Sanıyorum bilimin verilerini bilmeyen yok. Bilim, bildiğimiz gibi objektif, determinist ve üniversal olmak zorundadır. Yani maddenin birbirleriyle olan ilişkilerinden belirli sonuçlar çıkarıp, bu sonuçları da tüm dünyaya bu çerçevede kabul ettirmek zorundadır. Görüldüğü gibi bu tip bir bilim anlayışında zerre kadar finalizm yoktur. Yani bilim elektron çapında da olsa gayeciliğe karşıdır. Bilim, “Nasıl böyle olur?” demek için vardır. Niçinlere ise yaklaşamaz bile. Düşünün, bilimin doğmalarına göre bilim yapmak zorundasınız ve bu üç temel doğmadan ödün vermeden, finalist gerçeklere sırt dönerek, bulduğunuz şeylere gerçek ve doğru, zıttına da her ne olursa olsun, fanatikçe “bilim dışı” demek zorundasınız. Zorundasınız diyorum, çünkü bu anlattıklarım istisnasız tüm bilim adamlarınca kabul edilen şeylerdir.
Uzun sözün kısası şunu demek istiyorum: Bazı bilim adamları bu söylediklerimi aynen kabul ettikten sonra, bilimin verilerini yetersiz kabul etmesine rağmen, bu üç temel kaidenin dışına çıkılamayacağını kabul eder. Ama az önce dediğim bilim adamları her ne kadar bilimi böyle yapsalar da finalizmi reddedemiyorlar. Örneklendirecek olursak: “Elma nasıl olmuştur?” sorusuna cevap aramak bilim, “Elma niçin vardır?” sorusu bilim dışıdır. Yer çekimi kuvvetinin varlığı bilim, mahiyeti bilim dışıdır. Dünyanın nasıl yaratıldığını araştırmak bilim, neden yaratıldığı sorusu bilim dışıdır. Bunu çoğaltabiliriz.
Yani bilim adamları, bilim dışı saydıkları şeyleri gerçeğin ta kendisi de olsa, bilim dışı saymalarına veya saymak zorunda olmalarına rağmen, ekseri çoğunluğu finalizmi gerçek olarak kabul ediyor ama sırf bilim yapabilmek için reddediyorlar. Yani artık tüm amatör ve uzman bilim adamları; gayesi olmayan, subjektifi bilim dışı sayan bilimi ve verilerini korumaktan acizler. Ama yine de korumak zorundalar. Yoksa bilim yapamazlar. Tabi bu ölçüler içinde bilim adamlarının yine de ortak ağzı şudur: “Bilim dışı olan ama aslında gerçeğin ta kendisi olan şeyleri bile biz kabul etmemeli ve yine bilime dönmeliyiz.”
Ama bu ağız bilim yapmak için zorunlu olsa da “Aklın ve bilimin kavrayamadığı gerçekleri de inkâr etmek gerekmez, ne yapıp edip buna bir çare bulmalıdır.” diyen âlimlerin sayısı emin olun yüzde doksan dokuzdur. Bu çok sevindirici olmasına rağmen asrımızın insanı, bilim adamlarından daha çok bilime bağlı. Bilim nedir, nasıl yapılır?.. Akıl nedir, ne ölçüye kadar ona güvenilir?.. Bilim adamları kadar bilmedikleri halde, daha doğrusu cahilliklerinden ve birazda art niyetlerinden bilime bağlı, ehlinden daha çok tutkun ve ona tutsak olmuşlardır.
Hatta tüm dünya bilime taptırılmak istenmiş ve bu da oldukça başarılmıştır. Bakın şimdi asrımızın insanına, kendi yaptığı puta tapacak kadar komik ve sinir bozucu hale gelmiştir. Biyoloji Lat, astronomi Uzza olmuş, gerisi de onlara göre batıl, gericilik ve sapıklık olmuştur. Ne kadar komik, ne kadar iğrenç, ne kadar da acı, ne kadar da basittir. Neden mi basit? Herkes bilir ki bilim akılla yapılır. Yani aklın ürünüdür. Akıl nedir? Gördüğümüz objeleri gerçek sayan, onlar üzerinde fikir yürütecek kadar sınırlı, objelere hapsolmuş, bulduğu şeyleri de determinist kurallardan sapmadan tüm yoldaşlarına kabul ettirmekten öteye geçemeyen, zavallı, sınırlı bir aletimizdir. Şimdi sanıyorum, basitliğin ne boyutta olduğunu anladık. Çünkü kim diyebilir ki akıl sonlu değildir? Hiç kimse... Kim diyebilir ki sadece gördüklerimiz, yani objektif şeyler var, görmediklerimiz yok? Hiç kimse... Kim diyebilir ki insanın her şeyi sınırlı değildir? Kesinlikle hiç kimse...
