Onu Gören Her İnsan İşte Allah Dostu, İşte Can, İşte Ehli Beyt, İşte Sultan Diyordu

FEYZ: Seyda Hazretleri hakkında neler söyleyebilirsiniz veya sizce Seyyid Muhammed Raşit Hazretleri kimdir, anlatır mısınız?

ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Seyda Hz. hakkında layıkı veçhiyle bahsedemiyeceğimi itiraf ederek, sorunuzun etabına geçmek istiyorum.

  Çünkü kâmil-i mükemmil bir mürşid bile, bir başka kamil mürşidin manevi tasarruf gücünü veya kalbi tasviye ve nefsi tezkiye becerisinin ve bu bağlamda, ona verilen manevi cihazatlarının nasıllığından, niceliğinden veya üstünlük ve yüceliğinden, asla ve asla hakkıyla bahsedemez.

  Çünkü, insanın aklını ve zahiri ilim gücünü aşan, manevi ilimler, sınırlı ke­lime ve kavramlarla ne dile dökülebilirler, ne de kısmen de olsa izah olunabilirler.

  O sebepten, bir evliyadan bahsetme cüretini göstermeden önce, konuyu böyle net bir şekilde be­lirlemekte yarar görüyorum.

Yalnız ne var ki, Seyda Hazretlerinden bahsetmek çok zor bir hadise olmasına rağmen, onu tanıyıp beraber olup, sevip ve duygusal anlamda anlatamamak da, galiba katılığın ve hissizliğin da­niskası olsa gerek.

  Tabi manevi makamı hasebiyle, O'nu tamamıy­la tanımak ve anlatmaksa, dediğimiz gibi sadece ha­yal...

Yani bizim gibi insanlar, O'nu ya çok klasik anlamda Seyda Hz. şöyle cömertti, Sultan Hz. böyle yüce merhamet sahibi ve fedakardı, ya da şu kadar sıkı ve olağanüstü özellikte sünnete uygun yaşardı veya bu kadar irşadı genişti gibi anlatabilir ki, bu biçimde anlatım da elbette ki Seyda'yı hakkıyla anlatmak için hiç mi hiç yetmezdi..

  Neden yetmezdi? Gayet açık: Şimdi İmam-ı Gazali'den, İmam-ı Rabbani'den veya Hazreti Adem'den bu yana gelmiş geçmiş tüm evliyalardan, hatta alemlerin sultanı Hazreti Muhammed Mustafa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bahsetmeye kalkılsa ne anlatacağız ya da nasıl anlatılıyor.

  Hepimizin duya duya aşina olduğu bir biçim­de yani şöyle azametli cömertti, böyle yüksek mer­hamet sahibi, şöyle yüce alim, böyle büyük verâ ve takva sahibi...

  İyi, güzel, doğru. Elbette tüm bunlar anlatıl­malı, ama Kur'an'm çizdiği örnek insan modeli bu kadar klasik, bu kadar birbirinin aynı benzeri insan tipleri mi?

Veya sanki aynı renk ahlâkî üniformalar gibi nebiler ve veliler niye bu kadar tek düze anlatılı­yor...Hayır, kesinlikle bu tür anlatım biçimi klasik kafaların algıladığı ve anlattığı insan tipleridir.

Halbuki alemlerin Rabbi olan Allah (Celle Celalühu) bütün insanları ağzıyla, burnuyla, yüz hattı, şekli ve şemaliyle birbirine benzer bir biçimde yaratmış ve temel anlamda bir insanın fiziki özelliklerinden bahsedildiğinde ise, normal olarak hep aynı tarif yapılır olmuştur. Yani sanki tüm insanlar aynı be­den üniformasını giymiş gibi elleri vardır, ayaklan vardır, kulakları vardır, gözleri vardır. Daha açığı insan türü birbirinin benzeri olduğu için insan türüdür. Ama şu da ilmi bir gerçek ki, her insanın parmak uçlarından tutun, göz ve kaş yapısından alın, ciğerinin ve kalbinin dizayn şekline kadar birbiri­nin benzeri olduğu halde farklıdır.

Çünkü her insan kendini temsil ediyor, çünkü her insanın parmak uçlarındaki farklı desenler bile onun ayn bir kimlik taşıdığının delili oluyor...

