Cesaret

Cesaret; korku, endişe ve zorluk karşısında zihinsel ve ahlaksal olarak ayakta kalma gücüdür. Cesaret, erdemli bir sonuca ulaşmada bireyin kendi derinliklerinden aldığı güçtür. Birey bu gücünü, hissettiği korkuyla baş edebilmeden de alır. Diğer bir ifade ile varlığının temelinden gelen bu güç, ilk sınavını, hissedilen korkuyu kontrol altına alarak verir. Cesaretin meydana çıkması için ortada tehlikeli, zor bir durumla karşılaşma zorunludur. Cesaretin en üst sınırı, kendi öz varlığını feda edebilmeyi göze almaktır. Varlığımızın tehdidine yönelik endişelerle baş etmenin tek ahlaklı ve doğru yolu, cesur bir yaşam tarzını seçmektir. Başta askerlik olmak üzere, ticaret, siyaset, ilim ve sanat gibi alanlar cesaret erdemine daha fazla ihtiyaç duyulan alanlardır. Bu alanlarda cesaret her şeyden daha önemlidir ve kişinin cesurca hareket edebilmek için içsel bir güdülenmeye, güçlü ve sağlam bir maneviyata ihtiyacı vardır.

Cesaretin tahammül, ümit, güven ve iyimserlikle, fedakârlık, merak ve hayret duygusu ile yakın ilişkisi vardır. Ümidini kaybetmemiş insan her zaman yeni tecrübeler yaşamak için girişimlerde bulunabilir. Yaptığı ufak tefek değişikliklerle hayatını renklendiren kimse, cesur adımlar atmanın kendine kazandıracağı ümidi ile yaşar. Feda ettiklerine karşılık kazananın çok yüksek olacağını bilen kişi üstüne düşeni korkusuzca yerine getirecektir. İyimserliğini kaybetmemiş bir insan başkasından öğrenmese bile çaresizlik durumlarında mutlaka bir çıkış yolu bulabilecektir. Cesaretin zıddı korkaklıktır. Korkaklık, insanın kendi menfaatini bile koruyamaması, hakkı olanı savunamamasıdır. Erdemli insan, kendini, değerlerini ve haklarını gerektiği yerde korumasını beceren, haksız saldırılar karşısında durmasını başarabilen insandır.

Cesaret ve Atılganlık

Cesaret, karşılaşılan tehlikelerin harekete geçireceği olumsuz duygulara daima üstün gelme ve bunları bastırma gücüdür. Kişinin riske girebilmesi için ideallerinin ve cesaretinin olması gerekir. Cesaret, başarılı ve yaratıcı olmada en başta gelen değerlerden birisidir. Bununla birlikte cesaret asla bir güç gösterisi değildir. Doğru sınırları bilmeden, iyi-kötü ayrımını dikkate almadan, neredeyse bir güç gösterisine dönüşen cesaret, insanı saldırganlaştırır. Erdem olan cesaret; korkusuz ve kıvamında bir yiğitlik, aşırılıklardan uzak bir orta yoldur. Cesur kimselerle, bunda aşırıya kaçanlar ve rastgele her şeyde atılganlık yapanlar (=mütehevvirler) arasında, harekete geçirici sebepler dışında da önemli farklar vardır. Cesur insanlar, adalet görevinin yerine getirilmesinin kesin gerekli olduğu bir durumda, çeşitli tehlike ve güçlükleri göze alarak, günlerinin kıymetini bildikleri halde ölümün tehdidine kulak asmayarak kendilerini ortaya koyarlar ve hayatlarından bile vazgeçebilirler. Başkaları için ölümü göze almak, cesaretlerin en üstünüdür. Bu nitelik insanın doğasında vardır. Rastgele ortaya atılanlar ise birtakım vehme dayalı hayali tehditlerle uğraşırlar, hayali namuslar ve menfaatler uğruna koşup çırpınırlar. Cesaretin gereğinden fazla olması, insanı boş yere risk almaya sürükler. Ayrıca, fazla atılgan kimselerin hayatlarında, diğerlerine göre daha fazla iniş çıkışlar vardır. Dünyada en ciddi yiğitlik, meşru görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye dikkat etmektir. Fakirlik, darlık, sıkıntı gibi maddi zorluklarla başa çıkmada tahammül ve sabır gösterenler de cesur unvanına lâyık olurlar. 

