Bilindiği üzere, Allah’ı bilmek, tanımak, kalp ile tasdik, dil ile ikrar, İslam akidesinde, bir kişinin mümin olmasının ilk ve vazgeçilmez şartıdır. Ne var ki, insanların, ancak beş duyu organıyla algılayabildikleri varlıklar hakkında bilgi sahibi olabilmeleri ve bu özelliğin çocuklar için de geçerli olması, mücerred bir kavram olan Allah’a iman öğretiminde bir zorluğa sebebiyet vermektedir. Ancak, bu zorluğa rağmen, iman öğretiminin ihmal edilemeyeceği de bir gerçektir.
Her şeyin bir yaratıcısı ve idare edicisi olduğuna inanmanın, bu yaşlardaki çocukların psikolojik yapılarına da uygun olduğunu söyleyebiliriz. Her şeyden önce, çocuk, düşünmeden, şüphelenmeden ve itiraz etmeden inanmaya hazır olduğundan, söylenenlere içtenlikle inanmaktadır. Buna sadece dilin kabul edip inanışı değil, aynı zamanda ruhun da kabulü ve inanışı gözüyle bakılmaktadır. Zira çocuk, inanmakla kendini güçlenmiş ve Allah’a yakınlaşmış hissetmektedir.
Bu yaşlardaki çocukların kolay inandıkları, kendilerine anlatılanları, olduğu gibi kabul ettikleri bilinmektedir. Büyüklere sorduğu sorular, onun öğrenme merakını ve olumlu yaklaşımını gösterir. Anlatılanları dinlemeye ve kabul etmeye hazır olduğundan, ona doğru ve anlaşılır bilgiler vermek gerekir. Allah’ın yüceliği, çocuğun sevdiği her şeyi O’nun yarattığı, iyiliklerin ve güzelliklerin sahibi olduğu anlatılarak iman öğretimine başlanabilir. Çocuğun, bebekliğinden itibaren duymuş olduğu “Hû hû hû Allah/Sen uykular ver Allah” şeklindeki ninniler, “Allah kazadan belâdan esirgesin”, “Allah uzun ömürler versin”, “Allah yardımcın olsun”, “Allah korusun” gibi dualar, çocuğun merak ettiği Allah hakkında sorular sormasına zemin hazırlamaktadır. İşte, bu soru sorma çağında çocuklara Allah anlatılırken birtakım hususlara dikkat edilmelidir.
a. Allah Sevgisi Esas Olmalıdır
Çocuklara her zaman ve her hususta sevgi ile davranılması İslamî prensiplerden biridir. Kur’ân-ı Kerîm’de baba-oğul ilişkisini içeren ayetlere bakıldığında, her defasında, babanın oğula hitap tarzının, “Yavrucuğum/Oğulcuğum” şeklinde olduğu görülecektir. Aynı özellik hadislerde de göze çarpmakta ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.), bütün çocuklara karşı, “Yavrucuğum” şeklinde sevgi ve şefkat ifadesiyle hitap ettiği görülmektedir. İslam eğitimcilerinden İmam Gazâlî, Feridüddin Attar da, çocuklara yönelik yazmış oldukları müstakil eserlerde, nasihatlerine “Ey sevgili ve aziz oğlum, yavrum, oğlum, ciğerparem, ey aziz can, biricik yavrum, ey sevgili evladım…” gibi sevgi ve şefkat yüklü ifadelerle başlamışlardır. Bu örnekler çocuğa sevgiyle hitap etmenin, önce ona sevgiyle yaklaşarak gönlünü kazanmanın gereğine işaret etmektedir.
