Batı Biliminin Kökeni İslam Bilim Ve Teknolojisidir / Prof. Dr. Zekai Şen

İnsanlığın ulaştığı medeniyet açısından değerlendirdiğimizde, Müslümanların dünyada kurulan medeniyetteki yeri ve konumu nedir?
Medeniyete genel olarak insanlığın ilk zamanlarından beri değişik medeniyetler katkıda bulunmuştur, ama bilim ve teknoloji açısından düşündüğümüz takdirde bir medeniyet vardır ki maalesef kendi öz vatanında bile ihmal edilmiş bir medeniyettir, o da İslam medeniyetidir. İslam’ın dinî yönlerine çok ağırlık verilir ama Müslümanların bu medeniyet vasıtasıyla bugünkü Batı bilimine olan katkıları İslam’ın kendi öz vatanlarında bile tamamen göz ardı edilir.
Medeniyetin medeniyet olabilmesi için her şeyden önce sosyal, kültürel, ekonomik kurumlarının olması lazım ama bunların altında da mutlaka bilimsel bilgi ve teknolojinin olması icap eder. Geçmiş medeniyetlere bilim ve teknoloji açısından bakarsak bugünkü Batı medeniyetine benzerlik arz eden tek bir tane medeniyet vardır, o da İslam medeniyetidir. Ama Batılılar bunu hep eski Yunan medeniyetine dayandırırlar, eski Yunan’dan Rönesans’a atlarlar. Aradaki İslam’ın bilim ve teknolojideki altın çağı hiçbir zaman nazar-ı itibara alınmaz. Medeniyetin bugün ulaştığı seviyeye İslam medeniyetinin çok büyük katkıları olmuştur. Sadece İslam medeniyetinin katkısı olmuştur demiyorum, İslam medeniyeti de önceki medeniyetlerden almıştır, eski Yunandan almıştır. Bakıyorsunuz eski Yunan, Mezopotamya’dan, Mısır’dan almıştır, Babillerden, özellikle Sümerlerden almıştır. Eski Yunan ilk nüve oluşturan bir medeniyet değildir. İlk nüveyi oluşturan medeniyet, tarihin daha eski çağlarında Sümerlilerle başlatılabilir. Medeniyetin gelişim süreci içerisinde en parlak tarih, bugünkü Batı biliminin kökenlerini atan İslam bilim ve teknoloji tarihidir.


KUR’ÂN-I KERİM’İN EMİRLERİ TOPLUMU RUHEN VE AKLEN TETİKLEDİ
İslam, insanlığa vahiyle beraber medeniyet adına şunu da bahşetmiştir diyebileceğimiz neler var?

O zamanki dünyayı şöyle bir düşünelim; Pers İmparatorluğu, Bizans, Hint, Çin gibi gelişmiş ülkeler vardı. İslam, dünya ile ilişkisi olmayan ve cahil bir topluluğa geliyor ve Kur’ân-ı Kerim’in emirleri o toplumu ruhen ve aklen tetikliyor. Ruhen tetiklediği zaman insanlar arasında, yabancılar arasında bile muazzam hoşgörü oldu. Endonezya’dan İspanya’ya kadar yetmiş seksen senede oraları fethetmek bugünkü atom teknolojisiyle bile mümkün değil ama İslam dini bunu gönülleri fethederek yapıyor. Kılıçla yaptı derler, asla kılıçla değil, düşmanlık ederse sen de cevap veriyorsun. Kılıçla olsa o zaman bugün atom bombası kılıçtan daha etkili, hadi dünyayı fethet, yapamıyorsun…
İslam dini vahiyle beraber teknolojinin daha ileri gitmesini bahşetti. Tabi ki dünya bir imtihan yeri olduğuna göre ahiretin mamur edilebilmesi için de her türlü imkânı verdi. Ayrıca bu dünyada medeniyet kurdu. Sosyal kurumlar, camiler, medreseler, hastaneler, rasathaneler, kervansaraylar kuruldu. Bunların hiçbiri önceden hiçbir medeniyette yoktu, bunların hepsini İslam dini bahşetti. Tabi İslam’ın kökeni vahiy olduğuna göre, demek bunların hepsi vahiyden geliyor. Müslümanların bilimde, teknolojide, sanatta yükselmesi vahiyle oldu. Müziğine varıncaya kadar… Bugün gitar dediğimiz enstrüman Müslümanların icadı. Bir daha da vahiy gelmeyeceğine göre o vahyin özünü çok iyi araştırmak ve araştırırken de şartlı olmamak lazım. Çünkü bizde şöyle bir düşünce var; “Din, bilime veya terakkiye engeldir!” Böyle bir şey asla yok, bunlar uydurma klişe laflar.
Vahye, bilim teknoloji ışığını da düşünerek bakmak gerekir, ben böyle bakmaya gayret ediyorum. İslam dini sadece ahiret için gelmiş bir din değil, aynı zamanda bu dünyayı da mamur etmek için gelmiş bir dindir. Allahu Teâlâ “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma…” (Kasas, 28/77) buyuruyor.


