Onk.Dr. Murat Baş ile Söyleşi; Zevkli Ölüm Üzerine

Şu yalan dünyanın belki de tek mutlak gerçekliğidir ölüm. Her doğan kaderini yaşar ve ölüme koşar. Günümüz insanının, ölümü konuşmaktan bile ödü kopuyor desek yeridir. Mezarlıkları şehirlerin dışına attığı gibi ölümü de zihninden, hayatından atmak ister. Daha uzun yaşamak, yaşlanmamak için onca zaman, para ve emek harcanır. Ama tüm bu çabalar nafiledir; çünkü ölüm, ne bir dakika ileri alınabilir ne de bir dakika ötelenebilir.

Öyleyse ölüm korkulup kaçılacak değil 'zevkli hale' getirilecek bir gerçek olmalıdır. Ama nasıl? İşte tam da bu konu üzerine Onkolog Dr. Murat Baş'la sohbet ettik. Aslında bir doktorla bunları konuşmak ters gelebilir size. Çünkü biz doktorları, insanları yaşatmayı görev edinmiş kişiler olarak biliriz. Onları, adeta ölümle mücadele eden ve bu mücadeleyi kazanması beklenen kişiler olarak addederiz.

Peki ya onlar! Doktorlar ölümü nasıl görürler?

Bu soruyu sıra dışı bir doktor olan Murat Baş'a soruyorum. 'Ölüm, bizi hayata bağlayan, haz duyduğumuz bir deneyim olmalıdır' diyen ve Baş, hekimlerimizin ölüme bakış açılarının yanlış olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: 'Doğumdan itibaren başlayan eğitim ve yetiştirilme müfredatımız bakın. Nasıl öleceğimiz ve ölümün nasıl olacağı mevcut değildir. Yani eğitim sistemimiz, yaşayabilme yöntemlerine dair temel bilgileri bile bizlerden esirgemektedir.

Tıp eğitimine gelince ölüm, varsa yoksa hücresel düzeydeki 'biyolojik' ve 'mekanik' bir olgu olarak kabul edilir, yani 'EX (dışlanılmış, canlılık dışına çıkmış)' terimi ile ifade edilir. Ölüm hayatın dışına çıkma değil, bizatihi daha doğru ve derinlikli bir hayata duhul olmalıdır. Tıp fakültelerinde 'ölüm'ü biyolojik, felsefi ve kültürel düzeyde öğreten 1 saatlik bir ders bile yoktur, tek bir seminer dahi verilmez.

TIP ÖLÜMÜ GÖRMEZDEN GELİYOR

İnsanlar ölür, hayatlar ölüm korkusuyla mahvolur, ama tıp bu vakayı görmezden gelir. Zira, ölüm tıp için 'başarısızlığın bir göstergesi' olarak kabul edilmektedir. Ne müthiş bir hata! Hekimlerde bu sinsi tuzağa düşerek, ölümle mücadeleye girmektedir. Oysa hekimin mücadele etmek zorunda kaldığı şey ölüm değil, hastalık olmalıdır. Bireyi ve toplumu 'hastalıksız, sağlıklı ve kaliteli (acısız, ızdırapsız) yaşatmak ve mutlu olmalarını sağlamaktır. Bu mümkün olmadığında ise onların mutlu ölmelerine yardımcı olmaktır.

Ancak, doktorlar henüz ölümle barışık değillerdir. Bu nedenle hastalarını bu harika şarkıdan mahrum etmeye çalışıp duruyorlar. Ölüm, tıbbiyeliler için en rahatsız edici gerçektir. Hastanın ölüm sürecine gittiğini hisseden hekim, agresif bir tutum takınarak 'elimden geleni yaptım' rahatlığını yaşamak ister. Acil durumlarda, müdahale edildikten sonra, çabalar başarısızlıkla sonuçlansa bile, herkes elinden geleni yapmıştır denilir. Oysa çoğu kez bu hastayı kurtarmaya yönelik yoğun çabalar son 'kahramanlık gösteri' sinden başka bir şey değildir. Bu da tıbbın, ölüme sağlıklı bakmamasından kaynaklanmaktadır. Ölümün harikulade bir (biyolojik ve sosyal) olay olduğunu görmemek tıbbın hayati bir zaafıdır.'

