Tasavvuf, Mürşidi Kamilin Gerekliliği ve S.Muhammed Raşid Hz. Hakkında Yaptığımız Mülakatı Molla Yahya el-Abasinin Hatırasına yeniden yayımlıyoruz. FEYZ: Efendim, Seyda Muhammed Raşid Hz.'leri ile ne zaman tanıştınız? MOLLA YAHYA HZ.: Elhamdülillahi Rabbil Alemin, vessalatü vesselamü ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi vesahbihi ecmain.
Seyda Hz. (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) ile sene 1955'te Kasrik köyünde tanıştık. Biz orada Gavs (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) hayatta iken, Gavs (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) 'ın ziyaretine gittik. Gavs'tan (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) tövbe aldık. Seyda Hz. orada idi, o zaman okuyordu. Gavs (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) 'ın yanında o zaman Seydamızla (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) tanıştık. Ve ondan sonra, biz Gavs'ın yanına gidip gelince Seydamızla tanışmamız fazla oldu. En sonunda Seyda Hz. (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) ile beraber vazife yaptık. Gadir'de o imam idi, ben onun müezzini idim. Beraber yola çıktık ve ta ki vefatına kadar, artık tanışmamız nasib oldu elhamdülillah.
FEYZ: Efendim, Seyda Hz.'nin (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) ahlakından bahseder misiniz?
MOLLA YAHYA HZ.: Seyda Hz. (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) kamil ahlak üzere idi, faziletli ahlak üzere idi. Evvela, Gavs (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) hayatta iken, hizmeti sever ve hem gelen misafirlerin hem de evin hizmetini yapardı. Seyda Hz. (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) bile istisna mübarek, çorbayı kendi eliyle sofilere veriyordu ve her hizmeti yapıyordu. Hem evin hizmeti, hem de caminin hizmeti, hem de sofilerin hizmeti... Ve Gadir'deyken bir değirmenleri vardı. Akşama kadar o değirmenle meşgul olurdu. Tabii hizmetin fazileti çok fazla. Çünkü insan mesela tesbih çekiyor, salavat çekiyor, o bir zaman sonra bitiyor. Fakat hizmet öyle değil... Diyelim ki bir yemeği getirdiğin zaman o yemekten yemesen, yiyenlerin hepsi o yemek kadar, devam edip, ibadet ve taate devam ettiği müddetçe o yemek sahibi de sevap alıyor.
Bunun için Seydamız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) tabii taat ve ibadetten geri kalmamak üzere bütün hizmeti yapardı, her türlü hizmeti yapardı. Ondan sonra Seydamız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz), Ahlak-ı Muhammediyeye sahip idi. Yani şefkatli, merhametli, vakarlı, tevazulu, cömert bütün bunlar Seydamızın başlıca ahlakları idi. Yani şefkati, merhameti herkese şamil idi. Herkese şefkatli, merhametli idi. Hatta bu şefkatinden, merhametinden bir misal olarak son vefat edeceği zaman vefatından 15 gün önce Afyon'daydık, yanındaydık. Kendisine; ''Afyon nasıl Seyda Hz.'lerine havası iyi geliyor mu acaba, Seyda Hz.'nin hoşuna gidiyor mu? '' diye sorduğumuzda,
''-Evet'' dedi. ''Afyon'un havası çok hoş, bakıyorsun mesela biz güneşteyiz, güneşin hiçbir tesiri yok. Şimdi Menzil çok sıcaktır'' dedi. ''Dedim öyle ise Seyda Hz. daha erken daha evvel gelirse ve daha fazla kalırsa daha iyi değil midir? '' Dedi ''öyle ama, ben burada çok üzülüyorum, çok sıkılıyorum...
Hayır ola dedim; dedi: ''Sofiler gelir, cemaat gelir. Burada bir fırınımız yok, mutfağımız yok, onlara çorba çıkaramıyoruz, ekmek çıkarmıyoruz, işte aç geliyorlar, aç gidiyorlar, ondan dolayı ben çok üzülüyorum. İnşallah bu sene hem mutfak, hem bir fırın yapacağız, artık gelen sofilere bir çorba vereceğiz, dağıtacağız, o zaman ben rahat ederim'' dedi. Demek ki o kadar şefkati, merhameti vardı. Sofilerin herşeyiyle meşgul olurdu. Mütevaziliğiyle, bu kadar gelen cemaat, bu kadar gelen alem olmasına rağmen, hiçbir zaman Seyda Hz. bir zerreyi miskal değişmemiş, öyle birşey görülmemiş.
