Prof. Dr. Sadettin Ökten ile Röportaj; Ahirzaman ve Yeni Dünyaya Bakışımız

Feyz; Toplumun zihninde belirli bir sistematik bilgi maalesef yok. Günümüz insanı okumadığı için mi, irfan ehli onlara yetişemediği için mi? Ulaşıp da insanlar alamadığı için mi? Ahirzamandayız deniyor. Biraz düşünen kafalar bu konularda bunalıma giriyor. Bu konulardaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Ökten; Dünyanın her devrinde çamur çirkef insanlar vardır. Bir defa ahirzaman konusu, o Allah'ın takdiri onu kimse bilmez. Harun Reşid Bağdat civarında tebdil gezerken veziriyle beraber, bir ihtiyar görmüş, Dicle'nin kenarında hurma fidanı dikiyor. Baba demiş, selamün aleyküm, aleyküm selam. "Sen bu diktiğin fidanın meyvesini yiyebilecek misin?" "Hayır yiyemem" demiş.

Öyleyse niye dikiyorsun deyince; "Eğer benden evvelkiler böyle düşünseydi ben de hurma yiyemezdim" demiş. Hoşuna gitmiş Harun Reşid'in. Ahirzaman dediniz, şöyle bir tesbitim var. Herkesin yaşadığı zahiri bir ahirzamanı vardır aslında. Nedir o? Yaşlılık. Ben hayatımın son devresini yaşıyorum, kışın başlangıcına girdim. Onbeş yaşında değilim, yirmi de değilim, otuz da değilim, bu belli birşey. Ha hayatımız devam ediyor ama insan kendini kandırmamalıdır. Sen hizmet aşkı ile dolu, muhabbetle dolu, olabilirsin o ayrı hadise, tabiki öyle olmasını Allah'tan niyaz ediyoruz. Ama kendi ahir ömrümüzü yaşayacağız. Ahirzaman deyince insan bunu da düşünmelidir. Kıssadaki o ihtiyar da bayağı ahir-i ahirzaman ömründe imiş.

İhtiyar, Harun Reşid'e cevaben; yok demiş yiyemeyeceğim. Benden öncekiler de senin gibi düşünseydi, ben hiç hurma yiyemezdim deyince, vezirine işaret ediyor, ufak bir kese ihsanda bulunuyor. "Hı" diyor ihtiyar "Herkesin hurma ağacı mevsiminde meyve veriyor benimki daha dikilince verdi" diyor. Hemen bir kese daha altın veriliyor kendisine. İhtiyarda laf çok. "Herkesin hurması bir meyve verir, benimki iki verdi" deyince, "Kaçalım" diyor Harun Reşid, bu hazineyi bitirecek, soyacak bizi diyor. Evet herkesin bir ahirzamanı var. Kim kimden önce gidecek belli değil.

Efendim şimdi biz istatistiklere bakıyoruz, ortalamalar insan ömrünün iki yaş büyüdüğünü gösteriyor. Erkekler 69, kadınlar 71. Git hastanelere bak, kaç kişi hastalıktan "ıh, ıh" diyerek inliyor. Lakin ölüm meleği gelmiyor. Kaç kişide ölmek istemediği halde Azrail (as) o insana gelip canını alıyor. İstanbul'u monitörlere bağlayın uzaktan bir seyredin. Kimisi Azrail'in gelmesini istiyor o ise gelmiyor, kimisi de gelmesin diyor ölüm ansızın geliveriyor. Ahirzaman da farklı bir hadise. Biz önce kul olarak kendi ahirzamanımıza bakmalıyız. Şu sorunun cevabını düşünmeliyiz ey beyefendi, ey hanımefendi, senin ahirzamanın ne zaman?

