Çok zengin olduğunuzu ve kendinize bir cankurtaran yaptırdığınızı, sonra da bu arabayı kapınızın önüne çektiğinizi düşünün. Kimseye vermeyip, benim can güvenliğim içindir derseniz, o arabanın üzerine cankurtaran değil de canımı kurtaran yazmanız daha uygun olmaz mı. Oysa karşıdaki komşunuz, sizin kapınızda bir cankurtaran olduğunu görerek huzurla uyuyordur. Bu bir güvendir ve temeli de Allah'a dayalıdır. Zenginlerimiz Allah'ın kayırdığı kullar değil, etrafımıza serpiştirdiği cankurtaranlarımızdır. Fakirlerimiz, onlar sayesinde güvenle uyuyabilmelidirler. Fakat ne acıdır ki günümüzde zenginler kendim kazandım derdinde, fakirler de onlara haset peşinde.
Allah Resulü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ahir zaman ümmetinin zengininin hayırlı olduğunu söylemiştir ama ahir zaman zenginlerimizde nedense sadece "yok" var. Çalış senin de olur diyorsan veya ben zaten bir sürü yardım yapıyorum, kendim kazanıyorum istediğim gibi de yerim diyorsan, o mülkün sana değil Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın mülkünü dilediğine verdiğini kabul etmemişsin demektir. Bu sebeple, kazanmış olman israf etme hakkını sana vermez. Fakat bundan gafil olan bir kısım zenginlerimiz, fakirlerin gizli haklarını kumar makinelerine gömerse, onların ev kirasını, ekmek parasını içki olarak tuvalete gönderirse, bunun hesabını vermez mi acaba. Dikkat edin, aslında para bir kir değildir, insanı kötü yola düşüren lanet bir kağıt da değildir. Tam aksine, doğru elde bulunduğu zaman nice insanları dertlerinden kurtaran, hatta kimi konularda Allah'ın rızasını bile kazandıran son derece önemli bir nimettir. Fakat ölçüsü bozuk olan kişiler nasıl ki morfin gibi bir nimeti keyif amacı ile kullandığında bir günah haline getirebiliyorsa, para da yanlış kişilerin elinde ateşten bir azaba dönüşür.
İnsanlarda gördüğümüz herhangi bir kusuru, sanki kendi kusurumuz, eksiğimiz veya günahımız olarak düşünmediğimiz müddetçe, onlara tam manasıyla yardım ettiğimizi asla söyleyemeyiz. Aynı sorun kendimizde olduğu zaman o sorunumuzdan kurtulmak için nasıl çaba harcıyorsak, yakın çevremizdeki insanların sorunlarına da o şekilde eğilmeliyiz. Mesela maneviyatı zayıf olan insanlara yardım etmek en büyük yardımdır. Maddi ve manevi konularda her derde deva olabilen bir insanın kalbindeki perdeler kalkar. Artık o kişi, Allah'ın yardımını insanlara taşıyan bir aracı olur. Bilirsiniz, maddi bir sıkıntıya düştüğümüz zaman nasıl kırk kapıyı aşındırıp borç harç da olsa maddi sorunumuzu hallediyorsak, yakın çevremizin maddi sorunlarına da aynı şekilde duyarlı olup rahat bir nefes almalarını sağlamalıyız. Hani, sıkıntıya düştüğümüzde hiç duymak istemediğimiz ve duyduğumuzda da hüsrana uğradığımız "Kusura bakma, bende yok" sözü var ya, işte adeta tokat gibi etkisi olan bu sözü kullanmamaya dikkat etmeli, bizde yoksa, arayıp bulmalıyız. Yani, maddi sıkıntıyı çeken o değil de kendimizmiş gibi davranmalıyız. Bakınız, ben maddi bir sıkıntıya düştüğümde, kendime hiçbir zaman "Bende yok" deyip oturmadım.? Tam aksine, deli tavuk gibi bi o yana bi bu yana koşuşturup eş dosttan para aradım ve mutlaka bir nefeslik yardımı buldum.