BATI, İSLAM MEDENİYETİNDEN BESLENDİĞİNİ DİLE GETİRMİYOR
Medeniyet algısı sadece buluşlar yenilikler üzerinden mi kurgulanır; yoksa ahlak, maneviyat, insanlık, moral değerler, toplumsal düzen medeniyetin unsurları olarak değerlendirilmeli değil midir?

Neden İslam medeniyeti olmuştur, neden eski Yunan medeniyeti olmuştur diye şöyle düşünecek olursak bütün bu gelişmelerin temelinde insanın ruhsal,  ahlakî,  imanî durumları vardır ve bu değişik şekillerde tecelli eder. Mesela eski Yunan’da deriz ki çok tanrıcılık vardı, ama o medeniyetin esas medeniyet olmasını temin eden mesela bir Sokrat’a bakalım, bir Eflatun’a bakalım veya Thales gibi bir takım isimlere baktığımızda bunların hepsi tekliğe geliyor. Sokrat ve Eflatun gibi bazıları maneviyat olarak tekliğe geliyor; bazıları da maddî olarak tekliğe geliyor. Mesela Thales diyor ki dünyada bulunan her şey sudan halk olmuştur; bir diğeri ateşten olmuştur diyor; bir diğeri topraktan olmuştur diyor.  Böylelikle eski Yunan medeniyetinde “anasır-ı erbaa” denilen su, toprak, hava, ateş... Bunlar günümüzde de önemli.
Bilimsel ve teknolojik gelişmelerde maneviyat ve ahlak çok çok önemlidir. İslam dini bilim ve medeniyetle hemen buluşmuştur. Semavî dinlerin hiçbirisi İslam medeniyeti gibi 50–60 senede bilim ve teknoloji ile hemen kucaklaşmamıştır. Hristiyanlıkta 16. yüzyıla kadar bilimsel gelişme yok. Aynı zamanda daha da eski bir semavî din olmasına rağmen Musevilikte de bilim ve teknolojide hiçbir temel yok. Esas temeller İslam medeniyetinde var. Tabi İslam medeniyeti de eski medeniyetlerden ayrım yapmaksızın alıp kendi içinde damıtıp onu insanlığın hizmetine sunulabilir bir bilgi düzeyi ve teknolojik buluşlara kapı aralayacak şekle getirmiş ve özellikle Batı medeniyetine aktarmıştır. Batılılar da hiçbir zaman İslam medeniyetinden aldık demezler, eski Yunan’dan aldık derler. Çünkü İslam medeniyeti deseler, insanların zihinlerinde neler uyanır...


İSLAM DİNİ, BİLİM VE TEKNOLOJİYLE KUCAKLAŞMIŞ TEK SEMAVÎ DİNDİR
İslam medeniyetinin yükselişinde ve çözülürken kırılma noktaları nelerdir?

