Hz.Peygamber'in Çocuk Sevgisi / Prof.Dr. Bayram Ali Çetinkaya

Hz. Muhammed (sav), çocuklarla iletişim kuran, onlarla oynayan; kısacası çocuklarla çocuklaşan ve onlarla sıcak diyaloglara giren bir peygamberdi. Siyer kaynaklarında bununla ilgili çok fazla araştırma yapmaya gerek yoktur; zira bu hususta çok sayıda örneğe rastlamak mümkündür. Şimdi bu örnek olaylardan birkaçını inceleyebiliriz:

Sahabeden biri, anlattığına göre, çocukluğunda ensardan birinin bahçesine gider, taş atarak düşürdüğü hurmaları toplardı. Bir gün bu yüzden Allah’ın Resûlü’ne götürüldü. Resûlullah sordu: “Niye taş atıyorsun?” Çocuk: “Hurma toplamak için.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah: “Sakın taş atarak düşürme, sadece yerdeki hurmaları ye.” demiştir.1

Adeta bir pedagog gibi çocukların psikolojik yapılarını çözümleyip onlarla çocuklaşan ve bir arkadaş gibi muamele eden Allah’ın Resûlü, seyahat dönüşlerinde kendisini karşılayan çocuklara selam verir2 ve onları bineğinin önüne ve arkasına bindirip gezdirirdi.3 Hz. Muhammed’in bu tür davranışları, çocukların ona daha çok yaklaşıp bağlanmasına ve daha düşkün olmasına sebep oluyordu.

Uzun yıllar Peygamberimiz’in yanında kalıp O’nun hizmetini yerine getiren Enes (r.anh), Yüce İnsan’ın çocuklar konusundaki hassasiyetini gözler önüne seren gözlemlerini şöyle aktarıyor: “Ben, namazını Resûlullah kadar kısa ve düzgün kılan hiçbir imamın arkasında namaz kılmadım. Bebek ağlaması duyduğunda, bebeğin annesi sıkılabilir diye namazı kısa tutardı.” Yine Resûlullah: “Namaza başladığımda uzun tutmaya niyetlenirim. Fakat bir bebek ağlaması işitince, annesini üzmeyeyim diye namazı kısa tutarım.”4 demiştir. 

Peygamberimiz, her insan gibi, bir baba olarak çocukları dünyaya gelince sevinmiş; vefatlarında ise üzülmüştür.5 Hz. Peygamber, Hz. Fâtıma hariç diğer çocuklarını kendi sağlığında kaybetmiştir. Çocuklarını yitirmesi, acaba Hz. Peygamber’in zihninde ve vicdanında ne kadar ızdırap verici olmuştur? Bunların içinde çok sevdiği, ancak erken kaybettiği İbrahim’in bakımı ve yetiştirilmesiyle yakından alâkadar olmuş; onun sütannesine bir hurmalık tahsis etmiştir. Sık sık sütannesinin bulunduğu yere giderek, onu yakından görmek ve öpüp sevmek için ziyaret etmiştir.6  Hz. Enes, bu sevginin derecesini, bize daha yakından hissettirir: “Hz. Peygamber kadar ailesine düşkün bir kimseye rastlamadım. Oğlu İbrahim, Medine’ye dört-beş kilometre mesafede bulunan Avâlî denen yerde yetişiyordu. Onu görmek için yaya gider gelirdi. İbrahim’in bulunduğu yer, demirci dükkânına bitişik olduğu için genellikle dumanlı olurdu. İçeri girer, dadısının elindeki oğlunu alır, yüzünden öper, Medine’ye geri dönerdi.7 

İşte bu çok sevdiği ve sevgisinin bir işareti olarak onu görmek için sıcak havalarda bile bu uzun mesafeyi yürümeye katlandığı İbrahim, hicretin 10. yılında hastalanır. Annesi Mariye ve teyzesi Sîrîn’in onu iyileştirmek için ellerinden gelen her şeyi yapmalarına rağmen durumu daha da ağırlaşır. Hz. Peygamber bu sıralarda onu sık sık ziyaret etmekte, yanından pek ayrılmamaktadır. Vefatı sırasında da yanında bulunmaktaydı. Çocuk son nefesini verdiğinde (on altı8 veya on sekiz aylıktı9) onu kucağına aldı ve bu arada gözlerinden yaşlar boşandı. Onun yas ve feryatları yasaklaması, ölüm sonrasında tüm üzüntü ve hüzün belirtilerini men ettiği şeklinde yanlış algılanıyordu. Bu yanlış anlama, hâlâ sahâbeden bazılarının zihinlerini gereksiz yere işgal ediyordu.

