Hayatın en büyük gerçeği ölümdür. Çünkü insanlığın itiraz etmeden ittifak ettikleri en bariz ve kaçınılmaz olaydır. Ölüm sonrası hayatın meyveleri ise dünya hayatında ekilen amellerdir ve bu amellerin nihai ve sınırsız faydaları da ebedi hayat dediğimiz ahirete yöneliktir. Ahiret hayatının ve ebedi mutluluğun kazanılması ise bu amellerin sadece ve sadece Allah (Celle Celalühu) katında kabul görmesine, Allah'ın rızasına bağlıdır. Öyleyse amellerde ölçü, Allah'ın rızasının kazanılmasıdır.
Allah'ın rızasını kazanmaksa ihlasla yapılan amellere bağlıdır. "Kişinin kalbinde nefis hastalıkları, kalp marazları varken yapılan ibadet, insanı ilerleteceğine geriletir." buyuran İmam-ı Gazali Hz. bu sözüyle ihlasla yapılan ibadetlere ne güzel işaret etmektedir. Nitekim pek çok ibadette de insan nefsinin tatmin payı vardır. Riya gibi, kibir gibi, ucb gibi...
"Ben insanları ve cinleri ancak ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat-51) buyuran Allah (C.C), ilim kapısından geçen insana "Rabbini hamd ile teşbih et; O'ndan bağışlanma dile. Çünkü O tevbeleri daima kabul edendir." (Nasr: 110) ayetiyle de izzet ve kemal kapısı olan tevbeyi açmaktadır. Çünkü kul günah işleyebilir ve günahtan rücu etmesi de tevbeyle mümkündür. Tevbeden sonra ise insanın, ibadetin hakikatine varması ve Allah'a iyi bir kul olmasına dünyası, nefsi, şeytan ve insanlar perde olma durumundadırlar. Sonraki perde ise rızık korkusudur. Engellerinden sıyrılıp ahiretini kazanma mücadelesi veren insan için Resulullah (SAV); "Mahşer gününde insanların üç probleminin çözümü yapılır. İyilikler problemi, günahlar yani kötülükler problemi, nimetler problemi." hadisiyle insana mahşerdeki hesabı anlatmaktadır. Ve kıyamet günü hesap görülürken, kulun yaptığı iyilikler, Allah'ın verdiği nimetlerin karşılığı sayılır ve Allah-u Azimüşşan'ın nimetleri ile karşılaştırılır.
Nimetler ise Allah-u Teala'nın "Benim nimetlerimi siz saymakla başa çıkabilir misiniz?" (İbrahim-14) ayetinde bildirdiği üzere, hep iyiliklerin üstüne çıkar. Nitekim Allah'ın (CC) nimetlerini saymaya ne güç yeter, ne de idrak etmeye kuvvet vardır, ne de ilmen hissedebilmeye insanlarda ilim vardır. Hiç bir nimetin hakkını ödemek, insan için mümkün değildir. Öyleyse kulun ibadetleri izzeti ve kulluk şerefi içindir. Bunu da yapamayan insan, insanlıktan uzaktır. İşte
insan ancak kendi izzet ve şerefi gereği yapabildiği ibadeti ile, Allah (CC) karşısında kendinde varlık görüp amellerini beğenmesi, nefis hastalıklarından olan ucupla kendini gösterir. Ucub, Kur'an ve sünnetle sabittir ki, kötü görülmüş, zemmedilmiştir.
Nitekim Resulullah (SAV); "Doğru olan yolu arayınız. İfrad ve tefridden kaçınınız. Birbirinizi cennet ile müjdeleyiniz. Zira hiç kimse ameli ile cennete girmeye hak kazanamaz." Oradakiler; - Sen de mi Ya Resulallah? dediklerinde, Resulullah (SAV); - "Ben de amelimle cenneti hakedemem." buyurdu. Yüce sahabi kadrosu, Huneyn gazası öncesinde, bu gazada sayı yönünden sıkıntımız yoktur diye düşünmüş ve çok zor anlar yaşamışlardı. Ve sonuçta da Allah (CC); "Huneyn günü, çokluğunuz o zaman size ucb vermişti de bu, size bir şeyi gidermeye yaramamıştı." (Tevbe-25) buyurdu. Ashabın bu tarzda uyarılmasına yol açan hatanın, günümüz müslümanında ne boyutlarda olduğunu ve ne denli vahim sonuçlara yol açtığını düşünebiliriz.
Allah (CC), kafirlerin ucbuna işareten de; "Onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi." (Haşr-2) buyurmuştu. Ayetlerden anlaşıldığı üzere "amelinde kendini beğenen insan" yanılgılarına devamla "hatalı amellerinde bile kendini beğenme durumundadır".
Hadis-i Şerifte; "Üç şey helak edicidir. İtaat edilen aşırı cimrilik, uyulan heva-i nefis ve kulun kendini beğenmesidir." (Buhari) buyuran Resulullah (SAV); "Siz hiç günah işlemeseniz bile, ben onun daha büyüğünden sizin için korkardım. O da ucubtur, ucubtur." ihtarıyla, ümmetini uyarıyordu.
