çok açık ki asla tesadüf değil, ehl-i küfrün planlı oyunları. Çünkü böylece ehl-i küfür hem Müslüman âleminin bir araya gelmesine engel olup onların güçlenerek başlarına bela kesilmesini önlüyor hem de o ülkelere parazitler gibi çöküp yer altı ve yer üstü zenginliklerini kolayca sömürüyorlar. 

Ayrıca yeni silahlarını denemek için de İslâm âlemi canlı kobay olarak çok işe yarıyor! Öyle ki, Müslümanları çeşitli entrikalarla önce bölüp parçalıyor, sonra birbirine kırdırıp bu arada silahlarını deniyor, sonra da silahlarını satarak ticaret yapıyorlar. Böyle kârlı işten gönülleriyle vazgeçerler mi? 

Evet, tüm İslam âlemi olarak artık bu gerçeği gördük, fark ettik ama bunların şer planlarına dur diyecek gücümüz yok.

Peki, niye gücümüz yok, mesela paramız mı yok? 

Hayır! Birçok İslam ülkelerindeki para dünyaya yeter! 

Sayımız mı az? Yine hayır! 

1,5 milyarız ki on bin kişiyle yüz bin kişilik orduları yenmiş kahramanlıklarla dolu bir tarihe sahibiz!..

O zaman eksik olan ne peki?

Eksik olan iman gücümüz, birlik beraberliğimiz, ihlâsımız, tevekkülümüz ve bu duygulardan kuvvet alacak, beslenecek olan cesaretimiz…

Şimdi şu ayete bakın: “Allah ve Resûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”          (Enfâl, 8/46)

Açıkça görülüyor ki bu ayetin işaret ettiği korku ve zayıflığı bugün zerrelerimize kadar yaşıyoruz.

Allah ve Resulü’ne itaati terk ettik ve birbirimizle de yıllardır didişiyoruz…

Neticede kalplerimize kâfirlerin korkusu düştü ve biz Müslümanlar, özellikle İsrail’in korumalığını yapan Amerika’nın silah ve ekonomik gücünden korkuyoruz.

İşte belki bu nedenledir ki, akıbetlerinden korkan İslam ülkelerinin yöneticileri her türlü zillet, zulme ve haksızlığa katlanıp seslerini yükseltmiyorlar.

Hâlbuki aşağıdaki ayetlerde Rabbimiz bizleri açıkça tehdit ediyor ve Filistin halkı gibi işgale uğrayan, kendi topraklarında can ve mal emniyeti olmayıp zulme maruz kalan ve kendilerini koruma ve kurtarmaya çareleri olmayan Müslüman halkları korumak, gücü ve imkânı olan bütün Müslümanlar üzerine büyük bir yükümlülük sorumluluktur, bundan kaçamazsınız diyor…

“Size ne oluyor da Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver.’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (Nisâ, 4/75)

“Onlar, haksız yere, sırf, ‘Rabbimiz Allah’tır.’ demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Hac, 22/40)

Ama çok şükür, Selçuklu ve Osmanlı’da olduğu gibi yine her şeyiyle bu kahraman millet ortada… Zulmü alkışlamıyor, işgale rıza göstermiyor, haksızlık ve adaletsizlik karşısında susmuyor. Ehl-i küfrün dev devletlerine karşı dimdik durup hakkı savunuyor.

Tabi burada Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyib Erdoğan’ın hakkını teslim etmek lazım. Onun dik duruşu, onun bu konudaki şuurlu davranışı ve haksızlık karşısında susmayışı her türlü takdirin üzerinde.

Elhamdülillah halkımız da bu çıkışlardan memnun ve mutlu ki Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a desteklerini çekmiyorlar, bu seçimde de çekmeyeceklerdir, eminim.

Öz eleştiri anlamında bütün Müslümanların bu ortamda bir değerlendirme yapması gerektiğini düşünüyorum. Belki çok istiyor çok dua ediyoruz ama niye Müslüman coğrafyalarda kan, zulüm ve gözyaşı bitmiyor ve aksine artarak devam ediyor?

