Bazen herhangi bir olayda ve durumda acımak, sadistlik derecesinde merhametsizlik ve acımamak olabildiği gibi, kimi zaman da zerre kadar acımamak ise merhametin ve adaletin ta kendisi olabiliyor… Hatta ancak dar kalıplarla düşünebilen ölçüsüz bazı kafaların çarpık ve çürük adaleti ise, icraata sokulduğu zaman gerçekte tam bir zulüm ve adaletsizlik olabiliyor... Öyle ki, kimi durumlarda basiretsiz gözlerle adaletsizlik, eşitsizlik gibi algılanan çoğu olay ve durumlar ise, aslında yerli yerine konmuş adaletin ve doğrunun ta kendisi olabiliyor. Nasıl mı? Şöyle ki, bir merhametli çoban düşünün ki, o çobanın sorumluluğunda birçok koyun ve kuzu var. Onları otlayacak, sulayacak ve kurttan kuştan koruyacak.
Şimdi, o merhametli çobanın korumakla yükümlü olduğu koyunlarını, ani bir kurt saldırısında kurtlara kaptırmamak için, o gözü dönmüş yırtıcı vahşilere zerre kadar acımadan ve hiç tereddüt etmeden onları alınlarından vurması, korumakla yükümlü olduğu koyunlara merhametin ta kendisi değil midir? O an, yani kurtlar saldırdığında, zavallı masum müdafaasız kuzuların tek sahiplisi konumunda olan o çobanın kurtlara acıması, zavallı koyunlara hiç bilmeden yaptığı gerçek bir sadistlik değil midir? Hatta o durumda çobanın zerre kadar tereddüt etmesi bile merhamet gibi görünen zayıflık, acizlik hatta korkaklık değil midir? Evet, şu koca ve kocamış dünyada, her şey birbiriyle iç içe ki, sevgi nefretle karışmış, kin şefkatle... İnsanlarsa, yukarıda da dediğimiz gibi acıdığını sanarak sadist. Sevdiğini sanarak sevgisiz ve kin dolu... Ve hele hele adalet dağıttığını sanarak ise çoğu zaman zalim... İster bilinerek isterse bilinmeyerek olsun durum bu.
Çünkü insanlar ölçüsüz, insanlar hasta ve cahil... Ve bazı ukala mı desem veya hayâsız mı bilemem ama, öyle garip insanlar vardır ki şu dünyada, tek kelimeyle tuhaf!.. Öyle ki, hiç utanmadan oturur, vesvesesini tefekkür sanır da kıt beyniyle fikri ahkâmlar kesip dünyada adaletsizlikler, eşitsizlikler arar. Ve “Vay efendim, çocuklar depremlerde neden ölüyor?” veya “Niye Etyopyalılar aç?..” gibi düşüncelerle, kendini hakim, Allah'ı (Celle Celalühu) mahkum edip -haşa- yargılar. Hem de merhamet adına, adalet adına ve eşitlik adına...
Sonra hayrettir ki, en küçük atomdan en büyük galaksilere kadar kâinatın eşsiz nizamını görür ve sayısız adaletsizlik gibi görünen ama tam bir adalet ve düzenle işleyen kâinatın harikalığını biyoloji, astronomi gibi ilimlerle anlar da hayretler içinde aklı ve kalbi aciz kalır, küçülür. Ama sadece bakış açısı farkıyla cenneti dünyada arayıp, imtihan dünyası olan şu dünyanın imtihan gereği adaletsiz gibi görünen gerçek adaletli düzenine akıl erdiremez de, isyan eder, kâfir olur, münafık olur, asi olur.
Galiba şu ihtiyar dünya, artık ömrünün sonuna geldi. Çünkü ne yazık ki bu düşünmekten aciz kafalara kaos içinde görünen dünyamız, maalesef kendini sadece beden sanıp ve bedeninin zevkleri ve ihtiyaçları peşinde koşan veya basitçe karnını doyurmak için savaş verip ve büyük bir sadakatle taptığı ten mezbelesinin diğer küçük ihtiyaçlarını karşılamak için her türlü adaletsizlik ve haksızlığa kucak açan zavallı insanlar dünyası haline geldi. Çünkü adil olan buydu. Yani bu garip kafalı insanlara yaşamak için verilen, yine bu garip dünya...