İslam medeniyetinin yükselişinin temeli her şeyden önde “iman kuvveti” ve sadece Allah’ın rızasını kazanabilmek için çalışmaktır. Hadis-i şerifte “İnsanların en hayırlısı insanlığa hizmet edendir.” buyrulur. Dikkat edin “Müslümanlara hizmet eden değil” “insanlığa hizmet eden”. Bu durumda insanlığa nasıl hizmet edeceksiniz? Eğitim, sağlık vb. alanlarda hizmet edilir.
Tarihe baktığımızda İbni Sina, Zekeriya er-Razi gibi büyük isimler var. İslam medeniyeti eğitime çok önem vermiştir. Hangi medeniyette daha önceden medrese vardı?
Medreseler, üniversitelerin nüvelerini teşkil etmiştir. İslam medeniyeti, insanlığı bilgi ile rahatlatarak hizmet ediyordu; bu bilgi sadece dinî bilgi değildi. Onun ötesinde bir de şifahaneler vardı. Bunlar daha önce hiçbir medeniyette yoktu, sadece İslam medeniyetinde vardı.
Medeniyetin medeniyet olabilmesi için bugün bile etkinliğini gösteren uzay araştırmaları, rasathaneler hiçbir medeniyette yoktu. Eski Yunan’da rasathane mi vardı, yoktu; İslam medeniyetinde vardı. Bu da İslam’ın hem dünyevî hem uhrevî hedefinin sonucu olarak ortaya çıktı. Hem Allah rızası düşüncesi hem de Peygamber Efendimiz’in ortaya koyduğu eğitim anlayışı Müslüman olan Araplarda muazzam bir kırılma noktası oluşturdu. Bunlar nerede oluyor? Dünyanın en geri diyeceğimiz, kuş konmaz kervan geçmez dediğimiz bir yarımadada oluyor. Ondan sonra neden negatif kırılmalar oldu diye soracak olursak, tarihe baktığımızda değişik sebepler arasında şunlar vardır:  O zamana kadar bütün ticaret yolları bütün ulaşım yolları Müslümanların elindeydi. Osmanlılar zamanında Viyana aşılıp Endülüs’e kadar gidilebilseydi daha başka bir dünya ortaya çıkabilirdi. Ama Batılılar da denizlere açıldılar, yeni birtakım yollar keşfettiler, böylelikle ticaret yolları değişmiş oldu. Onun ötesinde Avrupa çok şanslı oldu. Mesela Avrupa’da ne hür düşünce vardı ne temizlik vardı ne insan hakları vardı…
Ama bir bakıyorsunuz ki hemen İspanya’da Endülüs diye bir devlet var ve her türlü hür düşünce var, Kuzey Afrika’daki İslam ülkelerinde her türlü hür düşünce var, her türlü hesaplamalar var. Bugün kullandığımız rakamlar bile Müslümanların rakamlarıdır. Bugün bizim öğrencilerimiz nasıl Batı’ya gidiyorsa o zaman da Avrupa’daki öğrenciler İslam ülkelerine, Endülüs’e geliyordu. Oradaki hür düşünceleri görerek bunu kendi ülkelerine götürdüler. Maalesef daha sonra İslam toplulukları arasında çıkan birtakım sürtüşmeler oldu. Ama kırılma noktasının sebebinin dünya ve ahiret ilminin ayrılması olduğu söyleniyor; tabi bunun etkisi az da olabilir.
Esas sebep, dünyada ulaşım yolarının değişmesidir. Daha sonra da Müslümanların, çok parlak devrin vermiş olduğu bilginlik ve üstünlükle zamanla İslam’ın özünden uzak kalmaları kırılma sebeplerinden bir tanesidir. Ahlakî, ruhî ve imanî boyutta bakacak olursak İslam’ın ilk nazil olduğundaki ruh ile çalışabilsek bambaşka olur. Günümüzde seküler denilen hale geldik.
Avrupa’nın dine karşı olması lazımdı, daha doğrusu kiliseye karşı olması lazımdı. Ama o bizde bir şekilde dine karşılık diye lanse edildi ve dolayısıyla dinle bilim birleşemez diye bir şey ortaya çıktı. Bu, İslam dini için hiçbir zaman varid değildir. İslam dini bilim ve teknolojiyle kucaklaşmış tek semavî dindir.


