Feyz: Türkiye'ye olan sevginizi biliyoruz. Bu nasıl başladı?
Prof.Dr.Salih Samarrai: Ben eskiden beri Türkiye ile alâkadarım. 1953 yılında Said-i Nursi Hz.'nin kitaplarının Arapçaya çevrilmesi için gayret ettim ve kitapları büyük bir beğeni ile okudum. Biz Arap âlemi olarak bir Türk âlimin kitaplarından istifade ettik. Bu yeterli mi, tabii ki değil... Türkçe yazılan nice eserlerin Arapçaya çevrilmesi ile yeni fikirler ve yeni ufuklar elde etmiş olacağız. Aynı şekilde bir Arap âliminin eserlerinin Türkçeye çevrilmesi ile Türkiye'deki kardeşlerimiz istifade etmiş olacaklar. Bu konu çok önemli… Tabii ki dünyada bazı çevreler bizim bu çalışmalarımızdan rahatsız oluyor. Bize, "Siz Müslüman halka iktisat içtima öğretiyorsunuz." diyorlar. Ben de, "Madem ki ilim zararlı, kitaplar zararlı, o zaman yakın(!)' diyorum. Bize cevaben "Sizin bu çalışmalarınız bir kere alevlendirdi ortalığı, niye yakacağız?" diyorlar. Ben lise yıllarında yani 1957 yıllarında öğrenci iken para biriktirdim. Üstad Bediüzzaman Hz.'ni ziyarete gelmek için. Kız kardeşimin hastalığı gelmeme mani oldu, gelemedim. O yıllarda Türk basınını da takip etmeye çalışıyordum. Meselâ İslamî bir dergi çıkıyordu. Başından sona kadar okuyordum. Hepsini anlamasam da sonuna kadar okuyordum.
Benim babam bir Osmanlı idi. Evimizde bir defter vardı. Bu defterde Arapça kelimelerin Türkçe karşılıkları yazıyordu. Babam bütün kardeşlerimizi oturtur, bu kelimelerin tâlimini yaptırırdı. Onun için çok eskiden beri ben Türkiye'yi seviyorum. Türk kardeşlerimi ve dünyadaki bütün Müslümanları, kardeşlerimi seviyorum. Onların dertleri ile alâkadar oluyorum. Sevgim bunu yapmaya beni memur ediyor.
Sonra Japonya'da kaldık.
Feyz: Tebliğ faaliyetleriniz için hangi ülkelere gittiniz?
Prof.Dr.Salih Samarrai: Japonya, Kore, Çin, Moğolistan, Türkistan, Rusya, Latin Amerika, Güney Afrika, Zimbabwe, Avustralya gibi kıtaları ve ülkeleri dört defa ziyaret ettim. Arjantin, Şili ülkelerine ve birçok ülkeye defalarca gittim. Tabi Japonya bizim için önemli, orada kalıyorum. Oğlum da şimdi orada çalışmalara devam ediyor. Özellikle Japonya ile Kore'ye yetişmiş insanlar istiyoruz. Buna ihtiyaç var. Tecrübelerimiz bize gösterdi ki müşrikler daha kolay İslam'a giriyor. Zaten dinleri batıl. İslam'ın güzelliği ile karşılaşınca İslam'a hemen kalpleri ısınıyor. Araplar müşrik, İran müşrik, Hindistan, Afrika ve Eski Türkler müşrik idiler. Fakat Türkler nasıl İslâmı benimseyip bir anda İslâmı dünyaya yaydılar, biliyorsunuz. Tarihi tecrübelerimiz de müşriklerin İslâmı daha kolay seçtiğinin bir kanıtıdır. İspanya'da 800 sene oturduk, fakat Hıristiyanlar Müslüman varlığını tamamen yok ettiler. Hıristiyan ve Museviler benim dinim var zannediyor. Bundan dolayı kendilerine genel bir anlayış oluşturmuşlar ve öylece yaşayıp gidiyorlar. Said-i Nursi Hz. 80 sene evvel "Rusya dinsiz yaşayamaz" diyor. Hıristiyanlık da muvafık değil onların yanında. Rusya'nın geleceği İslam'dır. Şu anda yirmi milyon Müslüman barındırıyor ve birçok Rus asıllı kişilerin Müslüman olduğunu görüyoruz. Ayrıca Taciklerin Ruslarla yaptığı evliliklerden yeni bir nesil meydana geldi. Bunlara İslamı anlatmak ve öğretmek gerekiyor. Müslümanların boş duracağı vakit yok…
Feyz: Tebliğ metodunuz nedir?