O halde nasıl ki fiziki görüntü ve biçim açısın­dan insanlar aynı olmasına rağmen, her insan ayn ayn ve tek. Peygamberler ve veliler dediğimiz ve manevi bünyesinde insan makamına ulaşmış varlıklar da cömertliği, merhameti, fedakarlığı ve iman gücü açısından temelde aynı ama, bu ahlaki özellikleri fiiliyatta ortaya koyuş biçimi olarak ise, ne bir peygamber diğerine benzer, ne de başka bir evliya daha başka veliye... Tıpkı her insanın par­mağı olduğu halde parmak uçlannın farklı olduğu gibi, ya da her insanın iki bacağı olduğu halde yürüme dediğimiz olayı farklı ortaya koyduğu gibi veya herkesin ağzı dili olduğu halde farklı sesi, farklı sözü olduğu gibi. Allah dostları da Allah-u Teala'nın onlara verdiği güzel ahlak ve ilimlerini hiçbiri di­ğerine benzemiyecek biçimde farklı farklı ortaya ko­yarlar. Tabi bu büyük zatlann makamlannı da bu farklılıklar belirler... Mesela bu konuda delil çok fazla, ama en güzel misal ve en sağlam delil de ga­liba ashab-ı güzin... Ve o büyüklerin ilim ve ahlaklarını nasıl ortaya koyduklan...

  Mesela, ashabın hepsi Allah dostuydu ve ev­liyaydı. Hepsinin gayesi ve amacı Allah Resulünün ahlakıyla ahlaklanmak ve kamil insan olmaktı... Yani ashab cömertti, merhametliydi, imardan dorukta ve yiğitlikleri maksimum makamda ve çok üeri derece idi... Şimdi, Hz. Ömer (r.a.) adaletli idi de, Hz. Ah (r.a.) haşa adaletsiz miydi? Ya da Hz. Osman (r.a.) fedakardı da -haşa- Ebubekir Sıddık (r.a.) değil miy­di? Veya Ebubekir Sıddık Efendimiz sıddıktı da, hangi büyük ashab, Ömer (r.a.) mi, Osman (r.a.) mı, yoksa Ah (k.v) mi sıddık değildi? Elbette her biri sıddıktı, cömertti, imam dorukta ve büyüktüler... Yukarıda örnekleriyle anlattığımız gibi, Rabbim Teala Hz.'nin onlarda farklı farklı tecellisinden ötürü, tüm ilim, ahlak ve faziletlerini elbette farklı farklı ortaya koyuyorlardı. Ve bu ortaya koyuş biçimi ise onlann kiminin sıddık olmasını, kiminin adalet tim­sali kiminin de dillerden düşmeyen yiğitliğini un­vanı yapıyor, kimliği yapıyor ve onlann kim ol-duklannı belirtiyordu...

  Yoksa ashabın farklı aııılışı birinin di­ğerinden daha cömert veya daha adaletli, ya da daha gür imanlı olduğundan kesin­likle değildi. Sadece anlatmaya çalıştığımız gibi istidatlarına göre maddi ve manevi değerlerini ortaya koyuş biçimi farkından kaynaklanıyordu. Hem de ahlaki fazilet açısından bazılarının bazılarından üstün olmalarına rağmen bu böyleydi...

  Elbette sonsuz kudret sahibi olan Rabbim ba­sit kar taneciklerinin, altıgen desenlerinin hepsini, nasıl ayn ayrı işlemiş ve bu şekilde varlığını, birli­ğini ve sonsuz kudretini göstermişse, elbette ki dostlarının da her kıpırdanışında farklı farklı tecelliler ortaya koyacaknr, koymuştur da...

  O halde iş o farklılıktan kavramakta, gerçek maharet ise, bu inceliği anlıyabilmede ve sezebilmededir...

  İşte sadece bu yüzden evliya aynasında Allah-u Teala'yı görmeyi ve onun sonsuz tecellilerini bi­lip, bulmayı başarabilmek, ancak kainat kitabının özü ve ruhu konumunda olan, Allah dostlannı oku­yabilmek, tanıyabilmek ve bu amaçla büyük bir mu­habbetle onlarla beraber olmakla mümkündür...

  Ama onlan klasik kafalarla tanıyan ve tanım­layan mantıklann da, ancak anlayabildikleri ölçüde makam sahibi olduklan da ortadadır...

  Bir de şu çok önemli mesele var ki; aslında hiç bir veb' hakkıyla ve kemaliyle kendini bile tamyamaz, bilemez...

  Çünkü, nasıl ki herhangi bir insan maddi bünyesinde mükemmel bir fabrika konumunda olan karaciğerinin dörtyüzden fazla zor işi hiç aksat­madan ve mükemmel bir şekilde yaptığından ha­bersiz yaşıyor... Veya beyninin gizemi karşısında ümmi... Yine midesinin, kalbinin ve vücudunda olan biten faaliyetlerin çoğunun sürmesine iradesi karışmıyor.

