Nefsin Yapısı ve İnsanın Sorumluluk Alanı/ Şenel İlhan Beyefendi'nin Sohbetinden

"Bir insanın içinde her türlü günah arzularının olması normaldir. Bunun kaynağı nefs-i emmaredir. Nefs-i emmare, yaratılışı itibariyle hazcı ve zevkçidir. Hiçbir ahlaki kuralı tanımaz. Şeytandan farkı yoktur. Seviyesizliğinin sınırı yoktur. Allah'ı inkardan tutun, homoluk, lutîlik ve ensest ilişkiye kadar her türlü uç günahı veya normal sayılabilecek günahı, vahşi hayvanlara taş çıkartacak vahşeti, şeytana taş çıkartacak fitnesi, şerri vardır. Bunu böyle bilmek çok önemlidir.

Kur'an ve hadisler bu gerçeği ifade eder. İşte bu bilgiden hareketle, insanların içlerinde her türlü günah arzusunu hissetmeleri normal karşılanmalıdır. Yani varlık olarak, yaratılıştan bu duygular bizde olunca bunların hükmü diğer organlarımız (göz, kulak, ağız...) hükmündedir. İnsanlar bu duyguların varlığından değil, bunları kontrol etmekten sorumludur. İnsan bunları Allah'ın istekleri doğrultusunda denetlemeli ve kendi hâline bırakmamalıdır. İmtihan bundandır. İnsan bazen denetimi kaçırır ve günaha düşer. Günaha düşünce yapılacak şey hemen tevbedir. Tevbe, elbiseyi kirden temizleyen deterjanlı su gibi, insan ruhunu günah kirlerinden arındırır ve temizler.

Allah (Celle Celalühü), insanlardan hiç günaha düşmemelerini beklemez. Yani Allah'ın kuldan asla böyle bir beklentisi yoktur. Beşerden hiç günaha düşmeme, hiç hata yapmama gibi bir şey beklenmez. Zira bu, pratikte mümkün de değildir. O sebeple günah nedir, tevbe nedir iyi bilinmesi gerekir. Dedik ya nefs, her türlü günahı içinde potansiyel olarak taşır. Bizler bu potansiyel kötülüklerin bir kısmını yapıp diğer bir kısmını yapmasak bile içimizde hissederiz.

Nefsimizde hissettiğimiz günahların üç derecesi vardır. Kötünün de kötüsü denebilecek boyuttaki "uç günahlar" ki Kuran'da "haddi aşmak" olarak da tabir edilen günahlardır. Bunlar: Allah'a şirk koşmak, inançsızlık, cinselliğin abartılması, nefsin şımarması olarak tabir edilen ensest ilişkiler, lutîlik olarak ifade edilen homoseksüellik veya Hz. Muhammed'e haset gibi uç duygular…

Bunun dışındakiler ise zina, içki, kumar gibi haddi aşmanın en azından altında kalan büyük günahlar. Diğerleri de küçük günahlardır. İşte nefste bu tür günahların varlığı doğaldır. Toplumda bu günahların hepsini en azından içinde vesvese gibi taşımayan insan yok gibidir. Bu durumda bir insana özellikle "uç günah" vesvesesi geldiğinde yapılacak şey çok önemlidir. O da şudur ki, kişi bu duygu karşısında panik yapmamalı ve "bu duygunun kendine asla yakışmayacağı" düşüncesiyle hemen o duyguyu reddetmelidir.

Bir an için, böyle uç günah duygularının çağrışım (tedai) kanunları gereği insana gelebilmesi normaldir. Yani limona duyarlı birsinin limon görünce hemen ağzının sulanması gibi. Aç bir insanın haram bir yemek de olsa görünce bir an iştahlanması gibi. Buna tedai kanunları denir. Tedai kanunları bilimsel, fizyolojik bir gerçekliktir. Fakat daha sonra insan bu duygunun peşine takılıp giderse yani bu duyguları eyleme dönüştürürse o zaman asıl sorumluluk başlar. Yoksa bir anda gelip gitmesi, insanı günahkar da yapmaz, adi, şerefsiz birisi de...

Bu incelik çok önemli…

Böyle bir durumda kendini suçlamayacak ve bundan dolayı kendine karşı dürüst olmadığı düşüncelerine de girmeyecek. "Bana nasıl böyle bir duygu gelir, demek ki ben aşağılık ve kalitesi düşük bir insanım!" gibi duygulara asla girmeyecek. Eğer bu konumdaki kişi, cahilliğinden yani bu anlattığımız bilgileri bilmediğinden veya tam olarak kavrayamadığından dolayı kendini kötü ve aşağılık birisi gibi hissederse şeytana yakayı kaptırdı demektir. Halbuki bu duygulara, zihnin çalışma prensiplerinden olan çağırışım kanunlarının gereği bir anlık yuvarlanmalar, ne insanın kalitesiz olduğunu gösterir, ne de günahkar…

Evet, burası çok önemlidir. Nefsin bu tür adilikleri içimizde kaldığı müddetçe asla bir günah ve sorumluluk yoktur. İçimizden fiiliyatımıza taştığında ise sorumluluk başlar. Bu duruma gelindiğinde yapılacak şey de hemen şiddetle ve öfkeyle mücadele ve öncesinde de hemen tevbe olmalıdır."

Evet, Şenel İlhan Beyefendi'nin bu güzide sohbetinden sonra, tasavvuf büyüklerinin "bil, bul, ol" düsturunca amel etmenizi diliyoruz.