Prof.Dr.Salih Samarrai: Bu konuda bize yol gösteren Nimetullah Hocaefendi oldu. O hiç usanmadan karşısındakine sevecen ve sıcak bir yaklaşımla ıslâm'ı tebliğ ediyor. Diğer insanlar gibi insanların aklına hitap ederek değil, gönüllerine bir sevgi penceresi açıyor. Bir kişi Kelime-i Tevhit getirdiği zaman çok ilginçtir ki onda büyük değişmeler oluyor. Biz bu metodu geliştirdik. Önce gönüllere hitap ediyoruz sonra da gerekirse isbat metodu kullanıyoruz. Tahmini iki saatlik bir tebliğ ile İslâm'ın ana hatlarını anlatıyoruz. Ama üstadımız Nimetullah hoca hâlâ bizden daha fazla Müslüman yapıyor.
Nimetullah Hocaefendi: Estağfurullah Efendim
Prof.Dr.Salih Samarrai: Sen bizim üstadımızsın. "Seni kontrol için doktora götüreyim, sağlık mühim şey" diyorum, sen bana "önce hizmet, önce hizmet" diyorsun… Sen örnek alınacak büyük bir insansın.
Feyz: Sibirya'ya yapmış olduğunuz gezilerden bahseder misiniz?
Prof.Dr.Salih Samarrai: Kuzeyde bu uzak noktalardan birisi de Sibirya olarak tanınan Yakutistan'dır.
Nimetullah Hocaefendi: Ben gidip dünyanın ilk sabah ezanını okuyacağım orada. Dünyada ilk sabah namazı vaktinin girdiği yerdir Kuzey Sibirya. Gündüzleri 22 saat sürer yazları… Yakutistan da Türk… Ne yazık ki Şaman dininde kalmışlar. Siz büyük adamlarsınız. Şimdi sizin gibi akıllı insanlardan iki üç kişi gönderin, gidip durumlara baksın.
Prof.Dr.Salih Samarrai: Yakutistan'a gittiğimizde önceden bir cami vardı, şimdi ise 40'ın üzerinde mescit var. Asya'nın en kuzeyindeki Sibirya'daki bu ülke Saha Türkçesi konuşur. Yakutistan 3.103.200 km²'lik bir alanı kaplıyor ve bu alan, Türkiye topraklarının beş katıdır. Nüfus ise 1,061,280 dir. Türkiye 75 milyon dersek 75'te biri kadardır nüfusu.
Türk insanı son yıllarda dünyanın her tarafına seyr-ü sefer etmektedir. Burası ne kadar "soğuklar ülkesi" olsa da aynı zamanda "elmas ülkesi"dir. Elmas, altın ve gümüşün bol olması, ne kadar zengin bir ülke olduğunu gösteriyor. Siz Türksünüz gidin kendi soydaşlarınıza İslâm'ı tebliğ edin. Kültürlerine ve dillerine yabancı değilsiniz. Bu sizin tarihi bir vazifenizdir. Bunu ihmal edemezsiniz. Herkes gözünü Batı'ya dikmiş, böyle olmaz İslâm her yere her eve girecek. Siz sadece ıslâm'ı Müslüman'a mı anlatacaksınız? Sahabeler öyle yapmadılar. Onların bu gayreti olmasaydı; acaba siz şu anda Müslüman olacak mıydınız? Bunu düşünmek lazım… Türkiye'ye çok yakın olan Hıristiyan Gagavuzlar var. 200 bin civarında ve Anadolu Türkçesi konuşan bir millet… Onlara İslâm gayet kolay bir şekilde tebliğ edilebilir. Gagavuzlar; din, dil ve kültürel özellikler bakımından kendine has bir Türk topluluğudur. Türkiye'den bir kişi Moldova'ya gittiğinde Anadolu'nun bir köyündeymiş gibi sohbet edebilecek, yani bir dil sorunu yok. İnsanların camilere toplanıp toplanıp "sohbet ediyoruz" demeleri güzel, fakat senin yanı başında İslâm'dan bi haber insanlar varken onları düşünmemek merhametsizliktir. Dil sorunu yok, mesafe de yakın, gelir düzeyi düşük, o zaman oraları önce güzel bir şekilde dolaşmaya gideceğiz. Sonra da orada dostlar edineceğiz ve bu tanışmalar vesilesi ile göreceksiniz ki, Allah (Celle Celalühu) sizi ne kadar çok güzelliklerle karşılaştıracak…
