Allah (Celle Celalühü)'a olan kulluğumuzun seyrini devamlı olarak izlemek, yaptığımız kulluğu daha iyiye götürmek ve yapamadıklarımızın da üzerine eğilerek eksiklerimizi tamamlamak, elbette ki duyarlı bir Müslüman için en önemli amaçtır. Bu konu, evlat yetiştirir gibi her gün üzerinde durup, gelişimini veya gerilemesini ve çoğu kez de o kadar uğraştığımız halde nasıl olup da hala yerinde saydığını izlememiz gereken en önemli konudur.
Kulluğun üç şartı vardır. Allah'a ibadet etmek, Allah'ın adaletine güvenmek ve Allah'ı sevmek. Bu özelliklerin üçünün de üzerinde duruyorsanız, az da olsa yaptığınız şey kulluktur ki buna da kulluk etme gayreti diyebiliriz. Kulluğu izlemenin en basit yöntemi kıyastır. Allah'a olan sevginizi, güveninizi ve ibadetinizi, herhangi bir şeye olan ilginizle kıyaslayıp, söz konusu üç özelliğe ne kadar önem verdiğinizi tespit etmelisiniz. Artık bundan sonraki konuların tamamı bu üç özelliğin dallarıdır. Bunlardan en önemlisi ibadettir. Allah'ı itaat etmeseniz ve O'nun takdirlerinde vesveseye düşerek adaletine güvenmeseniz bile, O'na ibadet etmeniz aklınızın gereğidir. Çünkü Allah ayetinde ibadet etmemiz için yaratıldığımızı bildirerek, kulluğun aslının ibadet etmek olduğunu haber vermiştir. Tabii ki sevmek ve güvenmek de kulluğun şartlarındandır. Fakat Allah'ı sevme ve Allah'a güvenme özellikleriniz şayet Allah'a ibadet etme konusundan daha önde ise, yaptığınız şey kesinlikle şudur ; "İbadet eksiğinizi, Allah'a olan sevgi ve güven örtüsü ile örtüp saklamak." Yani gözünüzle göremediğiniz şeytanın bir hilesidir.
Köpek-sahip ilişkisini bile ele alıp incelediğinizde, itaatin önemini hemen görürsünüz. Bir köpeği sahibi besleyip büyütecek, her ihtiyacını giderecek, onunla her zaman ilgilenecek, sonra akşam olduğunda o köpek gidip başkasının kapısını bekleyecek. Bütün sahip olduğumuz nimetleri Allah verdiği halde gidip şeytana uymak aynı şeydir. Dikkat ederseniz, bu ilişkilerde en önemli özellik itaat özelliğidir. Mesela evladınız sizi sevmese ve güvenmese bile, size itaat ettiği sürece sorun yaşamazsınız. İşte evladınızın bu itaati ibadettir, denileni yapmaktır. Bir de tersini düşünün. Yani evladınızın sizi çok sevdiğini ve güvendiğini, ama aklınıza gelebilecek her türlü ahlaksızlığı ve kötülüğü yaptığını düşünün. Toplum içinde başınız önde yürümenize sebep olan bu evlat hakkında "keşke hiç olmasaydı" diye düşüneceksiniz. Yani size olan sevgisi ve güveni, ahlaksızlıklarının yanında önemini kaybeder. İşte Allah'a ibadetsiz olarak ömür geçiren bir kulun Rabb'i karşısındaki konumu budur. Allah'ı ne kadar çok seversen sev, ibadet etmediğin sürece O'nun gözünde ahlaksızsın.
O halde net olarak görülüyor ki, ibadet etmediğiniz bir Allah'ı seviyorsanız, bu sevginizi ciddi bir şekilde analiz ettiğinizde gerçek sevgi olmadığını, Allah'ı değil de dünyayı veya sizi daha rahat ve huzurlu kılan başka şeyleri sevdiğinizi ve şeytanın, kalbinizdeki ibadet boşluğunu sevgi ile doldurarak sizi ibadetten alıkoymaya çalıştığını kesinlikle göreceksiniz. Bu hile gerçekten çok şeytancadır. Oysa emirlere itaatsizlik, emri verene sevgisizlik ve güvensizlikten kaynaklanır. Her bakımdan rahat olan bir insanın Allah'a yönelişi, genellikle ihtiyaç sahibi olan birine göre daha azdır. Dişimiz ağarmadan dişçiye gitmediğimiz gibi, dara düşmeden da Allah'a müracaat etmek insanların genelinin yapamadığı bir olaydır. Oysa varlıkta ve yoklukta devamlı olarak ibadet ve şükür halinde bulunmalıyız. Yani varlık ve yokluk, kulluğumuzun seyrini değiştirmemelidir.