İSLAM NAZİL OLMASAYDI İNSANLIK BUGÜNKÜ BİLİM SEVİYESİNE GELEMEZDİ

Ayette  “O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir millet için ibretler vardır.” (Nahl, 16/12) buyruluyor. Aklı ön plana çıkaran pek çok ayet var.
Günümüzde İslam’ın bilim ve teknoloji yönlerinden ziyade ruhanî yönlerine, “öbür dünyada nasıl kurtulurum” yönlerine ağırlık veriliyor. Evet, doğru ama tek yol değil, aklın da mutlaka devreye girmesi lazım.
İlk Müslümanlar nasıl başarılı oldu, zirvelere nasıl ulaştı? Daha 750’li yıllarda Câbir bin Hayyân kimyada nasıl dünyada tek oldu? Cebrin babası olan El-Harezmî bütün dünyada zirveye nasıl çıktı? Avrupa’nın bile “şimdiye kadar dünyada gelmiş geçmiş on dehadan birisi” dediği El-Birûnî’yi Türkiye’de kaç kişi biliyor? Bu isimler zirveye çıkmış isimler. Felsefe ve bilim alanında saymakla bitmeyecek kadar çok düşünür çıkmış.
Bediüzzaman El Cezerî Cizre’de yaşamış. Biz öyle hale getirilmişiz ki bilim teknoloji dersinde El-Cezerî’nin kitabını açıyorum, Arapça yazıları görünce öğrenciler “Bu Kur’ân-ı Kerim.” diyorlar! Biz öyle hale gelmişiz ki “Arapçayla bilim olmaz, bilim sadece Latinceyle olur, Batı kültürüyle bilim olur, eski Yunan’dan gelen bir şeyle olur” zannediyoruz. Aslında İslam nazil olmasaydı insanlık bugünkü bilim seviyesine gelemezdi. Bu benim fikrim, ben bunu Avrupalılarla çok rahat tartışırım ama Türkiye’de tartıştığın zaman hemen eleştiriler olur. Olsun, biz gene de söyleyelim.


Bilim tarihinin yazılması konusunda, günümüzde ve geçmişte bu konuda yanlış yaygın bir kanaat mi var? Bilim tarihinde Müslüman alimler yeterince ön plana çıkarılmadı mı?
Öyle bir hale getirildik ki hani “bakardır ama kördür” denir, biz de bakıyoruz ama körüz. Kendi kültürümüze küfreden, kendi kültürümüzü aşağılık gören, geçmişimizi bilmeyen bir duruma geldik.
Öyle olunca da insan bebek gibi oluyor, fazla düşünce yok, ne şırınga edilirse onu alıyor. “Eski Yunan eski Yunan” deyip duruyorlar. Eski Yunan ilmi, özgür düşünceyi nereden almış?
Bir hadis-i şerife göre, para bulsan mal bulsan sahibini araştırman lazım ama bilgi bulduğun zaman sahibini araştırmayacaksın, yeter ki insanlığa hizmet et.
Bizim gibi İslam ülkelerinde bugün dahi hiç değer verilmeyen bir düstur.
Bugün dahi bir bilim adamı Amerika’ya gitmeden saygınlık kazanamaz, kesin söylemeyeyim ama zor kazanır. 
Amerika’ya gidecek, biraz yabancı dil öğrenecek, bilgisi olmasa bile buraya gelecek, bitti; saygınlık kazandı(!)
Bu memleketin öz evlatları kendi üniversitesinden yetişse…


HİÇBİR MEDENİYET KENDİ DİLİ OLMADAN BİLİM VE TEKNOLOJİDE GELİŞEMEMİŞTİR

İngilizceyi öyle bir hale getirdiler ki İngilizce bilmeden üniversitende bile akademik kariyer yapamıyorsun…
Tabi, medeniyetin en önemli faktörlerinden birisi dildir. Dünyada hiçbir medeniyet kendi dili olmadan bilim ve teknolojide gelişememiştir. Türkiye, İngilizceyle gelişmek istiyor. Hayatta gelişemeyecek, asla gelişemez. Kaynakların ana dilde olması lazım. Biz şimdi İngilizce öğreniyoruz, demek ki biz Batı kültürünü alacağız, olmaz. Tercüme büroları olacak, herkesin dil bilmesi gerekmez.


HANGİ MEDENİYET KAPISINI BİLİME AÇARSA BİLİM O MEDENİYETE GİDER!