İşte Allah dostu bir velinin manevi bünyesinde de tıpkı fiziki bedeninde olduğu gibi, öyle acaip işler meydana geliyor, öyle mükemmel faaliyetler sürüy­or ki, bizzat kendinin bile çoğu faaliyetten asla haberi olmadığı gibi, iradesinin de en küçük bir dahli çoğu zaman hiç mi hiç olamıyor...

  Mesela bir veliye râm olmuş binlerce ruhaniyet ve her bir ruhaniyetin yaptığı olağanüstü yığın­la iş... Çoğu zaman kendilerini bile hayrete düşürecek kadar güzel ve Rabbımın ince sanatlann-dandır... Ve bu işlerin olup bitmesinde irade ve manevi gücü ise gayet cüz'i ve sadece sınırlıdır...

Çünkü hangi makamda veli olursa olsun, o veli ne ruhunun mahiyeti ve muhtevası konusunda mükemmel bilgi sahibidir, ne de ruhunun nasıllığı niceliği karşısında ilmi kemal sahibidir... Yani Rab­bımın emrinde olan ruhu, yine O'nun sevk ve idaresiyle yönetilir durur... İman kurtarır, kalpleri tasviye, nefsleri tezkiye eder. Feyz oluğu olur, yanık kalplere akar, aşıkları coşturur, coşar...

İşte Şeyda Hz. de öyleydi. Çünkü o Gönüller Sultanıydı. Yani O'nu kim görse sever, aşık olur, ba­ğlanırdı... Belki bağlanmayan, müridi olmak istemeyen olabilirdi, ama yine de istisnalar hariç mürşidi olarak teslim olmayanlar bile O'nu çok sever, saygı duyardı... Çünkü o çiçekleri elinde tutup koklarken, sanki tüm sofilerini tutuyor, kokluyor gibi hassas, sevgi dolu ve ince ruhlu idi... Bu görüntüsünü ise elbette ancak körler ve medeni yabaniler göremez­di. Engin ve uçsuz bucaksız deryalar gibi heybetli ve vakarlı idi...

Elinde renk renk gülleriyle otu­rurken, yürürken, öyle masum ve öyle azametli güzel ve öyle sevimliydi ki sulta­nım... Nasipsiz, idraksiz, kaba ve bazı istis­na insancıklar hariç O'nu gören her insan işte Allah Dostu, işte can, işte Ehl-i Beyt, işte Sultan diyordu... Konuşması da çok gü­zeldi Sultanımın... Sus­ması ise daha da gü­zeldi... Ötelere, ötelere taa ötelere götürürdü insanı... Susarken konuşur... Sükûtu ile sohbet ederdi... O sa­dece bir Allah Dostu veli değildi...

O bizimdi, bizim Sultanımız, bizim babamız, bizim canımızdı. Onunla beraber olan derviş, duy­gusuz, kaskatı ve manevi menfaat bile olsa, menfaat sofisi olamazdı... Hem hiç­bir amel aksaülmadığı gibi, hem de O'nun yanında dervişlik, mekanik ve da­kik ibadet sofiliğinden sıyrılıp, aşk, muhabbet ve ölesiye sevmek sofiliği oluyordu... Evet... Şeyda'yı çok seviyorduk ve elbette hepimiz de seviyoruz... Yalnız ne var ki, bu bize şeref ve makam ama o büyük insana ise sadece sıkın­tı, dert ve yorgunluk oluyordu... Çünkü o bizim Seydamızdı ve Gönüller Sultanı'ydı...

O halde bize düşen ise, onları Allah'a ulaşmakta en büyük vesile bilmek ve yine Allah'ı onlarla aramak... Ve bu amaçla da o büyük zatları aşkla, muhabbetle sevmenin ne kadar önemli oldu­ğunu hakkıyla kavramak, bilmek... Evet, işte bize düşen iş ve anlamamız gereken hakikat bu...

Ve inanın, gerisini anlamasak da olur, bilmesek de... 

FEYZ: Efendim, dergi meselesi hakkın­da da bir şeyler söyler misiniz? Yani dergi Saadatın dergisiymiş gibi dedikodular çıkarmışlar. Bu konuda açıklama yapar mısınız?

ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Kimse yanlış anla­masın ama, bu dergi yani Feyz Dergisi, günahıyla, sevabıyla, borcu harcı, zararı, kânyla tamamiyle benim sorumluluğumdadır... Ne sâdâtın dergisidir, ne de herhangi bir şeyhin ya da halifenin dergisi değildir...

