Ahlaki Olgunluk ve Namaz / Doç. Dr. Nurten Kımter

Ahlâk ve ahlâkî olgunluk nedir?

İngilizcede ahlâk kelimesinin karşılığı olarak Yunanca kökenli olan “moral, morality” ve “ethics, ethic” “character” kelimeleri kullanılmaktadır. Türkçede tekil anlamda kullanılan ahlâk kelimesi Arapça kökenli olup “hılk” ya da “hulk” kelimesinin çoğul şeklidir. “Hılk” ya da “hulk” ilk olarak yaratılış (fıtrat) ve insanın yaratılış ve ruh özelliklerinin tümünü ifade eden “huylar, karakterler, alışkanlıklar” anlamına gelirken, ikinci olarak “yaratılmış” veya “yaratıklar” başka bir ifadeyle halk veya toplum manasına gelmektedir. Terim anlamıyla ahlâk, insanın yaratılıştanmış gibi gözüken fakat sonradan kazanılan ve ruhuna yerleşen alışkanlıklar bütünüdür. Sürekli yapılageldiği için insanda alışkanlık haline gelmiş olan ve zorlanmadan davranışa dönüştürebilen huylar bütününü teşkil eden ahlâk, toplum içerisinde yaşanılarak kazanılan iyi veya kötü huylardır. Eğer bu huylar iyi ise, birey “iyi ahlâklı”, kötü ise “kötü ahlâklı” birisi olarak isimlendirilmektedir. Bu nedenle günlük dildeki yanlış kullanımın aksine ahlâksız insan olmayıp iyi ya da kötü ahlâklı insan mevcuttur. Bireyin iyi ya da kötü ahlâklı olmasında ise aldığı eğitimin, sosyal çevrenin ve bilhassa da dinî duyarlılığının etkisi büyüktür. 

Ayrıca ahlâk; Budist ahlâkı, Hristiyan ahlâkı, iş ahlâkı, meslek ahlâkı gibi hayat tarzlarını ve davranış kurallarını ifade etmede de kullanılan bir kavramdır. Başka bir deyişle insanın karakter yapısı, yapıp etmeleri yani davranışlarını düzenleyen ve bunlarla ilgili değerlendirmelerini içeren kurallar bütünü olarak nitelendirebileceğimiz ahlâk, esasen insan ve insan davranışları ile ilgili bir fenomendir. Bu bağlamda ahlâk, insanın kendisine, Allah’a ve diğer bütün insanlara hatta tüm mahlûkata karşı yerine getirmekle yükümlü olduğu vazifeler bütünü olarak da ifade edilebilir. Bu nedenle pek çok disiplinle de ilişkisi olan ahlâk, önceleri felsefenin ve dinin konusu iken daha sonra sosyoloji, psikoloji, tarih ve antropoloji gibi birçok ilim dalının ilgi ve inceleme konusu olmuştur. Dolayısıyla bu ilim dalları ile uğraşanlar da kendi bakış açılarına göre ahlâkı değişik şekillerde ele alarak tanımlamaya ve incelemeye çalışmışlar, birbirinden farklı pek çok ahlâk teorisi ortaya koymuşlardır. 

Tarih boyunca ahlâkı değişik şekillerde temellendirenler olmuştur. Ahlâk teorilerini genel anlamda dinî ve din dışı ahlâk teorileri olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. Ahlâkı din dışı temellendiren filozoflardan bazıları ahlâkın temelinde akıl, bazıları sezgi, bazıları da duygu olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bazı düşünürler ise din dışı ahlâk teorilerine değişik yönlerden itirazlarda bulunmuşlar ve ahlâkı din ile temellendirmeye çalışmışlardır. Bu itirazlardan en önemlisi; din dışı ahlâk teorilerinde “Niçin ahlâklı olmalıyım?” sorusuna “çünkü olmalısın”dan başka bir cevabın olmayışıdır. Ayrıca din dışı ahlâk teorilerinde ahlâkî doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt edebilecek sabit bir ölçütün olmaması, ahlâkî göreciliğe yani aynı anda birbirine zıt iki ahlâkî prensibin doğruluğunun kabulüne ve ahlâkî şüpheciliğe yol açmıştır. Oysa ahlâkî ilkelerin işlevini yerine getirebilmeleri için evrensel olmaları gerekir. Evrensel olabilmeleri de aşkın ve yüce bir varlıkla ilişkilendirilmelerine bağlıdır. Ahlâk ilkelerinin mutlak ve aşkın bir varlıkla ilişkilendirilmesi ise ancak din ile mümkündür. Bu nedenle ahlâkı din ile temellendiren ahlâk teorileri Tanrı’nın varlığı ve vahiy gerçeğinden hareket ederek ahlâkî iyi ve kötünün kriteri olarak vahyi kabul etmişlerdir. 

