Ben Bilinci ve Bencillik Arasındaki Farkı Anlamak / Şenel İlhan Beyefendi’nin Sohbetinden

Rabbimizle ilişkilerimizin samimiyetine ve imanımızın gücüne delil olabilecek bizlerdeki en önemli kalbi duruş ihlâstır. İhlâs duygusu kalbimizin bir ameli olarak imandan hemen sonra gelir. Zira ihlâs olmayınca yapılan bütün ibadet ve ameller boşunadır. Kurban ibadetiyle ilgili olarak nazil olan şu ayet-i kerime ihlâsın önemini vurgulama noktasında çok açıktır:
“(Resûlüm!) Şüphesiz ki Kitab’ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et.” (Zümer, 39/2)
Yine bu konuyla ilgili hadis-i şerifler de çok fazladır. Ebû Ümâme el-Bâhilî’nin (r.a.) naklettiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Allah, ancak samimiyetle sadece kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.” (Nesâî, Cihâd, 24)
Yukarıda zikrettiğimiz manaya işaret eden birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerife bakınca dinimizde ihlâs denen kalbi duruşun ne kadar önemli olduğu açıkça görülür. Bu nedenle ben, hem kendi adıma hem de sevdiklerim ve talebelerim adına ihlâslı olmaya çok önem verir, aksi bir durumdan da çok korkarım. Mesela, Rabbime şükürler olsun ki merhametim bende çok baskın bir huyumdur. Öyle ki, merhametim sebebiyle iç dünyamda acınacak durumda olan, hemen her canlı varlık için, bazen ölecek kadar acılar yaşarım. Yine yakınlarımın çok iyi bildiği gibi cömertliğim de bende baskın bir huyumdur. Ama bilinmelidir ki, benim onlardan daha baskın olan özelliğim ihlâsımdır. Yani ben Allah için diye yaptığım her işimde önce ihlasıma bakar ona dikkat ederim ve ihlâssız amel işlemekten çok korkarım. Bu nedenle talebelerimin de dine ait her iş ve ibadetlerinde ihlâsa önem vermesini çok isterim.
Peki dinimizde ihlâslı olmak bu kadar mühim iken, aralarında zaman zaman mezhep imamlarımızı bile beğenmeyen pek meşhur hocaların, âlimlerin bulunduğu günümüz Müslümanlarının kahir ekseriyeti niçin ihlâslı olmakta zorlanırlar, bunun nedenini bilir misiniz? Bunun en kolay anlaşılır sebebi tüm insanların yaratılış olarak egoist, bencil olmaları ve hep kendi çıkarlarına yönelik menfaat odaklı yaşamalarıdır. Zira ben bilinci gelişmeyen bir insan doğal olarak egoisttir, bencildir. Mesela dünyada en yaygın olan ahlâki hastalık ne deseler, bu konuda araştırma yapan aklı başında her bilim insanı egoizm der. Egoizmin bu derece yaygın olmasının sebebi ise Batı kültürüne atfedilir. Ama Batı kültürünün asıl kaynağı olan Hristiyanlık aslında bencillik kökenli bir din değildir. Ancak günümüzdeki Hristiyanlar, gerçek Hristiyan değildirler, zira günümüz Hristiyanlarının dini hümanizmadır. Hümanizma ise toplumlarda bireyselliğin doğmasına sebep olmuş, bu anlayış ile aile mefhumu ikinci plana atılmış, bu da sosyal hayatta bencilliği ön plana çıkarmıştır.
İşte Batılılar bencil olunca insanlıklarını da yitirdiler. Bencilliğin insanların yapısına göre onlarda tezahür eden genel de üç farklı çeşidi vardır. Birincisi silik şahsiyetli kişilerin bencilliğidir, bu kişiler bencildirler ama çevrelerine yansıtmazlar da kendi iç dünyalarında bunu yaşarlar. İkincisi mutedil bencilliktir, normal de her insanda var olan bir bencilliktir. Üçüncüsü bencilliği çok yüksek derecede olanlardır. Bu kişilerin varlık duyguları çok güçlüdür, doğal olarak da bencillikleri de o nispette fazladır. Aşırı bencillikleri nedeniyle duygusal ve akli olarak da adeta körlük yaşarlar ve etraflarındaki insanların varlığından, ihtiyaç ve sorunlarından haberleri olmaz.