Yani daha açığı; Feyz Dergisi ne Seyda Hazretlerinin dergisidir, ne Seyyid Abdulbaki Hazretlerinin dergisidir, ne de Seyyid Fevzettin Hazretlerinin... Ya da bir başka halifenin veya şeyhin dergisi kesinlikle hiç değildir... Ve yine bu dergi sıkıntısıyla, derdiyle ve diğer tüm sorumluluğuyla bana aittir. Ve hiç bir şekilde ne sâdâtı kiramı tem­sil edebilir!.. Ne de hiçbir cemati bağlar!..

Ama her tasavvuf erbabı sofi ve her Allah dos­tu veli, bu dergi bizim dergimiz sayılır deyip sahip­lenirse de, bu da hiç şüphesiz bizim için onurdur ve mutluluktur... O da ayn bir konu...

Ayrıca kendi adıma konuşuyorum; Ben ne şeyhim, ne de sadatın icazetli halifesi... Sadece sâdât-ı kiramı çok seven hizmet ehli bir sofi ve ken­di çapında kendini yetiştirmiş bir müridim... Ve bu bağlamda şahsım ve dergim adına sadatı kiramı tem­sil etmekten de çok çok uzağım...

Sanıyorum, gayet açık anlattım. Ve inanın teva­zu falan da yapmıyorum... Sadece gerçeği söylüyor ve inandığımı yazıyorum. O yüzden Allah nzası için bizim ağzımızla sadatı kirama iftira edip Feyz Der­gisi sadaün dergisidir gibi saçma lakırdılar etme­yin...   Ve fütursuzca bu tür saçmalıklar kusanlan da, hiç düşünmeden ya uyarın ya da yanınızdan uzaklaştırın...

Ayrıca dergimizi alırken sâdânn dergisi ni­yetiyle alırsanız günahı da size, manevi sorumlulu­ğu da... Biz kanşmayız... Bakın açık söylüyorum; benim mürşidim, be­nim üstadım sırf bu iftiraların yüzünden ve sadece derginin kendi dergisi olmadığı mesajını vermek için, dergahlarda satmayın ve almayın, emrini ver­mek zorunda kalmıştır...

Biz bu günahın yükünü taşıyamayız. Ve taşımayacağız da...

Bu sebepten tüm tasavvuf erbabı kardeşlerim­den rica ediyorum; dergimizi alıyorsanız herhangi bir İslami dergi gibi veya Şenel İlhan'ın dergisi ol­duğu için alın. Ya da almayın...

Ama sadatın dergisi diye alırsanız şunu iyi bi­lin ki, hakkımı size helal etmiyeceğim gibi, ahirette de iki elim yakanızda olacak...

Ayrıca bu kadar açık ve net anlatmama rağmen yme de söylediklerim sizi tatmin etmemişse, gidin üstadıma sorun, ve deyin ki; biz bu dergiyi herhan­gi bir İslami dergi gibi alıp, okuyabilir miyiz? Şayet, buna karşılık; "yok yok okumayın da, almayın da" cevabını alırsanız inanın size söz veriyorum ve yemin ediyorum; ya hiç düşünmeden dergiyi tamamen ka­patacağım ya da artık kesinlikle bir daha adamım diye ortalıklarda dolaşmıyacağım. Söz...

Ayrıca bazılarının zannetmek istediği gibi biz dergiyi para kazanmak için çıkarmadığımız gibi kesinlikle başka dünyevi menfaatler amaçlı da hiç çıkarmıyoruz...

Buna en kuvvetli delilimiz de, Allah diye diye İslam, din, sünnet, evliya diye diye dünyevi kazanç peşinde koşmaya çalışamayacak kadar delikanlı ve yığınla başka becerileri olan bir adam olduğumuzdur...

Yani bazı zayıf karakterli, beceriksiz ve silik şahsiyetli insancıklar gibi güzelim İslam dinini tat­min olmak ve para kazanmak adına istismar etme mecburiyetimiz ve çaresizliğimiz yok... Şayet para kazanmak veya başka amaçlar peşinde olsaydık, bu işi rahatça binlerce yolla ve çok mükemmel bir şekilde gözü kapalı yapabilirdik. Ve, eğer istesey­dik, -ki Allah istetmesin- rahatça çok şeyler yapacak güçte ve istidattayız... Abartmıyorum, hem de be­nim diyen her kişinin hayal bile edemiyeceği kadar çok maddi cihazat ve özelliklerle donatıldığımız gjbi, tabii ona göre de manevi cihazatlarla ve niteliklerle donatılmışız. İşte sadece o yüzdendir ki maneviyaü seçmiş, Allah için hizmeti tercih etmiş ve maddi bir çok becerilerimize de hiç gocunmadan rahatça sırtımızı dönmüş ve Allah için en azından şimdilik, dergiyle de olsa bu zor hizmete soyunmuşuz... Ne parası, ne aleti...