“Kullarım, beni senden sorarlarsa (bilsinler ki) gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara, 2/186) buyuran Rabbimiz, neden bizim bu dualarımıza icabet etmiyor? Dualarımız niye kabule şayan olmuyor? 

Belli ki bir şeyleri ya eksik ya da yanlış yapıyoruz… Şu ayetler de olabilir mi sorularımızın cevabı?

“Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince (gerekeni yapar). Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görmektedir.” (Fâtır, 35/45)

“Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı orada hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.” (Nahl, 16/61) Her şeye ceza vermek isteseydi herkesi helak ederdi.  

O zaman önce tövbe edip kendimize gelelim. Günahlarla dolu bir hayata devam ettiğimiz müddetçe musibetlerimiz eksik olmayacak demek ki.

Sonra tekrar özellikle şu ayete kulak verelim:

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Âl-i İmrân,3/103)

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışmak” Kur’ân ve Sünnet bağlamında İslam dininin gereklerini titizlikle yerine getirmeyi ifade eder açıkçası. Yani Allah’ın ipine toptan yapışarak birleşmeli ve birbirimizle didişmemeli, ayrılıklardan uzak durmalıyız. Yoksa gücümüz gider ve bu gaflet ve günahımızın ağır bir bedeli olarak bugün olduğu gibi kâfirlerin korkusu kalplerimizi sarar ve onların elinde oyuncak oluruz. Evet, bu ayet-i kerime açıkça bugünkü halimize neşter vuruyor.

Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Afganistan’da… Parçalanan Müslümanların gördüğümüz gibi ne dinlerini ne can ve mallarını ne de namuslarını korumaları mümkün oldu. Bu nedenle İslam dininin birlik ve beraberliğe çok büyük önem verdiğini, hac ve cemaatle kılınan namaz gibi ibadetlerle Müslümanların birliğini sağlayacak amelî tedbirleri bile ihmal etmediğini görüyoruz. 

“O’nun (Allah’ın) nimeti sayesinde kardeş oldunuz.” ifadesi, insanlar arasında birlik ve beraberliği sağlama konusunda İslam’ın ne derece kaynaştırıcı önemli bir unsur olduğunu ifade ediyor. Zira aynı ırktan olan Araplar arasında soy, dil ve vatan birliğinin meydana getiremediği barış, kardeşliği İslam prensipleriyle o kutlu dönemde başardı, tarihsel olarak buna şahidiz. O zaman bu ilahi mesaja kulak verip tarihte olduğu gibi ırkı, soyu, kavmi öne çıkarmadan tekrar din kardeşliği çerçevesinde bir araya gelmeli ve birleşmeliyiz…

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.” (Enfâl, 8/60)

Bu ilahi mesajı da çok önemseyip canımızı, malımızı, ırz ve namusumuzu kâfirlerin insaf ve merhametine, adalet anlayışına, vicdanına bırakmamalıyız ve zulme karşı koymak, işgalcilerin heveslerini kursaklarında bırakmak için, zamanın en modern savaş araç ve gereçleri ile ordularımızı donatmalıyız, başkaca daha kolay bir çıkış ve çözüm yolu yok inanın.

Evrende câri “Sünnetullah” denen ilahi yasalar, yeryüzünde her kul için eşit şekilde tecelli etmekte. Küffar çalışıp ekonomik yönden ve silah gücü olarak seni geçerse içine düştüğün zilletli durumdan sadece dua ile kurtulmanın mümkün olmadığını bil. Yoksa İslam’ı yanlış anlamanın ve yanlış yorumlamanın cezasını, kâfirler elinden zillete ve meskenete düşerek, çok acı tecrübeler yaşayarak öğrenirsin, günümüzde olduğu gibi. Evet, Rabbimiz’in mesajını açıkça böyle okumak böyle anlamak lazım. 

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kudüs sınavı karşısında her birimize düşen vazife, yaşanan vahşete asla rıza göstermemektir. Dünyanın neresinde olursa olsun, kime karşı yapılırsa yapılsın, zulme ve haksızlığa boyun eğmemektir.

Allah’a emanet olun.