Kur’ân ve hadis-i şerifler göstermektedir ki İslam dini kâmil mükemmel bir dindir. Eksiksiz bir şekilde tamamlanmıştır. Bu anlamda uzuvları tamam olan bir insana benzer. Yani İslam dini omurga ve temel meseleler bağlamında her uzvu yerli yerinde kusursuz bir insan gibidir.
Mesela gözü görmeyen, kulağı işitmeyen, burnu koku almayan insanlar insandırlar ama eksiktirler. İslam’ın da her prensibi böyle bir uzuv gibidir. Bazılarını yok kabul etmek, inkâr etmek veya görmezden gelmek o dini kusurlu eksik hale getirir. İslam inanç noktasında bu eksikliği kabul etmez, o tür kişileri iman dairesinden dışarı atar. Yaşama noktasında ise bu eksiklikler anlaşılabilir ve tolere edilebilirler. Daha açıkçası insanlar teoride İslam’ın her şartına iman ederler ama pratikte nefsi yüzünden, acizliğinden vs. sebeplerden dolayı ancak bir kısmını hayata geçirebilirler… İleride hepsini yapabilme üzüntüsü içindedirler, bunun farkında olarak tövbe ederler. Rabbimiz işte bu hususta son derece toleranslı ve affedicidir. Ama bu dinin bir kısmını saklamak, noksan göstermek, görmezden gelmek veya iptal etmek kulların boyunu aşar. İşte bu konu çok tehlikelidir.
Kur’ân, eski dönemlerde kitabı bilen din adamlarının ellerindeki kutsal kitaptan bazı şeyleri böyle sakladıklarını söyler. Ve bunların şiddetle cezalandırıldıklarını bildirir. Allah’ın gazabını şiddetle çeken dini yaşamadaki eksikliklerimiz değil ama dini kafamıza göre eksiltmemiz ve buna yol açmamızdır. İşte bu önemli konu üzerine mümin kardeşlerimize bir uyarı, bir hatırlatma yapmak isterim ki bu konuda yanlışa, hataya düşmesinler. “İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” sözü çok yerinde geçerli bir sözdür. İnsanoğlu zaman içerisinde yaşadığı gibi inanmaya ve bazı gerçekleri unutmaya, görmezden gelmeye başlayabiliyor. Bu konu ile alakalı söylenecek çok şey var ama özellikle günümüzde en çok ihtiyaç duyulan bazı konularda hatırlatma yapmak isterim.
Birincisi, Müslüman ülkelerde yaşanan acı olaylara, insanlık dışı zulüm, katliam ve işkencelere karşı Ümmet-i Muhammed’in tepkisindeki yetersizliktir. Hatta bu durumu neredeyse hiç görmeyen fark etmeyenler var... Müminlerin ve onlara önder ve rehber konumundaki hocaların talebelerini sadece şahsî ibadetlere teşvik etmesi, böylece sorumluluktan kurtulabilecekleri, hatta çok yüksek makamlara çıkabilecekleri mesajlarını vermesi yeterli değildir. Daha açığı bu tutum, vebali büyük bir gaflettir. Tabi böyle olmayan liderler ve hocalara ve müminlere bir sözümüz yok... Herkes kendi vicdanında bunun muhasebesini yapmalı. Ayet-i kerimede mealen Rabbimiz buyuruyor: “Size ne oluyor da Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (Nisa, 4/75)
Evet, Küreselleşen bir dünyada yaşıyoruz. Dünya üzerindeki tüm olan bitenden anında haberimiz oluyor. Bir şehir ahalisi hatta bir mahalle komşusu gibi olduk. Komşularımız olan Müslüman ülkelerde kan, gözyaşı eksik olmuyor. Kadınların, çocukların ırzlarına geçiliyor, asılıyor, işkence yapılıyor, toplu olarak yakılıyor, katlediliyor vs. Yani bir gün yok ki, dünya Müslümanlarının üzerinde müşriklerin sahabeye yaptığı işkencelerin bin beterine şahit olmayalım. Efendimiz buyuruyor ki:
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”
Efendimiz’in (sav) bu güzel teşbihinde ifade ettiği üzere, bir organdaki küçük de olsa oluşan rahatsızlık, vücudun diğer bütün organlarını hiç şüphesiz etkileyip rahatsız eder... Bu ve benzeri hadis ve ayetlere bakınca İslam dünyasını bir bütün kabul edip, o şekilde tavır almak, mevcut olayları o gözle takip edip değerlendirmek gerektiği açıkça görülüyor.
Hal böyle olunca Müslümanlar çevrelerindeki büyük rahatsızlıkları nasıl görmezden, duymazdan gelebilir ve bunun için bir şeyler yapabilme sancısını en azından içinde taşımadan bu ayet ve hadislerin tehditlerinden kendilerini nasıl kurtarabilirler?