Sorunuzun ariflerle olan kısmına gelirsek, şu anda irfan ehli ariflerin haberi bize erişmiyor. Çünkü ariflerin meclisinin bulunduğu yerler şimdi setredilmiş durumda. Cevamii açık, tekayaa kapalı. (Camiler açık, tekkeler kapalı) Kurumsallaşma olmuyor. Sağda solda, kaçarken koşarken kıyısından köşesinden kısmen istifade oluyor. Bir de tabi Türkiye parayla ve paranın getirdiği imkanlara yeni yeni farkına vardı. Yani kapitalist mantığıyla Türkiye yeni tanıştı. Onun sadmesi var. İmpak geldi ve toplumu bir vurdu bu impak. Hoşuna gitti Türkiye'nin… Yaşamak, zevk almak, o parayı savurup sarfetmesi... Bu çok iyi olmadı belki ama bu bir realite. Türkiye kapitalist dünyaya açıldı. Şimdi işte bu darbenin sarsıntıları devam ederken, akla "doğru mu yaptık, eğri mi yaptık, niye böyle oldu, biz neyiz" sualleri geliyor. İşte bu yüzden insanlar bir hizmet yarışına giriyor. Bakıyorsun dergiler çıkıyor, vakıflar kuruluyor. Netice olarak insanlar bakıyor ve müşahade ediyorlar ki o ariflerin irfan meclisinin havası, suyu, kokusu çok uzak bir mazide kalmış…

"Ona doğru nasıl gideriz, gidebilir miyiz" dediklerinde, bir yandan ona gitmek gerektiğinde bu büyük şahşahadan, debdebeden vazgeçmek gerektiğini de hissediyorlar. Bu tenakuz içinde, bu dönemler o dönemlerdir. Yani bundan 20, 25, 30 evvel "yürüyelim, para kazanalım, hayatı yaşayalım" diyordular. Bütün Türkiye geneli için söylüyorum bunu, bütün spektrumlar için diyorum. Bugün kazandılar, yaşadılar, gördüler. Şimdi geçmişle şu anki durumu mukayese edebilir bir duruma geldi Türkiye. Bir yandan da toplumun içinde uzaklaşan, sitelere çekilen ve kendini dış dünya ile izole eden bir toplum haline geldi. Bununda çözüm olmadığı görüldü. Diğer yandan varoşlardaki halk fukara olduğunu zannederken, vehmederken, toplum ona sen fukarasın diyor. Halbuki onun gelirine baktığımız zaman, eski İstanbul'da kendini fukara hissetmeyen halka göre o çok zengin bir halk; ama toplum ona sen fukarasın diyor, kapitalist değer yargıları "sen fakirsin, eziliyorsun" diyor ona…

Mühim olan insanın kendinin hissetmesidir. Rakamlar bir şey söylemez ve yanıltıcı olabilir. İnsanın iç dengesi meselesidir. Mühim olan Allah'la olan, kaderle olan, seküler bir kavramla, hayatla olan barışıklığınızdır. Şimdi adam "30 bin dolar" alan adam da kendini mutsuz ve umutsuz olarak tanımlıyor. Aldığı para önemli değil adam yine kendisini zavallı, aciz, mutsuz hissediyor. Başka birisi 300 dolar alıyor, adam mutlu... Bunun izahı yok yani… Peki, dün 30 bin dolar alan, bilmem ne arabasına binen, şu en lüks evde oturanın hayat garantisi var mı, yok... O da 30 yaşında 40 yaşında, yaşında ölebiliyor. Ama bu çizilen resmin arkasında başka resimler var. Bunu söylemek istiyorum insanlara. Dolayısıyla Türkiye bu impaktı, şimdi atlatmak noktasında.

İşte ve bir çıkış yolu arıyor, kendisini arıyor; sağ da arıyor, sol da arıyor. Onun için zaten en aşırı uçta görülen sağ ve en aşırı uçtaki soldaki kişiler, beraber kitap yazıyor, bir şeyler arıyor. Ve millet birbiri hakkında; biri dua ediyor öteki temennide bulunuyor. Solcu dua etmiyor, kendi içinde, temennide bulunuyor. O dua edemez çünkü. Onun müteal anlayışı yoktur. Bireysel bazda vardır, onu da söyleyemez. Çünkü söylerse, sol teamüle, sol jargona aykırı düşer. Öteki dua eder. Böyle bir şey çıkıyor orta yere. Ben bütün bunların ötesinde, ümit var olarak hadiseyi görüyorum.