Zaten söz konusu kendimiz olunca hepimiz böyleyiz. Yani kendi kendimizin mücahidiyiz. O halde mağdur bir yakınım ile benim mağdurluğum arasında ne fark olabilir ki.? Mülk Allah'ın, benim değil ki, bugün bende ise yarın öbüründedir. Veya şöyle düşünün; Biri balkondan aşağı bir avuç şeker atsa. Atan kişi mutlaka aşağıdaki her çocuğun şeker kapmasını niyet etmiştir. Hatta yirmi tane çocuğa kırk tane şeker atılmıştır ama çevik veya daha güçlü ya da aç gözlü olan çocuklar fazla şeker kapacağı için, kimi güçsüz veya beceriksiz çocuklar hiç şeker kapamayacaktır. Ben o çocukların içinde olsam, bütün şekerleri kapmaya çalışıp, sonra da elimdeki şekerleri hiç şeker kapamayan çocuklara verirdim. Zorla iyilik edeyim diye değil, hani belki aç gözlünün biri hepsini kapar da kendi yer diye. Kim bilir, belki de keyifle yemek için kapabildiğim tek şekeri, minicikliği sebebi ile o kalabalığın arasına giremeye korktuğu için kenarda kapışmayı seyreden ve sonra da şeker kaptığım için bana imrene imrene bakan o zeytin gözlü çocuğa verirdim. Bu masum bana öylece bakarken o şekeri karşısında nasıl yiyebilirim ki... Eminim ki o çocuğun gözlerinde okuyacağım mutluluk, bana şekerden daha tatlı gelecektir. İşte yakın çevremizin ihtiyacını da aynı şekilde kendi ihtiyacımızı giderir gibi gidermeliyiz. Yani benim en parasız zamanlarımda bile benden yardım isteyen bir yakınıma, "Kelin ilacı olsa kendi başına sürer" demedim. "Bir arayayım, sen de bulmam için bana dua et, inşallah bulurum" dedim. Şayet Allah bu yardıma beni vesile etmişse, mutlaka beni para ile karşılaştırmıştır. Neden yakın çevremiz diyorum, çünkü zekat olayında olduğu gibi, herkes eş dost ve akrabasına bu şekilde duyarlı davranırsa, herhangi bir kimsenin mağdur olması asla mümkün olmaz.
Diyelim ki kendisinde yok. Olgun bir Müslüman'ın sorumluluğu burada bitmez. Şayet bir insan, kendisinde varken verip de kendisinde yokken verememeyi normal görüyorsa, anormal olan bu zihniyeti normal kabul ettiği için düşüncesizdir. Buraya çok dikkat edin, kendinizde olanı değil, Allah'ta olanı vereceksiniz. Çünkü sizde olan da Allah'ındır, olmayan da. Sizde varken sizin değildi ki, yine Allah'ındı. Sizde yoksa, bu sefer gidip Allah'tan isteyeceksiniz. Üzerinizde yoksa, kasadan ödemek gibi. Zengin olan alemlerin Rabb'idir. Dolayısıyla kesinlikle vardır. Hani bazen dilenciye, "Allah versin" deriz ya, samimi bir niyet ile o dilenciyi Allah'a göndermeyi gerçekten becerebilirseniz, Allah onu boş çevirmez. Allah "Bende yok" demiyorsa, biz de dememeliyiz. Şayet diyorsan, Allah'ın bu sıfatı ile sıfatlanmamışsın. Sadece öğrenmiş, ezberlemiş ve belki de yürekten inanmışsın. Ama Allah gibi "Bende var" diyorsan, o zaman ariflerdensin. Haa, buluruz veya bulamayız, ya da başkası bulur, veya bu konu o kişinin sınavıdır da herkes uğraşsa bile hiç kimse bulamayacaktır, bunlar ayrı konulardır. Bizim üzerimize düşen, bu gayreti göstermektir. Bunu yapmıyorsan, karşındaki mağdur kişi senin umurunda bile değildir.
Dilerseniz kafamdaki Allah'a göre size hemen kısa bir analiz yapayım; Şayet var da, vermem diyorsan cimrisin. Var da, yok diyorsan yalancısın. Yok da, yok dediğin zaman kalbinden geçen söz "İyi ki yok, aksi halde vermek zorunda kalacaktım ve paramı bana kimbilir ne zaman geri ödeyecekti" şeklinde ise, münafıksın. Gerçekten yok da, yok derken hakikaten yürekten üzüldüğünü görerek sorumluluğundan kurtulduğunu düşünüyorsan, bu sefer de o kişiyi sana Allah'ın gönderdiğinden gafilsin. Çünkü mağdur bir insan şayet kendi ihtiyacını bir yana bırakarak başkasının mağdurluğunu dert ediyorsa, mükafatın en büyüğüne bir adımı kalmıştır. Gayret edip yardım ederse âbad olur, edemezse ne büyük bir fırsatı teptiğini ahrette görür. Hülâsâ, gerçek bir Müslüman'ın vermekten başka kurtuluşu yok. Yani vermemenin geçerli bir izahı yok. Şahsen ben mantıklı bir izahını bulamadım.