İnanç duygusunun temeline bakıldığında, iki esas duygu görülecektir: Allah sevgisi ve Allah korkusu. Bu duygular aynı zamanda ibadete yönelten faktörlerdir. Ancak bizim için söz konusu olan, henüz ibadet ile mükellef olmayan çocukta bu iki duygunun nasıl etki bıraktıklarıdır. Yerli-yersiz yapılan Allah korkusu telkinlerinin çocuk ruhunda birtakım olumsuz sonuçlara yol açtığı belirlenmiştir. Bu nedenle, denilebilir ki, ilk yaşlardan itibaren başlatılması gereken iman esasları öğretiminde Allah sevgisi esas olmalıdır. Zira henüz mücerred kavramların, suç ve cezanın, günahın ne demek olduğunu kavrayamayan küçük yaştaki çocukların, hayatlarında önemli bir rol oynayan korku duygusunun, “Allah korkusu” şekline dönüştürülmesi ve ebeveynin bundan faydalanma yoluna gitmeleri yanlış bir tutumdur. Daha önemlisi, çocuğun ilk eğitimcisi olan anne babaların, çocuğun herhangi bir hatalı hareketini gördüklerinde “Allah seni taş yapar, gözünü kör eder, cehennemde yakar” vb. ifadelerle vazgeçirmeye çalışmaları, çocuğun ruh sağlığı ve gelecek hayatı için son derece zararlıdır. Her şeyden önce, çocuğa Allah Teâlâ’yı sadece “cezalandıran, azap veren biri” olarak tanıtmak, İslam akidesine ve eğitim ilkelerine ters düşmektedir. Çünkü Allah Teâlâ’nın, “Celâl” (zâlimleri kahreden, kötüleri cezalandıran) sıfatları yanında, pek çok “Cemâl” (kullarını seven, koruyan) sıfatları da vardır. Gerçekte kullarını çok seven ve “sayılamayacak” kadar nimetler veren Allah Teâlâ’yı, çocuğun henüz işlenmemiş, temiz ve saf zihninde, “kızan, azap veren, cezalandıran” biri olarak şekillendirmenin hiçbir doğru tarafı yoktur. Şurası unutulmamalıdır ki, çocuk ruhunu Allah korkusuyla disipline etmek, belki -bir müddet için- mümkündür ama bu, kalıcı olmadığı gibi birtakım zararlı sonuçlar da doğuracaktır. Oysa çocukların disipline edilmesinde başvurulacak en tutarlı ve sağlıklı metot Allah sevgisine dayalı bir öğretimdir.
Öte yandan, insandaki duyguları ve bunların nasıl geliştiğini inceleyen psikanaliz de insanda en temel duygunun sevgi ve bağlanma duygusu olduğunu ileri sürmektedir. Gerçekte iman, ümit ve korku duygularını bir arada ihtiva eden bir kavramdır. Kur’ân-ı Kerîm’de, müminlerin vasıfları anlatılırken, onların hem Allah’ın rahmetini ümit ettiklerinden hem de azabından korktuklarından bahsedilmektedir. Nitekim iman duygusu, sevgi ve korkudan kaynaklanarak, sonradan ümit, bağlanma ve hayranlık duygularına dönüşmektedir. Duygusal gelişmenin, zihinsel gelişmeden önce olduğunu tespit eden psikologlar, her şeyden önce, çocuğun kalbini kazanarak ondaki güven, ümit ve bağlanma duygularını geliştirmenin gerekli olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu nedenle, özellikle 3-8 yaşları arasında verilecek din eğitiminde, Allah’a iman öğretimi söz konusu olduğunda çocuklara Allah sevgisine dayalı bir öğretim metodu tercih edilmeli, Allah korkusu, ancak vicdan gelişiminin başladığı 8-10 yaşlarından sonra bahse konu olmalıdır. Öte yandan, lise öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada da gerek öğretmenler, gerekse öğrencilerin, çocukluk yıllarında ailede gerçekleştirilen din eğitimi-öğretiminde, Allah korkusundan ziyade, Allah sevgisinin esas olması gerektiği hususunda görüş birliği içinde oldukları tespit edilmiştir.
Bir din görevlisi, 3-4 yaşındaki kızına, bir kandil gecesinde dini konularda bilgi vermek ister. En çok her şeyi yaratan Allah’ı, sonra da bize iyi ve güzel davranış şekillerini öğreten Peygamberimizi sevmemiz gerektiğini söyleyince, çocuk:
“Ben Peygamberi Allah’tan daha çok seviyorum.” der. Babası şaşkınlıkla sebebini sorunca,
“Annem bana, “Allah yalan söyleyeni cehennemde yakar” dedi. Allah’ın cehennemi varmış, Peygamber’in cehennemi olmadığı için ben onu daha çok seviyorum.” cevabını verir.