Yani bu kapitalist akıma tam anlamı ile Türkiye kapılmadı her şeye rağmen, onu size ifade edeyim. Ve inşallah, Türkiye bu maddeyi, yani elindeki bu imkanları, bunu şöyle söyleyelim; yani sanayi devrimiyle ortaya çıkan, kapitalist dünya görüşüyle bir zemine oturan, ekonomik hayatın getirdiği bu zenginliği, bu maddesel gücü, Türkiye, bir başka medeniyet perspektifi içinde yorumlayarak, hem zengin, müreffeh, ama hizmete dönük; -tahakküme dönük değil hizmete ve merhamete dönük bir hayat modeli inşallah kuracak. Bütün temennimiz biraz çabamız olabiliyorsa bu yönde. Mesela ben şunu söylüyorum Roma'ya bakın, tarım toplumu, askeri bir toplum… Bu maddeyi, bu ekonomik maddeyi, devlet erki nasıl kullanıyor? Bir de İslam dünyasına bakın, o nasıl kullanıyor? O da tarım o da tarım.

Buradan bir sonuç çıkıyor, demek ki sanayi toplumu sözkonusu olduğu zaman, Batı dünyasının, yani seküler toplumun, kendinden öte bir başka değer tanımayan toplumun, bu sanayiyi kullanışı başkadır; ama bunun karşılığında, seküler olmayan, kendinden öte, ilahi bir değer sistemini tanıyan toplumun bu maddeyi kullanışı başka olacaktır. Şu anda bu sözünü ettiğim başka bir oluşum ortada yok ama emareleri var. Bu emarelerin de en tipik başlangıcı şudur. İslam toplumları Batı kapitalizmine teslim olmadılar. Olur gibi oldular, 20. asrın başında, olmadılar. Ama 1945'den sonra bir reaksiyon doğdu. Mısır'daki hareketler çok net, Hindistan'da ortaya çıkan hareketler ve şimdi Türkiye'de ortaya çıkan hareketler. Yani reaktif, kimse otomobili reddetmiyor, kimse fabrikayı reddetmiyor. Amerika'daki Normon toplumu gibi değil. Bunu bir başka şekilde kullanmanın yollarını arıyor. Çok kolay bulunmayacak belki ama kendi modelini arayış hızlı bir şekilde devam ediyor. Hadiselere baktığında kendi zihinsel dünyasıyla bir zıtlık görmüyor. Çünkü bu, Allah'ın "ol" dediği ve oldurduğu bir vakıadır.

Feyz; Bu konuda ters yönde bilgilendirme var. Dünya nimetleri ve teknolojiyle Müslümanlık arasında tenakuz varmış gibi yaklaşıyorlar konuya. Karşı cephedeki bu irrasyonel yaklaşımı nasıl buluyorsunuz? 

Ökten; Efendim, ben şöyle bakıyorum hadiseye. Eğer siz elinizdeki imkanları insani bir biçimde kullanabilirseniz, o zaten bütün insanlara hitap eden bir sistemdir bu çok önemlidir. Esasen Cenab-ı Peygamberin yaptığı oluşan değeri bir başka anlayışın istikametinde kullanmasıdır. Hizmete, merhamete dönük bir anlayış, tahakküme dönük değil. Kureyş, tahakküme dönük bir anlayış olarak kullanıyordu bunu. İslam Peygamberi öyle yapmadı, aldığı ilahi emir ve misyon mucibince onu hizmete ve merhamete, aşka dönük bir biçimde kullandı. Ne değişti o günden bugüne. Siz eğer dolarlarınızı, mekanlarınızı, şehirlerinizi, evlerinizi, elinizdeki imkanları, bilgisayarı hizmete dönük bir perspektifte kullanırsanız, bırakın Türkiye'yi, dünyanın hakimi olursunuz. Dünyanın buna ihtiyacı var çünkü bugün geçerli olan bu değerler.