İbn-i Mes'ud (RA)'da; "Helak iki şeydedir. Bunlar ümitsizlik ve kendini beğenmektir." buyuruyor. Nitekim saadete ulaşmak için gayretle çalışmak ve ciddiyetle aramak esas tutulmuştur, ümidini kesen kimse ise böyle bir çalışma disiplininden mahrumdur. Kendi kendini beğenen de (ucb) muradına nail olup saadete eriştiğini sanarak gayretli çalışmaz. Aradığı şeyin kendinde var olduğunu düşündüğü için var olduğunu düşündüğü şeyi de arama gayreti içine girmez. Ümidsizliğe düşen de her şeyi muhal (hayal ürünü) zanneder ve muhalin peşine düşmez, ucb sahibine göre saadet zaten elindedir, elde edilmiştir. Ümitsiz içinse hayaldir. Bu bakımdan iki vasfın sahibi de helak olmuştur.
Sahabe-i Kiram efendilerimiz ucba çok dikkat etmiş, hatta Uhud savaşında Talha (RA)'ın Resulullah (SAV)'i müthiş bir gayretle koruması ve işin önemini düşünerek biraz kendini beğenir gibi olması, Ashab arasında konuşulmuş ve Hz. Ömer (RA); "Onda ucubtan bir miktar koku vardır." buyurdu. Buna rağmen Talha (RA) bu ucubunu ne açıkladı, ne de bu yüzden tahkir etti.
Evet, Ashab nefis hastalıklarıyla tek tek mücadele ediyor ve nefsine göz açtırmıyordu. Ashabın bu denli hassasiyet gösterdiği bu konuda ucubtan sakınmayan insanların ne halde olduğu, kendi adına her müslümanın yapması gereken en önemli kritiklerden biridir. Mitraf da bu konuda; "Gece uykusuna yatıp sabahleyin pişman olarak kalkmam, gece ibadet edip sabah kendimi beğenmemden benim için daha sevimlidir." buyurdu. Bişr bin El-Mansur da ibadete fazla devam ettiği için, onu görenler hemen Allah'ı ve ölümü hatırlardı. Birgün namazı fazla uzattı. Dikkatli bakışlar altında kaldığını farkedince, "Sen benim ağır kıldığıma bakma, aslında bu mühim bir şey değildir, iblis de uzun zaman melekler arasında ibadet ettikten sonra gideceği yere gitti." şeklinde ucbuyla mücadele ediyor ve örnek oluyordu. Bir başka yönüyle amelini büyük görmek ve göstermek ve bu konuda muhatabını minnet altına almak da günahtır. Nitekim Allah-u Teala; "Menn u eza ile sadakalarınızı iptal etmeyiniz." (Bakara-264) buyuruyor. Menn, minnet altına almak ve bu yolla verdiğini büyük görmektir. Ucubtan kibir doğar ve kibrin sebeplerinden biridir. Amelleriyle Allah-u Teala karşısında kendinde varlık görmektir. Bir bakıma kendi amelinin notunu vermek ve karşılığını olabildiğine beklemekse "idlal"e girer.
Yani, "bu benim çalışmamın karşılığıdır, hakkımdır." der, fakat kendisi, kendi amelleriyle buna hak kazandığını ve bu nimetlerin elinden alınmasının da çok düşük bir ihtimal olduğunu da düşünmektedir. İşte bu da idlal yani nazlanmaktır. Katade; "Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma" ayetini "amelin ile idlal etme" şeklinde yorumlamıştır. Bu anlamda, yaptığı iyilik karşılığında muhatabını işinde çalıştırır ve zor şeyler teklif ederse idlal, başkasına verdiği şeyi çoğumsayıp onu minnet altına almak da ucbla ilgilidir, ucb ameli beğenmekse, idlalde hem yaptığını beğenmek, hem de mükafatını mutlaka beklemektir. Benim duamın kabul edilmesi lazım, nasıl olur da dileğim kabul edilmez, demek hem ucub hem de idlaldir. Hem de kibrin başlangıç sebeplerindendir. Hepsi de Allah (CC) karşısında kendini varlık görmektir. Ayrıca ameli sadece Allah (CC) rızası için yapmaktan da kişiyi uzaklaştırır. Nefis hastalıklarının aptalca olduğunu ve hepsinin de altında, insanın Allah (CC) karşısında varlık görmesi olduğunu biliyoruz.
Ucublu bir insanın özelliklerine gelince; ibadetlerini beğenir ve onlarla böbürlenir. Allah'ın (CC) yardımıyla ibadet edebildiğini unutur. İhlassız, ucublu amellerin afetlerini görmezlikten gelir. Afetleri Allah korkusu ile araştırmaz. Zaten problemi, böyle bir kritiği, nefis muhasebesini yapamamasıdır. Nitekim o, kendini ve kendi fikrini beğenir ve Allah (CC) katında da makam sahibi olduğunu sanır. İstişare, istifade ve kendini sorgulamaya kapalıdır. Hatalı da olsa kendi buluş ve tesbitleri onun için daha anlamlıdır. Bu da diğer insanları küçük görmeye yol açar. Ucbun kibre bakan, kibre yol açan yüzüdür bu. Herkesi cahil gördüğü için, kendi doğrusunda yani gerçekte ise hatasında da ısrarcıdır. Kimseyi dinlemediği için de hataları onu, dünyevi ve uhrevi olarak helake sürükler. Bu insan tipi, Allah (CC) karşısında günahlarını hatırlamayan, unutan insan tipidir.