Nimetullah Hocaefendi: Ebû Zerr el Gıffarî kardeşini gönderdi Medine'den. Peygamberimizi bütün cezire (Arap yarımadası ) işitmişti ve merak ediyorlardı. Ebû Zerr Mekke'ye gitti. Bu sırada Hz. Muhammed'in Mekke'deki durumu çok kritik olduğundan, ashabı onu büyük bir titizlikle koruyor ve bulunduğu yeri hiç kimseye açıklamıyorlardı. Ebû Zerr Hz. Peygamber'i kime sorduysa bir cevap alamadı. Çaresiz Kâbe'ye gitti. Zemzem suyundan içerek biraz rahatladı. Tekrar Hz. Peygamber'i aramaya çıktı. Yine kimseden bir cevap alamadı. Bu arada tesadüfen karşısına çıkan Hz. Ali'ye sordu ise de yine bir cevap alamadı. Birkaç gün böyle geçti. Nihâyet kendisinin Rasûlullah'ın nübüvvetini ve onu aradığı hususu Rasûlullah'a bildirilince, önce şekli şemâili ve durumu tetkik edildi. Sonra zararsız bir kimse olduğu anlaşılınca Hz. Ali vasıtasıyla Hz. Peygamber'e götürüldü. Rasûlullah ile yaptığı kısa bir konuşma ve görüşmeden sonra kelime-i şahâdet getirerek İslâm'a girdi. Artık bu günden itibaren bütün kuvvet ve kudretiyle, bütün aşk ve şevkiyle, bütün cesaret ve şecaatiyle İslâm'ı yaymaya ve öğretmeye başladı. Ebû Zerr (r.a.), kardeşi Uneys (veya Enis'in) de İslâm'a girmesini sağladı. Kabilesinde de İslâm'a dâvet faâliyetlerine girişti ve birçoğu onun eliyle Müslüman oldu. Ben beraber gezdiğim Endonezyalılara, Burunaylılara diyorum ki, Japonya komşunuz… İslâm'ı onlara siz tebliğ etmelisiniz, bu sizin için daha kolay olur. Şimdi bize de düşen; komşumuz Rusya ve Türkistan'ın hepsi bizim komşumuz. Müslümanlar hiç haritaya bakmıyor musunuz? Buralara İslâm'ı Ebu Zerr gibi anlatabiliriz. Hepsi de Türkçe biliyor.
Prof.Dr.Salih Samarrai: Komşu olduğu için birinci mesul tabii ki Türkiye. Ama ne ilginçtir ki ilk Müslüman Japon, İstanbul'da İngiliz asıllı bir Müslümanın daveti ile şereflendi. Hidayetin nerede geleceği belli değil. Sultan II. Abdülhamit Han'ın Japon ilişkileri çerçevesinde, 1890 yılında Osman Paşa emrinde gönderdiği 600 kişilik Osmanlı asker ve subayı, Ertuğrul gemisiyle Japonya'dan gelirken Kushimoto açıklarında müthiş bir fırtınaya yakalanarak kayalara çarptılar. 550 kişi şehit düştüler ve Japonya'da gömüldüler. 1891 Ostaro Noda adında bir Japon gazeteci, Japon halkından toplanan yardımları, şehit ailelerine vermek üzere İstanbul'a geldi. Sultan II. Abdulhamid'le görüştü. İngiliz asıllı bir Müslüman vasıtasıyla Müslüman oldu ve "Abdulhalim" adını aldı. Bu olay, o günkü gazetelerde büyük yankı uyandırır.