Abdurrahman b. Avf: “Ey Allah’ın Resûlü! Sen bunu (ağlamasını kastederek) yasaklamadın mı? Müslümanlar seni ağlarken görürlerse onlar da ağlarlar.” dedi. Hz. Peygamber yine ağlamaya devam etti ve konuşabilecek hale geldiğinde: “Ben bunu yasaklamadım. Bunlar acıma ve merhamet belirtileridir. Merhametli olmayana merhamet olunmaz. Ey İbrahim! Eğer tekrar buluşma va’di olmasa, bu herkesin geçmek zorunda olduğu bir yol olmasa ve son gelenimizin ilk gidene yetişeceğini bilmesek, senin için daha fazla üzülürdük. Yine de senin için çok üzülüyoruz ey İbrahim! Göz ağlar, kalp hüzünlenir; Allah’ın gücüne gidecek bir şey söylemiyoruz.” dedi.10 Ancak, İslam Peygamberi’nin çocuğuna karşı duygu ve şefkat yüklü sevgisine karşın, herkes çocuklarına özellikle de kız çocuklarına aynı sıcaklığı göstermiyordu.

Câhiliye döneminde kız çocuklarını diri diri toprağa gömüp de sonra Müslüman olan bazı kimseler, zaman zaman Hz. Peygamber’in huzurunda bunu nasıl yaptıklarını büyük bir ızdırap içinde anlatıp pişmanlıklarını dile getirirlerdi. Hz. Peygamber de duyduklarından son derece etkilenir, hüzünlenir ve ağlardı. İşte bu olaylardan birisi şöyle gelişmiştir:

Bir gün bir adam, Hz. Peygamber’e gelerek kız çocuğunu nasıl diri diri toprağa gömdüğünü anlatır ve şunları söyler: “Ey Allah’ın elçisi! Biz câhiliye döneminde putlara tapan ve çocukları öldüren bir millet idik. Benim bir kızım dünyaya gelmişti. Konuşacak çağa ulaşmıştı; kendisini çağırdığımda sesini duyunca sevinirdim. Bir gün onu yanıma çağırdım ve ardım sıra götürdüm. Sonunda bir kuyunun başına geldik. Kızımın hiçbir şeyden haberi yoktu. Kuyunun başında elinden tuttum ve kuyuya attım. Ondan duyduğum en son söz ‘Babacığım, babacığım!’ diye kuyuda yankılanan çığlıktı.” Adam bunu anlatınca Hz. Peygamber ağlar ve elleriyle gözlerinin yaşını siler. Orada bulunanlardan biri, “Ey Allah’ın elçisi! Ona üzüldün mü?” diye sorar. Hz. Peygamber ona, “Bırak! O kendisini meşgul eden şeyi soruyor.” der. Sonra adama dönerek olayı tekrar anlattırır. Adam tekrar anlatır. Olaydan çok etkilenen Hz. Peygamber sakalı ıslanıncaya kadar ağlar ve adamı, “Allah câhiliyede işlenen kötülükleri silmiştir. Sen iyi işler yapmaya devam et.” şeklinde teselli eder.11

Çocuklara karşı sevgisinde hiçbir sınır koymayan Hz. Peygamber’in bu çocuk aşkını, sahabeden Ebû Katâde şöyle anlatır: “Bir gün mescidde oturuyorduk. Hz. Peygamber, kızı Hz. Zeyneb’den olan torunu Umâme omuzunda olduğu halde içeri girdi. Çocuk omuzunda durduğu halde namaz kıldı. Rükû ve secde yapacağı zaman çocuğu yere bırakıyor, ayağa kalkacağı zaman onu tekrar alıyordu.”12 

Hz. Peygamber, ailelerinin inançlarını ve cinsiyetlerini dikkate almaksızın bütün çocukları çok sever; yolu üzerinde ne zaman bir çocuğa veya çocuklara rastlasa onlarla konuşur, şakalaşır ve onları dizine alırdı. Allah’ın Sevgilisi, küçük sevgilileri olan çocuklarla çocuklaşır ve onlarla arkadaş olurdu.