Peki Müslümanlık nasıl yayılıyor zanne-diyorsunuz. Batının çok uç adamları geliyorlar. Bunlar çok mühim kabiliyetli, duyarlı ve vicdanlı ruhlara sahip insanlar. Bunlar İslam'ı seçip yayıyorlar. Avrupalı kendi toplumundaki insaniyet dışı ayrımcılığı görüyor, kendisi o medeniyetin bir unsuru olduğu halde kendinin muhasebesini yapıyor. Bir beşer olarak hemcinsinin bu kadar aşağılanmasına vicdanı tahammül etmiyor. Yine parantez içinde söyleyelim zelil, aciz Müslümanların safına geçmek ihtiyacı hissediyor. Neden? Çünkü kurtuluşun orada olduğunu hissediyor.

Rene Geunon, Maruice Bucaili ve Cat Stevens böyle bir çok insan var; bunlar sadece çok tanınan adamlar. Daha nice müslümanlığı seçen insanlar. Bunların çok mühim ruhları var yani. Dolayısıyla şimdi Türkiye'de yaşayan ve manevi tarafı güçlü olan insanlar parayla tanıştılar, tabi bunun sarhoşluğu biraz devam eder. Ama kitle bu sarhoşluktan çok çabuk kurtuldu. Ve kendi köklerine dönük bir takım kazılar yapıyor, vakıflar kuruyor. İftar çadırı yapıyor mesela. "İftar çadırında çok insan birikiyormuş, iftar çadırında eskiden çok güzel muamele edilirmiş." Tamam güzel, sen iyisini yap. Teklifler geliyor, sen güzelini yap.

Herkes sana gelsin, yapmıyor güzelini, yapamaz. Onu yapması mümkün değil. O parayı oraya ayıramaz, ondan haz duymaz, o parayı o başka şeye ayırır, kendi gücünü artıracak, ikbalini artıracak. İsmini tırnak içinde "ebedi" kılacak işlere ayırır. Öteki, belediyenin gariban kadrosu da 18-20.000 kişiye Ramazan'da iftar verir. Seneden seneye bunlar düzelir. Yerel meseleler zamanla düzelir. Ama arkasındaki fikri yaşatmak ve o fikirden öte, o muhabbeti içine koymak, o çok önemli. Bu bir medeniyet tezidir, medeniyet savaşıdır. Biz kendi medeniyetimizi 21. asra tercüme edebilirsek, biçim olarak kültür olarak evlerimizde, muaşeretimizle, konuşma tarzımızla…

Emin olunuz, başka medeniyetlerin karşımızda durma ihtimali, yoktur. Hiçbir zaman siyasal güçle bir şeyler elde edilemez. Yoksa dünya hiçbir zaman tümüyle Müslüman olacak diye bir iddiamız sözkonusu değil. Mümkün değil yani. Sünnetullaha aykırı. Ama misyonu yerine getirmiş olacağız. Hem kendimiz mutlu olacağız, hem insanlara Resulullah'ın bize tebliğ ettiği muhabbeti, o rikkati, o hizmeti aksettirmiş olacağız. Ama İslam'la tanışırsa, hem İslam'ın hizmet tarafıyla hem muhabbet tarafıyla beraber tanışması lazım. Muhammedi ahlakla tanışacak. O, nasıl insanlara sevgiyi, muhabbeti öğretiyorsa ve onun yanında onu yapmak için gereken hizmeti öğretmişse, o tebliğ varsa, onu beraber tanıyacak. Yine nasibi kadar. Akıl bunu çok kabul etmez. Ben şu emeği sarfettim şu parayı bana ver der. İşçiliğim yevmiyem şu kadar der. Mektep talebesi, "Gittim çalıştım, hoca hakkımı vermedi" diyor. Allah'la böyle konuşulmaz. Şu kadar kıldım, hakkımı ver diyemezsin…

Şu kadar zekat verdim, hakkımı ver diyemezsin… Allah'a karşı daima boynun bükük olacak, kulluk budur.

Feyz; Teşekkürler ediyoruz efendim. Ağzınıza yüreğinize sağlık, dua istirham ediyoruz.

Ökten; Estağfirullah, dualar müşterek…