Kore'de Önce İki Kişi Müslüman Oldu
Bir misal de Kore'den vereyim. Bağımsızlık savaşına katkısından dolayı ülkedeki herkesin sevgisini kazanan Türk askeri, Koreli İslâmî çevrelerde ayrı bir öneme sahip. Müslümanlığın Kore tarihindeki başlangıcı, ilk camiyi yaptıran ve ilk imamı atayan Türk Genelkurmayı sayesindedir. Bugün 35 bini Koreli yaklaşık 100 bin Müslümanın yaşadığı Güney Kore'de, Müslümanlığın başlangıç tarihi olarak, 16 Temmuz 1956'da Cemil Uluçevik Paşa'nın kent merkezinde cami açışı alınıyor. Güney Kore'de 55 yıl önce bir elin parmaklarını bile geçmeyen Müslüman sayısı bugün 40 binlere ulaşmış bulunuyor. İslâm'ın bu kadar hızlı gelişmesinin şüphesiz çeşitli sebepleri var. Kore halkının İslâm dinini sevmesinde Türk askerinin, özellikle de onlarla birlikte cepheye giden imam Zübeyir Koç'un azimli çalışması ve gayreti buna sebep olmuştur. "Ben burada savaşa geldim, ne işim olur tebliğ ile" demedi, hizmetine devam etti.
"Türk askerine olan sevgi, bu askerlerin dini olan Müslümanlığa ilgiyi doğurdu. Güney Koreliler kafileler halinde Türk karargâhında asker için yapılan mescide giderek Türk imamlardan İslâmiyet hakkında bilgi almak istedi. Koreli sayısı 211 oldu. Ancak bu Müslümanlar, 'Biz de namaz kılmak istiyoruz' deyince, Türk birliğinin komutanı Cemil Uluçevik Paşa, Türk Genelkurmayı'na bu talebi ileterek izin almıştır. Kore'de İslâmiyet'i başlatma şerefi de Türk askerine, imam Zübeyir Hocaya aittir.
Feyz: Zübeyir Hoca ise okulun müdürü ve felsefe hocası Celalettin Ökten'in ısrarıyla Kore'ye gidecekler için açılan imamlık sınavına hocasının ısrarı başvurur ve Güney Kore'ye gelir...
Nimetullah Hocaefendi: Zübeyir Koç asker gönderildiği zaman ben de askerdim, askerlere hoca olarak gönderilmişti. Kore'ye... Müslüman lığın 50. yılı kutlamaları düzenleyen Kore Müslüman Federasyonu ile 50 senelik altın İslâm tarihi toplantısı yapıldı. Biz de orada beraber bulunduk. Uzun uzun konuşmalar oldu. İslâm daveti mektubu yazdık. Sion şehrinin arabayla bir saat uzağında, altı katlı İslâm merkezinin açılışını yaptık.
Prof.Dr.Salih Samarrai: Türkistan'da İmam Buharî, İmam Tirmizî gibi büyük imamlar çıktı. O büyük âlimler kendilerini öyle yetiştirdiler ki, Arapçayı bir Araptan daha güzel okuyup yazdılar. Her yere camiler yapmışlar.
Nimetullah Hocaefendi: Şimdi ise camiye kadın erkek girip sadece ağlıyor. Ecdadımız ibadet ederdi, biz bilmiyoruz diyorlar. Ezanı bilmiyorlar, namazı bilmiyorlar. Tabi Eski Rusya'nın o soğukluğu artık kırıldı, yok, ama ne var ki hâlâ ihtiyaç var. Cemaatten üç kişi gitsin baksın, oraları dolaşsın gelsin ve o memleketler hakkında notlar alsın ve buradaki kardeşlerini de bilgilen dirsin. Vize işinde biz yardımcı oluruz size. Çok güzel Tatar kardeşlerimiz var. Gençler altı ay kalacak şekilde gitmeli, soğuk olan memleketlerden olmalı, meselâ Sivas gibi. Yani iklime elverişli olmalı, böylece daha güzel hizmetler olabilir.