ÖLÜM, TEDAVİNİN BİR PARÇASI HALİNE GELEBİLİR

Hekimlerin, ölümcül bir hastalık karşı karşıya olan hastasının ölüme bakış açısını ve inancını bilmek ve araştırmak zorunda olduğunun altını çizen onkolog Doktor Baş, ancak bu şekilde hasta ile hekimin, ölüme ilişkin işbirliği yapabileceklerini savunuyor. Ve bu işbirliğinin önemini şöyle izah ediyor: 'Ölüm gerçeğini kabullenmiş, tevekkül sahibi bir hastayla ölüme ilişkin yapılabilecek işbirliği ayrı olacaktır. Hasta bireyin inanç sistemi, hiçliği, ölümden sonra dirilmeyi, sonsuzluğu önerebilir ve ya reddedebilir. Ancak hangi inanca sahip olursa olsun, bunları bilmek, hekimle hastasının ölüme yönelik birlikteliklerini kolaylaştırır. Bazen, ölüm tedavinin bir parçası haline getirilebilir. Hasta, hekimle ölüm duygusunu paylaştığında mutluluk ve yakınlaşma duyabilir. Hekim, ölümü hastasıyla paylaştıkça, onun yaşama daha da bağlandığını görür.'

ASIL YALNIZLIK DUYGUSU ÖLDÜRÜYOR

Hekimlik hayatı boyunca yaşamak yerine ölmeye tercih eden hastalarla sık sık karşılaştığını dile getiren Murat Baş, "Ayağı kesilen bir hasta, ölümü kendisine 'topal, ya da sakat' denilmesine, ya da hastalığı nedeniyle dışlanılmasına tercih edebilmektedir" diyor. Yatağına terk edilen hastalara yaşatılan 'yalnızlık' duygusunun onları ölümden daha fazla etkilediğini ve bir hasta için 'ziyaretçi'nin ne denli önemli olduğunu hatırlatıyor bize. Bir doktor olmasına rağmen 'Kanımca ölüm biçimlerinin en kötüsü, hastanede ölmektir' diyen Baş, doktorlar ve sağlık çalışanlarının bile hastanede ölmeyi istemediklerini dile getiriyor.

ZEVKLİ ÖLÜM

Artık insanlarımızın 'rahat ölüm' için dua ettiklerini hatırlatıyoruz Murat Bey'e. Acaba kastettiği zevkli ölümden kastı bu mu?
"Zevkli ölüm ile rahat ölüm, birbirinden uzak şeylerdir. Zevkli ölüm, inancına, yaşamına ve arzularına göre olan ölümdür. Maalesef rahat ölüm anlayışı (yani acısız, ızdırapsız) zevkli ölümün yerini almıştır. Bir dindarın 'Allah yolunda ölmesi ya da öldürülmesi' onun için zevkli bir ölüm iken, bir başkası için zor, rahat olmayan bir ölümdür. Rahat ölüm, yatağında, yakınlarının yanı başında olduğu, ağrısız ve ızdırapsız bir ölümdür. Bundan ne kadar haz duyulduğu şüphelidir. Ölümün hemen öncesi ile sonrasındaki seremonilere ilişkin tartışmalar bir yana, ölüm hakkında ne kadar çok şey bilinirse, o kadar az endişe duyulur. Bu nedenle ben zevkli ölümün ateşli savunucularından biriyim."