Ahlâkî olgunluk (moral ripeness) kavramının ne olduğu hususuna gelince, bu kavram ahlâkî açıdan insanın duygu, düşünce, tutum, yargı ve davranışlarındaki mükemmellik durumunu ifade etmede kullanılan bir kavramdır. Başka bir ifadeyle iyi ahlâk özelliklerini kişiliğine en üst düzeyde mâl etme durumunu ya da güzel ahlâklı olma ve iyi ahlâk üzere yaşam sürmedeki zirve durumunu ifade eden ahlâkî olgunluk, ahlâkî değerlerin bireyin vicdanında kök salarak kişinin yalnız kaldığı durumlarda bile gayri ahlâkî davranmayı aklından geçirmediği bir karakter özelliğidir. Ahlâken olgun olan kişiler, güvenilir, sorumluluk sahibi, empati kabiliyetleri yüksek ve oto kontrol sistemleri son derece gelişmiş kimseler olup böyle kimseler tek başlarına kaldıkları zamanlarda bile ahlâkî değerlere ve kurallara aykırı bir şekilde düşünmeyi ve davranmayı insanlık onurunu kaybetmek kadar tehlikeli görürler. Kısacası ahlâkî olgunluğa erişmiş olan kimselerin istek ve arzularında, duygu ve düşüncelerinde, tutum ve davranışlarında, eylem ve söylemlerinde tam bir uyum ve tutarlılık söz konusudur. Böyle kişiler aynı zamanda iyi bir insan, iyi bir vatandaş olup ruhen de sağlıklı ve mutlu kimselerdir. Ahlâkî olgunluk, insanın ulaşabileceği ahlâkî gelişimin en üst seviyesi olarak kabul edildiği için her insanın bu son aşamaya gelişini hızlandıracak birtakım model kişiliklerin olması ya da oluşturulması gerekmektedir. Başta Hz. Muhammed (s.a.v.) olmak üzere Mevlanâ Celâleddin-i Rumî, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Pîr Sultan Abdal gibi kültürümüzde pek çok güzel ahlâk örnekleri bulunmaktadır. 

Batıda ahlâkla ilgili çalışmalara göz atıldığında, ünlü ahlâk kuramcısı Lawrence Kohlberg’in geliştirdiği ahlâkî yargı gelişimi düzeyi ve evrelerinin aynı zamanda ahlâkî olgunluk düzeyleri olarak değerlendirildiği görülmektedir. Ahlâk gelişimini, gelenek öncesi düzey, geleneksel düzey ve gelenek ötesi düzey olmak üzere üç ana evrede ele alan Kohlberg; ahlâkî yargı ifadelerinin ahlâkî davranışı tahmin etmede son derece faydalı bir yol olduğunu ve üst düzeyde bir ahlâkî davranış sergilemenin ileri düzeyde bir ahlâkî yargı evresinde olmayı gerektirdiğini ileri sürmektedir. Bununla birlikte ahlâkî olgunluk ile ahlâkî yargı her ne kadar birbirine yakın anlamları çağrıştırsa da birbiriyle tamamen aynı olmayan kavramlardır. Şöyle ki ahlâkî yargı, bir olayın doğruluğu ya da yanlışlığı hakkında hüküm vermeyi gerektiren zihinsel bir işlem iken, ahlâkî olgunluk bir bireyin, toplumun ahlâk ilkelerine göre davranışta bulunması düzeyidir. Bir kimsenin duygu, düşünce, tutum ve davranışlarındaki her türlü ahlâk dışılığı vicdanında hissetmesini sağlayan ahlâkî olgunluğa ancak ahlâkî gelişim süreci sonunda ulaşır. Dolayısıyla bireyin ahlâkî gelişiminde etkili olan biyolojik, psikolojik ve sosyal olmak üzere birçok faktörün, aynı zamanda ahlâkî olgunluk düzeyinde de etkili olduğu söylenebilir.

Namaz ile ahlâkî olgunluk arasında nasıl bir ilişki vardır? Dinî metinlerde bu konu nasıl temellendiriliyor?

