Seven Kim Sevilen Kim

Sevginin tanımını hiç kimse yapamamıştır. Yapamaz da. Zira sevgi, balın tadı, dişin ağrısı ya da cinselliğin zevki gibi ancak yaşanmakla, hissedilmekle bilinir. Aşktan alınan tat, çektirdiği acı, verdiği zevk, tarif ile yaşatılamayacağı gibi, dinleme ile de öğrenilemez. Ancak yaşanmakla bilinir. Gerisi ilmen bilmektir ki, bu da yetersizdir. Yerine göre sevmemek de sevgidendir. Mesela Allah'ı sevdiğin için Firavunu sevmezsin. Yaratılan ne varsa "Şey" olarak tanımlayabildiğimize göre, her şey bir sevgilidir. Ama her şey. Senin ya da başka bir şeyin sevgilisidir. Çöllerde bir böcek vardır bilirsiniz, adı "dışkı böceği" dir. Deve pisliğinden başka hiç bir şeyi sevmez. Her "şey"i seven bir "şey" mutlaka vardır. Çünkü her şey, bir şeyin ihtiyacı olarak yaratılmıştır. Burada "Şey" yerine istediğiniz bir nesneyi koyabilirsiniz. Kadın, para, ev, deniz, elma, evliya... Vitrinde gördüğün bir elbiseyi de seversin, arabayı da. Gülü de seversin, Mevlana'yı da. Demek ki sevginin sevgililere göre tarifi de dozları da farklı farklıdır. Her sevginin insanda oluşturduğu duyguların dozları ve organlarında bıraktığı etkileri de farklı farklıdır. Mesela göz zevki ile damak zevkinin insanda bıraktığı etkiler, birbiri ile değişilmeyecek kadar farklıdır. Hatta aynı şeyi seven iki farklı insanın hissettiği duygular bile farklı farklıdır. Çünkü aynı sevgiliye senin verdiğin değer ile bir başkasının verdiği değer aynı değildir. Demek ki sevgiliye duyulan aşkın miktarı, ona olan ihtiyaca, onu ne kadar tanıdığına ve onunla paylaşılan anılara göre artıp azalabiliyor. Ne demiş evliyalar, "Allah sevgisi sizde bir türlü, bizde bir türlü."

Sevginin ortaya çıkışı Allah iledir. Allah (Celle Celalühü), kendini sevdiği için yaratmaya başlamıştır. Sevginin kaynağıdır Allah. Az önce saydığım şeylerin hepsini de sevebiliriz fakat her sevgiliye makamı kadar sevgi vermeli, başka bir şeyin hakkı olan sevgiyi bir diğerine vermemeliyiz. Mesela Mevlana'yı Allah'tan daha çok sevmemek gerektiği gibi, Mevlana'yı da bir gülden daha az sevmemeliyiz. Böyle yapmış olsak bile sevgide bir sınır olmadığı için ilk etapta yanlış bir şey yaptığımız söylenemez. Çünkü gülü koklarsın, öpersin, sevgiline verir gönlünü alırsın... yani tanırsın gülü. Fakat Mevlana'yı hiç tanımadığın için gülü daha çok seversin. Buraya kadar sevgide bir anormallik yoktur, fakat; sevgide ölçüyü tutturamazsan, yüreğindeki sevgi sermayesini israf etmiş olursun. Örneğin ; Peyniri çok fazla sevdiğin için bir kilo peynire servetini vermek gibi. Bu davranışınız elbette ki peynire olan sevginizin derecesini net olarak gösterir ama sağlığınız için de aynı serveti verebileceğinizi düşündüğünüz zaman, sağlığınızın peynir ile aynı kefede olduğunu gördüğünüzde, aslında servetinizi nereye ve ne kadar harcamanız gerektiğine rahatlıkla karar verebilirsiniz.

En azından basamak olarak birini diğerinden daha üst basamağa koyabilmelisiniz. İşte burada, sevgi sermayesini harcadığımız sevgilinin her iki dünyadaki makamını belirlemek gerekiyor ki (ya da genele hitap edelim), hem maddi hem de manevi makamını belirlemek gerekiyor ki, bu da ancak sevginin kaynağını tanımakla mümkündür. Yani Allah (Celle Celalühü)'ı. Tabi Allah'ı tam olarak tanımak mümkün olmadığına göre, hiç bir sevgiliye verilmesi gereken sevgiyi de tam olarak vermek mümkün değildir. Ancak tanıyabildiğin kadar sever, tanıyabildiğin kadar değer verirsin.

Sevgi, anne sevgisi ile başlıyor. Bebek anneye süt için meyleder. Zamanla güven duygusu hisseder, daha sonra sevildiğini hisseder ve sevenini sever. Ama hala anneyi tam olarak sevemez. Büyüdüğünde anneliğin fedakarlıklarını görür ve manevi değerler devreye girer. Artık hem maddi hem de manevi değer vermeye başlar. Ta ki kendi anne olunca veya annesi ölünce, sevgiliye olan sevgiyi maksimum düzeyde idrak eder. Ama cennet annelerin ayağı altında olduğuna göre, yine de anneye vermesi gereken sevgi ve önemi tam olarak verememiş olmanın üzüntüsü ile yaşamaya devam eder. Bunun sınırı yoktur. Yani sevmenin.