ÖLÜM KURSLARI

Amansız hastalıklarla pençeleşen hastaların 'ölüm kursları' ile hazırlanmasını öneren Murat Baş, kişilerin kendi ölümlerini planlayabilme hakkı olduğunu ifade ediyor ve ekliyor: "Burada, kendi canlarına kıymayı, ötenaziyi falan asla kastediyor değilim. Ölümü zevkli bir hadise haline getirip, en azından bu konuda insanları özgür bırakmak, ölümden istedikleri şekilde ve derecede haz almalarını sağlamak gerekir. Bu hazzı seramonilerle boğmak samimi bir davranış değildir. İnsanlara kendi ölümleri hakkında insiyatif verilmeli, ne düşündükleri sorulmalıdır. Onları ölümden korumaya çalışmak yerine, bilinçli bir çaba ile ölüme hazırlanmalarını sağlamalıyız. 'Zevkli ölüm' derken, herkesin kendi idealleri ve koşulları içerisindeki ölümü, yani kendi ölümlerini kastediyorum."

Murat Bey'den 'ölüm kursları' önerisini biraz açmasını istiyoruz. O da bizimle şu hikâyeyi paylaşıyor: 'Ünlü Hint mistiği E.Easwaran, İngiltere'de ders verirken ruhsal rehberi olan büyük annesinin ona ölümle ilgili çok yalın bir ders verdiğini şöyle anlatır: "Bazen daha çocukken, aile üyelerinden birisinin ölümü ile derinden sarsıldığımda, büyükannem beni büyük tahta bir sandalyeye oturttu ve bana bütün gücümle sandalyeye tutunmamı söyledi. Ben sandalyeye sıkıca tutunurken, büyükannem de beni çekerek sandalyeden ayırmak istiyordu. Var gücüyle çekip beni kopardığında parmaklarım, ellerim ve kollarım çok acımıştı. Sonra büyükannem tekrar sandalyeye oturmamı söyledi. Bu defa rahat olmamı, tutunmamamı ve direnmememi söyledi. Beni çektiğinde hiçbir yerim acımamıştı ve canım yanmamıştı. Beni sevgi ile kucağına aldığında: 'İşte ölüm esnasında yaşadığın şey budur, ne kadar direnirsen ve ne kadar tutunursan o kadar ızdırap duyarsın. Yani nasıl gideceğine karar vermek senin elindedir. Bunu hiçbir zaman unutma.' demişti".

ÖLÜMÜ KABULLENEBİLMEK

Ölüme direnmemeyi öğrenmek için 'ölüm kursları'na katılmak. Aslında bu çılgınca bir teklif gibi geliyor insana. Kanserli hastaları tedavi eden bir hekimin önerisi olunca daha da dikkat çekiyor. Bakın bu durumu Sayın Baş nasıl açıklıyor: "Bir hekim olarak bende, hastalarımın, hastalıklarının koşullarından biri olan ölümün farkında olmalarından yanayım. Pek çok kişi kanseri bilir. Ama kendisinin kanser olacağına ihtimal veremez, bu nedenle kansere hazırlıksız yakalanır. Acele gelen musibet, ölümü sanatsal ve estetik olmasına müsaade etmez. Hastalarına 'kansersiniz' dediğinde, sanki onları paraşütle balta girmemiş bir ormana atılmış gibi hissettiklerini gözlemliyorum. Çünkü orada nasıl yaşayacaklarına ilişkin hiçbir bilgileri yok. Ölüme dair bilgilenen, ölümü hastalığının şartlarından biri olarak görenlerin, daha uzun yaşadıklarına ilişkin çok sayıda bilimsel çalışma mevcuttur. Örneğin Stanford Üniversitesi'nin, meme kanserli hastalar üzerinde yapmış olduğu bir çalışmada, normal tedavilerine ilave olarak, kendileri gibi meme kanseri olan kadınlarla buluşanların, bu fırsatı bulamayanlara göre daha uzun yaşadıkları bildirilmiştir."

Aslında sadece hastaların değil, sağlıklı bir birey iken her ferdin kendini ölüm için hazırlaması; sevgili peygamberimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurduğu gibi, "ölmeden önce ölmek" için ölüme hazırlık yapması gerekiyor. Ya da Üstad Necip Fazıl'ın deyi mi ile "Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm / Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm?" iksirinden içebilmek gerekiyor.

Sizce de öyle değil mi?