Çoğu yetişkin insanın, çocukları gereğince önemsediği bir dünyada, İslam Peygamberi’nin onlarla iletişimi gerçekten konunun ehemmiyetini bir defa daha bize hatırlatmaktadır. Bunun için, Hz. Peygamber’in çocuklarla gerçekleştirdiği sıcak diyaloglar üzerinde yeniden düşünmenin gerekliliği vardır. Dolayısıyla O’nun çocuklarla olan yakın ilişkisini gösteren ve sosyo-psikolojik tahliller yapılmasına son derece elverişli olan hadiselere baktığımızda, önemli ve faydalı çıkarımlar yapılabilir.

Örneğin Hz. Peygamber, seferden dönüşünde yolda çocuklarla karşılaşırsa bineğinden aşağı iner, onları öper ve bineğiyle gezdirirdi. Onlarla karşılaştığında hiç beklemeden selamı önce o verirdi. Bundan dolayı bütün çocuklar onu çok sever, geldiğini görünce muhabbet ve iştiyakla O’na doğru koşarlardı. Çünkü çocuklar, O’nun, kendilerinin sadık ve candan bir dostu olduğunu biliyorlardı. 

Allah Sevgilisi’nin çocuklara olan düşkünlüğü o kadar fazlaydı ki, mevsimin ilk meyvesi veya başka bir mahsûl getirildiğinde bunu topluluğun en küçüğüne ikram etmek, O’nun zevkle yaptığı işlerdendi. 

Çocuklarla olan ilişkisini tüm sıcaklığıyla gösteren olaylardan birisi de insanı gülümseten şu olaydır: Hicret esnasında Hz. Peygamber Medine’ye girerken, ensarın küçük kızları evlerinden dışarıya çıkarak neşeyle şarkılar söylüyorlardı. Önlerinden geçerken Hz. Peygamber, “Küçük kızlar, beni seviyor musunuz.” diye sordu. Hepsi birden “Evet, ey Allah’ın Resûlü!” dediler. O da “Ben de sizi seviyorum.”13 buyurdu. 

Bazen çocuk sevgisi özellikle de torun sevgisi, Gönüller Sevgilisi’nin her türlü sıkıntı ve meşakkate katlanmasına sebep olabiliyordu. Bir gün Hz. Peygamber, torunları Hasan ve Hüseyin’i iki eli ile tutmuştu. Çocuklardan birinin ayakları kendisinin ayakları üzerindeydi. “Çık çık” diyordu. Çocuk, ayakları Allah’ın elçisinin göğsüne basıncaya kadar tırmandı. Sonra çocuğu öptü ve şöyle dedi: “Ey Allahım! Bunu sev, çünkü ben bunu çok seviyorum.”14 

Son Nebî’nin çocuklara yönelik sevgi ve şefkati, sadece mü’minlerin çocuklarıyla sınırlı değildi. Müşriklerin çocukları da dâhil bütün çocuklara ayrım gözetmeksizin aynı muhabbeti göstermiştir. Bir savaşta, savaşan kuvvetler arasında kalan çocuklar da hayatlarını kaybetmişlerdi. Bu iç yaralayıcı haberi aldığında, Sevgi Peygamberi’ni büyük bir hüzün kaplamıştı. O’nun böyle üzüldüğünü gören bir sahabî: “Ey Allah’ın Resûlü! Onlar müşriklerin çocuklarıydı.” deyince O; “Çocuklar, müşriklerin de olsa sizden iyidirler. Sakın çocukları öldürmeyin! Sakın çocukları öldürmeyin! Her insan İslam fıtratı üzerine doğar.”15 buyurmuştur.

Sevgi İnsanı, belirttiğimiz gibi sadece Müslümanların çocuklarına değil, diğer dinlerden olanların çocuklarına da ayırt edilmeyecek şekilde ilgi ve yakınlık gösteriyordu. Bu hususta şu olay oldukça dikkat çekicidir:

Yahudilerden bir (delikanlı) Resûlullah’a hizmet ediyordu. Bir gün hastalandı. Resûlullah onun ziyaretine geldi. Başucunda oturdu ve “Müslüman ol.” buyurdu. Çocuk, yanında durmakta olan babasına baktı. Babası da “Ebu’l-Kasım’a itaat et.” diye emretti. Çocuk derhal Müslüman oldu. Resûlullah oradan ayrıldığı vakit şöyle diyordu: “Onu benim vesilemle ateşten kurtaran Allah’a hamd olsun.”16