Cesaret duygusu dengeli kullanılmadığı takdirde insana en az korkaklık kadar zarar verir. İş ve meslek hayatında cesaretle karıştırılan ve kişinin kendisini göz göre göre ateşe atması diye tanımlayabileceğimiz, riskli seçenekleri görmezden gelme ve sonucun her durumda kendi lehine gelişeceğini umarak girişimde bulunma, cesaret değil basiretsizlik olarak adlandırılabilir. Esasen korkak olan bir kimsenin son derece zorunlu kaldığı bir durumda ortaya koyduğu cesaret ise cesaretlerin en korkuncudur. Bilinçsiz bir şekilde ne yapacağını bilmeden harekete geçen kimsenin yanına yaklaşmak büyük cesaret ister. Mesela, savaş meydanında yalnızca dayanılmaz bir arzuyu tatmin için sakınmasız, gerilemesiz bir cesaret göstermek gibi. Bu tür bir cesaret, büyük ölçüde gemlenemeyen kontrol dışı bir davranış, körü körüne başına buyruk bir hareket tarzıdır. Fakat atılganlığı, içinde bir kişilik özelliği olarak taşıyan insan, bu değerin yardımıyla karşılaştığı tehlikeleri başından savar, kendi lehine olan durumları oluşturur ve hayatını doğru şekilde yönetir. Cesaretin başarı getirmesi ve bu başarının istikrarlı şekilde devam etmesi için aklın rehberliğine ihtiyaç vardır.

Medenî Cesaret

Toplumsal ilişkilerde, günlük hayatımızda da cesarete ihtiyaç vardır. “Medenî cesaret” denilen bu erdem, en başta insanın kendi inanç ve değerlerini, görüş ve kanaatlerini açıkça savunabilmesi ve taviz vermeksizin dile getirebilmesi olarak tanımlanabilir. Bunun yanında medenî cesaret; gerçeği arama ve söyleme cesareti, âdil ve namuslu olma cesareti, tahriklere karşı koyma cesareti ve verilen görevi yerine getirme cesareti gibi birçok davranış tarzını içine alır. Bu tür cesarette; başkaları tarafından kabul görmeyeceği, eleştiri ve kötülemeye maruz kalacağı, sosyal çevreyi kaybedebileceği ve istenmeyen bir durum (ceza) ile karşılaşabileceği kaygısını aşabilme söz konusudur. Baskı, işkence ve iftiranın hâkim olduğu bir yerde gerçeklerin halka duyurulması çok az rastlanan bir şeydir. İnsanlık tarihinde ileriye doğru atılan her adım, muhalefetle ve zorlukla karşılaşmış, ilerleyebilmek için bütün zorlukların yenilmesi gerekmiştir. Bu da ancak tutulan yolda yılmadan ve cesaretle yürüyerek mümkün olmuştur. İnsanlara yol gösteren ve dünyayı idare edenler, güçlü cesur kimselerdir. Peygamberler, büyük ilim ve devlet adamları, komutanlar, her meslekten ileri gelen insanlar cesaretleri ve kahramanlıkları sayesinde başarıya ulaşmışlardır. Cesur insanların yaptıkları hiçbir zaman unutulmaz ve başkalarına örnek olur. Buna karşılık, zayıf ve korkak insanlar arkalarında hiçbir iz bırakmazlar. Bazı kimseler için herkesin önünde eğilmek ve dalkavukluk yapmak; mertçe davranmaktan, kararlı ve asil tabiatlı olmaktan, ön yargılara karşı koymaktan çok daha kolaydır. Bu tür insanlar gözden düşmüş birisi olmaktansa, ilke ve ideallerden, hak ve adaletten fedakârlık yapmayı tercih etmektedirler. Toplum tarafından onaylanmak, günün adamı olmak, ünlü kişi olmak, başkalarına yaranmak düşüncesi toplumda yaygın bir hal aldığında, bu durum toplumun her kesiminde ahlâkî ve insani değerlerin çözülmesine yol açar.