***
Altı yaşlarında bir erkek çocuğu, yaramazlık yaptığı zaman mütemadiyen, “Allah seni sevmez, cehennemde yakar” telkinleriyle vazgeçirilmeye çalışılmaktadır. Bir sabah kahvaltısında çocuk birden bire:
“Baba, bizim köyde de Allah var mı?” diye sorar. Çocuğun bu sorusunu merak eden babası:
“Oğlum Allah her yerde vardır; ama niçin soruyorsun?” deyince çocuk:
“Eğer bizim köyde Allah yoksa oraya gidecektim de…” cevabını verir.
b. Tedrîcilik Esasına Uyulmalıdır
Allah’a iman öğretiminde uyulması gereken esaslardan biri de tedrîciliktir. Eğitim-öğretimde kolaydan zora doğru, azar azar, derece derece ilerlemenin önemi tartışılmaz. Bu metodun Kur’ân ve Sünnet’te de yeterli derecede örnekleri vardır. Bu itibarla, Allah hakkında sorular sormaya başladığı devreden itibaren kısa ve doğru bilgiler, çocuğun anlayabileceği cümlelerle verilmelidir. Bunu yaparken, ona soru sorma imkânı da tanınmalıdır. Verilecek cevapların sade, sıkıntısız, laubalilikten uzak, ciddi, kısa ve tereddüde meydan vermeyecek şekilde olmasına dikkat edilmelidir.
“Herkese derecesine göre davranılmasını” (Ebu Davud, Edeb, 22) emreden Hz. Peygamber, ayrıca, “İnsanlara anlayabilecekleri seviyede konuşunuz.” (Münavî, Feyzu’l-Kadir, III,37) tavsiyesinde bulunmaktadır. Öte yandan, her hususta prensip olarak kabul edilebilecek, “Kolaylaştırınız; güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz; nefret ettirmeyiniz.” (Buhari, İlim, 11) hadisinin de iman esaslarının öğretiminde göz önünde tutulması gerekir. Allah’a iman öğretiminde tedrîcilik prensibine örnek olması bakımından Sehl b. Abdullah et-Tüsterî’nin bir hatırasını nakledebiliriz. Ünlü mutasavvıf şöyle anlatır:
“Henüz üç yaşlarında idim. Gece kalkıp, dayım Muhammed b. Sivar’ın namaz kılışını seyrederdim. Bir gün dönüp bana şöyle dedi:
“Seni yaratan Allah’ı hiç anmaz mısın?” Ben de:
“Nasıl anayım?” dedim. Bunun üzerine dayım:
“Gece yattığın zaman, dilini hareket ettirmeden kalbinle üç defa ‘Allah şahidimdir, benimle beraberdir ve beni görüyor.’ de!” dedi. Ben de bu güzel söze bir kaç gece devam ettim, sonra durumu dayıma bildirdiğimde bana:
“Onu her gece yedi defa söyle” diye tavsiyede bulundu. Dediği şekilde bir süre daha devam ettikten sonra durumu kendisine bildirince, bu defa:
“Onu, her gece on defa söylemeye devam et.” dedi. Devam ettim. Bu sözün tatlılığını kalbimde hissetmeye başladım. Bir yıl geçtikten sonra dayım bana:
“Sana öğrettiğim o sözü hafızanda tut ve kabre girinceye kadar devam et; şüphen olmasın ki, o sana, dünyada da, ahirette de fayda verir.” dedi. Ben de yıllarca devam ettim. Bu defa onun tatlılığını iç âlemimde iyice hissetmeye başladım. Sonra, bir gün dayım:
“Ey Sehl! Allah’ın beraber olduğu, şahidi bulunduğu ve nazar ettiği bir kimseye, hiç günah işlemek yakışır mı, dedi...”