Din ve ahlâk kavramlarının karşılıklı olarak birbirleriyle sıkı bir ilişki içerisinde bulundukları hatta birbirlerini tamamladıkları söylenebilir. Esasında insanlara bir yaşam tarzı sunan bütün dinlerin temelinde ahlâk vardır. Çünkü bütün dinler genel anlamda insanların neleri yapıp neleri yapmamaları gerektiği hususu ile ilgilenirler. Bu nedenle esasında dinlerin her birisinin aynı zamanda birer ahlâk sistemi olduğu ve evrensel birtakım ahlâk ilkelerini içerdikleri söylenebilir. Bu anlamda dinen yasak olan birtakım fiillerin ahlâken de kötü olarak nitelendirildiği bilinmektedir. İslam ahlâkçılarının büyük çoğunluğu da din ile ahlâk arasında sıkı bir ilişkinin olduğunu belirterek ahlâk için dinin gerekliliğini ileri sürmüşlerdir. İslam dininin temel kaynakları olan Kur’ân ve sünnette de ahlâk konularını içeren pek çok ayet ve hadis-i şerif bulmak mümkündür. Kur’ân ve sünnette ahlâkî faziletlerin fert ve toplum hayatına maddî-manevî faydaları, ahlâkî zaafların ise zararları üzerinde durulmuştur. Kur’ân kıssalarında pek çok eski kavmin yıkılışında, ahlâkî bozulma ve yozlaşmanın önemli ölçüde rol oynadığı bildirilmiştir. Kur’ân’da kötülüğün insan ruhunda meydana getirdiği üzüntüye ve iyiliğin meydana getirdiği sevince çok büyük önem verilmiş ve böylece hassas ve duyarlı bir vicdana sahip olabilmenin önemine dikkat çekilmiştir. İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) hem İslam’ı öğretmek hem de ahlâkî olgunlukları tamamlamak üzere gönderilmiştir. İslam’ın öngördüğü ahlâkî gelişimin ulaşacağı nihai nokta: İnsanın hiçbir çıkar kaygısının olmadığı, tüm niyet ve davranışlarının sadece Allah’ın rıza ve hoşnutluğunu kazanmaya yönelik olmasıdır.

Bu bağlamda İslam dininde inancın gereği olarak yapılan ve imanın dış dünyadaki tezahürleri olarak nitelendirebileceğimiz ibadetlerin ahlâk üzerinde olgunlaştırıcı ve mükemmelleştirici bir etkisi söz konusudur. Aynı zamanda ahlâk da ibadetlerin kemali üzerinde olumlu tesirlerde bulunmaktadır. Her şeyden önce ibadetler insanın kişilik yapısındaki kibir, gurur ve bencillik gibi olumsuz özellikleri ortadan kaldırarak bunların yerine tevazu ve cömertliği, fedakârlığı, yardımlaşma ve dayanışmayı vb. yerleştirerek kişilik yapısındaki özellikleri dengeli ve tutarlı hale getirip ahlâken güzelleştirip olgunlaştırmaktadır. Bir bütün olarak ibadetler, insan kişiliğinin gelişimi, değişimi ve dönüşümüne katkıda bulunarak psikolojik olgunlaşmanın itici güçleri olarak değer kazanmaktadırlar. 