Tarihte Batı’ya baktığımızda Doğu medeniyetinin kaynaklarını tercüme ettiğini görüyoruz.
Eski Yunan diyelim çünkü oradan başlatıyorlar. Eski Yunanlılar seyahat ettiler ve Girit’e, Mısır’a, Mezopotamya’ya gittiler. Büyük İskender MÖ 320–350 yıllarında Hindistan’a kadar gitti, oradaki bütün bilgileri aldı ve Yunancaya tercüme yaptırdı. Yunan’dan sonra dil düşmanı Roma imparatorluğu geldi; Latince Yunancaya düşmandır. Eski Yunan milatla beraber bitti, sonra Roma başladı, yüzlerce sene devam etti. Roma, hiç tercüme yapmadı çünkü kitaplar Yunancaydı. Ama İslamiyet gelince Yunancayı aldı Arapçaya çevirdi ki aydınlara değil herkese bir hizmet olsun. Kaynaklar Yunanca diye Yunanca eğitim yapmaya kalkmadı, Arapçaya çevirmeyi tercih etti.
En ilginci Batı medeniyeti kesinlikle eski Yunan’ı dahi Müslümanlardan aldı. Çünkü Aristo’nun ve birçok eski Yunan düşünürün kitaplarının Arapçası var. Neden Arapça eserler var? Çünkü Yunanca yazmak zordur, Latince yazmak da zordur ama Arapça çok seri şekilde yazılır, onun için nüshalar vardır. On tane nüsha var; Kahire nüshası, Oxford nüshası… Arapça nüshalar çoğaldı, çünkü Latin ve Yunan harfleriyle yazmak çok zordu. Hal böyle olunca Batılılar yine de Latinceye çevireceğiz dediler, çünkü Katolik dünyasında Latince hakim oldu. Latinceye çevirince İngiliz dedi ki, olmaz benim gencim İngilizce biliyor;  Fransız dedi ki, olmaz benim gencim Fransızca biliyor. Kültürel çerçevede bütün Batı’nın gelişmesi yine kendi dilleriyle olmuştur ama bizim ülkemizde bugün Türkçe revaçta değil, bütün müesseselere İngilizce giriyor!..
Türkçe 900 yılından önce de vardı ama İngilizce yoktu. Biz canlı dilimizi çöpe atma yolundayız. Şekil, görünüş, makyaj olarak ileriye gidiyor gibi görülebiliriz ama gerçekte öyle değil. İslam dünyasında bilim ve teknolojinin gelişmesi için mutlaka ve mutlaka her İslam ülkesi kendi diline önem vermesi lazım. Ama tarihte olduğu gibi İslam’ın bilime hiçbir zaman karşı olmayıp aksine bilimle el ele giden bir din olduğunu da hiç unutmamaları lazım. Eğer ispat istiyorlar ise bilim tarihine baksınlar.
Bizde siyasî tarih okutulur; ben lisedeyken Roma tarihi, Batı tarihi okutuluyordu. Nedense bilim tarihi okutulmaz, şimdi yeni yeni başladı; orada da eski Yunan,  Rönesans okutuluyor. Batı nereden aldı bunu? Dolayısıyla bilim teknolojide bir süreklilik vardır. Hangi medeniyet bilime hoş geldin derse bilim o medeniyete gider. Bizim medeniyetimiz hoş geldin demişti ama son üç yüz yıldan beri bilimle hiç ilgilenmedik, bu nedenle de geri kaldık.


KENDİ ÖZ EĞİTİM SİSTEMİMİZİ OLUŞTURMALIYIZ
Türkiye’de gerek eğitim sisteminde gerek ARGE çalışmalarında bilim üretimi sürecinde ne tür eksiklikler olduğunu düşünüyorsunuz?

Öz kaynaklara giderek araştırmıyoruz, geçmişimiz neydi, bilim tarihinde bilim teknoloji nasıl oluyordu diye bakmıyoruz. Şimdi yaptığımız şu: Mesela bir olay var, hemen Batı’daki olanı şablon olarak alıyoruz. Kültür çok önemli, medeniyet çok önemli. Ne kültürümüze bakıyoruz ne medeniyetimize bakıyoruz. Bugün üniversitelerde yapılan müfredatta kültüre mi bakılıyor? Ancak Batı kültürüne,  medeniyetine bakılıyor, orada ne yapılıyorsa aynısı alınıyor. Aslında eğitim sistemini öyle bir değiştirmeliyiz ki birçok yeri Batı’ya hiç benzemesin. Dolayısıyla kendi öz eğitim sistemimizi oluşturmalıyız. Müfredata bu memlekete yarayacak konular alınmalı. Tabi uluslararası ilişkileri de unutmamalı.


BİLGİ İSLAMÎLEŞTİRİLEBİLİR Mİ?
Bilginin İslamîleştirilmesi gibi yayınlar da görüyoruz… Bilimsel birikim açısından baktığımızda insanlığın birikimi İslamîleştirilmeye ya da ayrıştırılmaya ya da ötekileştirilmeye müsait midir ve doğru mudur?