Öyleyse sadede gelelim: Demek ki bilim, insanın ancak bir yönüyle işine yarayan, tek boyutta faydası olan aklın ürünüdür. O zaman akıl sınırlıysa bilim de sınırlıdır. Biz akılla ve bilimle bir yere varılmaz demiyoruz. Üstelik böyle yobazlıklara da şiddetle karşıyız. Yüce dinimiz de bilime teşvik eden ayetlerle dolu. Allah Teâlâ Kur’ân’da düşünmemizi, delil aramamızı, ilim tahsil etmemizi “İKRA” şumûllü emri ile emretmiştir. Bu da tartışmasız gerçektir. Ama aklın sınırlı, ilmin sınırlı olduğunu kabul ederek ona taparcasına bağlanarak ve her şey o sanarak değil. Zaten bilim, zerre kadar İslam’la çelişen bir şey çıkaramamış ve İslamiyet’e bilimin kendisi kuvvetle iman etmiştir.
Şu koca dünyada Kur’ân’la çelişen bilimsel bir buluş, ispatlanmış bir görüş gösterecek bir bilim adamı yoktur. Hiçbir zamanda asla olamayacaktır. Hem bu nasıl mümkün olsun ki? Aklı aşan ama akla uygun, bilimi çok aşan ama bilime uygun cevapları yalnız ve yalnız Kur’ân vermiştir. Yoksa insanlar daha çok dinleyeceklerdi, Aristo’yu, Sokrat’ı, Comte’u ve daha bilmem kimleri...
Allah’a sonsuz şükürler olsun. Habibi sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.) elçiliğiyle Allah (c.c.) bize Kur’ân’ı göndermiş, yüzyıllardır sorulan ama asla verilemeyen cevapları Resulü aracılığı ile insanlara vermiştir. Yoksa çok dinlerdik biz o filozofların kendilerinin bile inanmadığı ekollerini çok.
Felsefe ve düşünce tarihini birazcık tetkik edenler, felsefenin insanları psikopat, bunalımlı etmekten başka işe yaramadığını görürler. İnsanları yıllarca “Kimim, nereden geliyorum ve nereye gideceğim?” gibi sorulara cevap veriyormuş gibi göstererek asla ne kendilerini ne insanları fikri tatmine götüremediklerini görürler.
Demek ki bizim insanımızın göremediğini ama Avrupalıyı Müslüman eden, Aristo değil Geylani dedirten gerçeği görürler. Gazalî’nin Amerika’da üniversitelerde okutulduğunu bizimkiler görmemezlikten gelir; Hanslar, Georgelar, Ahmet olur, Hasan olur. Sözü uzatmayalım. Dünyanın en büyük bilim adamları, fikir adamları Müslümansa, bizim insanımız da Avrupa’nın onu elli yıl daha geç taklit eden ucuz taklitçiliğiyle giderse, onlar bizi galiba İslami ilimlerde, cihatta, hizmette de geçecekler.
Önceden Avrupalı bilime tapıyordu, bizim aklı azları da uzun yıllar taptırdı. Bizim cahiller hâlâ tapıyor. Önceden Avrupalı teknik ve makinaların esiri iken en azından şimdi arayış içinde. Bizimki ise medeni yaşamaktan dem vurup, bunalımlı ama bunalımı kendilerini İslam’a götürecek Avrupalıyı taklit ediyor. Ama onların bunalımsız zamanlarını. Aydıncıklarımızın da ancak bu kadar aklı sarıyor. Bizim görevimiz de insanımızı arayış içine sokmak ve Avrupalıdan önce davranıp akla akıl kadar, bilime bilim kadar, velhasıl her şeye kendi kadar değer vermeyi öğretmek, gerçeğin de ilmin de İslam’da olduğunu göstermektir.
Önceden meselelere “Bu, İslami mi değil mi?” diye yaklaşan Müslüman, artık “Bu, ilmi mi değil mi?” veya “Mantıki mi değil mi?” diye yaklaşıyor. Ayrıca yine bizim görevimiz, “Bu İslami mi değil mi diye herhangi bir mesele üzerinde fikir yürütülürken aynı zamanda bu ilmi mi değil mi, bu mantıklı mı değil mi, bu doğru mu değil mi demiş olduğumuzu da tüm inanana ve inanmayana göstermektir.