FEYZ: Efendim, Allah Sevgisinin Allah yolunda hizmette en kuvvetli İtici güç olduğundan bir çok yazınızda ve sohbetlerinizde bahsettiniz. Ama biz müşahade ediyoruz ki, bir çok sufli duygular ve düşünceler içinde kıvrandığı halde görünüşte kusursuza yakın İslami hizmetler yapan kişiler mevcut. Bu kişileri hizmete iten hangi içgüçtür veya böyle birşey nasıl olabiliyor, açıklar mısınız?
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Biliyorsunuz, insanların her fiili bazı iç itmelerin neticesidir. Yani, her kıpırdanış ve davranışın oluş sebebi, mutlaka bunlan yapmaya iten bazı duygu ve düşüncelerdir. Bu duygu ve düşünceler ise, insanın hem menfi, hem de müsbet fiillerinin, kesinkez kaynağı ve hareket sebebidir...
Çünki, bazı duygu ve düşünceler menfi, bazı-lan ise müsbet ve güzel fiilleri itebilecek özelliktedir... Yani kibir, riya, ucub, haset, kin gibi marazlardan doğal olarak İslam'da men edilen kötü fiiller ve davranışlar zuhur edecek, cömertlik, merhamet, tevazu gibi iç itmelerden ise, normalde tabi olarak, çok güzel ve müslümana yakışır davranışlar meydana gelecektir. Yalnız buna rağmen, hiç şüphesiz çok güzel ve İslami tarzda davranışlar ve fiiller denilebilecek ibadet, zikir, cihat gibi amellerin asıl itici güçleri, bazen çok adi ve süfli duygular olabildiği gibi, tam tersi deolabilir. Yani cömertlik, merhamet veya işar gibi çok kıymetli ruhi itici güçler bile, cahillik ve ahmaklıktan ötürü çok yanlış ve hatta günah-ı kebairlere sebep olabilecek şeyler olabilirler.
Ama biz burada, insanın tüm duygu ve düşüncelerini ya da her itici güç mesabesinde olan iç itmelerini anlatmak istemiyoruz. Sorunuz üzere, sadece en önemli itici güç mesabesinde olan ve istismarı muhal olan Allah sevgisinden bahsedeceğiz. Allah korkusundan ise, zaten sevginin ürünü ve semeresi gördüğümüz için tabi olarak özellikle bahsetmeyeceğiz. Çünki korku sevgiye bağlıdır ve kesinkez korkusuz sevgi olamaz. O yüzden rahatça şöyle diyebiliriz: Sevgi korkudur, korku da sevgi. Çünki seven, ister istemez sevdiğinden korkar. Ama asıl makul olan korku, sevgi kaynaklı korkudur. Çünki her korkan sevmez ama kesinkez her seven mutlaka korkar. Şayet dikkat edilirse aralarındaki fark dağlar kadardır. Yani sevgi kaynaklı korkuyla sadece korku, güneşin nurunun yanında mum ışığı gibi kalır...
O yüzden Allah sevgisi, kesinlikle Allah yolunda en önemli itici güçtür ve diğer tüm itici güçlerden hem çok daha güçlü, hem de çok daha asildir. Çünki, kimin kalbinde Allah sevgisi varsa, o sevgi mutlaka Allah'ın da o kişiyi sevdiğinin delilidir. Ve bir insanı Allah'ın sevmesinden daha güzel, daha kıymetli, daha şerefli ne olabilir. Tabii yukarda da dediğimiz gibi, kimin kalbinde Allah sevgisi varsa onda aynen o sevgiye paralel Allah korkusu da vardır demektir. Ve yine, kalbinde bu iki asil duygu olan da, mutlaka Allah yolunda her engeli rahatça aştığı gibi, her belaya ve çileye de çok rahat bir şekilde sabreder ve sevdiğine de daima tevekkül eder. Evet, işin başı aşktır... Allah aşkıdır... Aslında, istisnasız tüm insanlarda kabiliyetine göre az da olsa mutlaka Allah sevgisi vardır!.. Yalnız imtihan gereği üstü örtülmüş, kapatılmıştır...
Kişinin gayretine ve çabasına göre de açılır, inkişaf eder. Ama, bu çalışma ve gayret, yine Allah'ın taktiriyle Mürşid-i Kamil ve Allah dostu velilerin himmetiyle, tasavvuf yoluyla daha kolaydır. Çünki Allah dostunu sevmeden, Allah Resulünün ismini duyunca gözler dolmadan, Allah'ı hakiki manada sevebilmek muhaldir.