Dinî bilgiyi kastediyorsak olur. İslam dininin kendi bilgisi var ama bilimsel ve teknolojik bilgi dediğiniz zaman olamaz. Çünkü bilim ve teknolojinin gelişmesi eski devirlerde bile vardı, hele teknoloji çok daha eskiden gelişti. Dolayısıyla bilginin İslamîleştirilmesi diye bir şey olamaz ama şu olabilir: Bilginin İslamîleştirilmesinden ziyade Kur’ân-ı Kerim’de “akletmez misiniz, yorumlamaz mısınız?..” gibi uyarıları da devreye sokarak İslam’ın ışığı altında aklımızı kullanıp bilgilere ulaşabiliriz. Bu, faydalı bilgiye ulaşalım demektir. Batı şimdi durmadan insan öldürecek şeyler icat ediyor, faydasız bilimlerle de uğraşabiliyor. O açılardan bilginin İslamîleştirilmesi diye bir şey asla olamaz. Kişilerin kendi nefslerini İslamîleştirip ona göre bilim yapması derseniz, bu olur… Hangi dinden olursa olsun insanları Allah yarattı, hepsine akıl verdi, dolayısıyla onlar bu bilgileri kullanacaklar.


FELSEFE VE MANTIKSIZ NASIL BİLİM YAPILABİLİR Kİ?
Felsefe ve mantıkla bilimin irtibatı kavramsal olarak nasıldır? Tefekkür etmek ya da felsefe üretmek, bilimsel üretimi nasıl etkiliyor? Açmazlarımız nelerdir?

Türkiye’deki üniversitelerde iki şey vardır ki herhalde bu memleketin gelişmemesi için planlanmıştır. Birincisi,  sayısal olan bölümlerde felsefe ve mantık diye bir şey yok. Felsefe ve mantıksız nasıl bilim olabilir ki? İlahiyat fakültelerine bakıyoruz, felsefe var, mantık var ama bu sefer de matematik yok, fizik yok… Demek ki bir taraf hep sözel öbür taraf da hep sayısal. Peki esas nedir, bütün bilginin kökeni nedir? Bilgi düşünceden çıkar. “Düş” ne demek? Türkçe “hayal görmek” demek. Hayal göreceksin, hayalsiz bilim bile olmaz. Biz sevgiliyi hayal ederiz, bilim de böyle sevgililerden bir tanesi. Tabi Allah sevgisi zirve nokta. Hayal olması lazım yani tahayyül olması lazım. Bizde öğretilen ise “Bilimde tahayyül olmaz!”
İkincisi tasavvur olması lazım yani şekil bilgisi, tasarım olması lazım. Zihninde bir şeylerin şeklini canlandıracaksın yani geometri… matematik bile değil.
Sayısal üniversitelerde çok matematik var, geometriye önem vermek lazım, teknik şeyler hep geometri ile gelişmiştir. Geometri şekil bilgisidir. Üçgen diyorsun bir tane şekil çiziyorsun, sözeli bir şekle getirmiş oluyorsun. Her şey sözden çıkar, işte söz felsefedir. Bizde felsefeye karşı olanlar var. Ben din felsefesi demiyorum ki, bilim felsefesi kesinlikle olması lazım. Mesela şimdi pek çok doktora yapan var, Amerika’dan gelmiş, doktora yapmış ama felsefeyi kaç kişi biliyor. Mantık ve felsefe çok çok önemlidir. Mantığın esas babalarından bir tanesi eski Yunan’da Aristo, bir de Farabi var; kaç kişi biliyor Farabi’yi? Farabi Aristocudur ama onu da tenkit etmiştir, şerhler koymuştur. Farabi’nin çok güzel görüşleri var, kaç kişi biliyor? Mesela üniversitelerimizin isimlerinde İslam düşüncesinde olan eski isimlerden bir tanesi yok? Yunanistan’da Sokrat Üniversitesi var, Aristo Üniversitesi var. Türkiye’de ne var? Farabi Üniversitesi var mı, İbni Sina Üniversitesi var mı, El-Birunî üniversitesi var mı, El-Cezerî Üniversitesi var mı? El-Cezerî desen gençler araştıracak ve diyecek ki “İslam dini teknolojiye karşı değilmiş, din değil Müslümanlar yani şahıslar yozlaşmış.” 
Yozlaştırılan desek, bir ölçüye kadar doğru olabilir. Yozlaştırılmış demek, suçu başkasına atmak gibi oluyor. Tabi hiçbir bilgi verilmezse yozlaştırılmış oluyorsun ama bugün artık bir kimse bir kimseyi yozlaştırmak istese bile dünyada internetinden tutun da her türlü yayın var.
Bir de en önemli şey, yaptığını Allah rızası için yapabilmek. Müslümanların sayısı çok arttı ama maalesef kalitesi çok düştü, nicelik çok ama nitelik az. İslam dünyası eğer Kur’ân-ı Kerim ve sünnete gerçekten sarılmış olsa dünyanın hali bambaşka olur. Batılıların tek amacı var: İslam dünyasının bir araya gelmemesi. Zaten İslam dünyası birlik olmadığı için Batı çok rahat.