Korku ve Cesaret

Korku; insanın çevresinde algıladığı tehlikeye karşı, varoluşunun devamlılığını sağlayan bir duygusal etkilenimdir. Korku, varoluş ile temasın olmadığı duygusudur; varoluş ile teması kaybetme durumudur. Ancak buradaki varlığını devam ettirme, sadece bireyin kendi varlığına yönelik veya sevdiği kimselere karşı gösterdiği bir varlığı devam ettirme dürtüsüdür. Başka bir ifade ile korku, insanı bencilce bir varoluş mücadelesine iter. Cesaret, korkunun yok edilmesi değil; korkunun kontrol altına alınarak gerekli olan doğrunun yapılmasıdır. Başlangıçta korkak ile cesur insan arasında pek bir fark yoktur. Aradaki tek fark; korkak korkularını dinler ve onları izler, cesur ise korkularını bir kenara koyup ileri adım atar. Cesur insan, bütün korkularına rağmen bilinmeyene adım atandır. Cesaretin bazen bir ölüm kalım meselesi olarak algılandığı da dikkate alınırsa cesur kişi, kendi varoluşunu tehdit eden bir durumda korku ve endişe hissetmesine rağmen doğru ve gerekli olanı yapabilen kişi olarak da tanımlanabilir. Cesarette, bir varlığı sürdürme, varlığa değer verme dürtüsü vardır. Ancak korkudan farkı, burada bireyin hem kendisi hem de başkaları için hissettiği duyguları ihtiva etmesidir. Cesur insanlar en korkunç olaylarda bile akıllarının sağlıklı işlemesini korurlar ve özgür bir şekilde hayatlarını yaşamayı sürdürürler. Bireyin, sadece kendisi gibi düşünenlere karşı değil, var olan her şeye karşı, varoluşun getirdiği haktan dolayı hissettiği bir duygu söz konusudur. Bunun için birey, özverili hareket ederek gerektiğinde kendi varlığından bile vazgeçebilir.

Cesaret kalpten gelir. Kaynağı mantığımız değil, duygularımızdır. Hareket gerekli olduğunda mantığımız ona ancak sınırlı bir yardımda bulunabilir. Atılacak adımın altını çizer, doğrular; ama hareketin başlatılmasını sağlayamaz. Çocuğunu kurtarmak için hayatını tehlikeye atan bir annenin davranışı buna örnek verilebilir. Cesur kimse, kendi gibi düşünmeyenlere karşı da, kendine yönelik haksız bir saldırı olmadığı müddetçe saygılıdır ve onların varlığını kendi varlığı için bir tehdit olarak algılamaz. Çünkü yeri geldiğinde kendine yönelik haksızlığa karşı koyabilecek cesareti vardır. Bundan dolayı cesaret, aynı zamanda diğer erdemlerin de bir koruyucusu olarak, bireyin başkalarına haksızlık yapacak bir tutum ve davranış içerisine girmesine engel olacak yegane erdemdir.

Korkaklığın çekici ve sevimli bir yanı yoktur; bir kimseye “korkak” demek en ağır hakaretlerden biri kabul edilir. Cesarette incelik, ağırbaşlılık, kararlılık vardır. Oysaki korku ne biçimde olursa olsun alçaltıcı, zayıflatıcı, bayağı ve iğrençtir.

Din ve Cesaret

Cesaret, İslam’ın değer verdiği ve teşvik ettiği erdemlerin başında gelir. Ancak bu körü körüne bir güç gösterisi değil, hak dinin davasına hizmet eden ulvi bir hedefe yönelik, soylu ve disiplinli bir cesaret, “Allah yolunda cesaret” tir. Allah yolunda savaşırken ölmek ya da öldürülmek, “şehit” olmak ulaşılabilecek en büyük makamdır. Kur’an-ı Kerim şehitler hakkında şu değerlendirme yapar: “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.” (Bakara, 2/154) Bu bakımdan düşmana karşı kahramanca savaşmak ve ölümü göze almak imandaki samimiyetin test edildiği çok önemli bir sınav konusudur. Allah yolunda ölerek şehit olma ya da bu zorlu sınavdan hayatta kalarak geçme sonucunda “gazi” olma her Müslüman’ın özlem duyduğu bir ideal olarak görülür. Samimi bir Müslüman’ın geçerli bir mazereti olmaksızın savaştan geri durması, muaf tutulması için mazeretlere sığınması, yalvarıp yakarması asla hoş karşılanmaz (Tevbe, 9/44, 45). Normal şartlarda savaş istenilir bir şey değildir ve elbette ki barış hayırlıdır (Nisa, 4/28). Ancak düşman saldırısı karşısında korkup kaçmak, düşmana sırtını dönmek hem Allah nazarında hem de Müslümanların değer dünyalarında büyük bir suçtur (Enfal, 8/15, 16). Bundan da öte bir Müslüman için Allah yolunda savaşırken düşmandan kaçmak dine ve Allah’a karşı en alçaltıcı suçu işlemek demektir. Gerçek inanç sahibi bir Müslüman sadece Allah’ın azabı ve cezasından, O’na karşı sorumluluklarını gereğince yerine getirememekten korkar ve çekinir. Buna karşılık düşmana karşı canı ve malı ile her zaman mücadele etmeye hazır bir ruh hali içerisinde olması beklenir. (Tevbe, 9/13-15, 44, 123)