Yani daha açığı son derece mükemmel yapa­bileceğimiz bir sürü işten sıynlmış, Allah için hem en zor işi hem de en belalı hizmeti seçmişiz... Bu­nun istismar neresinde, alet etmek ne!.. Ve hem Allah rızası için, bunca maddi ve manevi özellikleri olan bir adam olarak birilerini istismar edip kullanmaya ihtiyacı var olan aciz bir adama benziyor muyum? Allah insaf versin, vicdan versin. Dedik ya, onca maddi mükemmel imkanlarla donatılmamıza rağmen, biz elhamdülillah maneviyatı seçtik ve bu doğrultuda da yıllardır çalıştık ve hala çalışıyoruz...

Ve yine yakın çevrem ve keşfim var diyen her veli çok iyi bilir ki, yaklaşık yirmi senedir geceleri asla uyumam... Ve asla bundan rahatsız da olmam... Ya ne yaparım? Okurum, okurum, yine okurum ve yıllardır her durumda bu hep böyle olmuştur ve bundan sonra da galiba hep böyle sürecek... İşte sırf o yüzden astronomiden tutun, teorik fizikten alın, biyoloji, sosyoloji, psikoloji ve tüm felsefi izinlerde iddialıyım diyecek kadar okumuş, araştırmış, bilgi sahibi olabilmişimdir...

Evet, para kazanmak ve tatmin olmak ve haşa sâdâtı alet etmek için ne kadar zor ve çetin bir yol seçmişim değil mi?

Sonra sadatı menfaatime alet etmek (haşa) için bakın daha neler neler yapmışım ve hala da yapıyormuşum... Mesela Hıristiyanlığı tüm mezhepleriyle papazlardan daha iyi bildiğimi bildiğim gibi, Yahudiliği de kabbalasına varana kadar, Hinduizmi, Budizmi, hatta totemizmi ve tüm izmleri erinmeden yorulmadan, araştırmış durmuşum... Yani neyin ve hangi konunun neyle ilgisi varsa mutlaka araştırmış bulmuş ve ancak bu şekilde yaşayabilen ve soluk alabilen bir adam olduğumu kendimle yaşayarak ve bizzat görerek yıllardır bilmişim...

Bunun neresinde para kazanmak için dergi çıkarmak ve hem nerde tatmin olmak için bile olsa sâdatı kullanmaya değer adamlar... Ah keşke olsa da şöyle doğru dürüst bir kaç adam, konuşsak dertleşsek, hatta dövüşsek... Nerde...

Evet, İslam adına ortaya çıkmış adamların aşırı tevazuları kabak tadı verdiği gibi, bazı şeyleri açıklamak adına da olsa, kendimizden ucundan kıyısından birazcık bahsetmemiz de kimilerine abes ve kendini beğenmişlik gibi gelebilir, ama varsın gelsin, hiç önemi yok. Bu meşrep meselesi ve bizse kibiri de biliyoruz, riyayı da, ucubu da, tabi istismarı da.. Yani tüm bunları şundan anlatıyorum, sağlıklı düşünebilen herkes şöyle düşünsün diye; eğer bu adamın yazdıkları doğruysa, -ki öyle görünüyor- bu tür yetişmiş ve dinamik insanlar ne şu şeyhi maddi çıkarları için alet edebilecek kadar basit, ne de bu alimi kullanıp para kazanmaya çalışacak kadar sığ şahsiyetli olamazlar... Çünkü ihtiyaçları yok... Çünkü hakikat bu ve gün gibi de açık...

Evet her neyse, biz, kim ne derse desin hizmetimizi her zaman ve her durumda sürdüreceğiz. Ve bundan böyle sadece tek çizgide de değil, bir çok alanda mücadelemiz olacak... Hem artık derginin içeriği ve çizgisi değişecek, hem de faaliyetlerimiz dergi boyutunu aşıp, gazete, televizyon ya da başka kanallara aktarılacak. İnşallah... Ve tabi tüm bunlar da, yine her zamanki gibi kendi sorumluluğumda ve kendi adımıza olacak... Zaten zıddını ne karakterim kaldırır!.. Ne de tıynetim kabul eder!.. Bu da böylece biline...

Allah (Celle Celalühu)'a emanet olun...