Bununla birlikte İslam dinindeki bütün ibadetlerin ahlâkımız üzerinde büyük tesirleri olmakla birlikte ahlâkî gelişim üzerinde en çok etkisi olan ibadetin en sık yerine getirilen namaz ibadeti olduğunu söyleyebiliriz. Belli aralıklarla sık sık tekrar edilen namaz ibadeti, şahsiyetin gelişmesi ve olgunlaşmasına, sorumluluk ve oto-kontrol duygusunun gelişmesine, şuur seviyesinin yükselmesine ve vicdan oluşumuna olumlu yönde etki ederek kişilik bütünleşmesine ve ahlâkî olgunluk düzeyine erişmede diğer ibadetlerden daha fazla katkıda bulunmaktadır. Namaz ibadetinin bilhassa çeşitli ruhsal rahatsızlıkların pençesinde kıvranan günümüz insanı için mucizevî bir sağlık reçetesi olduğunu ileri süren Nurbaki, namazda günde kırk kez huzur-u ilahîde Fatiha suresini okuyan bir kimsede düşünce ve gönül hastalığının kalmayacağını, namazlarını aksatmadan kılan kimselerin tüm aşırılıklardan, kötülüklerden ve dünya hayatının çıkmazlarından uzak olacağını ileri sürmektedir. Çünkü insanın iç dünyasına ilahî damgasını vuran namaz ibadetinin ruh sağlığı ve davranışlar üzerinde olumlu birtakım tesirlerinin görülmesi kaçınılmazdır. Faruki’ye göre namaz ibadeti, bireyde olgunlaşmış ahlâkî kişilik için psikolojik bir zemin oluşturmaktadır. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerîm’in Ankebût Suresi 45. ayetinde Yüce Rabbimiz, “Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl, muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve fenalıktan vazgeçirir. Elbette Allah’ı anmak en büyük ibadettir. Allah ne yaptığınızı bilir.” buyurmaktadır. Dolayısıyla namaz ibadeti, kişide ahlâkî bir değişim ve dönüşüme yol açmak suretiyle benliğindeki psikolojik çatışmaları çözüme kavuşturmasında ve onun ilahî hedefle uyumlu hale gelmesinde son derece etkili bir faktördür. Namaz ibadeti ile günde beş defa Allah’ın huzuruna çıkan O’nunla mülâki olan insan, dünyada başıboş olmadığını Allah’ın her an kendisini görüp gözetlediğini, tüm yaptıklarının kaydedildiğini, bütün yaptıklarından hesap vereceği bir günün geleceğini hatırlayarak içsel bir oto-kontrol mekanizmasıyla daima kendisini muhasebe eder. Gerçek manada ve şartlarına uygun olarak bilinçli ve şuurlu bir şekilde kılınan namaz ibadetinin en büyük faydası, kişiyi uygun olmayan iş ve davranışlardan alıkoymasıdır. Eğer kıldığı namaz, kişiyi kötü söz ve davranışlardan alıkoymuyorsa o namazın kemâlinde bir eksiklik var demektir. Bu bağlamda İbn Ata der ki: “Ahlâk iyi olmadıktan sonra kılınan namazın, tutulan orucun çok olmasının fazla bir önemi yoktur. Hatta sadaka ve mücahede (nefsi yenmeye çalışma) bile bir hiçtir. Bu yolda yükselenler, ne namazla ne de oruçla yükseldiler. Ne sadaka ile ne de mücahede ile üstün dereceler buldular. Yükselen ancak iyi huyla (güzel ahlâkla) yükseldi.” Namaz ibadeti sayesinde günde beş defa Yüce Allah’a teveccüh eden bir kimse duygu ve şuur anlamında yeniden bir zindelik ve canlılık kazanabilir. Bilhassa gün ortasında kılınan öğle ve ikindi namazları sayesinde kişide murakabe ve muhasebe hisleri harekete geçerek iç kontrol mekanizmaları güçlenmek suretiyle yanlışa düşmekten korunur. Bu anlamda namaz ibadeti günaha girmeme ve kötülüğe bulaşmama konusunda adeta koruyucu bir kalkandır. Namaz kıldıkları halde birtakım kötü fiilleri işlemeye devam eden kimseler, bilinçli ve şuurlu bir şekilde namaz kılmaya bir süre devam ettiklerinde o kişilerin ruhî ve kalbî hayatı ile ilgili bazı latifeleri tamamen ölmediği için bu latifeler tekrar canlılık kazanmak suretiyle söz konusu kötülüklerden tamamen vazgeçebilirler. Nitekim Hz. Peygamber’e (s.a.v.) bir gün ashabından bir kimse gelerek “Ya Rasulallah! Filan kişi, gece namaz kılıyor, gündüz olunca da hırsızlık yapıyor.” deyince Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Namaz, o kişiyi işlediği suçtan vazgeçirecektir.” (el-Müsned, 3/282-283). Bu hususla ilgili olarak da Kur’ân-ı Kerîm’de “Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında (gündüze yakın olan saatlerinde) namaz kıl! Muhakkak ki iyilikler kötülükleri giderir. İşte bu, Allah’ı ananlar için bir hatırlatmadır.” (Hud 11/114) buyrulmaktadır. Dolayısıyla namaz ibadeti Müslümanları kirden, pastan, günah ve kötülüklerden arındırarak tertemiz hale getirmektedir. Çünkü Müslüman kimse gerek namaza hazırlık sadedinde almış olduğu abdest sayesinde (Buhari, Mevâkit 6; Tirmizi, Edeb 80) gerekse namazda başta Rabbena duaları olmak üzere günde beş kez okuduğu tevbe ve istiğfar içerikli dualar sayesinde bilfiil tevbe etmiş olmakta, böylece günah ve hatalarından arınarak ahlâken güzelleşmiş olmaktadır. 

