Kutsal Görev Annelik

Annelik, insandaki yaratılış mucizesinin bir eseri olan ve evlat denilen küçük yavrunun getirdiği zorluklara karşı verilen mücadelenin ve gösterilen sabrın abideleşmesidir. Her toplum, düşünce ve inanç sisteminde daima saygı duyulan bir kurum olmaya hak kazanmıştır annelik. İlk önceleri sadece evinin kadını iken, aileye katılan küçük birey ile rütbelerin en güzeli olan annelikle şereflenen bu özel insanların işi, hiçte uzaktan göründüğü kadar kolay değildir. Yani, anneliğin kutsiyetini elde etmeleri gerek fıtraten, gerekse bizzat fedakârlık göstererek mümkün olabilmiştir ancak.

Çünkü ailenin bu yeni üyesi, eş olma sorumluluğunun üstüne birde anne olmanın mükellefiyetini de eklemiştir. Yüküne, yeni yük katmıştır annelik. Hem de ömür boyu bitmeyecek bir yük! Çünkü çok zaman tek taraflı fedakârlıkla yürüyecek bir alış-veriştir, çocuğuyla anne arasındaki irtibat. Daha doğmadan başlar anneyle olan serüvenimiz. Ölene kadar da devam eder, onunla olan dünyadaki yolculuğumuz. Ve öldükten sonra da bitmeyecektir, annemizle olan hukukumuz. Bu yolculuk boyunca neler yaşanmaz ki anne ile evladı arasında…

Aileyi meydana getiren en önemli unsurlardan birisi olan kadının, zor ve bir o kadarda kutsal olan bu görevi, bizim inanç ve kültürümüzde de çok değerli ve saygın bir yere sahiptir, hiç şüphesiz. Toplumumuzun geleceği olan çocuklarımızın dünyaya getirilmesi, beslenmesi, sağlıklı olarak yetişmesi, büyütülmesi, eğitilmesi ve sosyal bir varlık olarak topluma kazandırılmasında en büyük görev annelerin omuzlarındadır. Şayet annelerimiz olmasaydı, biz güçsüzken bize kim bakıp, kol ve kanat gerecekti? İşte bizi bugünlere getiren güzel insanlar olan annelerimiz, he zaman baş tacı edilmeye layıktırlar... Nitekim Yüce Allah (Celle Celalühü) Kuranı-ı Kerimde asırlar öncesinden; "Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti, onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa kendilerine "öf" bile deme; onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle" (1) ihtarında bulunmuştur. Bu yüzdendir ki, onlarla olan fiili ve gönül irtibatımızı asla kesmememiz gerekmektedir.

Çocukluğumuz mazideki siyah beyaz fotoğraflarda kalsa da, yaşımız her geçen gün biraz daha ilerlerse de, annelerimizin gözünde hiç büyüyemeyip onların koca çocukları olmaya devam edeceğiz ömürleri boyunca. Büyümemek ise günlük hayatın bu yorucu temposu içinde bizimde işimize gelir zaten! Hayatımızın hangi çağında olursak olalım, onların desteğine ihtiyaç hisseder ve himayelerini bekleriz. Annelerimizin ellerimizden kayıp gitmesini asla istemeyiz. Uzaklarında olsak bile, annemiz bizim gökyüzünden gülümseyen yıldızımızdır, her daim. O babamızla aramızda ki iletişimin tampon bölgesi, öfkeli zamanların en sağlam siperidir. Anlaşmazlıklarımızın uzlaştırıcısı ve tehlikeler karşısındaki emniyet kemerimizdir. Kısacası başımıza yağacak tüm afetlerin en güvenli koruyucu şemsiyesidir.. Bir taraftan saçını süpürge ederken evinin kadını olmak için, diğer taraftan çocuğuna anne olmanın zorluğunu yaşamaktadır. Neler yoktur ki, bu zorlukların kapsamı içinde? Üzerimizde bunca emeği olan annelerin hakkı, hiçbir zaman ödenemez elbette…

Önemine binaen bu özel konumları nedeniyle dünyada "Anneler Günü" kutlamaları yapılmaktadır. Bu yılda 11 Mayıs 2008 Pazar gününe denk gelen anneler gününün Ülkemizde kutlanılmasına 1955 yılında başlanılmıştır. Olumlu ve olumsuz çeşitli değerlendirmelere konu edilen bu günü; bazıları ticari amaçla kutlanılan bir gün olarak, bazıları da anneliğin özel oluşuna işaret ederek bir güne indirgenemeyeceğinden bahsederler. Bazı görüşler ise tek bir gün bile olsa, kutlanılması gerektiği konusunda ısrarcıdırlar...