Cesaret erdemi yalnızca savaş durumu ile sınırlı değildir. Kur’an-ı Kerîm’de, herhangi bir şekilde zulme uğradığında, bir zorbalıkla karşılaştığında buna boyun eğmeyip kendini savunmak olgun bir Müslüman’ın vasıfları arasında sayılır (Şûrâ, 42/39, 41, 42). Din düşmanlarına karşı sert ve güçlü bir duruş her zaman teşvik edilir ve aynı zamanda psikolojik baskılardan da yılmayan, eleştiri ve kınamalardan etkilenmeyen inanç sahipleri övülür (Maide, 5/54).

Bir duasında korkaklıktan Allah’a sığınan Hz. Peygamber (Buhâri Cihad 25; Deavât 37, 41-44; Müslim, Zikir 50) genelde yumuşak huylu ve hoşgörülü bir karaktere sahipti. Fakat o gerektiği zaman ve durumda korkusuz, cesur ve yiğit bir insandı. Müslümanların bir ara bozguna uğrayıp dağılmaya başladıkları Huneyn Savaşında, cesareti ile herkesi savaş meydanında bir araya topladı ve zafer kazanılmasını sağladı. Bu günde Hz. Peygamber’den daha cesur hiç kimsenin görülmediği nakledilir (Buhâri, Cihad 167).  Hz. Peygamber, elçilik görevi sürecinde dini anlatma, yaşama ve uygulama yolunda birçok engel, sıkıntı, zorluk ve baskı ile karşılaştı. Fakat hiçbir zaman yılgınlık gösterip boyun eğmedi, davasını başarıya ulaştırmak için silahlı ve silahsız büyük mücadeleler yürüttü. Çeşitli baskılar ve engellemelerle, davasından vazgeçmesini isteyen döneminin hâkim zümrelerine verdiği şu ünlü cevap, onun azim ve kararlılığının, cesaret ve yiğitliğinin boyutlarını çok iyi ortaya koyar: “Ben, Allah tarafından gönderildim; kendiliğimden bir şey söylemiyorum. Allah’a yemin ederim ki bu görevimden dönmem için güneşi sağ elime, ayı sol elime koysalar yine de vazgeçmem. Allah ya onu galip kılar yahut da ben bu yolda yok olur giderim.” (İbn Hişam I, 352)

Cesaret Eğitimi

Ailede alınan eğitim ve çocuğun büyüdüğü çevre, onun ilerideki eğilimlerinin yönünü belirler. Riskten ve tehlikeden hoşlanan bir kişiliğe sahip çocuklar, birer sporcu olabilecekleri gibi rahatça başka yönlere de kayabilirler. Bu durumda hem kendilerine hem de başkalarına zarar vermeleri kaçınılmaz olur. Çocuğun tehlikeye ve riske atılmaya yönelik eğilimlerini doğru yerlere yansıtabilmek her zaman mümkündür. Çocuğun bu özelliği, yeteneklerini geliştirmesi ve kimliğini oluşturması için önemli ve bu yöne aktarılabilir. Buradaki belki de en önemli nokta ana-babanın bu yönlendirmeyi yaparken çocuğu kısıtlamamasıdır. Onları bu tür deneyimlerden uzak tutmaya çalışmak, kendi korkularını onlara yansıtmak anlamına gelir ve bu da çok tehlikelidir. 