Ahlâkî olgunluk açısından en vahim hastalık şüphesiz gurur ya da kibirdir. Kavgaların, nefretlerin temelinde nefsin bu zalim hastalığı olan gurur bulunmaktadır. Namaz kılan bir kimse şeklen bile olsa bu görevi yerine getirdiğinde mutlaka gururunu kıracaktır. Zira ciddiyetle bu ibadeti yerine getirenlerin, tevazunun doruk noktası olan ve kulun Allah’a en yakın olduğu an olan secde anında gurur ve kibirleri törpülenmektedir. Namazda özellikle rükû ve secde hallerinde tevazu ile eğilen kişide diğer insanların kişilik haklarına saygı gösterme duyarlılığı oluştuğu gibi kâinattaki yerini ve rolünü fark etme, kendisini gerçekçi bir şekilde görebilme yetisi de gelişecektir. Böylece alçakgönüllülük vasfına sahip olan kişi; ilim, amel, ibadet, soy, mal, para, güzellik, güç, kuvvet, evlat, mevki, makam gibi dünya hayatında kendisine emanet olarak verilen hiçbir şeye ilişkin sahip olma yanılgısı yaşamayacak, kibre kapılması mümkün olmayacaktır. Başka bir deyişle günde beş kez Allah’ın huzuruna çıkan ve kul olduğunun bilincine varan mü’min; onur, izzet ve şeref sahibi bir kimsedir. Böyle bir kimse namaz sayesinde kazandığı huşû, huzur ve tevazunun etkisini namaz dışındaki hayatında da hissedecektir. Namaz sayesinde Allah’a karşı derin bir sevgi, saygı duygusu geliştiren ve bunu zamanla bir kişilik özelliği haline getiren bir kimsenin zamanla Allah’ın diğer yarattıklarına da sevgi ve saygı duyması kaçınılmazdır. Dolayısıyla namaz ibadeti kişiyi günlük yaşantısında da daima ağırbaşlı, alçakgönüllü, vakar, şeref ve izzet sahibi bir kişi haline getirmekte ve başkalarına karşı sevgi, saygı göstermeye ve fedakârlıkta bulunmaya sevk etmektedir. Günün belli vakitlerinde şartlarına uygun olarak ve samimi bir şekilde huşû ile yerine getirilen namaz ibadeti, kişinin Allah’la ilişkisini canlı tutar. Allah’la olan ilişkileri düzgün olan bir kimsenin diğer insanlarla olan ilişkileri de düzgün olur. Dolayısıyla namaz ibadeti ile Allah’a karşı sorumluluklarını hatırlayan insan, diğer insanlara karşı da (sevgi, saygı gösterme, yardım etme ve iyilikte bulunma vs.) sorumlulukları olduğunu hatırlamaktadır. Hz. Peygamber’in ifadesi ile toplayıcı ve bir araya getirici olan namaz ibadeti (Buhari, Küsuf, 3,18,19; Müslim, Küsuf, 4, Fiten, 119, 120), dağınık düşünce ve kalpleri birleştirmektedir. Böylece cemaatle kılınan namazlar ise toplumsal bağları güçlendirmekte, Müslümanlar arasında birlik-beraberlik, sevgi, saygı ve kardeşlik duygularını geliştirmekte ve bireysel yetersizliklerin üstesinden gelmeyi kolaylaştırmaktadır. Müslümanlar bu birlik ve beraberliği, sevgi, saygı ve kardeşliği namaz dışında günlük yaşamlarında ve toplumsal hayatlarında da sürdürmektedirler. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber (s.a.v.) camide toplu olarak kılınan namazların yalnız olarak kılınan namazlardan yirmi yedi derece daha üstün olduğunu ifade etmiştir (Buhari, Ezan 30; Müslim, Mesacid 249).

Özetle ifade etmek gerekirse, bir ahlâk okulu olarak nitelendirebileceğimiz namaz ibadeti ile mü’min kişi; ağırbaşlılık, yumuşaklık, sakinlik, tevâzu, sabır ve vakar gibi güzel ahlâk hasletlerini öğrenir. Namaz ibadeti; mü’min kimseyi ruhen yücelten, maddi ve manevi kirlerinden arındıran, kötülüklerden alıkoyan, kibir, gurur ve bencillik gibi manevi hastalıklarını tedavi eden, vakar ve tevazu duygularını arttıran, böylece ahlâkî yönden geliştirip olgunlaştıran bir ibadettir. Kısacası namaz ibadeti, insana kazandırdığı pek çok güzel haslet, kişilik ve karakterinde meydana getirdiği pek çok değişim ve dönüşümle insanda ruhî bir devrimi ve ahlâkî olgunluğu harekete geçiren bir ibadettir.

Yapılan araştırmalar konusal karşılaştırma olarak neler söylüyor? Günümüzde bu konunun algılanma ve idrak boyutuna dair neler söylemek istersiniz? 

Her şeyden önce gerek yurtdışı ve gerekse yurtiçi literatüre ilişkin yapılan incelemeler sonucunda doğrudan namaz ibadeti ile ahlâkî olgunluk ilişkisini ampirik olarak inceleyen herhangi bir araştırmaya rastlayamadığımız için konunun deneysel yönüne ilişkin birtakım karşılaştırma ve değerlendirmelerde bulunmak pek mümkün olmamaktadır. Bununla birlikte gerek yurtdışı gerekse yurtiçi literatüre göz attığımızda din, dindarlık ve ahlâkî olgunluk ilişkisi üzerine yapılan araştırmalarda birbirinden farklı sonuçların elde edilmiş olduğu görülmektedir. Bu araştırmalardan bazılarında din ve dindarlık ile ahlâkî olgunluk arasında pozitif bazılarında negatif yönde ve anlamlılık düzeyinde ilişkiler tespit edilirken bazılarında ise nötr yönde ilişkilerin olduğu görülmektedir. 

