Yaratıkların en güzeli ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insanoğlu peygamberler aracılığıyla gönderilen ilahî buyruklara uyduğu müddetçe izzet sahibidir. İnsanoğlu izzetini zaman zaman taçlandırarak en yüksek seviyeye çıkmış, zaman zaman da en alçak seviyelere zillete düşmüştür.
Bu anlamda İslâm’ın emirleri insanın izzet ve şerefini yücelten değerler olduğu görülmektedir. Cahiliye döneminde yapılan işlerle İslâm’ın emirlerini karşılaştıran şu örnek bunun güzel bir örneğidir: Mekkelilerin baskısından yılan Müslümanlar Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Mekkeliler, Habeşistan’a bir heyet göndererek Kral Necaşi’den sığınmacıların sınır dışı edilmesini istediler. Fakat Kral, Mekkelilerin bu talebini Hz. Peygamber’in amcaoğlu Cafer’in şu konuşmasından sonra şiddetle reddetmiştir. Cafer b. Ebû Tâlib’in Habeş kralının huzurunda Hz. Peygamber hakkında söylediği sözler dikkat çekicidir:
“Ey kral! Biz cahil bir kavimdik. Putlara tapıyor, murdar et yiyip, çirkin işler yapıyorduk. Akrabalarla ilişkilerimizi kesiyor, komşuluğun gereklerini yerine getirmiyorduk: Kuvvetli olanlarımız zayıflarımızı eziyordu. İşte biz böyle bir ortamda bulunurken Allah bize içimizden soyunu, doğruluğunu, güvenilirliğini ve temizliğini bildiğimiz bir peygamber gönderdi. Bu peygamber bizleri Allah’ı bir tanımaya ve yalnızca O’na kulluk yapmaya davet etti. Bize atalarımızın ve bizim Allah’tan başka tapmakta olduğumuz ilahları bırakmamızı söyledi. Doğru söylemeyi, emanete hıyanet etmemeyi, akrabalık bağlarını gözetmeyi, komşu haklarına riayet etmeyi, haramlardan ve kan dökmekten kaçınmayı emretti. Bize çirkin işlerin hepsini yasakladı. Bizleri yalancı şahitlik etmekten, yetimlerin mallarını yiyip namuslu kadınlara iftira etmekten alıkoydu. Allah’a kulluk yapıp hiç bir şeyi O’na ortak koşmamamızı, namaz kılmamızı, oruç tutmamızı ve zekât vermemizi emretti.” (İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdulmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Humeyrî el-Meâfirî, es-Siretü’n-Nebebiyye, Thk. Mustafa es-Sekâ- İbrahim el-Ebyârî- Abdülhafîz eş-Şelbî I-II, Mektebetü Mustafa el-Bâbî, 2. Basım, Mısır, 1375-1955, I, 336)
Allah Teâlâ, Rasûlüne kadınlardan biat alırken insanın değerini yükselten şu ilkeler üzerine biat almasını istemektedir: “Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Mümtehine, 60/12)
Kadınlarda Allah Rasûlüne şöyle diyerek söz vermişlerdir: “Yâ Resûlullah! Allah’a hiçbir şey ortak koşmayacağımıza, hırsızlık yapmayacağımıza, zina etmeyeceğimize, çocuklarımızı öldürmeyeceğimize, kendi tarafımızdan yapılmış bir iftirada bulunmayacağımıza, iyiliklerde sana karşı gelmeyeceğimize dair sana söz veriyoruz.” (Mâlik b. Enes, Muvatta, İstanbul, 1981, Bey’at, 2)
Bunlar insan izzet ve şerefini yücelten ilkelerdir. “İzzet ve şerefin hepsi Allah’a aittir.” (Fâtır, 35/10) Ayrıca izzet Allah’ın, Rasûlü’nün ve inananların yanındadır. “Hâlbuki asıl izzet, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir.” (Münâfıkûn, 63/8) Oysa müşrikler izzeti Allah’ın yanında aramak yerine putların yanında aradılar. “Onlar, kendilerine bir itibar ve kuvvet (vesilesi) olsun diye Allah’tan başka tanrılar edindiler.” (Meryem, 19/81) Münafıklar ise aynı hataya düşerek izzet ve şerefi müşriklerin yanında aradılar. “Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” (Nisâ, 4/139)
Mü’minlere düşen, olaylar karşısında gevşeklik göstermeyecek çünkü hak üzere olan onlardır ve sonuçta galip gelecek olan da onlardır. “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.” (Âl-i İmrân, 3/139)
Mü’min izzetlidir, alçak gönüllüdür, merhametlidir fakat kâfirlere karşı ise onurlu duruşunu her zaman gösterir. “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihat ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” (Mâide, 5/54). “Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler…” (Fetih, 48/29)
Kâfirler Niye Nimetler İçinde Yaşıyorlar?