FEYZ: O halde, sevgisiz ibadet ve taat peşinde olmanın psikolojik sebebi nedir? Ve bu insanların, ibadet ve taate iten itici gücü Allah sevgisi ve diğer müsbet duygu ve düşünceler değilse, ne olabilir? Açıklar mısınız?
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Bakın, demin de dediğim gibi, her müslümanda mutlaka Allah sevgisi ve Allah korkusu illa ki vardır. Ama imtihan gereği üstü örtülmüş ve kapatılmıştır. Dolayısıyla dışarıya zaruri olarak sadece sureta ve şekli olan bir biçimde yansır. Ama bir gönül ehli Allah Dostu bulunup, ölünün ölü yıkayıcısına teslim olduğu gibi teslim olup ve tüm kalbiyle, itirazsız, her söylenen yapıldığında...
Allah sevgisi, önce mürşid sevgisi olarak fışkıru ve akabinde de tüm diğer kalbi cevherler ise bir bir inkişaf eder ve açılır. Kalbinde Allah sevgisi örtülü kala kala ibadet ve taatle meşgul olan insanlar ise, farkında olmadan heva ve hevesinin kulu olup nefslerine taparlar. Çünkü, onlan ibadet ve taate iten güç, çoğu zaman kalbi marazlar dediğimiz hastalıklardan kaynaklanır. Mesela, birden bire gıybet ve dedi-kodu, cemaatler arasmdan zorla kaldırılsa, çok azı hariç tüm cemaat mensupları darmadağın olur. Ve statükocu ve kabuğuna çekilmiş bir İslami hayatı tercih ederler. Veya, birçok mücahid geçinen ehl-i tebliğin kalbinden riyayı sökseniz, geriye sadece pısırık, tutuk ve içine kapanık bir enkaz kişilik kalır... Örnekleri ciltler dolusu misallerle rahatça çoğaltabiliriz. Evet...
Dediğimiz gibi itici gücü kibir, riya, nemmamcılık, koğuculuk, hased gibi illetler olan insanlar aslında nefslerine tapanlardır. O yüzden Yahya bin Muaz "Hardal tanesi kadar Allah sevgisi yetmiş yıl sevgisiz ibadetten hayırlıdır" der. Yani Allah'ı seven, güzelim İslam dinini isim yapmak, nam yapmak için değil de, sevdiğinin rızası için yaşar. Ve bu şekilde yapılan ibadetin az da olsa çok makbul ve kabul edilmiş olduğunu bilir. Şeytan lainin Adem (A.S.)'a secde etmemesinin sebebinin kibrinden ve ucbundan olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Ama bu sadece işin görünür yanıdır. İşin esas tarafı ise; İblisin AUah-u Teala'ya binlerce yıl ibadet ettiği halde, kalbinde Allah sevgisi olmadığı için, aslında kendine taptığından ve kendine ibadet yaptığındandı. Ve bunu da yani, İblisin ibadeti aslında kendine yaptığını anlaması ise, ancak Adem'e secde etmediği an oldu. Yani şeytan daha önce kendini Allah'a kulluk eden halis bir mümin sanıyordu ve bu sahte olan Allah'a kulluğuyla da kibirlendi, ucublandı. Ki zaten kulluğu hakiki olanda asla ne kibir ne de ucub olamayacağı için şimdi vereceğim misalle biz de ne olduğumuzu anlayalım da o lainin durumu nefsimize örnek olsun.
Şeyh Cüneyd-i Bağdadi (RahmetuUah-i Aleyh) bir gün şeytanı kendi mescidinin kapısında gördü; "Ey zavallı niçin Adem (A.S.)'a secde etmedin de kovuldun?" dedi. "Ey Cüneyd bu kadar bin yıl O'nun huzurunda secdeye koyduğum başımı, O'ndan başkasının huzurunda eğip secde etmede bana kıskançlık geldi ve ondan başkasına secde etmek ağrıma gitit" dedi. Cüneyd-i Bağdadi bu sözden şaştı kaldı. Kalbine ilham gelip "Ey Cüneyd, ona söyle beni sevdiğini iddia ediyor mu? Eğer seviyorum derse, de ki; sevdiğinin emrine nasıl muhalefet ettin. Hiç seven sevdiğinin sözünü sevgili bulmaz dinlemez mi?" buyruldu. Şeytan bu sözleri duyunca feryat edip: "Ey Cüneyd beni yaktın" dedi ve ağladı.
