İnsan Haklarını Kutlamak Mı Zulmü Kutsamak Mı?

  İnsan; akıl, zeka, irade ve ruh gibi üstün özelliklerle donatılmış, iyiliğe bakan yüzü ile melekleri aşabilecek, kötülüğe bakan yönüyle de hayvandan daha aşağı inebilecek bir surette yaratılmıştır. Yüce Kitabımız Kur'anı Kerimde insanın yaratılış amacı; "Ben insanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım..." (Zâriyât;56) şeklinde anlatılmaktadır. İşte bu nedenledir ki yaratılış gayesini bilen insanın başka insanlar üzerindeki hak ve hukuku gözetmemesi düşünülemez.

Hak; maddi anlamda bir şey üzerinde alacak verecek ilişkisine bağlı olarak tasarruf sahibi olabilme yeterliliğidir. Manevi olarak ise, doğuştan yada sonradan oluşan Allah (cc.) ın insanoğluna yüklediği ve sosyal olarak bir arada yaşamak gerekliliğinden doğan sorumlulukların uygulanması için gerekli olan mükellefiyetlerdir. Hukuki olarak ise; hukukun koruduğu menfaatlerdir şeklinde tarif edilebilir.

İnsanların dini, hayati, iktisadi, sosyal ve siyasi haklarını güvence altına almak ve insanlar arasında dil, din, ırk, renk, yaş, cinsiyet ayırımı yapmadan sevgi, saygı, dostluk duygularını geliştirmek ve insan olmak haysiyetini korumak adına sahip olması gereken hakların hepsine birden "İnsan Hakları" denmektedir. Yüce Allah (cc.) Kuranı Kerimde ; "Muhakkak biz insanı mükerrem (şerefli) kıldık.."(İsra; 70) "Gerçekten biz insanı en güzel bir biçimde (surette) yarattık. " (Tin; 4) buyurmaktadır. Yine; "Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti...." (Bakara; 30) şeklinde ifade edilerek bizlere, insanın yeryüzünün halifesi, yaratılmışın en şereflisi olduğunu bildirmektedir. Acaba insanoğluna bundan daha güzel hak, bundan daha güzel değer nasıl ve kimler tarafından hediye edilebilirdi? Batı dünyası ve Avrupa ülkeleri ise İslam'ın insanlara tanımış olduğu bireysel ve toplumsal hakları tanımak şöyle dursun, konuşmak için bile 18. yy.'ı beklemiştir.

Geçtiğimiz günlerde Dünya, 10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gereğince; "İnsan Hakları Haftası"nı kutladı. Birleşmiş Milletler ve Dünya ülkeleri bu haftayı kutlarken, İnsan hakları ile ilgili sürece ve hali hazırda dünya coğrafyasında meydana gelen olaylara göz atmakta fayda vardır.

Batı da insan hakları ifadesi ilk defa, 18. yy. sonları ve 19 yy. başlarında kullanılmıştır. Bu zamana kadar suskun kalışın sebebi batıdaki yönetim anlayışından kaynaklanmaktadır. 18. yy. da orta çağın kilise baskısından ve engisizyon mahkemesi kararlarından sıkılan toplumlar, suskunluğunu bozarak bu baskıcı gidişata baş kaldırmışlardır.

Çünkü; : Batı toplumunda bu döneme kadar insan hak ve hürriyetleri diye bir olaydan bahsetmek mümkün olmamıştır. Örnek vermek gerekirse; 12. yy.da Yunanlılar, insanlarının giyim tarzlarını, saç şekillerini hatta bıyık biçimlerini devlet eliyle belirlemekteydi.

Medeniyetin beşiği olarak anılan İngiltere'de; 1215 "Magna Carta Libertatum" sözleşmesine kadar insanların hak ve hürriyetlerinden bahsedilememiştir. Bu bildirge İngiltere için bir ilktir. İngiltere de 16. yy.a kadar kadınlar, İncil'e el süremez, murdar yaratık olarak değerlendirilirdi. 1805li yıllara kadar da kadının köle gibi para ile satıldığına tarih şahitlik etmektedir.

