İnsanoğlu fıtraten tekâmüle gelişmeye açıktır… Her zaman değişim ve gelişimden hoşlanır. Bilgisini görgüsünü artırmayı, yaşam standartlarını yükseltmeyi sever. Bu nedenledir ki insanlığın yaşam düzeyi hiçbir dönem ve devirde aynı seviyede kalmamış, çağlar değiştikçe insanlık da gerek medeniyette, gerek astronomi, kimya, tıp, elektrik, elektronik gibi maddi ilimlerde, gerekse de ruh bilimleri psikoloji gibi manevi ilimlerde durmadan mesafe kaydetmiş, insanlığın bu anlamdaki gelişmesi hiç durmamış, tabir yerindeyse iki günü birbirine müsavi olmamıştır. Hele son yarım asırdaki değişimin hızına yetişmek ise mümkün değildir.
Bu gelişmeler çoğu zaman insanlığın hayrına hizmet etmişse de, şerrine vesile olmaktan da kurtulamamıştır. İnsanlığı ihya çalışmaları, kötü niyetli kişiler tarafından insanlığı imha çalışmalarına dönüştürülmüş, bunların önü maalesef ki alınamamıştır. Mesela teknoloji bir yandan insanlığın bir yere kolayca ulaşımını sağlayan uçaklar, otomobiller, motorlu taşıtları icat edip, atlarla develerle taşınmaktan bizleri kurtarırken, bir taraftan da insanlığın tepesine bomba yağdıran savaş uçaklarını, güdümlü füzeleri, tankları da icat etmiştir. Bu teknoloji nedeniyle savaşların sonuçları çok daha vahim hale gelmiştir ki, kılıçla okla savaşların yapıldığı dönemlerdeki insan kayıpları son yüzyıldaki savaşlarda meydana gelen insan kayıplarıyla kıyaslansa eski dönemlerin binlerce yılına karşılık gelir eminim.
Tıptaki ilerlemeler de baş döndürücüdür. Teknolojinin devreye girmesiyle hastalıkları teşhiste, tedavide, ciddi ilerlemeler olmuş, cerrahi müdahaleler teknoloji sayesinde hayret uyandıracak noktalara gelmiştir. Ama insanoğlunun değişmeyen kötü karakteri nedeniyle şifa dağıtan bu teknoloji, bencil dünyevi maksatları için yeni hastalıklar üretmekten, yeni mikropları insanlığın arasında yaymaktan da geri kalmamıştır.
Devirler, çağlar değişse de, insanlık uzayda bir yerlerde koloniler, yaşam alanları da kursa, değişmeyen ve değişmeyecek olan bir şey var ki insanlığın imtihan formatı, imtihan şeklidir. Yani Hz. Adem’den beri insanlar bencildir, kıskançtır, öfkelidir, kibirlidir, makam mansıp düşkünüdür, zalimdir, merhametsizdir, nankördür… Ama aynı zamanda bunların zıddını yapacak şekilde güzel huylarla da müzeyyendir.
Açıkçası nefsin ve ruhun özelliklerini taşıma noktasında, imtihan olma noktasında hiçbir değişiklik söz konusu değildir. İlim artmış, ilme ulaşmak daha kolaylaşmış olabilir ama insanların zaafları aynıdır, sevgileri aynıdır, imtihan alanları aynıdır.
Nitekim ilk işlenen büyük günah, Adem aleyhisselamın çocukları arasında kıskançlık ve haset nedeniyle çıkmıştır. Atamız Adem aleyhisselamın ve eşinin cennetten çıkarılmasına neden olan hırs hastalığı da her devir ve dönemde başımızı ağrıtan insanlığın önemli bir hastalığıdır…
Buradan anlaşılıyor ki ilk insan Adem’le, kıyamet sonrası dünyayı en son terk edecek olan ferdin taşıdığı özellikler aynıdır. Genlerle taşınan maddi özellikler gibi nefsle taşınan manevi hastalıklar, ruhla taşınan manevi güzellikler hep aynıdır. Yani şartlar değişse de insanlığın imtihan soruları hep aynı…
“Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155)
Bu ayeti kerime insanoğlunun dünya hayatındaki imtihan alanlarını kısaca özetlemektedir...
Korku ile denenmek, Allah’tan korkmak veya Allah için korkularımızın üzerine gidebilmektir. Mesela cihada çağrılınca bu çağrıya canımızı malımızı sevmemize, ölümden korkmamıza rağmen iştirak edebilmektir.
Açlıkla imtihan denince ilk akla gelen oruç ibadetidir elbette… Ama fakirliğe sabretmektir de aynı zamanda. Efendimiz ve ashabı açlıkla az mı sınandılar o kutlu dönemde, bu tür kıssaları rivayetleri duymayanımız, bilmeyenimiz yoktur eminim.