Dünyadaki kıstaslara bakıldığında özellikle 21. asır ölçeğinde kâfirlerin üstün olduğu gibi bir görünüm vardır. Fakat şu bilinmelidir ki, onların böyle bir görüntü vermeleri dünyadaki Müslümanların şu andaki durumlarına göredir. İslam’ın izzetli olduğu kesin de, sorun, ona inananların bu izzeti hak edip etmemeleridir. Sorun, Müslümanların tembelliğinden kaynaklanmaktadır. Sorun İslam’da değil; Müslümanlardadır. Kâfirler Allah’ın kendilerine verdiği imkânları değerlendirdiler ve dünyaya ve Müslümanlara kan kusturmaya devam etmektedirler. Bu imkânları iyilik yolunda değil; kendilerine rakip olacakların kafasını ezmek için kullandılar. Bu anlamda kötü bir sınav verdiler ve bu kötü sınav her geçen gün daha kötüye gitmektedir. Onların elbirliği yaparak mazlum insanların üzerine çullanmaları bizleri endişeye düşürmemelidir. Yeter ki biz yapmamız gerekenleri yapalım. “(Rasûlüm) İnkârda yarışanlar sana kaygı vermesin. Çünkü onlar, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Allah onlara, ahiretten yana bir nasip vermemek istiyor. Onlar için çok büyük bir azap vardır. Şurası muhakkak ki, imanı verip inkârı alanlar, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elîm bir azap vardır. İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.” (Âl-i İmrân, 3/176-178)
Yine Rabbimiz insanların küfürde birleşme ihtimali olmasaydı onlara dünyada daha büyük nimetler vereceğini bildirmektedir:
“Eğer bütün insanlar (kâfirlere verdiğimiz nimetlere bakıp küfürde birleşen) bir tek ümmet olacak olmasalardı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık. Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler yapardık. Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında ahiret ise, O’na karşı gelmekten sakınanlarındır.” (Zuhruf, 43/33-35)
“İnkârcıların (refah içinde) diyar diyar dolaşması, sakın seni aldatmasın! Azıcık bir menfaattir o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir!” (Âl-i İmrân, 3/196-197)
“Şüphe yok ki kâfir olanlar, yeryüzündeki her şey ve bunun yanında da bir o kadarı kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye verseler onlardan asla kabul edilmez; onlar için acı bir azap vardır.” (Mâide, 5/36)
Kâfirlerin sağlıklı bir şekilde yaşamaları, imkânlarla donatılmış bir hayat sürmeleri Müslümanları aldatmaması gerekir. Bu onların azaplarını artırmak ve kıyamet günü hiçbir mazeretleri kalmaması içindir. “Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Rasûlü’nü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler. Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah, bunlarla ancak dünyada onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.” (Tevbe, 9/84-85)
Onların, imkânları sayesinde şehir şehir dolaşıp dünya nimetlerinden istifa etmeleri Müslümanları aldatmamalıdır. “İnkâr edenler müstesna, hiç kimse Allah’ın ayetleri hakkında tartışmaz. Onların şehirlerde (rahatlıkla) gezip dolaşması seni aldatmasın.” (Mü’min, 40/4)
Kâfirler, inanmamak için bahaneler ararlar ve olmadık isteklerde bulunurlar. “Onlara bir ayet geldiğinde, Allah’ın elçilerine verilenin benzeri bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız, dediler. Allah, peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah tarafından aşağılık ve çetin bir azap erişecektir.” (En’am, 6/124)
İnanmayanlar kendileri için ikinci bir fırsat verilmesini isteyeceklerdir. “(Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar.” (Bakara, 2/167)
Herkes Yaptığının Doğru Olduğuna İnanır
Firavun da yaptıklarının doğru olduğuna inanıyordu: “…Böylece Firavun’a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı…” (Mü’min, 40/37). “…Doğrusu inkâr edenlere hileleri süslü gösterildi ve onlar doğru yoldan alıkonuldular. Allah kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek yoktur.” (Ra’d, 13/33). “…Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik…” (En’am, 6/108). “Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar…” (İsrâ, 17/84).
Sonuç olarak, tarihte olduğu gibi tekrar izzetimizi istiyorsak Rabbimizin istediği gibi bir kul olmalıyız ve gece gündüz çalışarak Allah’ın dinine yardım etmeliyiz. Çünkü Rabbimizin, dinine yardım edenlere yardım edeceğine dâir vaadi vardır:
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 47/7)
“… Allah onların yardımcısı idi. Müminler, yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.” (Âl-i İmrân, 3/122)
Allah Teâlâ, başta Bedir Savaşı’nda olmak üzere inananlara yardım ettiğini bildirmektedir. (Âl-i İmrân, 3/123-128)
Bizler de birçok olaylar sebebiyle onun yardımına şahit olduk ve şahit olmaya devam ediyoruz. “(Rasûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.” (Âl-i İmrân, 3/26)
Selam ve dua ile…