Fransa'da da durum bundan farklı değildir. 1789 ihtilaline kadar insan haklarından söz etmek hiç mümkün olmamıştır. Bu ülkede kadına kendi malı üzerinde tasarruf hakkı, ancak 1908 yılında tanınmıştır.

Rusya; kendi toplumuna yeni bir rejim düzeni getirmek isterken, bunu kabul ettirebilmek için baskı, işkence ve zulümle yetinmeyip, kuracağı nizam adına yine kendi insanı olan milyonlarca vatandaşını öldürmüştür. Bu durumu yakın tarih okurları hatırlayacaktır !

18. yy. da yayımlanan "Virginia Haklar Bildirgesi"ne kadar Amerika, İngilizlerin hakimiyetindedir. Şimdi ise, modern bir ülke olarak insanlara hak, özgürlük ve hürriyet götürme adına sınır ötesi harekatlar düzenlemektedir !.. Halbuki, Amerika'da da durum yukarıda anlatılanlardan farklı değildir. Uzağa gitmeye gerek yoktur. En yakın örnek; 1970 li yıllara kadar, zencilere bilmem kaçıncı sınıf insan muamelesi yapılmasıdır.

Elbette ki diğer batı ülkelerinde de durum bundan farklı değildir. Tabi ki örnekleri çoğaltmak mümkündür. Tarihi süreç içindeki anlatılan bu örneklerle yetinip, günümüzde durum nasıldır, şimdi de bunu inceleyelim.

Bu güne baktığımızda; savaş, zulüm, baskı, işkence ve güçlünün güçsüzü ezmeye devam ettiği hala açıkça görülebilmektedir. Bu acı olayların yaşanıyor olması, İnsan Hakları Bildirgesinin söylemlerden öteye geçemediğinin bir ispatı değil midir? 

Aksi takdirde; komşumuz Iraktaki işgal, Filistinlilerin uğramış oldukları acımasız katliamlar, Çeçen halkının bağımsızlık ilanından bu güne kadar yaşamış olduğu dıram, Afganistan'daki tasvip edilemez durum, iki tane Yahudi vatandaşı öldürüldü diye Lübnan'ın işgali, Afrika'da açlık ve sömürge düzeninin devam etmesi ve ülkelerin öz kaynaklarının çalınması karşısında, insan haklarının tarifi nasıl yapılabilir? 

Bir takım insan yada ülkelerin çıkarlarının korunması için "hak adına", haksızlıklar yapılmakta başka insanlar en acımasız şekilde öldürüle bilmektedir !.. Bunun tarifi nasıl mümkündür? Yoksa, tarih tekerrürden mi ibarettir. Bir kısım insan ve devletler için insan hakkı demek, efendilerine hizmet, sömürülmek, kölelik, kan, ölüm, sakat kalmak, sefalet ve göz yaşı gibi ızdırapların ötesine geçmemektedir. 

İnsan hakları haftası denilince; "Bosna-Hersekte yaşananlara seyirci kalmak mı, zencilere uygulanan haksızlık ve sınırlamalar mı, beyazlarla siyahlar arasında uygulanan farklı muameleler mi, yoksa; Rusya'nın "sınıflar diktatörlüğü" mü, Türk-î Cumhuriyetlere yapılan baskılar mı, Çinin Doğu Türkistan da uyguladığı asimilasyonlar mı, Hinduların kast sistemimi, yada Eflak Prensi Dördüncü Vlad'ın dünya tarihine kazandırdığı utanç vesikası kazıklı ölüm şekilleri mi, A. Hitlerin faşizmi mi veya dünya üzerinde devam etmekte olan din savaşları mı, insan hakkıdır?" soruları, bir insan olarak ister istemez aklımıza gelmekte ve yüreğimizdeki acılar tekrar tekrar depreşmektedir. 