Evet, işte herşey gün gibi açık. Kalbinde Allah sevgisi olmayan İblis, binlerce yıl Allah'a kulluk ettiği zannıyla kendine taptı. Kendi menfaati için namaz adına binlerce yıl yattı kalktı. Ve yine kendini, kendi gözünde ululamak için ilimler okudu, cihatlar yaptı. Ama bilmiyordu ki aslında, onun sevdiği ve yegane amacı yine kendisiydi ve gizli tanrılık iddiasıydı. Dolayısıyla da kendini ne kadar çok seviyorsa, o kadar bin yıl, büyük bir sadakatle kendine taptı ve kendinin en sadık kulu oldu...
Sanıyorum, gayet açık anlattık. Birazcık aklı olana bu misal öyle bir misaldir ki, başka misallere hiç gerek bırakmayacak derecede düşündürücü, korkutucu ve uyarıcıdır...
Aslında aynı şekilde insanlar arası ilişkilerde de bu gayet açık bir şekilde belli olur. Yani birbirlerini sevmeyen insanlar da, maddi ve manevi menfaatleri açısından, birbirierine kardeşten ileri yakınlık içinde de olsalar, birbirlerini çok sevdiklerinin zannı, maksimum makamda da olsa, günün birinde bu insanların aslında sadece kendilerini sevdikleri için başlattıkları bu ilişki, ufak bir hadiseyle bitmeye mahkum olur. Yani insanlar arası ilişkilerde de sevgi şarttır, gereklidir. Yoksa sevmediğin kişiden binlerce iyilik görsen ama bunun yanı sıra ufak bir sana dokunan kötülüğünü görsen binler iyiliğini atar ondan kaçarsın.
FEYZ: Efendim, Allah için sevmek, malumunuz kimi durumlarda Allah için buğzu da beraberinde getiriyor. Öyleyse tek başına sevgi nasıl itici güç olabiliyor, açıklar mısınız?
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Evet... Allah sevgisi Allah yolunda en önemli itici güçtür. Diğer itici güç mesabesinde olan her şey ise, sevgi ve muhabbetin yanında çok sönük kalır. Çünkü; seven sevdiğinin ne olursa olsun emirlerini yapar ve O'ndan gelen her şeyi de sever. Yine O'nun hatınna da her belaya, her sıkıntıya, dedikoduya, iftiraya herşeye, herşeye rahatça katlanır. Ama bu katlanma yine şeriata ve sünnete göre olmalıdır. Yoksa münafığa susmak, dedikoducudan korkmak, ne müslümana yakışır, ne de, İslama göre sabır ve Allah sevgisi semeresi değildir. Yerinde onlarla eliyle, diliyle mücadele etmek ve hatta onları, Allah yolunda hizaya getirmek için gerekirse onlarla savaşmaktan çekinmemek ve bu yolda da, her türlü zorluğa katlanmak, gerçek sabır ve İhlasın kendisidir. Ve, üstelik de bu şerlileri alabildiğine sevmeden, ve Allah için buğzda da zerre kadar eksiklik olmadan ve taviz vermeden...
Yoksa Allah yolunda hizmet zor iştir. Sabır ister, yürek ister, ihlas ister, Allah aşkı ister. Ve yine, ben İslama hizmet edeceğim ve dinimi her yerde her zaman yaymaya çalışacağım diyen insan, şunu da çok iyi bilmelidir ki; mücahit ve ehl-i tebliğ, tarih şahittir ki; kafirin, münafığın, ehl-i bid'atın, cahil cühelanın, dedikoducu ve gıybetçi ruh \ hastalarının hep hedefi olmuş, hakaretlerine ve saldırılarına uğramıştır.
Evet bu bir gerçek; o yüzden ben hizmet edeceğim, ben Cihad edeceğim demek eşittir, ben mutlaka iftiraya uğrayacağım ve kesinkez şerefimle haysiyetimle oynanacak, hatta belki de bir köşede öldürüleceğim demektir.
İslam tarihine baktığımız zaman müslümanların neredeyse kafirlerden çok birbirleriyle savaştığını ve ehl-i küfürden çok birbirlerini katlettiklerini hayretle görüp, şaşarız. Bir çok yazımda da belirttiğim gibi, devrinin en azılı kafirleri ile, demogog filozofları ile, İslamın baş düşmanı azılı münafik ve ehl-i bid'atla, tek başına mücadele edip onlarla tümüyle başetmekte güçlük çekmeyen İmam-ı Gazali, ne garip ki devrinin "ben müslümanım" diyen cahil cühela takımıyla da istemese de uğraşmak zorunda kalmış ve hatta, şahsına ve fikirlerine en büyük saygısızlığı ve saldırıyı da, tarih şahittir ki, onlardan görmüştür...