Tabi korkmak da var. Fakat korkunun aslı, Allah'ın başımıza bir bela vermesinden veya cehennem azabından ötürü değil, Allah'ın rızasını kazanamamaktan, O'nun Cemâlinden mahrum kalmaktan ötürü olmalıdır. Korku bunlardan ötürü ise gerçek korkudur. Dolayısı ile Allah korkusu, aslında Allah'a olan sevgidir. Allah'ı çoluk çocuğumuzdan, ticaretimizden, anamızdan daha çok sevmediğimiz müddetçe Allah'ın azabını beklememiz gerektiğine göre, Allah'ı sevmek O'ndan korkmaktan daha önemlidir. Korkma konusu ise, ibadet etmeyen kişilerin hiç olmazsa korku sebebi ile ibadetlerine yönelmeleri ve böylelikle en azından farzları yerine getirerek azaptan kurtulabilmeleri için bir destektir, Allah'ın, kuluna merhametidir korku. Rabia Hatun gibi Allah'a gerçek manada aşık olan bir insanın ise Allah'tan korkması sanırım tartışılır. İşte kalplerinde Allah'a böyle bir sevgi taşıyanlar ise ancak O'nun Cemâl'inden mahrum kalmaktan korkarlar, cehenneminden değil.
Düşünüyorum da, Allah Resulü'nün "Hud Suresi beni ihtiyarlattı" demesinden maksadı, Allah'ın azabından korktuğu için değil, ümmetinin uğrayacağı azaptan korkmuş olmasındandır. Zira kendisi cennetle müjdelenmiş bir insan olarak azap görmeyeceğini elbette ki biliyordu. Hz. Muhammed. Ömrü boyunca Allah korkusundan titremedi mi, ayet geldiğinde örtülerin altına gizlenmedi mi.? Artık onu yanına misafir olarak davet eden Allah, miraç'ta misafirini karşısında tir tir titretip de ona eziyet çektirir mi.?
"Acaba Hz. Peygamber miraçta Allah ile konuşacak gücü nasıl buldu" dediğimde, Allah'ın sıfatları ile sıfatlanan bu insanın bana uyguladığı yöntemi anımsadım. İşte bu özellik, Allah'ın Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile yaptığı ve içeriğini hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz o bir ömre bedel sohbet ile mümkün olabilir. Kevser havuzundan bir yudum içip de hiç susuzluk çekmemek gibi bir şey olsa gerek.
Allah'ın sıfatlarını bilip de bunlarla kendini süslemeyen kişi ne kadar popüler veya kariyer sahibi olursa olsun, önemsiz bir insandır. Çünkü bütün önemli ve iyi özellikler Allah'ın sıfatlarındadır. Yani Allah'ın özelliklerini bilmek yetmez. Esma-i Hüsa'yı ezberlemek de yetmez. Bütün bu özelliklere yürekten inanmak bile yetmez. İlle de uygulanacak. Aksi halde bu özelliklere inanmış olduğunu ispat edemezsin. Mesela dilenmeyip çalışmak gerektiğini, zengin ve saygın bir insan olmak gerektiğini bilsen, sonra bunlara yürekten de inansan, ama her gün dilenerek para kazanmaya devam etsen, bu bildiklerinin ve inandıklarının hiçbir önemi yoktur. Hiç kimse senin bu düşünce ve inancın yüzünden sana saygı göstermez. Mutlaka bu düşünce ve inancını uygulamalısın. Aksi halde önemsiz, miskin ve asalak bir adamsın, kim olursan ol. Anam babam da olsan hiç fark etmez. İşte, bizim Allah karşısındaki önemimiz de, O'nun sıfatları ile sıfatlanıp uygulamamıza göredir. Ne kadarını uygulayabilmiş iseniz, Allah'a o kadar yakınlaşırsınız. Yani Şeyh Mevlana olmak için mürekkep yalamak yetmiyor.