Mallara, ürünlere gelecek olan eksiklikle imtihan ise öncelikle zekât veya sadakaya işaret eder. Ama aynı zamanda doğal felaketler musibetler halinde Müslümanca bir tavır ortaya koyabilmek, teslim ve tevekkülle bu tür olaylara tepki verebilmeyi de kasteder... Yani bu doğal afetleri yapanın kim olduğu fikrini akıldan çıkarmamak, belalardan musibetlerden dersler çıkarabilmek de gerekir.
Cana gelen eksiltmeler ise sevdiklerimizin ölümü ile olan sınavlarımızdır. İşte açıkçası Adem’den beri bütün insanların sınavları hep bu olaylar üzerine cereyan edip durmakta...
Peki, dünya hayatında da bir okuldan mezun olurken veya bir işe girerken kurtulamadığımız bu sınavlar niçin vardır, olmasalar olmaz mıydı acaba?..
Sınavların nedeni üzerinde biraz düşünürsek bu soruyu kolayca cevaplayabileceğimizi düşünüyorum. Sınavların nedeni açıktır ki öncelikle bilgi beceri, yetenek, maharet, liyakat vs. tespitidir. Sizin de bir işyeriniz olsa orada çalıştıracağınız kişilerin, konusunda bilgili, becerikli, gayretli, liyakatli, verimli güvenilir olmasını isterdiniz. Yani bu konulardaki durumunu test edip öğrenmek, böylece o kişiye güvenmek isterdiniz. Açıkçası emanet edeceğiniz işe, göreve, makama layık olmasını isterdiniz. Bu en tabii hakkınız ve beklentinizdir. Kimse böyle bir beklentiyi taaccüple karşılamaz; kimse ne büyük ayıp ne büyük yanlış diye sizi suçlamaz. Biz insanlar olarak bir kişiye bir görev bir makam, bir paye verirken layık olanı tercih edersek elbette ki Rabbimiz de aynı şekilde, gerek cennette yüksek makamlar verirken gerekse daha yüce bir makam olan dostluğunu verirken layıklık arayacaktır şüphesiz... Bunun için de bizim imtihan yaptığımız gibi o da kullarını imtihan edecektir.
Sınavların bir diğer özelliği de daha önceden öğretilmiş şeylerin bilgi ve becerilerin o kişilerden istenmesidir. Bilmediğimiz veya eğitimini almadığımız konularda imtihan edilmeyiz. Bu nedenle imtihan sonuçları açıklandığında herkes hakkına razı olur. Zira kendi eksikliğinin farkına varıp başkalarını suçlamak yerine kendini suçlar, bu da önemli bir şeydir.
Rabbimiz’den bizi imtihan ederken bize gerek doğuştan, yaratılıştan verdiği bilgi, duygu, akıl, gibi yeteneklerimize göre gerekse de daha sonra Resuller, nebiler aracılığı ile gönderdiği, öğrettiği bilgilere göre imtihan eder. Bunların dışında sorular orada da olmaz. Nitekim peygamberlerin gelmediği dönemlerde kulların sınavı farklıdır. Sadece kendilerine fıtraten verilen güzelliklerden sorgulanacaklardır. Ona göre de bir değerlendirmeye tabi olacaklardır. İslam âlimlerinin görüşü bu yöndedir…
Evet, dünya hayatında da eksik olmayan sınavların en sonuncusu ve en büyüğü bizleri beklemekte. İnsanlık ve kulluk sınavı diyebileceğimiz bu sınav sonsuz bir âlemde bize verilecek mükâfatın veya cezanın bizler tarafından da vicdanen onayı ve kabulü anlamına gelecek…
İtiraz edemeyeceğiz, yaptıklarımızın sonucundan kaçamayız, zira suçlarımızı vicdanen bileceğiz. Belki orada da bir kısım insanlar yalana başvuracaklar dünyadaki gibi ama herkese yaptıkları bir bir şahitlerle, delillerle gösterilecek. Yaptıklarımızla yüzleşeceğiz, amel defterimizden kaçamayacağız, gidecek yer, saklanacak bir mekân bulamayacağız.
Rabbim o günün hesabından, imtihanından, o günün zorluğundan cümlemizi korusun.
Öğretmenlerin, sınav kâğıtlarını okuduktan sonra bir de kendi kanaatleri vardır, kırık not alan talebeleri hakkında… Bu kanaat iyi ise o talebelerin notlarını yükseltip geçirirler… Ümidimiz Rabbimiz’in de bizler için öyle bir olumlu kanaat kullanmasıdır.
Bu kanaatin olumlu olması içinde, günahlarımız çok, amellerimiz az ve kusurlu ise de Rabbimiz’e karşı şeytanın isyanı gibi bir isyan durumundan sakınmamız gerekir.
Yani şirk içinde olmamak, suçlarımızla mahcubiyet içinde olmak, hataları nefsimize hamletmek, acizliğimizi, kusurlarımızı itiraf edip onun şefkat ve merhametine iltica etmek gibi iyi niyetli hallerimiz olumlu bir kanaatin umarım ki öncüleri olacaktır.
Allah’a emanet olun.