80 Yaşındaki Halife Altay'ın Moğolistan'a Yolculuğu
Prof.Dr.Salih Samarrai: Moğolistan'a gittiğimde gördüm. Buraya Suriye'den hicret etmiş biriyle tanıştım. Halife Altay isminde seksen yaşına aşmış bir zattı. Moğolistan'da oturuyordu. Kendisinin buraya gelişi de çok enteresan. Halife Altay önce Rusya taraflarına gider. Moğolistan'a, gitmek üzere trenle yolculuğa çıkar. Yanında kuru peksimet vardır. Tren görevlilerinden biraz sıcak su ister ve ekmekleri onunla ıslatır ve yedi gün boyunca böylece karnını doyurur. Yetmiş sene sonra namaz kılan bir insanla görüşür. Orada ilk Cuma namazını Komünist partisinin ofisinde kılarlar. Kur'an-ı Kerim'i Kazak diline tercüme etti. Şimdi 44 cami var Moğolistan da.
Kudret Allah'ın elindedir, yoksa ne Amerika'nın ne de başka gücün elinde değildir.
Nimetullah Hocaefendi: Birçok Müslüman erkek Müslümanlığı seçen Rus kızları ile evlendiler, çocukları oldu çoğaldılar. Rusya Müslüman olacak. Ruslar çocuk yapmıyorlar. Fakat Müslümanların sayıları artıyor. Dünyaya adalet getirmek için Amerika gibi adam öldürmeye lüzum yok "İslâm'a davetle" bütün dünya Müslüman olur. Bütün dünya Müslüman olacak. Kudret Allah'ın elindedir, yoksa ne Amerika'nın ne de başka gücün elinde değildir. Müslümanlar bunu biliyor fakat bu sözle amel etsinler, bu çok önemli bir şey…
Feyz: Elhamdülillah, Feyz dergisi olarak 16 yıldan beri tebliğ ve davetimiz devam etmektedir. İnsanların günahlardan kurtulmaları ve kadim kültürlerine dönmeleri ancak kendine olan güvenin yeniden tesisi ile olabilir. Kesinlikle Müslümanlar kâfirin teknik gücünü kendilerinde aşağılık kompleksi vesilesi hâline getirmemelidirler. Bunlar tâli değerlerdir, asıl olan ana değer kesinlikle imandır. Sayın Samarrai sizin Japonya'ya ilk gitmeniz nasıl oldu?
Prof.Dr.Salih Samarrai: Ben Pakistan'da okurken tebliğ cemaatinden birisi Japonya'ya gidip gelmişti. Bana "Japonlar bir meyve bahçesi gibi, Müslüman olabilecek bazı duruşları var" dedi. Ben de kendi kendime düşündüm. Sadece davetin yeterli olmadığını, o meyve bahçelerinin sulanması ve ilgilenilmesinin gerekli olduğuna kanaat getirerek gitmeye karar verdim. Fakat benim Avrupa'da okuma durumum söz konusu idi. Önce Pakistan'a sonra Hindistan'a geçtim. Tabi kara yolu ile uzun bir yolculuk oldu. Öğrenciyim, genç ve toyum… Ama tebliğ için artık kararımı vermiştim. Oradan vapura bindim, tam tamına yirmi beş gün sonra Japonya'ya vardım. Biz o zamanlar gençtik ama şimdi daha genciz Elhamdülillah… Önce iki ay Japonya'da gezdim, tebliğ faaliyeti yaptım. Bunun da yeterli olmadığını gördüm. Çünkü tebliğ için gelenler ekiyorlar ama meyveleri bırakıp gidiyorlar. Ben burada kalayım, yoksa bunlara yazık olacak diye üzüldüm ve orada kaldım. 56'dan 60'a kadar çalıştım. İslâm'ı seçenler çok az sayıda oluyordu. O zaman Müslümanlığı seçen gençlerin okuması için İslâm ülkelerine gitmeleri için yol gösterdik. Kimisi Mısır'da bulundu, kimisi Şam'da bulundu. Şimdi fasih Arapça konuşanları da var. O genç Japon talebelerden profesörler yetişti. Televizyonlara çıkıp nasihat da ediyorlar. Müslüman talebeler cemiyeti kurduk. 60 yılında ise daha organizeli çalışmaya başladık. O zamanlar Japonya'daki Türkler ve Araplar da bile İslâmî hassasiyetler zayıftı. Fakat İslâm'ın bir kokusunu alan hemen geliyordu.
Prof. Dr. Salih Samarrai Hz. Peygamberin Neslinden Geliyor
Feyz: "Samarrai" ne anlama geliyor?