Burada önemli bir detay var ki onu hatırlatmak gerekir. Bu da korunması gereken benlik duygusu ile sakınılması gereken bencilliğin farklı olduğu gerçeğidir. Benliğimiz, bizi biz yapan güzel değerlerimizdir, bu değerlerimizi özenle ve ihtiyatla korumamız gerekir. Bizi kibre, gurura, narsisizme, egoizme dolayısıyla sadece kendi menfaat ve çıkarlarını önceleyen kişilerin içine düştüğü enaniyete götüren bencillikten ise korunmamız gerekir. Yani her zaman kendimize olan saygımızı korumalı, kendi müspet değerlerimizin farkında olarak yaşamalıyız. Bunları koruma adına verdiğimiz mücadele de o zaman ancak müspet anlamda bencillik olarak ifade edilebilir.
Dolayısıyla toplumsal baskıların ben bilincimizi yok etmesine müsaade etmemeliyiz. Yani bencil olmayalım ama ben bilincimizi de yitirmeyelim. Bugün Müslüman toplumların en büyük sorunu budur. Batı kültürünün etkisiyle kendi güzel kültürlerini küçük görüp unuttular. Batıdaki teknolojik gelişmelerin ve maddi refahın cazibesine kapılarak onlara karşı büyük bir aşağılık kompleksi içine düştüler ve onların teknolojileri ile birlikte kültürlerini de ithal etme hatasına, yanlışına düştüler.
Ben bilinci olmazsa olmazımızdır, ben bilinci olmayan kişiler kendi benliğinin kıymetini bilmeyen, kendi değerinden emin olmayan kişilerdir. Bu nedenle bu kişiler, kendi fikir ve düşüncelerinin arkasında duramaz ve sanki bütün doğruları başkası biliyormuş psikolojisine girerler.
Hatta ben bilinci olmayan bir kişi kendisini, Kur’anî tabirle “ahseni takvîm” olarak, yani en güzel şekilde yaratan ve yeryüzünde kendisine halifelik yüceliği bahşeden Rabbini bile doğru anlayamaz ve algılayamaz.
Ben bilinci bu kadar önemli olunca, çocuğunun iyiliğini düşünen, onun şahsiyetli, kendine güvenen, kendini seven kişilikli bir birey olmasını isteyen her aile, çocuğuna her şeyden önce “ben” bilincini aşılama derdine düşmelidir.
Ben bilincini aşılamada iki türlü yöntem vardır, sohbet yöntemi ve modelleme yöntemi. Modelleme yöntemi sadece ahlâki eğitimde kullanılır, psikoterapide kullanılmaz.
Modelleme, bizzat göstererek güzel ahlakın çocuğa kazandırılması demektir. Mesela bir ev düşünün ve o evin her odasında farklı bir dil konuşuluyor olsun, o evdeki bir çocuk da oyun oynamak için her odaya girip çıksın, bakarsın ki hiçbir şey yapmadan o çocuk bir zaman sonra odalarda konuşulan bütün dilleri konuşur.
Modellemenin de üç farklı yöntemi vardır. Birincisi yanında olarak modellemedir.
Yanında olarak modellemeye şu örneği verebiliriz. Hizmetçin sana çay getirirken yere döktü. Bu durumda: “Bana çay getirdiğin için sana teşekkür ederim, bununla iyi bir şey yaptın, ama dökmemek için dikkatli olsaydın veya şöyle yapsaydın daha iyi olurdu.” tarzında nezaketli yaklaşımdır. İkincisi, karşısında olarak modellemedir ki sadece hakaret edip azarlayarak “Çayı niye döktün, bu kötü bir şeydir bir daha yapma!” demek gibidir. Bu kaba davranışa muhatap olan kişi bu hatayı bir daha yapmasa bile bu eleştiriden sonra kendini yetersiz ve değersiz hisseder. Üçüncü yöntem ise hem yanında hem karşısında olarak yapılan modellemedir, kişinin kendini değersiz hissetmesine kapı aralamamak ve imkân vermemek koşuluyla bu yöntemi de kullanmak mümkündür.