Her şeyden önce yurtdışında konu ile ilgili olarak yapılan araştırmalara göz atıldığında; konunun genellikle ahlâkı dinden bağımsız olarak düşünen ve din ile ahlâkî muhakeme arasında herhangi bir ilişki bulunmadığını ileri süren, bu noktada hiçbir dinin diğerine göre daha üstün olmadığını belirten, bu yüzden de bazıları tarafından eleştirilen Kohlberg’in ahlâkî gelişim kuramından hareket edilerek ele alındığı görülmektedir. Söz konusu çalışmaların çoğunluğunda Kohlberg’in gelenek öncesi düzey, geleneksel düzey ve gelenek sonrası düzey şeklinde dizayn ettiği evrelerin aynı zamanda ahlâkî olgunluk düzeyleri olarak değerlendirildiği görülmektedir. Bu bağlamda bu konuda yapılan çalışmaların pek çoğu, dinî muhafazakârlık ile ahlâkî yargı arasında ters yönde yani negatif bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Başka bir deyişle yapılan araştırmaların birçoğunda kişilerin dindarlık puanlarındaki artışa paralel olarak ahlâkî gelişim düzeylerinde bir düşüş olduğu görülmektedir. Bununla birlikte yapılan bazı araştırmada ise din ve dindarlık ile ahlâkî gelişim arasında pozitif yönde ilişkilerin olduğu görülmektedir. Örneğin, Amerika’da ailede ve kilise içindeki sosyal hayatta din eğitimi almış güneydeki fakir zenci çocuklarının, Amerika’nın New England bölgesinde yaşayan kendilerine Tanrı’nın çocukları oldukları anlatılmamış ve hayatlarını Tanrı’nın belirlediği esaslar dâhilinde tanzim etmeleri gerektiği bildirilmemiş, bir inanç avantajına sahip olmayan zengin beyaz çocuklardan çok daha iyi davranışlarda (ahlâkî) bulundukları tespit edilmiştir. Yine Harris’in, dokuz Katolik lisesinden seçtiği 438 denekten oluşan bir örneklem grubunu kullanarak gerçekleştirdiği araştırmada da: Ahlâkî yargı sonuçları ile dinî inanç veya dinî pratikler arasında anlamlı bir ilişkinin bulunduğu görülmüştür. Ayrıca lise öğrencilerinin katılımıyla gerçekleştirilen iki doktora çalışmasında da dinî bilgi ve din eğitimi ile ahlâkî yargı arasında pozitif yönde bir ilişkinin olduğu tespit edilmiştir. 

Ülkemizde yapılan araştırmalarda DKAB öğretmenliği ve ilahiyat fakültesinde öğrenim gören üniversite öğrencilerinin ve İHL öğrencilerinin diğer fakülte ve lise türlerinde öğrenim gören öğrencilerden ahlâkî olgunluk düzeylerinin daha yüksek olduğu tespit edilmiş ve bu sonucun ahlâkî olgunluk ile din, dindarlık ve din eğitimi arasındaki yakın ilişkiyi çağrıştırdığı hususu dile getirilmiştir. Bunun yanında Güvendi tarafından Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinde 381 katılımcı üzerinde gerçekleştirilen bir araştırmada örneklemin dindarlık düzeyleri ile ibadetlerin davranışlara yönelik tutumlara yansımasına bakıldığında, “Kişinin davranışlarını olumlu yönde değiştirmiyorsa yapılan ibadetlerin hiçbir değeri yoktur.” şeklindeki anket maddesine kendilerini çok dindar olarak nitelendirenlerin %50’sinin, dindarların %59.5’inin, din ile ilgileri az olanların %50.4’ünün ve din ile ilgisi olmayanların %43.8’inin, bu soru önermesine olumlu cevap verdikleri görülmüştür. Demirci’nin 2014 yılında Bursa’da bulunan değişik okullarda görev yapan 521 öğretmen üzerinde ahlâkî olgunlukla dindarlık arasındaki ilişkiyi test etmek için gerçekleştirdiği araştırma sonucunda da yazın cami kurslarından veya Kur’ân Kursu gibi yerlerden din eğitimi almanın ahlâkî olgunluk düzeyine olumlu yönde etki ettiği tespit edilmiştir. Benzer şekilde Kaya ve arkadaşının gerçekleştirdiği araştırmada da dinî inanç ile ahlâkî olgunluk düzeyi arasında anlamlılık derecesinde ve pozitif yönde bir ilişki olduğu tespit edilmiş ve söz konusu araştırmada bu bulgudan hareketle de din ve ahlâk eğitiminin bireylerin ahlâkî olgunluk düzeylerini arttırdığına, dolayısıyla sağlıklı, mutlu ve güçlü bir toplumun inşası için ailede ve okulda din ve ahlâk eğitimine gereken önemin verilmesinin altı çizilmiştir.

