Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün, çocuğunun kabri başında feryat eden bir kadına rastlar. Acılı anneye, “Allah’a isyan etmekten sakın ve sabret!” diyerek nasihatte bulunur. Üzüntüsünden Allah Resûlü’nü tanıyamayan kadın, “Bana karışma! Benim başıma gelen senin başına gelmedi ki!” deyiverir. Bir müddet sonra kendisine nasihat edenin Resûl-i Ekrem olduğunu anlayınca Peygamberimizin huzuruna gelerek özrünü beyan eder. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.), hem o kadıncağıza hem de o kadıncağız üzerinden ümmetine şu önemli tavsiyede bulunur. “Gerçek sabır, musibetin geldiği ilk anda gösterilen sabırdır.” (Buhârî, Cenâiz, 31)
Bu nedenle bu ilk anlara karşı, manevi açıdan, duygu ve düşünce açısından önceden hazırlıklı olmak hatta donanımlı olmak gerekir.
Kış mevsimi gelmeden kışa hazırlanan bir aile çok soğuk kış günlerini kolay atlatır. Hazırlıksız yakalanırsa dayanamayacağı soğuk günler ve acılar yaşayabilir… Bu dünyanın yaratılışında kış vardır üşütür, yaz vardır yakar kavurur, bu mevsimler bize sormadan gelip geçerler. Bela ve musibetler de mevsimler gibidir, gelirken de giderken de bize sormazlar. Bunlardan kaçış mümkün olmayınca hazırlıklı olmak en akıllıca bir iş değil midir zaten?
Evet, malumdur ki bu dünya imtihan dünyasıdır ve imtihan soruları da sadece ibadetlerden ibaret değildir. Bunlardan daha zor olan kısmı günahlardan uzak durmak, daha da zor olanı ise musibet hallerinde, özellikle musibetin başa geldiği o ilk zor anlarda isyana düşmeden doğru bir çizgide kalabilmektir. Manevi büyükleri büyük yapan bu tür sınavlardır. Peygamberleri de yine büyük yapan aynı şekilde bela ve musibet halinde Rablerine tam bir teslimiyetle takındıkları müspet tavırları ve sabırlarıdır.
Hz. Eyyub veya Hz. Yusuf’u hatırlayın, sonra Efendimize gelin ve çektiklerine bakın. O, daha doğmadan babasını, henüz altı yaşındayken annesini kaybetmiş, yetim ve öksüz olarak büyümüştü… En sevgili eşini ve altı çocuğunu kendi elleriyle toprağa vermişti. Mekke’de yanında onu destekleyen bir avuç müminle birlikte müşriklerin amansız baskı ve işkencelerine, kısıtlama ve dışlamalarına maruz kalmıştı…
Görüyoruz ki Rabbimiz kendine yakın sevgili kullarını hep bu yöntemle belirliyor. Bu yöntemle eğitip geliştiriyor. O halde ona yakın olmak istiyorsak bizleri dahi bu sünnetinden ayrı eğitmesi veya beri tutması düşünülemez. İşte musibetlere, belalara böyle bir hikmetli bakışla bakabilmek, emimin ki sabrımızı ve tahammülümüzü çok kolaylaştıracaktır.
Şu da bir gerçektir ki hiçbir sıkıntı kalıcı değildir, zira her zorluk ve güçlük ardından kolaylıkla beraber büyük bir maddi ve manevi kazancı da beraberinde getirir. Bu yüzden Allah’a inanan ve güvenen hiçbir mümin, bütün bu sıkıntı ve musibetleri yaşarken asla ümidini ve inancını da kaybetmez. Aksine bu günleri Rabbine sığınma ve yakınlaşmaya vesile bilir. Dua ve münacatını artırır, yalvarmalarını çoğaltır.
Bir ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155) Evet, sabrın sonu mutlaka selamettir. Bu ayet bunun müjdesini verir. Güzel bir sabırla birlikte gelecek olan bu müjdeler, hem dünyada hem de ahirette ele geçecek akla hayale gelmedik nimetlerdir elbette…
Hiçbirimiz zorluklarla karşılaşmayı arzu etmeyiz. Allah’a yakınlaşmaya vesile olsun diye Rabbimizden bela ve musibet de istemeyiz. Zira Efendimizin diliyle bu istek yasaklanmıştır. Ancak müminler olarak biliriz ki, hayatın güzel anları kadar, sıkıntılı zamanları da dünya imtihanımızın birer parçasıdır. Cenab-ı Hakk, insanı bazen nimetler vererek bazen de bu verdiklerini alarak imtihan eder. Bu yüzden, musibet karşısında isyan etmek yerine sağduyu ve akl-ı selim ile hareket ederiz. Sıkıntıyı aşmak için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirir, hata ve ihmallerimizi gözden geçirir, belki her musibetten dersler çıkartırız. Maneviyat ehli, ilim ve hikmet sahibi insanlara danışır onlardan yardım alırız.
İki cihan serveri Efendimiz hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Müminin hali ne hoştur! Her hali kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim)
Peygamberimizin umut ve teselli vadeden şu hadisini hatırlayalım: “Vücuduna batan bir diken bile olsa, başına gelen her türlü musibet karşısında Müslüman’ın günahları affolunur.” (Buhârî)
Son zamanlarda aile içi şiddet olayları iyice tırmanış göstermiştir. Şiddete başvuranların çoğunun ise çaresizlik içinde olan kişiler olduğu görülmektedir. Bunalımda olan bir insanın, çaresizliğini şiddete dönüştürmesi, özellikle kadın ve çocuklardan öfkesini çıkarması, sonu her zaman pişmanlık olan şiddet eylemleridir. Nitekim bundan çok eminim ki bunalım içinde iken şiddete başvuran veya öfke içinde akl-ı selimini kaybederek sevdiklerine zarar veren bütün insanlar daha sonra çok büyük pişmanlıklar yaşamaktadırlar.
Evet, pişmanlıkları az olan bir hayat yaşamak, her şeye hazırlıklı olabileceğimiz bir duygu ve düşünce yapısını önceden kazanmakla mümkündür. Bunun için de bu konularda tecrübeli ve deneyimli manevi büyüklerden ders almak, onların sohbet ortamlarında bulunmak en kestirme çaredir.
Allah’a emanet olun.