Çocuklara sadece sohbet yöntemi ile ben bilinci kazandırılamaz; bu yöntem tek başına yetersiz bir yöntem olur. Dolayısıyla güzel ahlaka yaşamlarında değer veren ve onu kendi içlerinde yaşayan ailelerin çocukları da otomatikman güzel ahlaklı olurlar.
Hazreti Peygamberin (s.a.v.) ashabını eğitmesi de sadece sohbet ederek değil, onlara her konuda kusursuz bir rol model olarak olmuştur. Yani onları yaşantısıyla kendine hayran bırakarak etkilemiş, güzel ahlakın tüm şubelerini adeta onların kişilik ve şahsiyetlerine bizzat bir elbise gibi giydirmiştir.
Bizim birlikteliğimizde ashab ile Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ilişkisi gibidir, benim öğrencilerim benimle yaşayarak kendiliğinden dil öğrenen çocuklar gibi güzel ahlakı severek ve içselleştirerek öğrenir ve hayatlarına kural ve ölçü yaparlar. Sohbet ortamının manevi havası ve feyzi ise bu bilgi ve eğitimi adeta kalplere perçinleme görevi görür.
Ben sevdiklerime, arkadaşlarıma çok değer veriyorum ve onların en yüksek düzeyde ben bilincine sahip olmalarını istiyorum. Dostlarımın ben bilinci gelişmemiş, sadece enaniyet sahibi bencillerden olmasını istemiyorum. Bu bilgi hayati öneme sahip bir bilgidir; bir insan önce kendi değerlerinin farkında olmalı, ondan sonra nefsle mücadeleye girişmelidir. Yani kibirle, gururla, ucubla negatif anlamdaki bencillikle, enaniyetle mücadeleye bu bilince ulaştıktan sonra başlamalıdır. Bu bilgiyi bilmeyen insanların nefis mücadelesi yaparken zilleti tevazu sanmaları, vakarı kibirle karıştırmaları ve farkında olmadan İslam’ın izzet ve şerefini, insanların gözünde düşürmeleri kaçınılmaz bir akıbet olur.
Bir mümin ben bilincini geliştirirken şu ayeti asla atlamamalı, bunun bilincinde olmalıdır:
“Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” (Bakara, 2/257)
Kur’an’da iki türlü velayetten bahsedilir, birisi velayet-i amme ki yukarıdaki ayeti kerime buna işarettir. İkincisi velayet-i hassa ki evliyaullahın dostluğundan bahseder. “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Yunus, 10/62) ayeti de buna işaret eder.
“Velâyet-i ammeye tüm müminler dahildir, yani Rabbimiz onları dost olarak görmektedir. Bu ayete göre bizler veliyiz, buna iman ederek, bu inanç ve şuurla Allah bizim dostumuzdur diyeceğiz. Rabbimiz haşa abesle iştigal etmez, boş yere böyle bir şey söylemez diyerek, bu inancı içimize sindirerek, kendimize özelde “Allah benim dostumdur” diyeceğiz. İşte bu inançla devam edersek takva bilincimiz hızla değişecektir. Bu bilinci mutlaka tüm müminlerin ve bu sohbeti okuyan, dinleyen kardeşlerimin kalplerine acilen yerleştirmesi lazımdır. Bu bilinci takvalığımızla yukarılara taşırsak inşaAllah gün gelir velâyet-i hassadan oluruz. İşte egoistlik veya negatif anlamda ki bencillik o kadar kötü ki, bu konuda algısı kapalı ve bozuk olan insanlar bu ayetleri duyduğu halde bu ayetin hakikatini ve kendisine nasıl bir şeref kattığını algılayamıyorlar.
