İslam’da dostluk çok önemli bir kavramdır; bu nedenle hem dost olmak hem de dostları çoğaltmak İslam’ın çok önem verdiği bir erdemdir. Fakat dost olmak da dost bulmak da bu kavramların içini doldurmak ve bunların hakkını vermek de hiç kolay değildir…
Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de: “...O ne güzel sahip (dost) ve ne güzel yardımcıdır!” (Enfâl, 8/40; Hac, 22/78) diyerek müminlerin dostu olduğunu bildirmekte ve dolayısıyla müminleri de kendisiyle dost olmaya davet etmektedir ki; bu yüce daveti takdir etmek ve bu iltifata mazhar olmak için çalışmak, aklı başında her müminin öncelikle amacı olmalı elbette.
Dostluk nedir, nasıl olmalıdır, içi nasıl doldurulmalıdır, diye sorgulamaya başlarsak günümüzdeki dostlukların neredeyse genelinin aradığımız dostluklar olmadığı gerçeğiyle yüzleşiriz. Zira biraz dost sanılan kişileri denersek görürüz ki insanlar genelde menfaatleri varsa dostturlar ki bu da menfaatinin dostu demektir. Menfaat bitince dostluk da bitiyorsa ki, günümüzün dostlukları çoğunlukla böyledir. Bu dostluk ne İslam’ın ne de erdemli bir insan olmanın arzuladığı bir dostluktur elbette…
Tarih içinde bizleri derinden etkileyen, müminlerin ortaya koydukları çok güzel dostluk örnekleri var şüphesiz. Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) ashabına (r.a.) dostluğu ve ashabın da gerek Efendimiz’le gerekse kendi aralarında ortaya koydukları dostlukları böyledir mesela. Evet, bu dostluklar, gerçekten hayran kalınacak örnek dostluklardır ama burada bir şeyin hakkını vermek gerekir; ashabın dostluğu İslam’la başlar, İslam’la zirveye çıkar. Nitekim, “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır.” ayetinden de bu dostluğun hamurunun iman mayası ile yoğrulduğunu açıkça görebiliriz. Aynı ayetin içinde Rabbimiz dostluğun şartlarını şöyle özetler:
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. Onlar iyiliğe teşvik eder, kötülükten sakındırır, namazlarını dosdoğru kılar, zekâtlarını verir, Allah’a ve Resulü’ne itaat ederler. İşte onları Allah rahmetine eriştirecektir. Muhakkak ki Allah Azîz’dir (kudreti her şeye galiptir), Hakîm’dir (her işi hikmet iledir). (Tevbe, 9/71)
Mesela ashabın hayatından bize ulaşan ve belli ki bu ayetten ilham almış bir dostluk hikayesi şöyledir:
Ebu Cuheyfe (r.a.) anlatıyor: Resulullah (s.a.v.) Selman’la Ebu’d-Derda’yı (r.anhüma) birbiriyle kardeş yapmıştı. Selman bir defasında Ebu’d-Derdâ’yı ziyaret etti. Evde, Ebu’d-Derdâ’nın hanımını düşük (basit) bir kıyafet içinde buldu. “Bu hâlin ne?” diye sordu, kadın: “Kardeşiniz Ebu’d-Derdâ’nın dünya ile alâkası kalmadı.” diye açıkladı.Ebu’d-Derda geldi ve Selman’a (r.a.) yemek getirerek “Buyur, ye!” dedi ve ilâve etti: “Ben orucum!” Selman: “Hayır, sen yemezsen ben de yemem.” dedi. Beraber yediler. Akşam olunca Ebu’d-Derdâ, Selman’dan gece namazı için müsaade istediyse de, Selman:
“Uyu” dedi. Beraber uyudular. Bir müddet sonra Ebu’d-Derdâ namaza kalkmak istedi. Selman tekrar:
“Uyu!” dedi. Uyudular. Gecenin sonuna doğru Selman:
“Şimdi kalk!” dedi. Kalkıp beraber namaz kıldılar. Sonra Selman şu nasihatte bulundu:
“Senin üzerinde Rabbin’in hakkı var, nefsinin hakkı var, ehlinin de hakkı var. Her hak sahibine hakkını ver.”
Ertesi gün Ebu’d-Derdâ, durumu Hz. Peygamber’e (s.a.v.) anlattı. Resulullah (s.a.v):
“Selman doğru söylemiş.” buyurdu. (Buhârî, Edeb)
Görüldüğü gibi, içinde feraset, sevgi, merhamet, yardımlaşma, kibarca hayra teşvik etme gibi meziyetler barındıran bu dostluk örneğine, hayran olmamak mümkün değil.