Özetle ifade etmek gerekirse, yurtdışında genellikle Kohlberg’in ahlâkî yargı gelişimi kuramı bağlamında yapılan ampirik araştırmaların büyük çoğunluğunda genellikle dindarlık ile ahlâkî yargı arasında negatif yönde ya da bazen nötr ilişkilerin ortaya çıktığı görülürken, ülkemizde yapılan araştırmaların büyük bir kısmında ahlâkî olgunluk ile dindarlık arasında çok yüksek derecede olmasa da orta derecede ve pozitif yönde korelasyonun olduğu görülmektedir. Ayrıca yurtdışında yapılan araştırmalardan elde edilen bulgularda genellikle dindarlık ile ahlâkî gelişim arasında negatif yönde ya da nötr bir ilişki görülmesinin sebebinin de Hıristiyanlığın inanç objesinin irrasyonelliği ile ilişkili olduğu ifade edilmiştir.

Kişilerin namaz ibadetini yerine getirme durumlarının ahlâkî olgunluk düzeyleri üzerindeki etkisini psiko-sosyal metot ve tekniklerle incelemek amacıyla gerçekleştirdiğimiz deneysel araştırmada ise, beş vakit namaz ve nafile namazlar ile ahlâkî olgunluk arasında pozitif yönde ve orta düzeyde bir ilişkinin olduğu, beş vakit namaz ve nafile namaz kılma sıklıklarının katılımcıların ahlâkî olgunluk düzeylerini anlamlı derecede yordadığı tespit edilmiştir. Benzer şekilde ülkemizde Hayta’nın ibadetler ve psiko-sosyal uyum arasındaki ilişkiyi ele aldığı araştırmasında da, namaz ibadeti ile ilgili bulguların sonuçlarına bakıldığında, namazın kişiliği olumlu yönde motive ettiği, bireyin ahlâkî davranışlarını pekiştirdiği, benlik saygısını arttırdığı ve insanî ilişkilerini de olumlu yönde desteklediği görülmüştür. Yine aynı araştırmada özellikle namaz ibadeti ile sorumluluk, sosyallik ve kendini kabullenme arasındaki ilişkilerin bir hayli yüksek çıktığı tespit edilmiştir. Dolayısıyla İslam dininin direği olan namaz ibadetinin, kişiye Allah’ı hatırlattığı, ona görev ve sorumluluk duygusu yüklediği, gayri ahlâkî davranışlardan uzaklaştırdığı ve böylece ahlâken olgunluk kazanmasında etkili olduğu görülmektedir.