Tıpkı ayetlerle ve hadislerle anlatıldığı gibi “layık olduğumuz biçimde idare.” Evet, şu bir gerçektir ki dünyada adaletsizlik içinde adalet var ve bu da, gerçek adalet... Mesela, herhangi bir köye yolunuz uğradığı zaman, yıkık dökük ve klasik köy evlerini, her evden en az on metre uzaklıktaki tuvaletleri; ağızlarını şapırdata şapırdata üstünde yemek yedikleri ve sofra tahtası ismi verilmiş kir pas içindeki ilkel aletleri ve bakımsızlıktan uyuz olmuş, üzerinde her türden sinekler uçuşan atları; çocuklarının perme perişan halleriyle mendil olarak kullandıkları ceket kolları gözünüze çarpar.
Tabii yukarıda da anlatmaya çalıştığımız gibi çarpık ve sapık marksizmtrak adaletli gözlerle bakarsanız, işte o zaman haşa, Allah'tan (Celle Celalühu) daha çok merhametli kesilip, “Bu ne adaletsizliktir, bu ne haksızlıktır!” diye uzun havalar söyler, saçmalar durursunuz. Ama bir de adaletsizlik gibi görünen ama her şeyin yerli yerince konduğundan zerre kadar şüphesi olmayan basiretli Müslümanlar gözüyle bakarsanız, bu insanların hiç de sizin sandığınız gibi acınacak insanlar olmadığını görür, en azından düşüncenizde dürüstlüğü ve adaleti yakalarsanız. Ve tabii Rabbimin ibretli hükmündeki hikmetlerden müthiş hayrette kalır, ürperirsiniz. Ve hemen şunu da belirtelim ki, biz bunu kesinlikle tüm köylülere demiyoruz, sadece ve sadece anlattığımız gibi olanlara dediğimizse açık.
Her neyse, evet, işte milletin efendisi denilen bu köylüler; bazen de bir karış toprak için birbirini boğazlarlar ve bulgur pilavının yanına iki tane daha kelle soğan koyabilmek içinse çekinmeden yalanlar söyler, rahatça da haram yerler. Çalışmak ibadettir diye de ya hiç namaz kılmaz ya da “cırt cırt” namazları kaçırır ve tabi oruçlarıysa mütemadiyen yutarlar. Durum böyle olunca da doğal olarak yukarıda da saydığımız gibi, o anlaşılması güç özellikleriyle de basit basit olan küçücük dünyaları için cesurca, sonsuz ve ebedi saadetlerini hiçe sayıp, ilkel bir sofrada yemek yer, yine tarih öncesi tuvalete uğrayıp ömür tüketip sürünür giderler. Cahilce, bedevice ve ahmakça...
Sözün özü şu: Biz diyoruz ki, gelin İslami ölçülere göre acımamayı, merhameti, cihadı, sevgiyi kısacası her türlü düşüncemizi ve yaşantımızı düzenleyelim. Babamızdan dedemizden işittiğimiz veya kıt beyinli hoca taslaklarından duyduğumuz ve İslami ölçü kabullendiğimiz ama gerçekte örfi ve uyduruk ölçülerden soyutlanıp, gerçek İslami ölçüleri gerçek Müslümanlardan yani Allah dostu âlimlerden öğrenelim.
Yoksa köylümüzle kentlimizle halimiz ortada. Allah dostu âlimlerde apaçık belli. Şimdi, nefslerinize acımayarak size acıyan bizi dinleyip kendinize acıyacak veya kendinize hiç acımadan zulmedip, bu hak dostu âlimlerden kaçacaksınız. Neyleyelim, dünya imtihan dünyasıdır. Ve tabi karar da sizin...
Allah (Celle Celalühu) yar ve yardımcımız olsun.