İmamı Rabbani Hz. (K.S)

İmam-ı Rabbanî Müceddidi Elf-i Sani Ahmed Faruk Esserhendî 971'de bir aşure günü Hindistan'da Serhendi şehrinde doğdu. İmam-ı Rabbanî Hz. (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) Hz. Ömer (Radıyallahü Anh) neslinden ve onun 28. batın torunu idi. Nakşibendiyye, Kadiriyye, Çeştiyye, Sühreverdiyye, Şetariyye, Bidariyye ve Kübreviyye tarîklerinin imamı, pîri idi. Muhakkik İmam-ı Suyûtî, Cem'ül Cevâmî adlı eserinde sahih Hadis-i Şerifinde "Benim ümmetim için Sıla namında bir kimse gelecek. 0nun irşadı ve şefaati ile nice nice insanlar Cennete girerler" mealindeki Hadis-i Şerifi nakleder.

Alimler, bu "sıla" namını İmam-ı Rabbanî Hz. Ne atfederler. (Sıla: Zahirle batını, şeriatla tarikati birleştiren manasındadır.) İmam-ı Rabbanî Hz.'leri zaman zaman murakabelerinde Peygamber efendimizin teveccühüne mazhar olurlar ve hatta Cenab-ı Hak'tan ilham ile: "Kıyamet gününe kadar senin vasıtanla, halisane bana yönelenleri mağfiret eyledim." buyurdular.

İmam-ı Rabbanî Hz. leri "Müceddid-i Elf-i Sanî" (ikinci bin yılın dînin yenileyicisi) unvanıyla meşhurdur. Eski ümmetler zamanında her bin senede bir şeriat sahibi bir Resul gelir, evvelki şeriatı değiştirirdi. Bir hadis-i Kudsîde buyuruldu ki, "Bu ümmetten her yüzyıl başında İslâm dinini kuvvetlendiren bir alim gelecektir... Mesela, beşinci asırda yenileyici İmam-ı Gazalî Hazretleridir. İslâm dinini her bakımdan ihya edecek, bidatlerden temizleyip asr-ı saadetteki temiz haline getirecek, zahirî ve batınî ilimlerde tam varis, alim ve arif bir zatın vücuda gelmesi lazımdı. Bu zatın İmam-ı Rabbanî Hz.leri olduğundan alimler ve arifler ittifak ettiler. Bu zatlar onun hakkında; "Müceddid-i Elf-i Saninin halini anlamakta Velîlerde avam gibidir." buyurdular. Meşhur Mevlâna Halid-i Bağdadîye hocası Şah-ı Dehlevî (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) yazdığı mektupla şöyle buyuruyor: "İmam-ı Rabbaniyi sevenler takva sahibi ve müminlerdir. Sevmeyenler ise şaki ve münafıklardır. Bütün İslâm aleminin İmam-ı Rabbanî'nin şükrünü eda etmesi vaciptir."

Doğumundan ölümüne kadar kendisinde ve çevresinde harika haller zuhur eden İmam-ı Rabbanî Hazretleri ilmin tümünü (akıl yolu ile gelen ve dilden dile gelen çeşidini) babası Mevlana Şeyh Abdülehad'dan aldı. Onun dışında zamanın gerçeğe eren zatlarından ders aldı. Babası kendisine her üç tarikatte (Kadiri, Çeşti, Sühreverdî) irşad izni verdi, halife yaptı. Bu sırada 17 yaşındaydı. Fakat özünü bir başka arzu kaplamıştı. Nakşibendî tarikatının gerçeğine varmak istiyordu. Bunu öğrenmek istemesinin sebebi bu tarikatın diğerlerinden üstün ve faziletli olduğuna inanmasındandı. İrşad vazifesine devam ediyordu. Ama bu arzusu dinmiyor, Nakşibendî tarikatının özüne ulaşmak istiyordu. Bu sebeple Hz. Hace Muhammed Baki Hz. ile buluştu. Bu buluşma doğumundan önce müjdelenmişti: Hacegi el Emkeneği (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) Hz. büyük halifesi bulunan Hace Muhammed Baki (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) Hz.'ne; Hindistan'da bir adam zuhur edecek ve asrının imamı olacak, onun menzil-i maksuduna nail olması senin elinde müyesser olacaktır. Ona ihtimam edesin. Ricaullah onun zuhurunu gözetmektedir." buyurdu.