Yine aynı araştırmada örneklemin çaresiz kaldıkları zamanlarda ibadet etme fikrine katılıp katılmama durumlarına göre ahlâkî olgunluk düzeylerinde istatiksel açıdan anlamlılık düzeyinde herhangi bir farklılık meydana gelip gelmediği de test edilmiştir. Buna göre kişilerin çaresiz kaldıklarında ibadet etme fikrine katılma dereceleri arttıkça ahlâkî olgunluk düzeylerinin azaldığı tespit edilmiştir. Bir kişinin ibadet için sahip olduğu niyetinin, o kişinin ahlâkî gelişim düzeyiyle yakından ilişkili olduğu hususundan hareketle namaz ibadetinin ahlâk gelişimine olumlu yönde tesir edebilmesi için Kur’ân ayetlerinde söz konusu ibadetin gösterişten uzak bir şekilde ihlasla yerine getirilmesinin gerekliliği vurgulanmaktadır. Dolayısıyla ilgili Kur’ân ayetlerinde huşû içerisinde, özellikle kibir ve gösterişten uzak bir şekilde samimi ve bilinçli olarak namaz kılmayanlar kınanmaktadır (Maun 107/4-6; Beyyine 98/5). Hadis-i şeriflerde de bütün amellerin niyetlere bağlı olduğu, halis bir niyetle samimi bir şekilde yerine getirilmeyen ibadetlerin dinen Allah nezdinde bir değerinin olmayacağı haber verilmektedir. Huşû, Allah’a karşı korku ve sevgi ile bütünleşmiş alçakgönüllülükle isteyerek ve severek boyun eğmedir. Dolayısıyla namaz ibadeti ile Rabbinin huzuruna çıkan insan, huşû duyarak güncel alışılmış bilinç durumlarından biraz daha yükselerek bir dizi değişik bilinç halleri yaşamakta ve namaz esnasında yaşanan bu haller yok olup gitmez, zamanla gündelik hayata sirayet ederek bir yaşam tarzı haline dönüşmektedir. Bu nedenle Kur’ân ayetlerinde ve hadis-i şeriflerde, namaz ibadetinin kişinin ahlâkî olgunluğuna ve ruhî tekâmülüne katkıda bulunabilmesi ve kişiyi ahlâken güzelleştirebilmesi için onun ciddi bir şekilde severek, isteyerek titizlikle, istikrarlı ve samimi olarak Allah’a gönülden boyun eğerek ve gösterişten uzak bir şekilde sadece Allah rızası için yerine getirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. (Bkz. Maun, 4-5; Mearic, 23; 34; Müzemmil, 20; Lokman, 4, 17; Neml, 3; Nur, 56; Mü’minun, 2, 9; Hac, 78; Meryem, 59; Tevbe, 54; En’am, 92, 162; Maide, 55; Nisa, 103, 142; Bakara, 45, 238) Dolayısıyla zihnini ve kalbini Allah‘tan başka her şeyden (mâsivâdan) boşaltarak, duyularını namaz dışı bütün uyaranlara kapatarak bütün dikkatini ilahî huzura teksif eden ve namaz süresince bunu devam ettiren, namazın kıyam, rükû ve secde gibi fiilî her rüknünü bilinçli bir şekilde yerine getiren, diliyle söylediği besmele, tekbir, tesbih, hamd, dua ve ayetler üzerinde düşünüp onların anlam derinliklerine dalarak namaz kılan bir dindarın namazı; kaliteli bir namaz olup ona ahlâkî bir olgunluk kazandırmaktadır. Diğer taraftan, ilahî huzura çıktığının bilincinde olmaksızın ve dikkatini namaza teksif etmeksizin sadece şeklen namaz kılan, namaz esnasında zihnini ve kalbini dünya ile ilgili düşüncelerle meşgul eden, şuurunun kapılarını namaz dışındaki her türlü uyarıcıya olabildiğince açan, namazda ne yaptığının ve ne söylediğinin farkında olmadan, bir an önce bitirme düşüncesiyle ya da başkalarına gösteriş olsun diye namaz kılan bir kimsenin namazının ahlâkî olgunluk anlamında kendisine bir şey kazandırması beklenemez. Nitekim ülkemizde Demirci’nin 2014 yılında Bursa’da bulunan değişik okullarda görev yapan 521 öğretmen üzerinde ahlâkî olgunlukla dindarlık arasındaki ilişkiyi incelemek için gerçekleştirdiği araştırma sonucunda, ahlâkî olgunluk ile iç-güdümlü dindarlık arasında pozitif yönde ve anlamlılık derecesinde bir ilişkinin olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla dinin tam anlamıyla içselleştirilmesi durumunda, samimi dindarlığın ahlâkî olgunluğu destekleyen önemli bir faktör olduğu ortaya çıkmıştır. Yine Hayta’nın gerçekleştirdiği bir araştırmada da, örneklemin %89,7’sinin namazı her yerde ve her koşulda Allah’a kulluğun bir gereği olarak kıldıkları tespit edilmiştir. Söz konusu araştırmada ayrıca aile ve çevre baskısı olmaksızın namaz kılanların (%89,7) namaz sayesinde kötülüklerden uzaklaşıp ahlâken daha da güzelleştiklerini, kendilerine güvenlerinin arttığını ve diğer insanlarla kaynaşıp yakınlaştıklarını ifade ettikleri görülmüştür. Benzer şekilde 15 ila 66 yaş ve üzeri 410 katılımcı üzerinde gerçekleştirdiğimiz bir başka araştırmada da, Allah rızası niyetiyle namaz kılma durumu ile benlik saygısı arasında pozitif yönde ve anlamlılık düzeyinde bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Özetle ifade etmek gerekirse ibadetlere anlam ve değer kazandıran, onlardan birtakım dünyevî ve uhrevî faydalar elde etmemizi sağlayan en önemli husus niyettir. Hem Kur’ân-ı Kerîm hem de Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hususu dile getirdiği gibi ampirik araştırmalar da bunu ortaya koymaktadır. Genel olarak tüm ibadetlerin ve özelde namaz ibadetinin yerine getirilmesinde birtakım içsel ve dışsal faktörler etkili olabilmektedir. Örneğin bazı kişiler, içinde bulunduğu toplumsal çevrede saygı, değer ve kabul görmek amacına yönelik olarak ibadet edip namaz kılabildiği gibi, cehennem korkusu ve cennet ümidiyle ya da sadece dinî bir görev, vazife, borç olduğu için de ibadet edip namaz kılabilmektedirler. Bunun yanında bazı kimseler kendisi için ruhî bir ihtiyaç olduğu ve yegâne Dost ve Sevgili olarak kabul ettikleri Allah ile buluşma, konuşma ve içsel huzurun zevkini tatmak için ibadet edip namaz kılabilmektedirler. Kalbin, duygu ve düşüncelerin iştirak etmediği, ruhsuz ve samimiyetsiz bir şekilde dış güdümlü olarak kılınan bir namaz ibadeti, kişinin yaşantısında ahlâkî bir değişim ve dönüşüm meydana getirmeyip ahlâkî anlamda olgunlaşmasına da bir katkıda bulunmamaktadır.