Korku, kişinin durumunun bilincinde olduğunu gösterir ve iyi bir şeydir. Bu sayede kişi cesaret kazanır ve kendini kontrol etmeyi öğrenir. Korkunun çok şiddetli ve yoğun bir biçimde yaşanması, tehlikeli durumlarda kişinin kendini kontrol etmesini sağlayan en önemli deneyimlerden biridir. Buradaki düşünce de çocukların kendi kendilerini kontrol etmelerini ve başarı hissini tatmalarını sağlamaktır. Böylece tehlike ve riske atılma duygularını bu şekilde tatmin edebilir ve kendileriyle daha barışık olurlar.

2-3 yaşlarında çocuk; açıp-kapama, itip-çekme, tutma ve salıverme gibi bazı el becerileri geliştirir. Çocuk bu ve benzeri başarılarından gurur duyar. Anne-baba küçük çocuğa yeterli hareket serbestisi tanımalı, becerileri konusunda yüreklendirmelidir. “Yapamazsın, edemezsin” gibi sürekli olumsuz yaklaşımlar ve çocuğun kendi yapabileceklerini onun yerine anne-babalarının yapması, çocuğun cesaretini kırar, utanç ve çekingenlik gelişir.

4-5 yaşlarında çocuk etkin bir girişimcidir. Tehlikeli ya da belirsiz bile olsa arzu ettiği şeylere daha keskin şekilde yönelir; başarısızlıklarını çabucak unutur. Bu yaşta çocuğa; koşmak, bisiklete binmek, kaymak, güreşmek gibi oyunları başlatmada yeterli özerklik verildiğinde girişkenlik duyguları pekişir. Girişkenlik ayrıca; çocuğun sorularını anne-babanın önemseyip cevapladıkları, alaya almadıkları, onu ciddiye alıp tatmin edici karşılıklar verdikleri zaman da gelişir.

Her yaşta çocuğun iş yapıcılığı teşvik edilmeli, başarısızlıklarını telafi imkânı verilmeli, başarı için teşvik edilmeli, beceri ve başarıları ödüllendirilmelidir. Başarılı olacağını bilenler ya da olası olumsuz sonuçları abartmayanlar daha cesur olabilirler.

Cesaret, her şeyden önce insanın kendine güvenmesine bağlıdır. Kendine güven ise kişinin kendisi ve çevresi hakkında olumsuz yargıları olmamasına bağlıdır. Kendine güveni geliştirmenin en iyi yollarından biri, küçük projelerden başlayarak giderek daha büyük projelerle uğraşmaktır. Bu yolla kendine güven adım adım gelişecektir.

Cesaretin en önemli kaynaklarından biri insanın kendini tanımasıdır. İnsan önemli ölçüde kendi yeteneklerini iyi tanıyorsa başarılı olacağına inanır ve hedefine/amacına ulaşmak için cesaretle yola çıkar. Dolayısıyla kendini tanımayan insanlar nerede ne kadar başarılı olacaklarını bilemedikleri için çekingen davranabilirler.

Cesaretin kaynaklarından biri de yapılacak işi /görevi tanımaktır. İş ve görev hakkında yeterli bilgiye sahip olan insanlar son derece hızlı bir şekilde görev için harekete geçerler. Bazen de tersine, iş hakkında eksik bilgi sahibi olmak insanın kolayca harekete geçmesine neden olur. İşin/görevin ne kadar zor olduğunu bilmiyoruzdur; onun için harekete geçeriz.

İşle ilgili bir olasılık da erişilebilir bilginin işin zorluğunu değerlendirmede yetersiz olmasıdır. Bu durumda; “başkası yapıyorsa...” kuramı insana cesaret verir. “Başkası araba sürüyorsa bisiklet sürüyorsa yüzebiliyorsa işletme kurup başarılı olabiliyorsa yurt dışına çıkıp başarılı olabiliyorsa ben neden yapamayayım? Benim ne eksiğim var? Benim de iki kulağım, iki gözüm var.” Bu şekilde düşünen insanların da kolayca harekete geçebildiğini görüyoruz.

Cesaret ile öğrenme tavrı ve kapasitesi arasında da doğrusal bir ilişki vardır. Sürekli yeni bir şey öğrenme isteği olan insanlar zaten önceden birçok şeyi denemiştir. Hem kendileri hem de olası görevler hakkında fikirleri vardır. Yeni bir göreve girişmek için daha cesurdurlar. Bir de öğrenme kapasiteleri olduğuna inananlar yeni şeyi yaparken öğrenebileceklerini düşünürler.

Cesaretin en önemli kaynaklarından biri de bir yönteme/stratejiye sahip olmaktır.