Özgür düşünmek için önce hürriyeti elde etmek gerekir. Kendini özgür sanmakla düşünceler özgürleşmez. İstediğini yapmakla, istediğin gibi hareket etmekle özgür olamazsın.
Kural tanımadan aklına düşeni yapmak, istediğin gibi hareket etmek ne demektir? İnsan denen meçhul varlık insaniyetini elde etmek ister. Bunun için gerçekten hür düşünceye sahip olmak gerekir.
Düşüncenin özgürlüğü, salt kendi başına gerçekleşemez. Bunun için duyguların da özgürleşmesi gerekir. Duygular da istiklalini hürriyetini kazanmalıdır. Çünkü bizi düşünmeye iten şey bilgi değildir. Harekete geçiren asıl unsur, duygudur. Dolayısıyla duyguların da özgürleşmesi gerekir.
İnsan da bulunan en önemli güç, merak duygusudur. İşte o duygu bizi harekete geçirir. Ama merakımızı olumsuz duygularla, kalıplaşmış düşüncelerle engellememek kaydıyla.
Şimdi şöyle bir bakalım: Biz neye göre düşünüyoruz?
Düşüncelerimize yön veren şeyler neler?
Düşüncemize yön verdiğine inandığımız şeyler bizleri nasıl etkiliyor?
Düşüncemizi nasıl bağımsız, özgür, istiklaline kavuşmuş kılabiliriz?
Biz neye göre duygulanıyoruz?
Bizi duygulandıran şeyler neler?
Bizim duygularımıza yön veren şeyler neler?
Duygularımızı nasıl özgür kılabiliriz?
Haydi hep beraber düşünmeye başlayalım.
Yetişirken bize sunulan ve bizim de hiç bir değerlendirmeye tabi tutmadan, hiç bir süzgeçten geçirmeden kabul ettiğimiz düşünce kalıplarımız var değil mi?
Bize verilmiş ve bizim de bir şekilde kabul ettiğimiz bu düşünce kalıpları, olayları o bakış açısıyla değer-lendirmemize, yorumlamamıza ve ona göre hareket etmemize neden olurlar. Bunun yanısıra bir de bizim kişilik yapımıza uygun düşen bizi bir cümle ile özetleyen anlayışımız vardır. Bu an-layışın yanında temel arzu ve temel korkularımız da mevcuttur.
İşte bu kalıp düşüncelere ve bir şekilde içselleştirdiğimiz anlayışlara göre hareket ettiğimizde bizler sanırız ki gerçekten doğru olanı yaptık. Harekete geçtikten ve olumsuz bir sonuca ulaştıktan sonra bu durumdan rahatsızlık duymaya başlarız. Ve bir kısır döngü içine gireriz. Bu döngü, bizim genel yaşam biçimimiz, hayata bakış açımızdır. Bu bakış açısının iki kanadı vardır. Bunlar temel arzularımız, isteklerimiz ile temel korkumuzdur. Sağlıklı olan döngünün bozulma noktaları da vardır. Bu noktalar kırılma noktamızdır ya da düzelme noktamızdır. Bu döngüyü kırmadan da doğru sonuçlara ulaşmak mümkün olmaz.
Özgür düşünceyi elde etmenin ya da düşüncenin istiklaline kavuşmasının ana unsuru, doğuştan var olan diğer deyişle fıtrata uygun olan bakış tarzını yakalamaktır. Bunun özünde de düşünmek için akletmek ve sorgulamak gerekir. Her duyulan söze itibar edilmemelidir. Hani "Size bir fasık bir haber getirdiğinde onu iyice araştırın." ayeti var ya ona çok iyi dikkat etmek lazım. İşte düşüncenin özgürlüğünde bu anlayış yatar. Yoksa taassup ve hile ortaya çıkar.