İSLAMİYET'TEN NE KADAR UZAKLAŞIRSAK BAŞKALARINA O KADAR BAĞIMLI KALIYORUZ
Osmanlı, İslamiyet’e göre hareket etti ama bir noktayı özellikle 1576 yılından sonra unuttu. Tophane’de dünyanın en modern rasathanesi kurulmuştu. İslam dünyası rasathanesiz olamaz, yani bugünkü manasıyla NASA’sız olamaz. 1576 yılında rasathaneyi topla tüfekle taş taş üzerinde kalmayacak şekilde bombaladılar, daha sonra İslam dünyası akılcı yönlere ağırlık vermedi. Halbuki Rönesans 1600’de gerçekleşiyor. 1580’de Tyco Brahe, Danimarka’da bir adada buradaki rasathanenin aynısını kurdu, ilerlemeye başladılar. Onlar kiliseyi dışladılar. Onlar kiliseden ne kadar uzaklaşırlarsa o kadar hür oluyorlar; biz ise İslamiyet’ten ne kadar uzaklaşırsak başkalarına o kadar bağımlı kalıyoruz. Başkalarına bağımlı deyince de “Abdullah” yerini “abdulabd” almış, yani “Allah’ın kulu” olmak yerine “kulun kulu” olmak diye bir şey ortaya çıktı. Bakın etrafınıza siz de görürsünüz… Müslüman olmak yetmez, ikincisi mümin olacak, o da yetmez. Türkiye’nin %99’u Müslüman, ne kadarı mümin söyleyemiyoruz, ne kadarı muhsin? Yani her işini Allah seni görüyormuş gibi yapacaksın. O zaman ahlaksızlık, çalma çırpma, rüşvet vs. yapamazsın. Müslümanlar, Allah beni görüyor diye düşünebiliyor ama onu kalbine indirmemiş. Aklınla hareket ediyorsun ama aklın tehlikesi burada. Akıl tek başına yetmez, akıldan geçen bir şey kalpte tasdik olacak. Kur’ân’da “efelâ te’kilûn” (Hâlâ düşünmeyecek misiniz?) buyruluyor ama düşünceyi kalbe tasdik ettireceksin. Esas bilgi Allah Azze ve Celle’nin elinde, oraya giden yolun mutlaka kalpten geçmesi lazım. “Akıl”sız hiç olmaz ama sırf “akıl” ile de olmaz. “Akıl”sız hiç olmaz çünkü hadis-i şerifte “Aklı olmayanın dini olmaz.” buyruluyor. Demek ki akıl kesin olacak, akıldan kalbe şimşekler gidecek, çakacak, o zaman bambaşka…
Batılı birisi bir yerde dedi ki “Niye domuz eti yemiyorsun, biz yiyoruz bir şey de olmuyor.” Şöyle cevap verdim “Allah emrettiği için yemem, Allah emretti ya, bitti. İnsan böyle rahat ediyor.
1996’da Ankara’da bir toplantıdayız, o zamanlar Teknik Üniversite Meteoroloji Bölüm Başkanıyım. Bir davete gittik. Birileri dedi ki orada çok iyi Müslüman birisi de var. Garson geldi, genel müdüre sordu, ne alırsınız? Genel müdür, içki, dedi. Oradaki o adama sordu. Adam “Bana dokunur, ben bu gece almayayım.” dedi. Bana sorunca “İnancıma dokunur, içki istemem.” dedim, herkes de duydu. O arkadaş daha sonra bana gelip “Ben yalan söyledim, inancımdan demedim, bana dokunur dedim” dedi. “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.”
Dolayısıyla Müslümanlar nicelik olarak çok ama nitelik olarak görüyorsun böyle oluyor. İslam’ın ruhunu yaşamadıktan sonra…
Onun için İslam’ı Kur’ân’a ve sünnete uygun yaşamak gerekir.