Prof. Dr. Salih Samarrai: Japonya'da bana "Sende de mi samuraysın, sizde de var mı?" diyorlar. Ben de onlara "Arap Samarayim" diye cevap veriyorum. Tabii bu nükte. Benim aslım Irak'ın Samara şehrinden geldiği için, bu soy ismim. Ayrıca Hz. Peygamberin neslinden geldiğimiz için de Osmanlılardan tastikli şeceremiz var. Samara, Abbasi halifeleri zamanında İslâm başşehri olmuş bir şehirdir.
Samarra Abbasi Devleti zamanında Irak'ta Bağdat'ın yetmiş mil uzağında ve Dicle kenarında kurulan tarihi bir şehir. Bu şehri, Halife Mu'tasım'a ve ücretli Türk ordusuna yeni bir yerleşim merkezi sağlamak gayesiyle Ünlü Abbasi kumandanı Türk asıllı Eşnas, 836 (H.222) senesinde kurdu. Samarra, kuruluşundan 892 (H.279) senesine kadar 57 sene müddetle, Abbasi devletine başşehir oldu. Halife Mu'tasım'dan halife Mu'tedid'e kadar sekiz Abbasi halifesi Samarra'yı payitaht olarak kullandı. 892 (H.279) senesinde Halife Mu'tedid Bağdat'ı tekrar başşehir yaptı. Samarra şehri tarihi bir şehirdir. Fakat bugün Dicle Nehrinin sol sahilinde büyük bir harabe halindedir. Bugün harabelerin yakınında yeniden kurulmuş, aynı adı taşıyan küçük bir şehir vardır. Harabeler arasında sağlam kalan binalar, halife Mütevekkil'in yaptırdığı Büyük Cami; Balkuvara sarayı; Vasık Kasrı ve Kubbetü's-Sulaybiya'dır. Harabe haline gelen bu şehirde yapılan kazılarda, Abbasiler zamanında dünyaya ışık saçan sanat ve kültürün zengin numuneleri elde edilmiştir. Bugün harabe ve küçük bir belde hâlini alan Samarra şehri vaktiyle yüz binlerce nüfusa sahip büyük bir şehirdi. İslâm âlemi için de önemlidir, çünkü başkentlik yapmış bir şehirdir. Samarra'da Türklerin izleri halen mevcut. Zaten halifenin annesi Türk olduğundan, ayrıca bir sevgi var. Tabi şu anda kan ve gözyaşı hâkim iken bunları konuşamıyoruz. Allah oradaki Müslüman kardeşlerimize yardım etsin. Buradan bütün dünyaya da seslenmek istiyorum. Kan ve gözyaşını durdurun, bundan bütün dünya mesuldür. Amerika en çok bu bölgenin Sünnilerine zulmediyor. İsrail ve Amerika hiç uyumuyor. Çok insan öldürdüler, çok aileleri dağıttılar. Tabi onlar şehit oldular…
Feyz: Hizmet ve tebliğ için hangi ülkelere gidilebilir?
Prof. Dr. Salih Samarrai: 81 cumhuriyet var diyor. Yani bazı insanlar iki üç vilayetle veya devletle meşgul oluyor. Ötekiler ne olacak? Her yerde Müslümanlar birer nurdur. Bulundukları yerlerdeki insanlar Müslümanlardan istifade ediyorlar. Yani kuvvet var. Yükseliş var. Her gün daha ileri gidiyor hizmetler. Çok sıkıntılar olduğu halde, öyle sıkıntılar olmasına rağmen Müslümanlar ileri gidiyor. Türkiye'ye baktığımız zaman bu sene geçen seneden daha iyi, geçen sene evvelki senelerden daha iyi. Bütün dünyada bu şekilde olduğunu görüyorum. Müslümanların az olduğu ülkelerden hac senede 30 kişi gelirdi. Şimdi her bir cumhuriyetten binler geliyor Allah'ın lütfuyla... Rusya'nın içinden ve diğer cumhuriyetlerden de geliyorlar.
11 Eylül İslâma Bir Darbedir.
Feyz Dergisi Müslümanların dergisi, insan feyzsiz yaşayabilir mi?