Duygularımız aslında bizim en karakteristik özelliklerimizdir. Kişilik yapısındaki genel özelliklerin yanında yetiştirilme şeklimiz ve ve yetiştiğimiz toplumun bize şırınga ettiği dostluk ya da düşmanlık, güzel ya da çirkin, iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış gibi değerler ya da bakış açıları duygularımızın yönüne etki eder. Bir şekilde onların etkisiyle hareket ederiz. Ayrıca bebeklik dönemlerinde duyguların sansür mekanizması yoktur. Yani ha bebek gibi ha bir hayvan gibi sadece iç itmelerin etkisiyle hareket ederiz. Bu durumun telafisi ve eğitimi vardır. Yani bizler iç itmelerimizi kontrol etmeyi öğreniriz. Bu da bize insan olma yolunda adımlar atmamızı sağlar.
Duygular ölçülendirilmediğinde, sadece tepisel olarak hareket edildiğinde toplumda bozgun başlar.
Genel kişilik özelliğimiz, yetiştirilme şeklimiz, aynı zamanda yetiştiğimiz toplumun değerleri ve yaklaşımları, hayata bakış açıları bizim duygularımıza etki ettiği için genel-geçer durumlara göre de duygulanırız. Mesela bir ağıt dinlerken duygulanırız. Oysa ağıt dinleyen görecektirki, ağıtı yakan sadece ölenin dünya hayatına yani nefsinin isteklerine göre yaşayıp yaşamadığını anlatıyordur. Hatta ölene ilişkin kendi isteklerini dile getiriyordur. Kendisine yaptığı iyi şeyleri anlatıyor, yapamadıklarını özlem olarak ortaya koyuyordur.
Dinle şarkıları, türküleri göreceksinki, sadece anlık, nefsin isteklerinden başka şeyler değildir. Bir cenazeye gidersin bakarsın herkes iç çekmekte ağlamaktadır. Çocuğun olmuştur, sınıfını geçmişsindir, dersten başarılı olmuşsundur, işe girmişsindir Fenerbahçe Liverpolu yenmiştir, Galatasaray Fenerbahçeye yenilmiştir, kaybettiğin bir şeyi bulmuşsundur, göç etmişsindir, sevdiğine kavuşmuş ya da ayrılmışsındır. Bunları çoğaltmak mümkün.
Evet, bizleri mutlu eden ya da hüzünlendiren şeyler bunlar gibi konulardır. Öfkelenmek ya da korkmak gibi durumları da düşünebiliriz. Gerçekten korkmam gereken işler mi ya da gerçekten öfkelenmeyi gerektiren konular mı? İşte bunu çok iyi görmek hissetmek gerekir.
Aslında baktığımızda, bizim duygularımıza yön veren şeylerin günlük ve anlık yani geçmiş ya da gelecekten uzak çok çok basit durumlar olduğunu değerlendirmek mümkündür. Çünkü çevremizdeki insanların olaylara bakış açısı bizim de bu şekilde duygulanmamıza, bu şekilde tepki vermemize neden olmaktadır. Böyle bir şeye kızılması gerekiyordur. Hoş karşılanmamalıdır onun için hemen öfkeleniriz. İşin ilginç yanı, kendimizin bile o kadar dikkat etmediğimiz konularda sırf o anda işimize gelmediği için ve bu arada içinde yaşadığımız toplumda bir yer edinmek için tepki veririz. Öfkeleniriz. İçselleştire-mediğimiz bir çok değer var. Bunları sıralamayalım.
Duygular nasıl özgürlüğünü kazanacak hürriyetini elde edecektir?
Aslında bu da çok kolay. Önce büyüdüğümüzü göreceğiz. Bebeklik dönemindeki tavırları bırakacağız. Ama içimizdeki çocuksu yönümüzü de yok etmeyeceğiz. Büyüdükçe yaratılış gereği olması gereken değerlerin kazanılması hatta içselleştirilmesi gerekir. Üstelik evrensel olarak kabul edilen değerlerin içerisi doldurulmalıdır. Dürüstlük evrenseldir ama içi dolaylı olarak boşaltılmış ve enayilik olarak görülmektedir. İnsanların çoğu şunu söyleyebilmektedir: "dürüst olmak gerekir, bu bir erdemdir. Ama hayatta dürüst olmak sana genellikle zarar verir." Burada durup bakmak gerekir. Dürüstlük iyi ve doğru bir erdemse neden dürüst olmayayım, neden zarar göreyim? Aksi için tek gerekçe var aslında, menfaat. Hayat sadece menfaatten ibaretmiş gibi.