Bir yılın tüm günleri onlara feda edilmiş ve annelere tahsis edilmiş olsaydı, yinede bizim için yaptıklarının bir gecelik karşılığı sayılırmıydı acaba? Evet, varlık sebebimiz olan bu kutlu mücadele insanları olan annelerimizi, sadece bir gün değil her gün hatırlamak lazımdır. Onlara her bir günün "anne günü" olduğunu hissettirecek şekilde hareket etmek mecburiyetimiz vardır. Teknolojik ve mekanik kutlamaların yetersizliğinden sıyrılıp, duygusal olarak da kendilerine bizzat bunu hissettirmeliyiz ki, gönüllerini kazanmış olalım. Zira; onlar bize annelik görevlerini sadece bir gün değil, hiç terk etmemek kaydıyla bir ömür yapmaktadırlar. Anne ile çocuğu arasındaki bu bağlılık fıtrîdir aslında. Evlat ne yaparsa yapsın anne yinede kıyamaz evladına. Canı gönülden; "tek sen mutlu olda ben yanayım" "sen sağlıklı olda ben hasta olayım" diyecek bir anlayış ve fedakârlığı annelikten başka nerede görebiliriz ki? Çok incedir annelerin gönlü. Hem o kadar fedakâr, hem de bir o kadar kırılgan ve hassastır. Yani rikkatlidir ana yüreği ve gergef gergef işlediği evladına karşı kristal gönüllüdür, iç âlemi.

Anneler gün olmuş yuva kurmuşlar, an olmuş zorlukları göğüslemişler, zaman gelmiş yuva kurtarmışlar ve gün gelmiş evlatlarının eline kına yakıp askere göndermişlerdir. Gün olmuş hayatı göğüsleyen ve göğüsleten olmuş, yani; çileyle kardeş olmuşlardır. Biz ise onların kıymetini anne ve baba olduğumuzda anlayabiliyoruz ancak…

Dünyada anne sevgisinin yeri, hiç bir şeyle doldurulamaz. Bu yüzden olmalı ki, annenin çocuğuna, çocuğunda annesine olan sevgisi çok kutsal bir sevgidir. Bir annenin gönül pınarı devamlı sevgi, şefkat ve ilgiyle akar evladına karşı. Hasret doludur sevgiyle yanan yüreği, ciğerparesine karşı... Sevgi motiflerinin en güzel örnekleri yaşanır, hayırlı evladı olan anne ile bilinçli bir annesi olan çocuk arasında. Adeta birbirlerine sunulmuş bir ikramiye gibidirler, sevgi ve ilgiyi avuçlarının arasında tutabilen... Bir toplumun anneleri böyle olursa şayet, ne mutlu o toplumun insanlarına ve ne mutlu o toplumu oluşturan ailenin fertlerine.

Biz doğduğumuzda annelerimiz saadetin zirvesindeydiler. Bu saadetlerini ne kadar sürdürebildik. Onlara ne kadar hayırlı bir evlat olabildik? Yaşlandıklarında saadetlerini devam ettirebildik mi? Yoksa mutluluklarını gölgeleyip, saadetin zirvelerinden aşağılara mı indirdik. Kendimize yetebilir hale gelene kadar ne eziyetler etmedik, neler yapmadık ki annelerimize? Hayatlarının merkezine oturup, gündüzlerini çaldık. Bu yetmediği gibi, karlı kış gecelerinde buz tutan su ve eşyaya inat, uykularını ve rüyalarını çaldık. Başucumuzda nöbete durdurup, yorganını çaldık. Kaderine ortak olup, ıssız gecelerin sessizliğinde uykusuz bıraktık ve gözlerinin ferini çaldık.