İnsanın ahlakı, mizacı üzerine kurulur. Mizaç, bir kişinin etrafında olup bitenlere verdiği tepkileri belirleyen doğuştan gelen karakter ve kişilik özellikleridir. İnsanın mizacı çalışmakla yok olmaz, eğitimle iyi yöne evrilir ki İslam bu çabayı önemser ve buna nefsle yapılan cihad adını verir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) insanlığa nefsi terbiye ve kalbi tasfiye için yani güzel ahlakı öğretmek ve yaşatmak için gönderilmiştir. Mesela bir kişinin mizacında enaniyet baskınsa aslında bu mizaç onun kabiliyetli olduğunu gösterir, ama aynı zamanda kötü birisi olduğunu da. Burada önemli olan kötü yönünü iyiliğe çevirmek, mesela kibrini vakara çevirip güzel huylu bir birey haline gelmektir. Bencilliğimiz varsa bile onu hayra kanalize edeceğiz, zira bencil adam bu huyunu değiştirmedikçe ihlâsı elde edemez. Yani insanlarla ilişkilerinde önce ben diyen bir adam, karşısındaki insanlara empati kurup onları anlayamadığı, onlarla dostluk ilişkilerine giremediği gibi, Rabbine karşı da bencilliğini kendiliğindenlikle sürdüreceği için sadece Allah’ın rızasını amaçlama anlamındaki ihlâs duygusunu anlayıp o duyguyu yakalayamaz.
İsra suresi 31. ayette Rabbimiz, “Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.” buyuruyor. Bu ayetten anlıyoruz ki insanlardan bazıları yoksul veya fakir kalsalar, çocuklarını bile öldürecek kadar bencil olabiliyorlar. İnsanın kendini bu duruma düşmekten koruması, buna sebep olan bencillik ve enaniyet denen manevi marazın ve ahlaksızlığın düşmanı olması gerekir.
O halde Allah’ın (c.c.) rızasını önceleyeceğiz, menfaat için ibadet yapan veya menfaat için dinini kullananlardan olmamaya gayret edeceğiz. Bu şuuru elde etmek için Allah’ı (c.c.) kendimize dost bilerek işe başlayacağız ve dost bilerek yaşamaya çalışacağız. Böyle yaparsak Allah sevgisini de kolaylıkla elde edebiliriz. Zira Allah’ı sevmeyen bir insan iman edemez veya ona sevgisi her şeyden çok olmayan da kâmil imanı elde edemez, bunun için devamlı: Allah’ı seviyorum; Allah benim dostum diyeceğiz ve bu sevgiyi yitirmeyeyim psikolojisi ile kulluğumuzu ve ibadetlerimizi ifaya gayret edeceğiz. Namaz ibadetinin önemini ve mesajlarını anlamak için çaba göstereceğiz. Namazın bize verdiği önemli bir mesaj da şöyle açıklanabilir: Namaza önce dimdik bir duruşla başlarız, bu dik duruşla aslında varlığımızı ortaya koymuş oluruz. Sonra çok değer verdiğimiz benliğimizi rükû ve secde ile Allah’ın huzurunda önce eğer sonra daha büyük bir tazim ve saygıyla secdeye yatırırız. Böylece, “Ey Rabbim en değer verdiğim benliğimi senin huzurunda secdeye kapandırmak suretiyle sana sunuyorum.” demiş oluruz. İşte namaz ibadeti böyle çok anlamlı ve çok önemli bir ibadettir. Şahsen ben namaz olmasa yaşayamazdım diyorum ve namazı çok seviyorum. Gerçekten bir Müslüman namazı nasıl yeterince önemsemez veya yeterince sevmez buna da anlam veremiyorum. Dünyada namazdan daha güzel bir şey yok ki. Zira namaz dostunun huzurunda olmaktır. Allah’tan daha değerli bir şey var mı ki dünyada O’na tercih edebileceğimiz, elbette yok. O halde namaz kılarken sadece Allah’ı düşün. Ve bunu düşünürken onun sana çok yakın bir şekilde canlı olduğunu ve kendi mukaddes zâtına has duygularının da var olduğunu bilin. Üstad Bediüzzaman bunu güzel bir şekilde açıklar. İşte bu nedenle Rabbimiz kendine has duygularıyla, yarattığı kullarının tevbesini sever, bunun için sevinir, günahlarına ise gerektiği kadar kızar veya üzülür. Bu konuları ifade eden hadis-i şerifleri de böyle anlamak gerekir.
Evet, işte bu önemli bilgiler doğrultusunda benliğimizi koruyarak nefs ile mücadele modundan ayrılmadan kulluğumuzu yerine getirmemiz gerekiyor diyerek sohbetimizi noktalayalım.
Allah’a emanet olunuz.
(Bu yazı Şenel İlhan Beyefendi’nin sohbetlerinden bir derlemedir.)