Kolaydan zor olana doğru bir yol izleyeceğimize göre, dil gelişimine paralel olarak, öncelikle çocuğa “Allah” kelimesi, İslam’ın tevhid inancını içeren “Kelime-i Tevhid” ve “Kelime-i Şehadet”i, bunun yanında “İslam’ın Şartları” ile “iman edilmesi gereken” hususları belirleyen “Amentü” metnini ezberletmekle, iman esasları öğretimine başlanabilir.
Konuşmaya başladıktan itibaren, kendilerine öğretilen kelimeleri ezberlemede çocuklar için herhangi bir zorluk yoktur. Onlar yakınlarının ilgisini çekmek için bol bol konuştukları bu devrede, dini nitelikli kelime ve cümleleri, duaları, zevkle tekrarlayıp duracaklardır. Nitekim günümüzde Anadolu’da halen devam etmekte olan “soru-cevaplı öğretim”in faydalı olduğunu pek çok yetişkin ifade etmektedir. Öte yandan, Hz. Peygamber’in konuşmaya başlayan çocuklara, birtakım dinî nitelikli cümleler ve ayetler ezberlettiğine dair rivayetler de (San’anî, Musannef, IV,334) göz önüne alındığında, çocuğun dil gelişimiyle birlikte konuşmaya başladığı çağdan itibaren dini eğitimin de gündeme gelebileceği, Allah’a iman hususunda çeşitli telkinlerin de bu dönemden itibaren başlatılabileceği sonucuna ulaşılabilir. Bu bağlamda, Hz. Peygamber’in (s.a.v.), fıtratla ilgili hadislerinden birinde “…Çocuğun bu (fıtrat) hali konuşma çağına kadar devam eder. Sonra artık ebeveyni onu Yahudi, Hristiyan veya mecusileştirir.” ifadesini (Müsned, IV,24) zikretmemiz, dil gelişimiyle birlikte, din eğitiminin de başlatılmasının önemini ortaya koyacaktır. Nitekim 3-4 yaşları, hem Hz. Peygamber’in sünnetine hem de pedagojik realiteye uygundur.
c. Çocuk Egosantrizminden Faydalanılmalıdır
Önce egosantrizm kavramını kısaca açıklamak icap etmektedir. Egosantrizm, “Çocuğun çevresini keşfettiği, bu çevrenin, kendisi için yaratıldığı inancını taşıdığı ve başka kimselere aldırış etmediği bir dönem” olarak nitelendirilmektedir. Yine egosantrizm’in, genellikle 2-6 yaşlarındaki çocuk üzerinde etkili olduğu ve bu dönemde çocuğun kendisi ile kendi dışında olanları ayıramadığı, ifade edilmektedir. Egosantrizm dönemindeki çocuk, dünyayı yalnız kendi bakımından görmektedir. Ona göre, çevresindeki her şey, sadece “onun için” vardır. Bundan dolayı çocuk, konuşmalarında hep kendisinden bahseder, oyuncaklarıyla başkasının oynamasına izin vermez. Anne babasının, yalnız kendisiyle ilgilenmesini bekler ve bu yüzden, yeni doğan kardeşini kıskanır, onu istemez. Yine bu duygunun tesiriyle çocuk her şeyin ona hizmet için yaratıldığına ve her şeyin bir gayesi olduğuna inanır. İşte, bu duygularla yüklü çocuğa, etrafında gördüğü tüm varlıkların ona faydalı olması amacıyla Allah tarafından yaratıldığı, anlatılmalıdır. Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’deki ayetler çocuğun dikkatini çekecektir (İsra, 17/70; Ra’d, 13/2; İbrahim, 14/32,33/ Nahl, 16/12,13,14; Hacc, 22/65). Bunun yanında, Allah’ın, yarattığı varlıkları sevdiğinden, özellikle çocukları daha çok sevip, onları, melekleri vasıtasıyla kötülüklerden koruduğundan bahsedilmelidir. Bu şekilde yapılan açıklamalar, çocuğun egosantrik duygularına hitap ettiği için, oldukça hoşuna gidecektir. Ayrıca, Allah’ın, insana çeşitli güzelliklerde “sayılamayacak” kadar nimetler sunduğu, yanlış davranışları hemen cezalandırmayıp, tevbe edilmesi için zaman tanıdığı, iyi ve beğenilen davranışlara kat kat mükâfatlar verdiği ve O’nun bizim Yüce Rabbimiz olduğu da anlatılmalıdır.