Allah'ın adaleti ile ilgili olarak ise şöyle düşünün. Hiç işinize gelmeyen bir olayla karşılaştığınızda hemen Allah'a sitem ettiğiniz olmuştur. Meselâ, "Allah'ım!, bu muydu onca emeğimin karşılığı." Genellikle bu sitem yapılır ve öylece kalır. Yani nedense Allah'ın verdiği cevabı hiç kimse duymak istemez. Madem Allah'a bir şey sordunuz, o halde kendinize dönüp gitmeyin, tefekkür edin ve Allah'tan cevabı alın. Kalbinizi dinleyin ve bütün cevap ihtimallerini kendinize mertçe söyleyin. Sonunda, bütün bu cevaplardan yola çıkarak Allah'ın size şöyle dediğini duyacaksınız ; "Şimdi sence ben adaletsiz miyim.?" Gerçek niyetiniz, buna vereceğiniz cevapta yatmaktadır.
Allah sevgisi konusunda da size kalbimden geçeni anlatayım. Kendinize örnek aldığınız halde, neden Şeyh Mevlâna veya Râbia Hatun gibi olamadığınızı ara sıra düşünüyor musunuz.? Oysa eminim çoğunuz ; "Allah'a öyle kulluk edeyim ki, O'nun rızasını kazanayım, Mevlâna gibi olayım" gayreti ile ha babam de babam uğraşıyorsunuz. Gül nasıl çöplükte yetişmezse, Allah aşkı da içinde dünya sevgisi olan bir kalpte yetişmez, belki yeşerir ama büyümez, çürür gider. Bununla ilgili konuları okumuş ve dinlemişsinizdir ama ben bir de kafamdaki Allah'a göre anlatayım.
Şayet kalbinizde dünyaya meyil varsa, her sabah kalbinize Allah ekersiniz ama akşama kadar bu fidanı kurutursunuz. Her gün uğraşırsınız ama Mevlana'daki aşkı bir türlü bulamazsınız. Ne kadar ilim sahibi olursanız olun, kalbinize Allah aşkını ekmeden önce, içini dünyadan tamamen temizlemelisiniz. Ne varsa hepsini. Dünyanın bütün özelliklerini, sizi Allah'a ulaştıran birer vasıta olarak görmelisiniz. Yani Allah'a ulaşmak için dünya nimetlerini kullanmak başka, dünya nimetlerine ulaşmak için Allah'ı kullanmak başka. Allah'ın bütün özellikleri güzeldir. Bu özelliklerden kaç tanesini benimseyip kendi sıfatınız haline getirirseniz, Allah'a o kadar yaklaşırsınız ve Allah da size o kadar dost olur. Sırlar ise dostlara açılır. Ekmek aldığınız bakkal amcaya değil. Arasıra beraber olduğunuz arkadaşlarınıza da değil. Aranızdan su bile sızmayan can yoldaşınıza açarsınız sır kapılarınızı. Nasıl ki biz Allah'ı kendimize dost olarak seçip de bazı sırlarımızı ondan başka kimseye açmıyorsak, Allah da bazı sırlarını elbette ki kendine dost olarak seçtiği kullarına açacaktır.