Ve yine İmam-ı Azam da, yedi yıl, "müslümanım" diyen insanlarca envai çeşit işkenceye maruz bırakılmış ve sonunda da, mübarek başına peş peşe vurulan kırbaçlarla da, şehit edilmiştir... Sadece bu iki mübarek mi? Cüneyd-i Bağdadi, Sırr-ı Sakati, Beyazit-i Bistami, Hasan-ül Basri ve aklımıza gelebilecek tüm alim ve velilere, iftiralar, dedikodular ve her türiü işkenceler, daha çok müslümanlardan gelmiştir...
Zamanımızda ise, bu şerliler çok daha şerli, çok daha sevgisiz ve gerçek müslümana ise çok daha kin doludur. Şahsen ben tevazuu, merhametli, cömert, kalbi Allah sevgisiyle dolu insan yok denecek kadar az gördüm. O yüzden "Allah'ı çok seviyorum" diyebilen babayiğidin, Allah düşmanı sürüyle olan bu zamanda, Allah'a olan sevgisini, daha çok Allah için buğz boyutunda göstermek zorunda olduğunu açıkça müşahade ediyorum. Ve bu buğzluklara ise merhametim devreye girip acıdığım için Allah'a hamd ediyor ve ancak bu adiliklere böyle sabredebiliyor, dayanabiliyorum.
FEYZ: Efendim siz de biliyorsunuz ki, tarih boyunca Allah için hizmet edenlere iftiralar atılmış, şeref ve haysiyetleriyle oy nanmış hatta Allah yolunda şehit edil mişlerdir. Bu ko nuda neler söyleyebilirsiniz?
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Biliyorsunuz, birçok yazımda ve sohbetle rimde de belirttiğim gibi, insanların algılama güçleri farklı farklıdır. Yani, insanlar akılda ve diğer ruhi kabi liyetlerde eşit değildirler. Dolayı sıyla, farklı düşünebi len insanlardan, olayları yorumlarken, elbette ki farklı farklı tepkiler görmek normal olacaktır. Çünki bu, eşyanın tabiatında vardır ve hiçbir güç, insanlara aynı şekilde düşünmeyi aşılıyamadığı gibi, aynı kişileri sevmeyi, aynı dine inanmayı, aynı yemeği sevmeyi, aynı futbol takımını tutmayı da başartamaz. Öyleyse bu şu demektir: Allah yolunda çalışmak isteyen İnsan, kesinlikle kendi zıddı olan insanlann her türlü saldırılarına maruz kalacağını kesinlikle bilmelidir. Ve hiç şüpheniz olmasın, biz de biliyorduk ve ona göre de kendimizi hazırladık. Ve yapmamız gereken işi, birileri mutlaka yapmalıydı. Allah-u Teala bize nasip etmiş, biz yapıyoruz.
Yine tarih şahittir ki, her devirde bizim cesaret ettiğimiz bu tebliğ ve cihat işine ihlasla sarılan her ehl-i ilim, her türlü musibet ve sıkıntıya maruz bırakılmış ve envai çeşit çileler çektirilmiştir. Bu, Adem (A.S.)'dan beri böyledir. Ben hiçbir peygamber bilmiyorum ki, iftiraya uğramamış, kavminden türlü azaplar görmemiş olsun. Ve yine hiçbir alim ve Evliya tanımıyorum ki, -daha çok mûslümanlardan olmak şartıyla-, her türlü iftiraya, dedikoduya ve saldırılara uğramamış olsun...
Her neyse... Nasıl ki dünya yuvarlaktır, bunu bilmek için de astronomi alimi olmak gerekmiyor ya da yerçekimi kuvvetini bilmek hiç kimseyi İsaac Newton yapmıyor veya stres nedir bilmek kesinlikle insanı Psikolog yapmıyor; çünki yukarda saydığımız bu şeyler artık simitçilerin dahi bildiği ve rahatlıkla anlatabildiği gerçeklerdir. Aynı onun gibi, tarih boyunca Allah diyen ve bu yolda mücadele veren herkese iftira edildiğinden ve türlü eziyetler çektirildiğinden haberdar olmak da insanı, ne aydın ne fikir adamı ne alim yapar, ve ne de o insan parlak bir fikir üretmiştir. Yani bu bir gerçektir. Hem de gün gibi açık ve herkese malum...