"Uyusun da büyüsün" ninnileriyle uyuttunuz bizleri. Sözünüzü tutuk ve şimdi büyüdük işte! Ama hâlâ hayat bizi incitmesin derdindesiniz. En güzel himaye eden, eğiten öğreten, terbiye eden, emziren, giydiren sizlerdiniz bizi. Neler yapmadınız, neleri göze almadınız ki bizim için? Hangi haklarınız ödenebilir ki. Bir gecelik uykusuzluğunuzun bedeli mi, yoksa doğum sancısında çektiğiniz acıların bir lahzası mı? Çocukluğumuzda yaptığımız yaramazlıkların karşılığımı? Yada yaşlandığınızda sizi, eşlerimize tercihimiz mi? Bu hususta Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); "… Seni karnında taşırken çektiği bir sancının, seni doğururken duyduğu tek bir acının karşılığını bile ödemiş değilsin"(2) buyurmaktadır. Atalarımız da boşa dememiş; "Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar."diye. Nelere tercüman olmuyor ki bu sözler…

Evladı aç iken, boğazından bir gram lokma geçer mi anne olanın? Paylaşmak nedir, sizlerden öğrendik. Bir dilim ekmeğin, bir meyvenin, küçük bir hediyenin kardeş payı yapılmasının ilk mektebi oldu, annenin şefkatli eli. Misafire bir tabak sıcak çorba ikram edilmesi gerektiğini, bize kaşık kaşık içirdiğiniz çorbalardan öğrendik. Ateşi çıkmış hasta bir alına soğuk pansuman yapılmasını vs. hepsini sizden öğendik. Siz'diniz bizi dünyaya hazırlayan. Siz'diniz Hz. Âmine olup, kâinatın sevgilisini bize armağan eden. Emine olup, dünyadaki sevdiklerinize bizi hediye getiren. Kimler dünyaya gelmedi ki, siz annelerden. Nice yiğitler, nice kahramanlar, nice şehitler yetişti, ana kucaklarından ve sevgi ocaklarından…

Öyleyse; annelerimizin elimizdeki nadide değer olduğunu farkında olalım. Onlar elimizden çıkmadan gönüllerini muhakkak kazanalım. Bilmeliyiz ki, onların rızasında gizlidir, Allah'ın rızası! Sevgili Peygamberimiz'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir Hadis-i Şeriflerinde buyurduğu gibi; "Cennet anaların ayakları altındadır." (3) ifadesi, bunun en açık ispatı değimlidir sizce de? Mademki böyle emrediliyor, bizlerde; erken bir vakitte annesini kaybedenlerin anne özleminden ders alarak, annelerimizin hayatta olmasının bizim için kaçırılmayacak bir fırsat olduğunu unutmayalım. Onlara; "sen dünyanın en iyi annesisin" "bizde sana layık olmaya çalışan çocuklarınız" diyerek gönüllerini alalım. Sanal dünyadan değil, hayatın bizzat içinden, olması gerektiği gibi anneye hürmet edip, onu kırmadan huzurunu ve mutluluğunu sağlamaya yönelik gayret içinde olalım...

Anneler gününü vesile ederek, bir kez daha Annelerin en güzeli ve en faziletlisi, Hz. Âmine Annemiz başta olmak üzere; Hz. Hatice, Hz. Aişe, Hz. Fatıma ve diğer Peygamber (as) annelerini ve tarihe mâl olmuş nice büyüklerin annelerini de hayırla yâd ediyorum. Hayatta olanların hürmetle ellerinden öperken, vefat etmiş tüm annelerimizi de rahmet, minnet ve fatihalarla anıyorum.

Bu vesileyle canım annem'in ve tüm annelerimizin de "Anneler Günü"nü kutluyorum.

Hüseyin USTAOĞLU / email: huseyin_ustaoglu37@hotmail.com KAYNAKLAR: 1- İsra, 23, 2– Mecmaul Adab , 3- Nesaî, Cihad, 6.