Çünkü o, kendini zaten o günahlardan müstağni kılmıştır. Kendi günahlarını araştırmaması da onu gayretsizliğe ve tembelliğe iter. İşte bu da ucubun en büyük tehlikelerindendir. Zaten o günahlarının bağışlandığından emin ve onun rahatı içinde zevkten dört köşe bir şekilde yaşamaktadır. Eski günahlarını affettirmiş, yeni amellerinin (ihlassız) keyfini sürmektedir. Tek derdi de işlediği amellerle kendine kendinin ne kadar iyi bir insan olduğunu ispatlamaktır. Hiç şüphesiz bu insan, alimlerden istifade etse, basiret sahiplerinden kendi problemlerinin halline gayret etse Hakk'ı bulur ve istifade ederdi.
Oysa kişilik arayışında olan insanların yaptığı ibadet, onda ucub oluşturur. Amelse Allah (CC) rızası için yapılırsa ibadet hükmüne geçecektir. Bu nedenle kişi kendini daha asaletli ve daha iyi hissetmek için ibadet yapınca, zararı yine kendisine olacaktır. Ucubsa, kibirle sonuçlanacağından, Allah (CC) rızasından insanı uzaklaştıracaktır. İnsanda ucuba yol açan şeylere gelince; birgün toprak altında çürüyüp yok olacak bedenini güzellikleriyle (boy-pos, endam, şekil, kılık kıyafet, vücut, ses güzelliği vb.) övünür ucublu insan. Ya da "bizden daha kuvvetli kim vardır?" diyen Ad kavmi gibi kuvvetiyle, zorbalığıyla övünür. Oysa küçücük bir mikrobun dahi insanı altüst edeceğini bilmek ve o güç ve kuvveti veren Allah'a şükretmek gereklidir. Akıl ve zekası olan insanlar dünya ve ahiret
işlerinde ince ve mühim noktaları kavrarlar. Fakat ucub gibi bir nefis hastalığı davranışlarını etkilediğinde, kendi görüşlerinde ısrar, diktatorya, istişareden kaçınma gibi fevri hareketler kendini gösterecektir.
Oysa akıl ve zekayı veren Allah (CC) dilerse, insanın beynini ve ruhunu herhangi bir hastalığa mübtela kılabileceğini düşünmek, ilmine ve aklına hastalık seviyesinde güvenmemeyi öğretir, doğrusu da budur. Bunu kabul etmek asıl akıllılıktır. İnsan, aklının, derecesini kendini methedenlerden değil, düşmanlarından öğrenmelidir.
Nesebiyle, asaletiyle övünmek de Allah-u Teala'nın; "Ey insanlar, doğrusu Biz, sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en kıymetliniz, O'na karşı gelmekte en çok sakınanınızdır." (Hucurat-13) ayetini görmemek ya da duymazlıktan gelmektir. Nitekim Resulullah (SAV); - İnsanların en akıllısı kimdir, sorusuna - "Onların en keremlisi, ölümü en çok hatırlayıp onun için en çok hazırlanandır." buyurdu. Yine, Bilal-ı Habeşi (RA)'in müezzinliğine, bir kısım kimselerin, "Şu köle mi bize müezzinlik yapacak?" diyerek itirazı, "en keremliniz, en çok muttaki olanınızdır." ayetinin nüzul sebebidir. Hadis-i Şerifte; "Allah-u Teala, cahiliyet övünmelerini sizden kaldırdı. Hepiniz Adem'in evlatlarısınız, Adem ise topraktan yaratılmıştır." buyrularak, dünyaya meyleden ve ameli olmayana nesebinin fayda vermeyeceği de değişik ayet ve hadislerle bildirilmiştir.
Resulullah (SAV)'den sonra insanların en hayırlıları sahabe-i güzin efendilerimiz olduğu halde, cennetle de müjdelenenler dahil, her an, kalplerinden korku ve haşyeti çıkarmamışlardır. Çünkü insan için en zor zaman, uhrevi hesap zamanıdır. Bu nedenledir ki, evlad, akraba, yardımcı ve arkadaşların çokluğu da birşey ifade etmez. Çünkü onlar da birgün toprak olacak aciz canlılardır. İnsanın en dar zamanında kendinden ayrılanların ve en muhtaç zamanında kendinden kaçanın insana faydası olmayacağı da açıktır.
O nedenle amellerimizde ihlası yakalamak, ucbumuzu tedavi etmek ve nefis hastalıklarımız konusunda dikkatli ve gayretli olmak esas olmalıdır. Her asırda azında azı olan ehlullahın eteğinde nefisle mücadeleyi öğrenmek, yine ehlullahın bu konudaki metodunu ve yolunu takip etmek olacaktır.
Allah'a emanet olunuz.