Bırakın tarihi, günümüzün cemaat liderlerinin istisnasız hepsinden tutun da; Anadolu'nun herhangi bir köşesinde kendi başına şeytanın canını sıkacak boyutta ihlasla hizmet veren tüm Evliya, alim ve aydınlarımız, en ağıza alınmayacak ve en terbiyesiz iftira ve lakırdılara mütemadiyen hedef oldukları da bilinen bir gerçek...
Dolayısıyla, hiç okumamış bir simitçinin bile bildiğini iddia ettiğimiz bu gerçekleri, taa olayın başında bizim de bildiğimizden kimsenin şüphesi olmasın. Yani biz çok İyi biliyorduk ki, ehl-i küfür bizi ortadan kaldırabilir, münafık ve art niyetli cahil bize her türlü iftirayı rahatça atabilirdi. Ve nitekim öyle de olmuştur. Tektük de olsa, çatlak ses diyebileceğimiz boyutlarda; ama ağıza alınmayacak kadar iğrenç öyle şeyler geliyor ki kulağımıza, hayretten donup kalıyoruz. Ama bu hayretimiz, bu iftiraların bize gelmemesi gerektiğinden değil elbet. Hayretimiz şundan; biz tebliğe ve cihada daha yeni başladık. Bu küçücük hizmetimizle bile Allah düşmanı şeytanı ve onun askerleri konumundaki cahil ve münafıkları bu denli nasıl kızdırdık, işte o...
Yani şunu çok açık bir şekilde ifade etmek istiyorum ki; Allah'a yemin ederim ki, ne hizmetten geri duracağım ne de tebliğden. İftiralar geldikçe, saldırılar arttıkça, ihlasım ve gayretim artacak. Çünkü doğruluğumuzun delili, Allah düşmanlarının ve bizi tanımadığı halde aleyhimizde çalışmaktan kendini alamayan cahillerin bize saldırması ve bizimle devamlı uğraşmasıdır.
FEYZ: Efendim, sizin hakkınızda bazı marjinal çevreler, "Şenel ilhan; 'Ben şeyhim' diye birçok dervişi kendine mûrid topluyormuş" diye sizin ağzınızdan yalan ve iftiralar alıyorlarmış. Bu konuda da birşeyler söylerseniz seviniriz?
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Demin de dediğim gibi, insanları aynı düşündüremez, aynı inandıramaz ve aynı gayeye yönlendiremezsiniz. Ama bazıları da vardır ki, kargaları bile güldüren ve hadsiz, ahmakça lakırdılar yapabilecek boyutta sığ ve ucuz düşün-celidider. Biz kim, şeyhlik kim!..
Bakın, buradan herkese ilan ediyorum ve ta yürekten Allah'a yemin ediyorum ki; hem vallahi hem billahi, böyle bir iddiayı hiç bir zaman etmediğim gibi, bir an bile aklımdan" ben şeyh miyim acaba?" diye vesvese olarak bile geçmedi. Ki zaten, aklı olanın, Gönüller Sultanı'nı bulduktan sonra, böyle aptalca bir şeyin, aklına dahi gelmesi, zaten mümkün değildir. Ve şunu iyice bilin ki; benim Üstadım, benim Efendim öyle büyük bir Allah (Celle Celalühu) dostudur, öyle bir büyük evliyadır ki, benim gibi acizler, O'nun gibi bir büyüğün yanında, şayet akıllıysalar kendilerini karikatür gibi, kağıt adam gibi hissederler ki, biz öyleyiz işte...
Ama şu da bir gerçek ki, mürşidine dört dörtlük teslim olmuş bir sofide, asla kendinden olmayan ama, mürşidinden yansıma olağanüstü haller, cezbeler görülebilir. Bu yüzdendir ki, bizde, bizim haberimiz dahi olmadan görülen, aslında Mürşidimize ait hallerin, artniyetli kişilerce bize ait haller ve ilimler olduğu zannma kapılıp ve bizimle hiç mi hiç alakası olmayan emanet hallerimizin kaynağını bizden sanmanın hasedinden kaynaklanan çarpık iftiraları ve görüşleridir.