İmâm-ı Rabbani (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) Hz. Hace Muhammed Baki Hz. ile buluşunca Hace Baki Hz. "Bana müjdelenen sensin" buyurdular. Böylece Nakşibendi tarikatını alan İmam-ı Rabbani (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) Hz. bu yolda kısa zamanda (iki ay, bir hafta) öyle ilerledi ve yüksek mertebelere ulaştı ki irşad, murad, mahbub, kemal ve tekmil makamları şeyhi onda müşahede etti ve şeyhi Hace Baki Hz.'de ondan istifade ve fayda talep etti. Şeyhi onun hakkında şöyle dedi: Ahmet bir güneştir ki, iki cihan onun feyz ve fazilet nurları ile aydınlanmaktadır. O, kutb-u azamdır. Yine hocaları, şeyhi Bâkibillah Hz. buyurdular ki; Büyük bir kandil yaktım. Gördüm ki ışığı an be an çoğalıyor. Yine gördüm ki insanlar ondan kandillerini, mumlarını yakıyorlar. Serhend'e yaklaşınca oranın sahralarını ve kumlarını meşalelerle gördüm. Bunu da sizin (İmam-ı Rabbani'nin) yüksek hal ve makamınıza işaret biliyorum.

Hz. İmam-ı Rabbani, Tarikat-ı Aliyyeyi Nakşibendiyye'ye kavuştuğunda makamları bir şimşek hızıyla geçiyordu. Bir mektuplarında; özetle şöyle buyurdular; Bu yolda bu fakir, Allah'ın arslanı Hz. Ali'den (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) gök ilimlerini öğrendi. Onun ruhaniyetinin terbiyesi sayesinde nihayete kadar ilerledi. Hz. Nakşibend (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) ruhaniyetlerinin yardımı ile Hakikati Muhammediye'ye ilerledi. Oradan Hz. Ömer'in (Radıyallahü Anh) yardımı ile istidad makamına ulaştı. O makam, Aktab-ı Muhammediyye makamıdır. Hace Nakşibend ve Kutbul İrşad Hace Alaaddin Attar (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) ruhaniyetinden bu makamda, bu fakire, bir çeşit yardım geldi. Kutup makamına ulaşınca, din ve dünya serveri Hz. Peygamber (S.A.V.) yardımıyla kutupluk ve mürşitlik hil'atı (makamı) verildi. Allah-u Teâlâ'nın yardımıyla daha da yükseldi. Geçmiş makamlarda olduğu gibi burada da fena ve bekâ ele geçti. Ve aslın aslına kavuşturdular. Asli makamlarda olan bu son yükselme Gavs-ı Azam Abdüllkadir Geylani'nin yardımı ile oldu. Sonra oradan aleme geri gönderdiler ve tekrar her makamdan birer birer indirdiler. Bu son yükselmenin yalnız bu fakire (İmam-ı Rabbani Hz.) mahsus olduğu ve bunu da yüksek babalarının sayesinde elde ettiği bildirildi. Yine bu fakire ilm-i ledünni Hz. Hızır'ın ruhaniyyetinden verildi.