Bu, Allah'ın dostluğudur. İster imam, ister müftü, ister profesör, velhasıl ne kadar ilim sahibi olursanız olun, Allah ile arkadaş olarak kaldığınız müddetçe O'nun size sır vereceğini hayal bile etmeyin. Elbette ki size arkadaş gibi yardım eder, korur, gözetir ama size bir dost gibi sırlarını açıklayacağını asla düşünmeyin. Artık sen Allah'a istediğin kadar ibadet et. Kalbinde dünya sevgisi olduğu müddetçe Allah'ın gözünde simitçisin. Kapıya gelen simitçiye sır verilir mi.? İşte, Evliyaların Allah'a olan yakınlıkları da bu başarılarına göredir. Evliyalar Allah'ın dostlarıdır. Sırlar onlara açılır. Şayet Allah bir insanı kendine dost seçmişse, artık o kişi bütün insanların en mükemmel dostu olmuştur. Bundan şüphe duymanıza hiç gerek yok, çünkü Allah hiçbir zaman bir cahili kendine dost edinmemiştir. Bunun aksini iddia etmek ise, Allah'ın dostunu hafife almaktır ki, bu da elbette Allah'ı gücendirir. Çünkü Allah, ona sırlarını verecek kadar yakın olmuştur. Zaten onların Allah'ın sıfatları ile sıfatlandıklarının bir alameti de, kimseye açmadığımız sırlarımızı onlara açmamızdır.
Gerçek dostlar Evliyalardır. Fakat şu veya bu şekilde gerek insanların fitnelerinden, gerekse şeytanın verdiği vesveselerden ötürü evliyalarda bir kusur veya kusur olduğunu sandığımız bir hal görürsek, hemen Şeyh Mevlana'nın "Kusursuz dost arayan dostsuz kalır" sözünü anımsamalıyız. Bence, Şeyh Mevlâna'nın burada bahsettiği dost, Allah dostudur. Sizin nasıl yorumladığınızı bilemem ama Şeyh Mevlâna bu sözü ile bana şu mesajı vermiştir ; "Bizde bir kusur görür de bizden yüz çevirirseniz, hiçbir zaman bir mürşidiniz olamaz. Himmetsiz ve pusulasız yaşarsınız. Bizler de sizler gibi kuluz ama biz Allah'ın dostuyuz. Kusursuz olan ise Allah (Celle Celalühü)'tır. Allah nasıl ki bizim dostluğumuzu böylece kabul etmişse, siz de öylece kabul edin." demek istemiştir. Elbette ki bu sözü sosyal yaşantımızdaki dostluklarımız için de uygulayabiliriz, zaten hep böyle uygulanmıştır ama, Evliyalar hikmet ehli oldukları için, sözlerinde mutlaka derin bir mana aramak gerekir ve ben bunun aşırıya gitmek olduğunu sanmıyorum. Onlar Allah'ın ahlakı ile ahlaklandıkları için, bir sözlerini duyduğumuzda, bu sözde Allah'ın bize ilettiği mesajı aramalıyız. Zira, Allah'ın sıfatları ile sıfatlanan kişi Allah'a benzeyecektir. Elbette ki Allah herhangi bir şeye benzemez, fakat herhangi bir şey, mana olarak Allah'a benzer. Tıpkı elma ile muzun birbirine şekil ve tat olarak hiç benzemediği, ama meyve olma yönleri her ikisinin de ortak yönü olduğu gibi. İşte evliyaların Allah'a benzeyen yönleri de Allah'ın ahlakı ile ahlaklanmış olmalarıdır.
Diyorum ya, ne anlatsam hepsi de kulluğun bu üç şartına aittir. Meselâ Şeyh Hacı Bayram Velî'yi bir düşünün. Ona itaat Allah'a itaat, ona güvenmek Allah'a güvenmek, onu sevmek Allah'ı sevmektir. Ben bu yaşıma kadar şu dünyada Allah'tan başka hiçbir şeyin ve hiçbir kimsenin beni mutlu edemediğini gördüm. Yani Allah'tan başka neye meyl ettiysem mutlaka bir gün ilgimin azaldığını veya kalbimin kırıldığını gördüm. Yıllar geçtikçe azalmayıp tam aksine artan tek meylimin Allah olduğunu hala izliyorum. Kalbiniz neye meyil etmişse, bu şeyi hemen Allah'a olan meylinizle kıyaslayın. O'nu her şeyden çok sevin, ama her şeyden. Her şeyden çok O'na güvenin ve O ne derse yapın. Allah'ın huzuruna ibadetsiz olarak çıkmayın. Gerçekten neler kaybedeceğinizi tahmin bile edemezsiniz. Fakat ibadet ederseniz, bilin ki Allah dünyada da ahrette de size yar ve yardımcı olacaktır.