Nimetullah Hocaefendi: Japonya'da bir cami yıkıldı. Biz, cami yeniden yapılana kadar birinci sınıf otellerde namaz kılmaya başladık. Cumalarda, bayramlarda, otellerde namazlar kılındı. Baktılar ki böyle olmuyor. Şimdi her yerde mescitler çoğaldı. 20 sene evvel Japonya'da iki camii var iken, şimdi 400'ü geçti. Şu bulunduğumuz oda kadar 40-50 metre kare yerler de var. İşçilerin yatakhanelerini mescit yaptık. Allah'ın (Celle Celalühü) izniyle beş vakit namaz kılınmaya başlandı. Daha sonra oradan başka bir yere çıktılar. Zamanla kira olan yerler, şimdi satın alındı. Buradan şunu demek istiyorum, her şeyin bir geçiş dönemi vardır. O zamanlar bana; "Burası yatakhane, mescit mi olur?" deselerdi şimdi camileri olmazdı. Burada gayret ve sebat gerekiyor. Bu bayrağı sizin gibi ihlâslı gençler alacak ve taşıyacaklar. Ben diyorum ki Feyz Dergisi Müslümanların dergisi, insan feyzsiz yaşayabilir mi? Yaşayamaz, o zaman bu dergi Müslümanların dergisi. Bak bütün Türkiye'de insanların günahlardan kurtulması için İslâm'ı anlatıyor. Ne güzel…
Prof. Dr. Salih Samarrai: 60-65 yıllarında Mısır'da başörtüsü yasak olunmuştu. Şimdi yeni geldim. 4 gün evvel oradaydım, bütün hanımlar örtülü. Kahire Üniversitesi'nde bütün kızlar örtülü, sadece Hıristiyan olanlar açık. Diğerlerinin neredeyse hepsi kapalı. Çarşı Pazar bütün hanımlar kapalı. Aynı durumu Endonezya'da, Malezya'da görmek mümkün, Allah'a şükürler olsun ki, bu asır İslâm asrı olacak, buna şüphemiz yok… Sıkıntılar var. Fakat bu sıkıntılar da sebep, her sebep bir çok şeye sebep oluyor. Bu sıkıntılara rağmen Cenab-ı Hak, İslâm'ı kuvvetlendiriyor. 11 Eylül'den sonra Arap âleminde hayır sahiplerinin hayırlarına, yardımlarına müsaade etmediler, yasaklar getirdiler. Bu kadar sıkıntılara rağmen Allah'ın (Celle Celalühü) lütfu ile herkes kendi bulunduğu yerden İslâm'a hizmet etmeye başladı.
Yahudilerin Taptıkları
Güney Afrika'da...
Feyz: Sizce Müslüman ülkelerdeki bu sıkıntıların sebebi nedir?
Prof. Dr. Salih Samarrai: Size şöyle bir misal vereyim Güney Afrika'da bir arkadaşım var. Orası çok zengin bir ülke, dağların altında altın madenleri var. Yahudiler orada ileri derecede ticaret yapıyorlar. 30 yıl evvelki söz: "Yahudiler Filistin'den çıkabilirler, ama buradan çıkmazlar, çünkü tapındıkları burada" deniyordu. Yani tapındıkları altın, elmas ve petroldür. Bütün savaşlar bunların üzerinden oluyor. Bütün Müslüman ların memleketlerinde doğal zenginlikler ve en önemlisi petrol var. Bütün dünyanın tapındığı şey Müslümanların topraklarında olduğundan, kan ve gözyaşı bu topraklardan eksik olmuyor. Fakat size şöyle söyleyeyim, bütün dünya inşallah İslâm'a koşuyor. Japonya, Kore, Çin, Avrupa, Amerika buraların hepsi teknikte ilerlemiş memleketler. Hepsi bir rahatlık arıyor ama huzuru bulamadılar, o da İslâm'da…
Sultan II. Abdülhamit Han'ın Çabaları...
Feyz: Sultan II. Abdülhamit Han, Osmanlı-Japon ilişkileri çerçeve- sinde Japonya'ya sürekli insan gönderir. Bu konudan da bahseder misiniz?