Hz İmam-ı Rabbani (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) buyurdular ki; Bir gün yatağımda uzanmış yatıyordum. Gözlerimi kapamıştım. Yatağımın üzerinde bir başkasının gelip oturduğunu hissettim. Bir de ne göreyim... Seyyidimiz Efendimiz Resulullah (S.A.V.) teveccüh etmişler. Buyurdular ki "Senin için icazet yazmaya geldim ve hiç kimseye böyle bir icazet yazmamışım". Gördüm ki icazetnamenin metninde bu dünyaya ait büyük lütuflar yazılı idi. Arkasında ise öbür dünyaya ait çok inayetler yazılı idi.
İmam-ı Rabbani hazretlerinin yüksek halleri anlatmakla bitmez. Hz. İmam, Peygamberimize (S.A.V.) yedi derecesine mutabaat yani uymak, nurları ve bereketleriyle şereflendi. Vesvese veren şeytan onun sinesinden çıkarıldı. Allah gizli şirki dahi onun ibadetlerinden kaldırdı. Onun içtihatta yanılması yoktur. Buyurdular ki; "Bana gösterdiler ki, Hak (yani doğru içtihad) Şafii ve Hanefîden dışarı çıkmamıştır. Hanefî'den kalanı Şafiî almıştır. Üçte ikisi İmam Hanefî, üçte biri İmam Şafiî tarafında kalmıştır." İmam-ı Rabbani Hz. kelam ve fıkıh konularında birçok yanlış anlamayı düzeltmiş, Muhyiddin Arabî Hz. ve Hallac-ı Mansur'un hallerini izah etmiş, Vahdet-i Vücut meselesine ışık tutmuştur. Buyurdular ki; Erkeklerden ve kadınlardan vasıtalı ve vasıtasız olarak bizim yolumuza girmiş olanları ve girecekleri bana gösterdiler. İsimlerini, soylarını, memleketlerini bize bildirdiler. Bu fakir, kalbe ait her mertebenin hepsine ve en sonuncusuna vasıl oldu. Bu beşinci makamdaki, marifeti tam, müşahadesi kâmil olan bir bütün alametlerin ve zuhurların kalbi ve merkezi olur. Vilâyet-i Muhammediye'ye kavuşur ve Peygamber Efendimizin "davet" makamı ile şereflenirler. Kutublar, abdallar, evtadlar ve evliyalar bunun vilayeti altına girerler. Çünkü o, Peygemberimizin (S.A.V.) vekilidir. Onun hidayetiyle insanları hidayete çağırıcıdır. Bu şerefli ve aziz nisbet yalnız "Murad" larda olur. Bu erişilemeyen bir nihayettir. Bunun üstünde kemalat ve ihsan yoktur.

Eğer yüzlerce sene sonra böyle bir arif dünyaya gelirse, çok büyük bir nimet olur. Onun bereketi uzun zaman devam eder. Sözleri şifadır, bakışları devadır. Bu nisbet bu ümmetin en hayırlılarından olan Hz. Mehdide de bulunacaktır. Bir başka cümlesinde ise: Benim bu nisbet yolum çocuklarım vasıtasıyla kıyamete kadar baki kalacaktır. Hatta bu üstün nisbetten İmam-ı Mehdî gelecektir." buyurdular.

"Nakşibendiyye büyüklerinin yolu Kibrit-i Ahmerdir. Yolları Resulullah'ın (S.A.V.) sünnetine tabi olmak üzere kurulmuştur." buyurmuşlardır. Yine kendilerine bildirildi ki bu yüksek halleri ve kemalleri ahir zamanda zuhur edecek Mehdiye kadar bir başkasında zuhur etmeyecektir. Müceddid-i Elf-i Sanî İmam-ı Rabbaninin yedi iklimi birbirine meczeden diniyeti, bey-ü gedayi, alimi cahili, zengini fakiri uzlaştıran feraseti, çeşitli tarikat ve mezheblerin telifindeki idaresi hulasa çeşitli sebeplerle dağılmış tevhidin birleştirilmesi onun esas vazifelerindendir. Bölünmelere yol açan siyasi, idari, zümrenin ırki ve bölgevi düşünceleri bırakmak ve bıraktırmak görevini o tam manasıyla yaptı ve insanları gönülden birbirine bağladı. Dirliği sağladı. Onun yolunu tuttum diyenlerin bir kısmı onun sözlerini iyi okumalıdır.

Aksi halde fitne ve fesat uyanır. Gerçekten onun yolunu tutanlar ise huzura ererler. İmam-ı Rabbani Hazretlerine niçin bu kadar çok ilim yazdığı soruldu ve bir talebesinden şöyle nakledildi; "Bize, bütün yazılarımızı âhir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin (A.S.) okuyacağı ve hepsini makbul bulacağı bildirildi, böyle çok yazı yazmanın sebebi budur."

Yine buyurdular;  Kur'an-ı Kerim'in manası kapalı ayetlerindeki gizlilikler, Sûre başlarında geçen tek tek harflerdeki sırlar bana açıldı. Onlardan her harfin altında, Yüce Zat'a (Celle Celalühu) dalalet eden ilimlerden bir umman buldum. Onlardan birini açıklayacak olsam, boğazıma durur. (Açıklıyamam). Buyurdular ki; Nakşibendi yolu Sahabe-i Kiram yoludur. Bu yolun nihayeti, bidayetine derc edilerek kurulmuştur. Nitekim Hz. Nakşibendi bu manayı şöyle anlattı; "Biz, nihayeti bidayete derc ettik. Yani yolun sonunda görülecek olan başında görüldü. Mesela cezbe gibi. Hakiki cezbe yolun başında verilse kimse bu yüke dayanamaz, halbuki bu cezbe bidayette sureti şekilde müridde görülür.