Bu arada cennet motifi de uygun bir şekilde kullanılabilir. Çocuğun arzu ettiği her şeyin, cennette Allah tarafından onlara verileceği ve bu dünyada güzel davranışlarda bulunanların cennette çeşitli mükâfatlara kavuşacağı da anlatılabilir.
Çocukça isteklerinin yerine getirilmesi arzusunda olan çocuk için dua da önemli bir sığınaktır. Dua etmekle o, bir bakıma rahatlamakta ve huzur bulmaktadır. Zaman zaman çocuklar, gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine bakmaksızın “Allah’ım bana…. ver” diyebildikleri gibi, zaman içinde dua anlayışlarında -aşağıdaki örnekte olduğu gibi- gelişmeler de olabilmektedir.
Annesi ilkokul birinci sınıftaki çocuğuna Allah’a dua etmesini, Allah’tan her şeyi isteyebileceğini söylemiş. Çocuk bir elektronik uçak istiyormuş. Duasını annesine şöyle anlatmış:
“Biliyorum, Allah bana gökten oyuncak atacak değil. Ama senin kalbine, “çocuğuma bir elektronik uçak alayım” isteği verebilir, sen de bu oyuncağı bana alırsın.”
Görüldüğü üzere, çocuk duayı egosantrik arzuları için bir “vasıta” olarak görmektedir. Ancak burada önemli olan, çocuğun her konuda ve her isteğinde, Allah’a yönelmesini sağlamaktır. Bu nedenle, anne babalar, çocuğa her zaman için, Allah’a dua etmesini tavsiye etmeli ve ezberleyeceği kısa duaları ona öğretmelidirler. Böylece çocuk, küçük yaştan itibaren dualar ile Allah’a yönelip bağlandığı gibi, istek ve arzularını O’na büyük bir içtenlikle arz ettiği için ruhî yönden de huzur içinde olacaktır.
Uykudan önce çocuğa, “Allah’ım! Beni, annemi, babamı, kardeşlerimi ve bütün müminleri Sen koru” şeklinde dua etmesi tavsiye edilmeli ve böyle yaptığı takdirde, meleklerin onu sabaha kadar koruyacağı anlatılmalıdır. Bunun olumlu tesirleri çocukta kısa süre sonra görülecektir.
Okuma yazma çağıyla birlikte, öğretilen duaların yazılması ve anlamlarının çocuk tarafından ezberlenmesi de Allah’a iman konusunda yeni bir dönemin başlangıcı demektir. Sözgelimi, İhlas suresinin çocuk tarafından anlamıyla birlikte ezberlenmesi, onun Allah ile ilgili bilgilerine zenginlik kazandıracaktır. Allah’ın görünmez oluşu, etrafımızda varlığına inandığımız, ancak göremediğimiz şeylerden örnek verilerek açıklanabilir. Rüzgârı, kokuyu göremediğimiz halde bunları nasıl hissediyorsak Allah’ı da öylece içimizde hissedebileceğimizden bahsedilebilir.
Bu noktada son olarak şunu ifade etmeliyiz ki, günümüzde TV kanallarında gösterimde olan çeşitli çizgi filmlerde “Tanrı” kavramı çeşitli tanrılar şeklinde, oldukça çarpık bir zihniyetle sunulmakta ve Müslüman çocuklarda sağlıklı bir Allah inancının teşekkülüne engel olunmaktadır. Bu konuda anne babaların duyarlı olması, söz konusu yayınların çocuk ruhunda yapacağı tahribatın önüne geçilmesi gerekmektedir. Çocuklar ya bu tür filmleri izlemekten alıkonulmalı, ya da animist düşünce ürünü olan ve çoktanrılı bir dünya görüşünü yansıtan bu filmlerin gerçekdışı olduğu çocuklara net ifadelerle anlatılmalıdır.