Prof. Dr. Salih Samarrai: Sultan II. Abdülhamit Han'ın sadece Japonya'da değil bir çok yerde İslâm adına yaptığı çalışmalar vardır. Bunlardan birisi de 1902'de Yokohama'ya küçük bir mescit yapmak için gelen Mehmet Ali isminde bir kişidir fakat ona nasip olmadı. Ama Müslümanlar şimdi Yokohama şehrine büyük bir cami yaptılar. Japonya'ya gelen ilk Müslüman öğrenciler 1909 yılında Waseda Üniversitesi'nde okuyan Çin uyruklu Müslümanlardı. Sayıları yaklaşık kırk kadardı. Çince olarak İslâm'ın Uyanması' adında bir dergi yayımladılar. Üç adet Osmanlı öğrenci de 1911 yılında Wased Üniversitesi'ne geldi. Japonya ile adı adeta özdeşleşen ve bu ülkede ilk İslâm tohumlarını atan Abdürreşid İbrahim, 1884 senesinde Japonya'yıziyaret etti. Onlardan biri olan duacı Seyyah'ın oğlu Abdürreşit İbrahim'dir.
Hiroşima'ya atılan bomba ile Müslüman Japonlar da şehit oldu.
Japonya'ya İkinci Dünya Savaşı sırasında Endonezya ve Malezya'dan öğrenciler geldiler. Bazıları Hiroşima'ya atılan bomba ile şehit oldu. Bazıları da sağlığına kavuşarak yaşamına devam etti. Bu öğrencilerden birisi ile Endonezya'da iki yıl evvel karşılaştık. Tatarların göçmen çocukları Japonya'daki Üniversite ve çeşitli okullarda okudular.
Feyz: Japon insanından biraz bahseder misiniz? Sizi nasıl karşılıyorlar?
Prof. Dr. Salih Samarrai: Japon halkı yüksek ahlâklı, iyi sıfatlıdır. Japon insanı îslâm Dinini tanırsa kendi toplumunun uyguladığı özelliklere uyum sağladığını görecektir ve beğenecektir. Allah ona hidayet nasip ederse, bu dini beğenir ve inanır..
Feyz: İkinci nesil problemlerinden ve beklentilerinden bahseder misiniz?
Prof. Dr. Salih Samarrai: Japonya Müslümanlarının karşılaştığı en büyük problem, çoğu karışık evli olan ikinci neslin kız ve erkekleridir. Yabancılar Japon kızlarla ve Japonlar başka milletlerle evlenmişlerdir. Bu evliliklerden de birçok çocuk doğmuştur. Eğitim mecburi ve esastır ve şimdi Japonya'da binlerce Müslüman çocuk olduğu halde, hiçbir İslâm okulu yoktur ve İslâm'ı öğretmek için bir yol bulamazsak, gayrimüslim bir toplum içinde yok olacaklardır. Pakistan ve Bangladeş Müslümanları ise Japon hanımlarını ve çocuklarını eğitim için ülkelerine gönderiyorlar. Ekonomik ve sosyal bakımdan Japon insanı ve bu ülkeler arasında çok fark bulunduğu için de maalesef birçok problemler yaşanıyor. Bu da evlilik hayatlarını sona erdirebiliyor, dolayısıyla bu probleme kesin bir çözüm bulmak gerekir. İslâm Merkezi, Japonya'da ilk İslâm Okulu kurdurmada tereddüt engellerini kırmayı amaçlamıştır. Daha önce de bu ülkede mescit kurma tereddüt engeli İslâm Merkezi tarafından kırılmıştır. İkinci neslin çocuklarıyla iyi ilgilenirsek, onlar da daha sonra Japonya halkına bizden daha iyi bir şekilde İslâm'ı sunacaklardır, Bunun iki önemli sebebi vardır. Onlar Japonlar ve dilleri de Japonca…
Feyz: Bu güzel söyleşiyle okuyucularımıza güzel mesajlar verdiniz. Teşekkür ederiz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Prof. Dr. Salih Samarrai: Allah'a şükrediyoruz ki, bizi bu duruma getirdi ve İslâm ümmetinin yerine farz kifayeti olarak çok kullarını dinine çağırmamıza imkân kıldı. Bize görevimizde kolaylık sağlayanlara ve destekleyenlere teşekkür ederiz. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Ali'ye şöyle buyuruyor "Allah senin sayende bir insanı hidayete kavuşturursa, bu sana dünya malından ve zenginlikten daha hayırlıdır."
Feyz dergisinin güzel hizmetleri ile tanıştığım çok memnunum, Allah Razı olsun...