O halde sevgiyi kategorize etmeden izah etmek kesinlikle kafa karıştırır. Ben şöyle sınıflıyorum ; Her sevgiliyi kendi makamında en üst düzeyde sevebilirsin. Ben bütün sevgileri ayrı ayrı kutulara ve üst üste koydum. Bu kutuların en üstündeki Allah'a aittir. Makam O'nundur. Kutuların yerini değiştirmediğiniz müddetçe hepsinin içini tıka basa sevginizle doldurabilirsiniz. Ben böyle bir dizayn kurduğumdan beri sevgide tereddüde düşmüyorum. Çünkü bir bakıyordum falanca sevgilimi (kişi veya eşya fark etmez), öyle düşünüyordum ki günümün çoğunluğu onu düşünmekle geçiyordu. Düşünmemek elde değildi. İşte bu durumda "Acaba ben aklımdaki sevgiliyi Allah'tan daha mı fazla seviyorum" diye şüpheye kapılıyordum.

Oysa her sevgilinin kutusu makamlarına göre üst üste konduğunda, daha alt makamdaki sevgilim olan spor araba kutusunun dolu, en üst sırada olan Allah kutusunun daha az dolu olduğunu görebiliyorum. Ya da daha fazla. Fark etmez. Önemli olan, bu kutuları boş bırakmamak ve makam sırasını asla değiştirmeden hepsini doldurmaya çalışmaktır. Kitaplar düşünün, üst üste konmuş. En üstte yemek tarifi, onun altında fizik kitabı, en altta da Kur-an. Bu sıralama sizi rahatsız etmeli ve düzeltmek istemelisiniz. Eğer aşçı iseniz, yemek kutusundaki sevginizin en fazla olduğunu görmenizde ilk etapta bir sakınca yoktur. Ama bu kutuyu en alta koymalısınız. O zaman içini tıka basa sevgi ile doldurabilirsiniz. Eğer bu aşçının kalbinde Allah sevgisi kutusu daha üstte ise, yemek sevgisi kutusundan sevgi taşmış olsa ve Allah sevgisi kutusu henüz dolmamış olsa bile, bu durum, aşçılığı Allah'tan daha fazla sevdiğini göstermez. Çünkü asıl olan mesele, makamdır. Sevgiliyi , layık olduğu makama koyabilmiştir. Artık bu saatten sonra yapacağı en mantıklı şey, bir yandan da Allah sevgisi kutusunu doldurmaya çalışmaktır. İşte sevgi de bu şekildedir. Yani kısıtlamadan ama ille de basamaklara göre. Muhyiddin-i Arabî hazretleri sevgiyi, İlahi sevgi, Ruhani sevgi ve Doğal sevgi olarak üç kısımda incelemiştir.

Gerçi sevgilerin hepsinin temeli Allah sevgisinden kaynaklanır. Bu ilâhi sevgidir. Allah, sevginin ta kendisidir. Sevginin sahibidir. Sevgi Allah'ın ismidir. Dolayısıyla bizim Allah'ı sevmemiz ve O'na verdiğimiz değer hep sönük kalır. Çünkü biz Allah'ı ancak tanıdığımız kadarı ile severiz ve bu tanımamız da Allah'ın zatının yanında zerre kadar bile değildir. O halde net olarak görülüyor ki, sevginin makamı akıllara durgunluk verecek kadar büyük ve değeri de aynı oranda fazladır. Bu sebeple Allah, "Ben bilinmeyen bir hazine idim, bilinmek istedim" buyurarak, sevginin paylaşılması gerekliliğini, paylaşıldıkça değerinin daha iyi idrak edilebileceğini ortaya koymuş ve insanların kalbine bu isminin tohumunu ekmiştir. Allah'ın yarattığı her hangi bir şey yoktur ki sevgiden yoksun olsun. İnsan, hayvan, bitki, taş, su, kainat... Her şey sevgi üzerine yaratılmış ve Allah'ın sevgisinden nasibini almıştır.

Ruhani sevgiyi ise anlamak da anlatmak da mümkündür. Mesela karşı cinsinizi sevdiğinizde onun birçok özelliğini birden sevdiğiniz için onsuz kalmak istemez, ömür boyu onunla beraber olmak istersiniz. İşte bu sevgi de insan kategorisinin sevgisidir. İçinde sadece cinsellik değil, mantık da vardır, kişilik vardır, değerli özellikler vardır. Yani içinde hem cinsel istekler hem de manevi bağlar bulunan bir sevgi çeşididir. İnsanlara uygun olan sevgi budur. Bu konunun tafsilatlı açıklamasını inşallah önümüzdeki sayıda "Evlilikte eş seçimi" yazımızda inceleyeceğiz.

Üçüncü özellik olan fiziksel sevgiyi ise tarif etmeye bile gerek yoktur. Çünkü karşılaştığımız her hayvanda rahatlıkla gördüğümüz bir özelliktir. Bir hayvan, çiftleşeceği hayvanda faziletli özellikler arar mı.? Tek isteği bir an önce cinsel ihtiyacını gidermektir. Karşı cinsinde maneviyat veya daha başka değerli özellikler aramaz. Bu doğal sevgidir ve tamamen içgüdü ile oluşur.

Tabi biz de kendimizi hayvan sınıfına koymayacak şekilde bir sevgi yapısına sahip olmamız gerekiyor. İnsan gibi yaşamak, insan gibi sevmek, insan gibi cinsellik ve insan gibi ölmek için, duygusal sevgi ilmini ille de bilmemiz gerekmektedir. Allah'a emanet olun.