Dedik ya, tasavvufta şeyhlik ve halifeliğin, kişinin ben şeyhim, halifeyim demesiyle olacağını, ancak bize şeyh diyen o ahmaklar sanabilir. Yani hiç kimse kendi başına -şayet münafık değilse- ben şeyhim demez. Diyen de hem ahmaktır, hem münafıktır, hem de cahil...
Allah (Celle Celalühu) iftiracı münafıkların ve kendini şeyh ilan eden -bu sahte şeyhliğini bizim gibi insanlara yadsıyıp rahatlamaya çalışan- ruh hastalarının şerrinden bizi ve Ümmeti Muhammed'i muhafaza buyursun.
FEYZ: Şimdi de şunu sormak istiyoruz. Görüyoruz ki, çok şükür sayıları az da olsa, size ve sizin şahsınızda Feyz'i itham edenler sizin seyyidliğinizi bile bile buna cüret etmektedirler. Bu tür insanların Allah katındaki mesuliyetleri nedir? Açıklar mısınız?
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Bakın şöyle diyeyim; tarih şahittir ki, günahkar bile olsa herhangi bir Evlad-ı Resule en ufak bir hakaret eden bile, mutlaka Rabbim Teala tarafından, kesinlikle ahirete bırakılmadan dünyada cezalarını çekmişlerdir. Kaldı ki herhangi bir Ehl-i beyt'e, üstelik de suçsuz oldukları halde zulmeden, gıyabında dedikodulannı yapan, iftiralar atan, küfreden ve sövenlerin hem dünyada hem ahirette iflah olmayacaklannı tek ben söylemiyorum...
Tüm İslam alimleri bu konuda kesinkez hem fikirdirier. Ayrıca da, "Ehl-i beyt'i sevmek imanlı gitmeye vesiledir" biçiminde, çok düşündürücü ve ibret verici, ortak inanç ve görüş birliği içindedirler. Hatta tüm diğer ehli bid'at mezhepler bile bu konuda çok titiz ve hassastırlar. Yani Ehl-i sünnet vel cemaat mensubu tüm müslümanlar, tarih boyunca Ehl-i beyt'i sevmiş, saymış ve desteklemiştir. Hatta demin de dediğimiz gibi, diğer tüm sapık bid'at Ehli İslami mezhepler bile, Ehl-i beyt'e saygıda kusur etmemiş, ama bazı mezhepler de sevgide aşırıya kaçıp, ifrat derecede Ehl-i beyt'i ululama hatasına düşmüştür...
Şimdi bize muarızlık ve düşmanlık edenlere soruyorum: Siz hangi İslami emre uyuyor, hangi mezhebe göre amel edip; Ehl-i beyt olduğumuzu bile bile, bırakın Ehl-i beyt'i, bir din düşmanı münafığa, hatta kafire bile İslamm ve müslümanm adaleti gereği, yapılmaması gereken adilikleri bize reva görüyor ve bizi, bilmeden de olsa. Yezit mantığıyla yok etmek istiyorsunuz? Ne diyelim...
Sizin gibi insanlan uyaracak ayet ve hadisleri buradan yazmaya, gerek bile görmüyorum... Allah tövbe etmek ve aklınızı başınıza almanızı nasip etsin. Yoksa yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) "Her kim Ehl-i Beyt'ime kötü manada el atarsa ahirette ona yeterim" buyurarak bu tip insanları açıkça bu ve buna benzer birçok Hadis-i Şerifle uyarmıştır... Başka ne diyebilirim ki, Allah akıl fikir versin. Ve Allah onlara yardım etsin...
FEYZ: Efendim, belki de sizinle uğraşanların bir çoğu, dolduruşa gelen ve sizi tanımayan saf ve temiz insanlardır düşüncesiyle ve hem onların, bilmeden Ehl-i beyt hakkında yanlış düşünüp, Allah katında sorumlu kalmalarını engellemek bakımından, hem de seyyidliğinizi hiç duymayan ve bilmeyenlerce de, açıkça bilinmesi için birşeyler söylemek ister misiniz?
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Bu konuda ne söyleyebilirim ki kardeşim. Ben seyyidim. Bu bir iddia ve övünme değil ki... Elimde tapu gibi şecerem var. Hem zaten böyle bir şeyi de delilsiz ve hüccetsiz iddia etmek, hem manyaklık, hem katıksız münafıklık, hem de büyük şerefsizlik olduğu gibi, ayrıca da, "Ben Ehl-i beyt'im" diye öğünüp uçup sahibi olmak da, fasıklık ve akılsızlıktır diyorum. Çünkü, bunca fetbaz, yarı insan yan her türlü mahluka benzeyen sürülere, hiç aklı başında olan biri, seyyid olmadığı halde, delilsiz ve hüccetsiz seyyidim deyip, paçasını kaptırır mı? Veya üstünlüğün takvada olduğunu kesinkez bilen bir insan da "Seyyidim, Ehl-i beytim" diye üstünlük taslayıp, yarm ahirette seyyidliğini başına bela ve azap sebebi yapar mı?