Âlim, hoca vs. olmamız bizi bu tehditten kurtarabilir mi?
Bu şartlar altında bizim kanaat önderlerimiz, hocalarımız, rehber kabul ettiğimiz âlimlerimiz, cemaat liderlerimiz, talebelerine sadece şu kadar namaz kıl, şu kadar tespih yap, evliyasın falan derler ve bu konuda şuur vermezlerse nasıl olacak?
Şimdi el insaf, Rabbimiz âlemin her tarafını aynı anda görüyor…
Yani sen, “Allah Allah” diye zikrederken ve bilmem hangi yüce makamlardayım acaba diye kendine hüsnü zan ederken, aynı zaman diliminde Arakan’da, Filistin’de, Suriye’de işkenceye, tecavüze uğrayan ve bağırıp yardım isteyen Müslüman anneleri, genç kızları ve çocukları da görüyor… Ve üstelik yukarıda zikrettiğimiz Nisa suresi 75’inci ayeti ile de ciddi bir şekilde uyarırken.
Evet, biraz empati yaparsak ne kadar vahim bir durumda olduğumuzu görürüz…
Elbette biz zikir, fikir vb. nafile ibadet düşmanı değiliz, bunlar elbette lazım; ama sadece bunları yaparak bu önemli sorumluluktan kurtulamayacağımızı da görmemiz lazım. Yani ibadetlerimizin yanında zulüm içindeki kardeşlerimizin acılarını içimizde bir yangın gibi taşıdığımız yüreklerimiz de olacak. Bu hassasiyetler de olacak ki onlara yardım edebilelim. Onlar için ağlayarak dualar edebilelim. Ve şimdilik elimizden çok fazla bir şey gelmeyen bu günahımızı affetmesi için Rabbimiz’den bağışlanma dileyelim. Bu Müslüman kardeşlerimizin imdadına yetişebilmek adına bir hizmet ve yardım şuurunu en azından içimizde taşıyıp büyütelim. Veya en azından şu hadis-i şerifin işaret ettiği gibi hiç olmazsa bu zulme karşı içimizdeki kin ve buğzu diri tutalım.
“Bir kötülüğe şahit olan, gücü yettiği takdirde onu eli ile düzeltsin. Buna gücü yetmez ise dili ile düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbi ile o kötülüğe karşı tavır koysun. Kaldı ki bu durum da imanın asgarî gereğidir.” (Müslim)
İkinci olarak ehl-i küfrün Müslümanlar üzerindeki bu zulmü, Müslümanlardan korkusu olmamasındandır. Bunun en önemli nedeni ise asgari müştereklerimizin bizi bir yapmaya yetmiyor, teferruatlarımızın bizi birbirimize düşman ediyor olması...
Sayıca üstünüz, yer altı zenginlikleri olarak üstünüz, imanca üstünüz ama büyük bir eksiğimiz var. Birliğimiz beraberliğimiz yok. Bir birleşebilsek önümüzde durabilecek güç kalmayacak… Bu nedenle dış mihraklar ustaca ayrılığımızı körüklüyor, aramızdaki bağları, ipleri koparıyor. Bizler de kuzu kuzu bu oyunlara yıllardan beri gelmeye devam ediyoruz. Müminler kardeştir ayetini bir kenara bırakarak mezhepsel kardeşlikler, etnik köken kardeşlikleri, kabile kardeşlikleri, cemaat kardeşlikleri icat ediyor, parçalanıyor, zayıflıyoruz. Daha da ileri gidiyor, birbirimize düşerek birbirimizi vuruyoruz. Ehl-i küfür sadece sevinçle ellerini ovuşturarak bizlerdeki bu akıl tutulmasının keyfini sürüyor. Uyandırmamak için de fitne ateşimize durmadan yeni maddeler ilave ediyor.
Evet, Müslümanlar olarak güçlü bir şekilde artık birleşmeliyiz sloganını bayrak yapmalı ve bu uğurda mücadele etmeliyiz. Bunun için, içimizdeki ayrılık fikirlerinden rahatsız olsak bile onları ileride rahatça konuşabileceğimiz, diyaloglarla çözebileceğimiz geniş ve rahat zamanlara bırakmalı ama şimdi sadece birlik olmalı, güçlerimizi birleştirmeliyiz…
Ehl-i küfrün sağanak sağanak gelen saldırılarını durdurmak için, akan Müslüman kanlarının, tecavüze uğrayan annelerin, işkencelerle öldürülen minnacık yavruların dramlarına engel olmak için şimdi sadece birleşmeliyiz başka konuşacak bir şey yok…
Daha ne diyelim! Allah (c.c.) Müslümanlara en kısa zamanda akıl, basiret, feraset versin, birlik, beraberlik şuuru versin demekten başka…
Allah’a (c.c.) emanet olun.