Harp esirleri arasında bulunan çocukların bile ihtiyaçlarını kalbinde hisseden Hz. Peygamber, Benî Kurayza esirleri arasında bulunan ergenlik çağına ulaşmamış çocukların, annelerinden koparılıp uzaklaştırılmamaları hususunda titiz davranmış ve aksine hareketlere kesinlikle fırsat vermemiştir.17

Biri hariç diğer çocuklarını kaybeden ve daima bunun hüznünü ve kederini yaşayan Hz. Peygamber; benzer durumdaki ebeveynlere, onların içinde bulundukları psikolojik durumun kendilerinde doğurduğu bilinçsiz ve duygusal tepkilerine rağmen, yine de maddî ve manevî destek vermekten hiçbir zaman kaçınmamış, yanlarında bulunmuştur.

İşte bunlardan birinde, çocuğunu kaybeden kadın ölen yavrusu için aşırı derecede ağlayıp dövünürken, Peygamberimiz onu teselli etmişti. Kadın, Peygamberimiz’i şahsen tanımadığı için, “Senin çocuğun ölmedi ki; sen bu acıyı bilemezsin.” demişti. Kadına, Allah’ın Elçisi tanıtılınca çok utanıp pişman olmuş, özür dilemişti. Peygamberimiz, şu sözleri ile o kadını teselli etmiş ve ümitlendirmiştir: “Yemin ederim ki sen, kendini çok sağlam bir duvar ile cehennemden korumuş durumdasın.”18

Aslında Allah’ın, uğruna bütün âlemleri yarattığını buyurduğu Resûlü’nün, Hz. Fâtıma’dan başka diğer bütün çocukları ya bebeklik çağında ya da genç yaşta ölmüşlerdi. Bütün bu felâketler ve acılar O’nun sadece gözlerini yaşartmış, Allah’a karşı en küçük bir şikâyette bulunmaya teşebbüs dahi etmemişti. Hz. Peygamber’in hayat ilkesi, bu tür felâket ve musibetlere karşı metanetle sabır göstermek ve tahammül etmek şeklinde özetlenebilir.

 

 

Dipnotlar:

1- Müslim, Birr, 7; Ebû Dâvûd, Cihad 94 (h. no: 2622); Ahmed b. Hanbel, II, 434

2- İbn Mâce, II, 1220; Ahmed b. Hanbel, IV, 5; Ebû Dâvûd, III, 219.

3- Ebû Dâvûd, Edeb, 136.

4- Buhârî, Ezan, 163.

5- İbn Sa‘d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, I, 134-135.

6- Sarıçam, Hz. Peygamber ve Evrensel Mesajı, 284.

7- Müslim, II, 291; Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, X, 96-97; İbn Sa‘d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, 1,136-137; el-Kastalânî, el-Mevâhibu’l-Leduniyye bi’l-Minehi’l-Muhammediyye, II, 69; Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed (Sîretü’n-Nebî), II, 657.

8- İbn Sa‘d, a.g.e., I, 140; el-Kastalânî, a.g.e., II, 70; Davudoğlu, a.g.e., X, 98.

9- İbn İshâk , es-Sîre, 251; Davudoğlu, a.g.e., X, 98.

10- Buhârî, I, 144; Davudoğlu, a.g.e., X, 96-97; İbn Sa‘d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, I, 137-138; Lings, Hz. Muhammed’in Hayatı, 447-448; Haykal, The Life of Muhammad., 453.

11- Dârimî, I, 3-4; Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 337.

12- Nesâî, s. 120; Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed (Sîretü’n-Nebî), II, 657.

13- Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 335 (naklen: Hüseyin b. Muhammed Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs fî Ahvâli Enfesi Nefîs, Kahire 1302,1, 385).

14- Eraslan, Keleş, Güzel Örnek Hz. Peygamber, 164.

15- Buhârî, Cenâiz, 80; Tefsir, 30; Kader, 3; Müslim, Kader, 22-24; Ahmed b. Hanbel, II, 315, 346.

16- Buhârî, Cenâiz, 79.

17- Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 337.

18- Buhârî, Cenâiz, 32, 43; Ahkâm, 11; Eraslan, Keleş, Güzel Örnek Hz. Peygamber, 169.