Evet, ben seyyidim ve üstünlüğün de takvada olduğunu çok iyi biliyorum ve övünmem de, gurur duymam da, bu ölçüyle ve bu mantıkla oluyor ve yine zaten sağduyulu bir müslü-mana da Ehl-i beyt de olsa, alim de olsa, veli de olsa başka bir mantık da asla yakışmaz.
Dediğim gibi, dedelerimin isim listeleri, şeytanın bile şüphesini giderecek biçimde açık ve net. Üstelik tek belgemiz de bu şecere değil!.. Her biri en kuvvetli şecereden daha da kuvvetli belgeler mahiyetinde olan, Sultan Abdu-laziz Han'm, artı Sultan Abdülhamid Han'ın, artı Sultan Vahidettin'in ve daha nice Osmanlı büyüklerinin bizatihi imza ve tasdikleriyle, dedelerimin birçoğuna zamanın en büyük alimleriyle birlikte verilen imamlık, hatiplik ve özellikle de kurra'lık berât ve icazetnameleri ve dedelerimin herbirinin "Seyyidliğine dair" dokümanlar elimde...
İsteyen gider, "Nakib'ül Eşref defterlerini, Osmanlı arşivlerini ve Şer'iyye Sicillerini açar, inceler... Soyum belli sopum belli... Ayrıca, yine Osmanlı arşivleri ve Şer'iyye Sicilleri'nden tesbit ettiğimiz daha nice belgelerle; ben seyyidim diyen birçok seyyidin şecere ve diğer belgelerinden çok daha kuvvetli belgeleri çıkardık, tesbit ettik. Ayrıca da, bütün bunlardan sonra mezar taşlarımıza varana kadar Osmanlıcadan Türkçeye çevirtip inceledik. Ve üstelik de zaten yakın çevremizde de yıllardan beri, seyyidliğimiz bilinen bir şeydi ve biz de bunu gizlememiştik.
Ama ne var ki, çok çeşitli sebeplerden ötürü Türkiye geneline dergimizle ilan etmedik. Sebebine gelince; biz biliyoruz ki, çok açık ayet ve hadislerle üstünlük soyda sopda değil takvadadır. Ne Peygamber torunu olmak, ne de şeyh oğlu olmak, insanı şayet ameli yoksa yarın kıyamet günü kurtaramayacaktır. Ve ne seyyidlik ne de bir başka unvan, övünme aracı değildir ve olmamalıdır da... İşte bu ve buna benzer sebeplerden ötürü seyyidliğimizi en azından yakın çevremizde gizlemedik ama, Türkiye geneline de dergimiz vesilesi ile ilan etmedik.
FEYZ: Hala tek tük de olsa utanmaz ve usanmaz sesler duyuyoruz şöyle ki; "Siz Feyz Dergisi'ni Gönüller Sultanı'ndan izinsiz çıkar mışsınız". Ama, tüm bu cırıltılara rağmen Feyz'in özellikle kültür seviyesi yüksek çevrelerce evliyanın himmetiyle çok tutulduğu ve çok sevildiği gerçek, bu konularda da bir şeyler söylerseniz seviniriz.
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Hemen şunu söyleyeyim ki, Ümmet-i Muhammed'in içinde hiç de küçümsenmeyecek boyutlarda ilim ve irfan sahibi nice hakiki müslümanlar vardır ve elhamdülillah bu müslümanlar da Feyz'in kıymetini doğal olarak bileceklerdi ve bildiler de. Öyle ki, Türkiye'nin dörtbir yanından, ismi bizde saklı çok önemli şahsiyetler, hatta kitleleri yönlendiren cemaat liderieri, telefonlaria sık sık arayarak veya dergimiz Feyz'e kadar bizatihi gelip hem taktir ve tebrik edip, hem de bize destek sözü vermişlerdir. Sakın yanlış anlaşılmasın, bu büyüklerin çoğu ne tarikat ehlidir ne de derviş. Ayrıca bu da bizi çok sevindirmiş çok mutlu etmiştir. Feyz düşmanları ve hizmet kaçkınları istemese de, kim ne derse desin bu böyledir.