Mesela, mağdur bir yakının senden borç istese ve sende de o sırada gerçekten olmasa ve veremediğin için de çok üzülsen. Hatta konuya biraz daha maneviyat katıp, veremediğin için ağladığını düşünelim. Hemen kendi kalbine sor, "Olsaydı gerçekten verecek miydin" de. Bunu sadece Allah'ın duyabileceği şekilde kalbine sorduğunda, "Olsa vallahi verecektim ama gerçekten yok, üstelik veremediğim için de yüreğim kan ağlıyor." diye bir cevap alıp da kendini rahat hissediyorsan gerçekten çok gafilsin. Yani parasız kalsan ve gece yatağına yatıp, "Allah'ım, yarınki borcumu nasıl ödeyeceğim, n'olur bana para bulabileceğim bir fırsat ver de şu borcumu ödeyeyim..." diye dualar ederken, Allah'ın yarın senin dualarına hiç beklemediğin bir yerden karşılık vereceği ümidi ile düşüne düşüne uyusan ve uyurken Allah sana rüyanda, "Kulum, ne kadar mağdur olduğunu biliyorum, bunun için yarın senin yanına birini göndereceğim, onun maddi sıkıntısını hallet..!" dese, acaba sende olmadığı halde yarın ona yok der miydin. Şayet sağlam bir imana sahipsen, daha uyanır uyanmaz sabahın köründe işini gücünü bir yana bırakıp, "Ben Allah'tan yardım beklerken Allah yarın birisine yardım etmemi istiyor. Valla bu adam her kim ise, yanıma gelmeden önce şu parayı bulamazsam kesinlikle ayvayı yedim" diye ortalığa saldırırdın. Hatta adam senden on milyon isteyeceği halde sen ne kadar ihtiyacı olacağını bilemeyeceğin için korkundan arabanı satıp on milyarlık paketi hazır etmiştin ve yakana da kırmızı bir karanfil takıp otobüs durağında beklemeye başlamıştın bile. Hani yoktu ?, nasıl buldun.? Bulursun tabi. Şimdi, bunu ille de Allah'ın söylemesi mi lazım.
İşte Evliyaların yolundan gidenlerle avam arasındaki fark budur. Çünkü evliyalar varını yoğunu verirler. Çoğu zengin evliyaların kefeni, başlarına sardıkları sarıkları olmuştur ve geride bıraktıkları sadece bir abdest ibriğidir. Neydi yardımlaşmak.? İhtiyacını gidermek, elinden tutmak. Allah bizim bir sıkıntımızı, mesela maddi bir ihtiyacımızı gidermişse, biz de Allah'ın maddi ihtiyacını gidererek yardım edicilerden olmalıyız. Nasıl olur Allah'ın maddi ihtiyacı.? Dilenciye verdiğin sadaka, yedirdiğin aç, giydirdiğin çıplak, arkadaşına verdiğin para ya da borç ve daha niceleri de elbette ki Allah içinse Allah'a ulaşır. Yani Allah'ın sana verdiklerini sen de bu şekilde Allah'a verirsen, Allah'ın "el-Bâsıt" ismi ile sıfatlanmış olursun. Bu ismin özelliği, zenginlerden sadakaları alan, muhtaçlara yardım edendir.
Allah (Celle Celalühü)'ın isimleri öyle büyüktür ki, onlardan sadece bir tanesini, evet, yanlış duymadınız, sadece bir tanesini bile tam olarak idrak edip bunu hayatına geçirebilen kişi, "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu." ayetindeki bilenler sınıfına dahil olur. Alimler de böyle bir kişinin arif olduğuna hükmetmişlerdir. Elbette ki bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığı söylenirken, bilme konusu içine her türlü alanı koyabiliriz. Fakat en ağır anlamı birinci sıraya koymak gerektiği için, Allah'ı bilmek önem bakımından bu ayetin ilk meali olarak düşünülmelidir. Allah'ı bilmek de O'nun isimlerini bilmekle başlar. O halde, Esma'nın içinden sadece bir tanesini hakkı ile bilen kesinlikle Allah'ın övdüğü "bilenler" sınıfındadır. Belki sadece bir ismi hakkıyla bildiği için bilenler sınıfının içinde en son sıradadır ama dikkat edin bu sınıf Arifler sınıfıdır. Şimdi bir de Allah'ın bütün isimlerini bilen ve bunları yaşantısında da uygulayabilen cömert kimseleri düşünün.
Şeyh Geylani'ler, Şeyh Mevlâna'lar... Bu insanlarla bilmeyenler bir olur mu hiç. Şayet bu insanlardan biri iseniz Allah'ın işaret ettiği bilenlerdensiniz. Eğer bu insanlardan biri değilseniz, o zaman onlardan sorun. Allah'ın sıfatları ile sıfatlanmaya çalıştığınız sürece, gerçek bir yardımsever olacağınızdan hiç şüphe duymayın. Allah'a emanet olun.