İmam-ı Rabbani Hz.leri buyurdular ki; "Tarikattan maksat Ulûm-u Şeriatta ilerleyip, delilden (burhandan) kurtularak keşfe geçmektir. Sufiyye'nin ilim ve maarifinin ve seyr-u suluklarının nihayeti seriye ilminden başka birşey değildir. Bunun etrafında birçok ilim vardır. Fakat bir yere kadardır, ondan sonra biter. Şeriat, dünya ve ahiret saadetini tekeffül etmiştir. Hiç bir murad ve maksad yoktur ki onu tahsilde şeriattan başka bir şeye muhtaç olsun. Tarikat ve hakikat ise şeriata hizmet ederler. Tarikat ve hakikati tahsil etmek şeriatı iyi anlamak içindir. Aradaki fark ulemanın ilmi nazarî ve istidlali, bizimki ise keşfi ve zaruri ilimdir."

Yine buyurdular ki; "Kalbin selameti Cenab-ı Haktan gayriye teveccüh etmemektedir. Kalbin ilacı ise azadan masiva muhabbetini temizleyici olan Resulullah Efendimize ittiba cilası ile olmaktadır."

İmam-ı Rabbani Hazretlerinin harika halleri, yolları, kemalatı, nurları, marifetleri saymakla bitmez, söylemekle tükenmez bir deryadır. Mektûbatları bugün müslümanlar için birer ışık kaynağı ve sağlam bir delildir. Onun büyüklüğünü anlamak için onun zamanında ve zamanımızdaki olaylara göz atmamız yeterlidir. Ehli küfrün, islam düşmanlarının peygamberimizin zamanından bin yıl sonra insafsızca dine saldırmaları sonunda Allah-u Teala İmam-ı Rabbani Hz.'ni göndermiş ve İslamı tekrar ihya ve bid'atları yıkarak dinini korumuştur. Zamanımızda aynı şekilde insaf ve izandan yoksun islâm denenlerin ve hatta müslüman ismini taşıyan cahil ve bid'atçıların İslama saldırdıkları görülüyor. Allah-u Teala bu zamanda da bu küfür oyununu bozacak velilerini ahir zamanda dini ihya edecek kutubunu mevcut etmiştir. Muhakkak İmam-ı Rabbani Hazretleri bütün İslam alimlerinin ittifak ettikleri gibi zahir ve bâtın ilimlerinde bir nur ve hüccettir ki onun işaretleri ile Nakşibendiyye tarikatının kıyamete kadar yaşayacağını beyan ettiklerini görmezlikten gelmek hatta Hz. Mehdi'nin bu yoldan geleceğini bildirmelerini atlamak insafsızlık olur.

Buna İmam-ı Rabbani Hz.'lerinin şu cümleleri ile devam edelim; "Benden sadır olan ilim ve marifet babındaki işler; velayet durumu dışındadır. Ancak onlar nübüvvet nurundan gelir. Resulullah'a salat ve selam getirenler onun makamından gelmektedir. İkinci binin yenilenmesi ile yenilerin meclisine girmek ve manevi mirasına nail olmak yolu ile görünür. Ulema zümresinden velayet hali sahiplerinin çoğu onu anlamaktan acizdir. Zira onlar, velilerin irfanı, alimlerin ilmi ötesindedir. Hatta bu anlatılan zümrenin bilgileri kabuktur. Nübüvvet kandilinden çözülüp gelen ilimler ise özdür. Şeriata aykırı tarafları yoktur. Dinin esası zât ve sıfat ilminin hülasasıdır. O yücedir, mukaddestir."

Onu anlamak gerçekten zordur. Onun izinden gitmek ise çok şerefli ve ince bir yoldur. Bizim ne onun kadar aklımız, ne onun kadar ilmimiz olamaz. O halde kuru iddialardan, nefsin itirazlarından kurtulup bu gidişe dur demenin yolunun Allah dostlarının tasarrufu ve velayet makamındakilerin nazarları ve sohbetlerinde gizli olduğunu anlamanın vakti gelmiştir.