Ashabın hayatında bu tür örnekler çok fazla; yine bir dostluk örneğini paylaşalım, olur ki bizlere de ilham kaynağı olur.
Abdurrahman b. Avf, Medine’ye hicret edince Peygamberimiz (s.a.v.) Abdurrahman b. Avf (r.a.) ile Ensar’dan Sa’d b. Rebi’in (r.a.) kardeş olduğunu ilan etti. Sa’d b. Rebi’, Abdurrahman’a: “Kardeşim! İşte evim, yarısı senin; işte mülküm, yarısı senin; işte eşlerim, birisini boşayıp sana nikâhlayayım.” dedi. Ancak Abdurrahman b. Avf, Sa’d bin Rebi’e: “Sağol kardeşim! Allah aileni de malını da sana bağışlasın. Sen bana çarşının yolunu göster!” dedi. Sa’d, ona çarşıyı gösterdi. Abdurrahman alışveriş yaptı. Akşama bir miktar peynir ve yağ ile eve döndü. Çok geçmeden de zengin oldu.[Buharî, Menâkıbu’l-Ensar: 3.)
İslam tarihi bunlar gibi güzel dostluk örnekleriyle dolu şüphesiz.
Bu konuda İslam büyükleri de dostluğun anlamını ortaya koyan çok önemli ip uçları vermiş, dostluğun tarifini çok güzel özetlemişler.
Mesela, ünlü İslam alimi Şeyh Sâdî der ki: “Dostlar zor zamanda işe yararlar. Gerçek dostluk, o zaman belli olur. Yoksa sofra başında düşmanlar bile dost görünürler.” diyerek gerçek dostluğun hakikatini iki cümle ile özetlemiş.
Bu tespitten anlıyoruz ki gerçek dostlar zor zamanlarda belli olurmuş. O zaman böyle denemelerden, imtihanlardan geçmeyen dostluklara pek güvenmemek gerekir.
Evet gerçek dostlar hem mutluluğu, hem de sıkıntı ve hüznü paylaşmaya razı ve gönüllü olmalı.
Hazreti Mevlana da bir beytin de:
“Sağlık, sıhhat, âfiyet ve huzur çağında herkes dosttur. Ama dert çağında, gam vaktinde Allah’tan başka dost nerede!” diyerek gerçek dostların azlığından serzenişte bulunmuş.
İşin doğrusu nasıl ki bir kılıcın dayanıklılığına, sert bir cisimle çarpıştığında kırılmaz sağlam kalırsa güvenebilirsin, dostlar da öyle anlaşılır diyor Hazreti Mevlana.Yani zor zamanlarında seni terk etmez, bir başına bırakmazlarsa anlarsın ki bu kişiler gerçekten dostturlar.
Rabbimiz zorluk anındaki duruşa ve fedakarlıklara yüce katında çok ayrı değer veriyor. Bir ayet-i kerimede mesela: “Size ne oluyor ki Allah yolunda infâk etmiyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mîrâsı Allâh’ındır. İçinizden, Fetih’ten önce infâk eden ve savaşanlar (diğerleriyle) bir olmaz. İşte onlar, derece olarak sonradan infâk eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah, her birine en güzel olanı vaad etmiştir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Hadîd, 57/10) buyurarak fetihten önceki günlerdeki yardımlaşmanın kıymetini ortaya koyuyor. Zira o günlerde Müslümanlar çok darda ve çok sıkıntı içindeydiler. İşte bu ayet açıkça zor zamanların mükafatının fazlalığını haber veriyor.
Sahabelerin en zor zamanlar için ortaya koydukları şu fedakarlığı anlatmadan geçersek olmaz:
Yermük Savaşı’nda, Haris b. Hişam, İkrime b. Ebî Cehil ve Süheyl b. Amr (r.anhüm) akşam üzeri ağır yaralar alarak yere düştüler. Haris b. Hişam içmek için su istedi. Askerlerden biri ona su götürdü. İkrime’nin kendisine baktığını görünce, “Bu suyu kardeşim İkrime’ye götür.” dedi. İkrime suyu alırken Süheyl’in kendine baktığını gördü ve suyu içmeyerek, “Bu suyu götür, Süheyl kardeşime ver.” dedi. Fakat su, Süheyl’e yetişmeden Süheyl ruhunu teslim etti. Bunun üzerine suyu taşıyan kişi İkrime’ye koştu. Fakat İkrime de şehit olmuştu. Hemen Haris’in yanına koştu. Haris de son nefesini vermişti.
İşte sahabe dostluğu ve kardeşliği…
Rabbim bu tür dostlukları günümüzde de yapabilmeyi bizlere nasip etsin.
Allah’a emanet olun.