Nedir menfaat? Herkes kendine göre doldursun.
.............................................................
Yaratanın verdiği özelliğe sahip olmak mı yoksa olmamak mı?
Evet, her mühendis yaptığı aletin-aracın kullanım klavuzunu yazar. Amaç, en yüksek verimi elde etmektir. O zaman duyguların eğitilmesi gerekir. Tasavvuf diliyle nefs terbiyesi eğitimi alınmalıdır.
Nefs terbiyesi dedikleri aslında duyguların eğitimidir. O zaman duygular eğitilecek. Bunun için nefs hastalıkları da denen değerlerin ve duyguların önce ortaya konması, tanınması, tahlil edilmesi gerekir. Bu arada boş durulmamalı, bunun için gerekli alt yapı oluşturulmalıdır. Duruma uygun ilaçlar alınmaya başlanırken eğitim, uygulamaya dayalı olmalıdır.
Bak Allah'ın sevgilisi Hz Peygamber'e ve inen her ayete.... Bir tedricilik söz konusu. Bir anda olup bitmez. İçki ayetlerinde olduğu gibi. Yavaş yavaş açıklama yapılmış ve en sonunda yasaklama söz konusu olmuştur.
Bizi harekete geçirecek merak duygusunu sürekli hazır tutarak, değerlerin kazanılması ve uygulamanın yapılması istenilen sonuca götürecektir.
Özüne dayalı olan psikoloji, özüne uygun alınan psikolojik destek ve yardım kişinin hem duygularını hem düşüncelerini özgürleştirir. Duygu ve düşüncelerine vurduğu prangalareın kalkması için fırsat tanır. Burada belirtilen özüne uygun psikoloji, güncel bilgilerle donanmış tasavvuftur. Güncel bilgilerle desteklenerek yapılan terapi ya da nefs terbiyesidir.
Sizler nasıl anlamak istiyorsanız o yönde bakın.
Ama bunun için önce, kişinin hasta olduğunu kabul etmesi gerekir. Hayatı boyunca maruz kaldığın her türlü olumsuzlukların, kişiliğinde ve kimliğinde yaptığı tahribatın farkında olması ve bundan kurtulmak istemesi gerekir. Doktorun önüne gelen hasta gibi olması gerekir. Ameliyat olayım ama canım yanmasın diye bir şey yok. Bana neşter vur ama hiç kanama olmasın, işin bitince hiç canım yanmadan hiç bir şey olmamaış gibi yaşamıma devam edeyim diye bir şey yok. Bütün yaşamın boyunca annenden, babandan, kardeşlerinden, yakın ve uzak akrabalarından, dost ve arkadaşlarından "kelek" yediğin zaman canın yanmamışmıydı? Hem de nasıl değil mi? İşte ilk anda nasıl yandın, üzüldün, düşüncelerin dengesini kaybetti. İşte böyle, bu durumdan kurtulmak için de canın acıyacak.
İnsanın kendisiyle yüzleşmesi gibi zor bir şey yoktur. Başka birisi olsa, işine gelmezse, istemezsen çeker gidersin ya da kovalarsın. Ama aynada gördüğün yüze bunu yapamazsın.
Evet dostlar işimiz çok zor ama imkansız değil.
Var mısınız düşüncelerimize istiklalini kazandırmaya? Duygularımızı ölçüye göre eğitmeye?
Haydi, zararın neresinden dönersen kardır deyip adım atmaya?
Hazır mısınız? Hep beraber "bismillah" diyelim adım atalım. y