O yüzden bir çok hem art niyetli bağnaz ve fanatiğin hem de -Elifi görse övendere sanan- zır cahilin bizi tutmaması bizim için hiç önemli olamaz. Ve sonra bir de şu var ki, bu hizmetteki başarı asla yalnız benim başarım değildir. Şayet Feyz Dergisi bu gün onbinleri aşan abone sayısıyla mevcut dergiler içinde kısa zamanda en çok sevilen, en çok okunan dergi konumuna geçtiyse, bu Feyz çalışanlarının her birinin tek kişilik ordu gibi yetiştirilmişliğinin doğal ve tabi bir semeresidir.
Bir de şu var ki, bu milletin evladı da asildir. Kur'an'da övülmüştür. Hadislerde meth edilmiştir. Bunların içinde fıtratı bozulmamış, ölçüsü karışmamış olanların sayısı elbette ki kabarık olacak ve tabii ki, Feyz okumasalar da en azından bizi seveceklerdir. Çünkü kişi yapısı gereği kendine benzeyeni sever. Ve Allah'tan dileğimiz ve amacımız sayımızın daha da artması ve Gönüller Sultanı'na daha da çok insanları uğurlamamızdır.
Gelelim izinsizlik meselesine, bakın iki yılı aşkındır Feyz Dergisi'yle hizmet ediyorum. Ve inanın çok değişik tip tip insanlaria tuhaf iftiralar ve sayısız asılsız suçlamalarla muhatap oldum. Ama ısrarla bıkmadan usanmadan "bu dergi izinsiz çıkmış" türküleri söyleyen cırtlak sesli ahmaklara şaştığım kadar kimsenin aklına şaşmadım.
Allah Allah yahu kardeşim bunlar manyak. Defalarca değişik zamanlarda ve farklı sayılarımızda derginin Gönüller Sultanı'nın izniyle olduğunu Allah (Celle Celalühu)'a yemin ederek gayet açık bir şekilde anlattık ve ispat ettik. Yine olmadı, birçok edepsiz ta Mübareğe giderek Mübareği bıktırıncaya kadar sordular. Ama şayan-ı hayrettir ki, yine ısrarla illa da odunumun parasıdır diye "izinsizdir" türkülerini ısraria şakıdılar. Ve sanıyorum artık şimdiden sonra bunlar için yapılacak hiçbir şey yok. Ne diyelim onlarla yann ahirette görüşürüz. Ve yine siz şahid olun, şayet bu fanatik bağnazlar özür dileyip Feyz ve şahsımıza karşı mücadelelerini terketmezlerse vallahi onlara hakkımı helal etmeyeceğim. Zaten ben inanıyorum ki ben affetsem ceddimin ruhaniyetleri asla onlan affetmiyeceği gibi, cezalarını da kesinlikle ahirete bırakmayacaklardır.
Bakın bir daha söylüyorum ve daha da söylemiyeceğim, dergimiz izinlidir ve tasdiklidir. Ve ayrıca şunu da belirtmek istiyorum ne Efendimle ne de O'nun hiç bir akrabasıyla zerre kadar dergi ve diğer konularda maddi hiçbir ilişkimiz kesinlikle yoktur. Hem vallahi hem billahi bu böyledir. Ve bundan sonra da böyle olacaktır. Bir de şu mesele var ki, illa da Feyz Dergisi'ni ortadan kaldırmak istiyenler varsa onlara da şu tavsiyede bulunmak istiyorum. Nazınız geçiyorsa gidin Efendime Feyz'in kapanması için yalvann yakarın, kimbilir belki de bana emir gönderir de "Dergiyi derhal kapat" der, ve siz de muradınıza erersiniz!... İşte size tavsiye...
İnanın, öyle olması mümkün değil ama şayet böyle bir şeyi başarabilirseniz; o zaman, size söz veriyorum, hiçbir güç dergiyi sürdürmemi ve devam ettirmemi sağlayamaz ve kesinkez derhal kapatırım. Yoksa şunu bilin ki, başka türiü Feyz'i hiç bir güç ne durdurabilir, ne yıldırabilir, ne de kapatabilir... Bunu iyice bilin ve boş davanızdan da vazgeçin...
FEYZ: Çok teşekkür ederiz.
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Ben teşekkür ederim. Allah'a emanet olun.