Bu örnekleri düşündüğümüzde; insan haklarını kutlamak mı, yoksa zulmü kutsamak mı sorusu kaçınılmaz olmaktadır !.. Zaman zaman, "Bu ülkelerin insanları acaba insan hakları kapsamında değilmidir" sorusunu da kendimize sormuyor değiliz. İki insan öldürüldüğünde yada kaçırıldığında dünya ayağa kaldırılıp, ülkeler işgal edilmekteyken, bu durumda İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde tanımlanan insan hakları silsilesi hangi insanlar için geçerli olmaktadır? 

Sözkonusu savaş ve insan hakkı ihlalleri, Allah'ın insanlar için yeryüzünde yapmış olduğu taksimata razı olmamaktan kaynaklanmaktadır. Halbuki, Allah (c.c) her hak sahibine, hakkını verendir. Bu husus Kuranı Kerim de; "Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün asla zulüm yoktur. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir." (Mü'min; 17 ) diye belirtilmektedir. Hadisi Şeriflerde ise Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); "Kıyamet gününde mutlaka haklar sahiplerine verilecektir. Hatta boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun öcü bile alınacaktır." (Müslim) "Şüphesiz dünyanın yok olması, Allah katında haksız yere bir müslüman olan kimsenin öldürülmesinden daha ehvendir." (Tirmizî, İbn Mâce) buyurmaktadır.

İnsan hakları konusunda Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in "Veda Hutbesi" en temel ölçüdür. Veda Hutbesinde; "Ey insanlar! "Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. "Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz."diye emir buyurmuşlardır.

Bu manada İslam'ı kendine ölçü edinen Osmanlı, gittiği yerlere insanlık götürmüştür. Çünkü, savaşın bile kendi içindi bir hukuku vardır. İslam ölçülerine göre savaş, bir intikam yakıp-yıkıp yok etme olayı değildir. Şartlar gerektirip, savaş kaçınılmaz olduğunda dahi İslam, insan haklarını korumayı emretmiştir. Esirlere ikramlarda bulunulmuş, onlar korunmuştur. Osmanlı kendi düşünce, inanç ve ırkından olmasa dahi halkına bir zorlamada bulunmamıştır. Bu hürriyet ve saygı dolayısıyla gayri müslim tebaa' dan olanlar ve onların Hıristiyan yöneticileri, Osmanlıyı tercih ederek; "Başımızda katolik külahı görmektense, müslüman sarığı görmeyi tercih ederiz," demişlerdir.

Bizim ecdadımız, insanı; Allah'ın yarattığı bir eser olarak görmüştür. İnsana hizmeti şeref bilmiş ve güzel ahlakın bir parçası olarak kabul etmiştir. Kuranı Kerimin; "Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a inanırsınız...." (Âli İmrân;110) emrini kendine ölçü edinmiştir. İşte bu inanç ve anlayışla Türk-İslam medeniyeti oluşturularak, insanlık tarihine örnek tablolar armağan edilmiştir.

İşte böyle değerlendirilmediği sürece, her türlü antlaşma, bildirge, beyanname vs. ne varsa kağıt üzerinde kalmaya mahkum olacak, İslam'ın insanlığa tuttuğu ışıktan aydınlanmak mümkün olmayacaktır. Bunun tabii sonucu olarak da insanlık, geçmişin karanlıklarında ısrar ederek savaş ve insan hakkı ihlallerini yaşamaya devam edecek, toplumlar; suç makinesi haline gelmiş insanların korku ve zulümleri ile inim inim inleyecektir.

İnsanı insan gibi görüp kabullenerek, insanı sevip saymayı bilen millet, toplum, kurum ve kuruluşlara ulaşmak dileğiyle, İnsanca kalın..

Hüseyin USTAOĞLU / email: huseyin_ustaoglu37@hotmail.com