Yani Seydamız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) bile, kendi haşa ne kaba, ne yükseliş. Aynı eski hali ne ise, o hal üzerinde idi. Yani ne elbisesinde ne giyinişinde ne kalkış oturuşunda hiç zerreyi miskal değişiklik yoktu. O tevazu idi, hepsina karşı mütevazilik gösterirdi. Ondan sonra cömertlik, o gelen misafirlere o kadar yemek, o kadar ikram, o kadar çorba verirdi hoşlukla verirdi ve Seydamız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) tamamıyla ahlakı Muhammediye (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve kamil ahlak sahibi idi. Sünneti seniyyeye mutabakat ederdi. Hiçbir zaman sünneti seniyyeden ayrılmazdı. Hiçbir gün birisinin ne gıybeti, ne birisinin aleyhinde konuşma, insanlar görmedi, mümkün değildi. Ne kimsenin aleyhinde konuşur, ne de kimsenin gıybetini yapardı.
Birisinden bahsedildiği zaman Seydamız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) onu güzel bir şekilde anlatırdı, ondan sonra onun iyiliğinden bahsederdi, hiçbir kötülüğünden bahsetmezdi, sabırlı ve vakurdu. İşte ahlakı öyle idi. Mesela karşısında olan, o kadar mesela hakaret yapıldı ona, kendisine parmağından zehir verildi. Yine Seydamız ne intikamın peşinde oldu, ne de birşey yapılmasını söyledi. Herşeye karşı, Seydamız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ahlakına sahipti. Ahlakı Muhammediyeye sahipti. Fakat tabii bizim Seydamızı (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) tamamıyla anlatmamız mümkün değildir. Yani biz ne kadar anlatsak yine ancak denizden bir katre damla anlatabiliriz. Fakat Seydamız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) yani şeriati ve İslamiyeti temsil eden yani İslamiyetin bir mücessip bir numunesi idi. Görüldüğü zaman İslamiyetin ne olduğunu insan anlardı. Seydamız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) böyle bir fedayi ahlaka, kanaate sahipti.
FEYZ: Efendim, Seyda Hz.'nin (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) ilme verdiği önemden bahseder misiniz?
MOLLA YAHYA HZ.: Seyda (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) tabii ilme önemi de çok fazla idi. Mesela Menzil'de o inşa ettirdiği bir medrese vardı büyük bir medrese vardı. Afyon'da yine böyle talebelerin okuduğu, mesela yine Ankara'da oğluna medrese yaptırdı. Hepimize tavsiye ederdi, yani ilmi tavsiye ederdi, yani alim olun derdi. Ve Seydamız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) çok sefer mesela cehaletle bir yere varılmaz, illa ilimle ulaşılır, hatta bunun üzerine bir misal, bir hikaye getirirdi. Yani ilim olmasa insan bir yere ulaşamaz, ilim lazımdır, yani bir yere ulaşmak için ilim lazımdır. İşte buna bir misal de şöyle getiridi: Bir sefer dedi, ''İki kardeş var idi, babaları vefat edince bunların ikisi de kendilerini Allah (Celle Celalühu) yoluna vermek istediler. Birisi dedi ben evvela gidip okuyacağım, alim olacağım, ondan sonra ben kendimi ibadete vereceğim. Birisi de dedi, alim olmaya kadar acaba zaman olur mu olmaz mı, en iyisi ben şimdi gidip ibadet yapacağım, ibadetle meşgul olacağım. Birisi ibadete gitti, birisi ilme gitti. Ondan sonra ilme giden bir müddet okuduktan sonra, biraz ilim anladıktan sonra, bir gün dedi ki, ben gideyim kardeşimi göreyim, kardeşimin ahvalini durumunu öğreneyim, hangi haldedir, hangi durumdadır.
Kardeşinin yanına geldi baktı ki, hakikaten kardeşi çok taat ve ibadetle meşgul. Yani taat ve ibadeti, onun zayıflığından, onun simasından bellidir. Sevindi, elhamdülillah dedi. Kardeşim taat ve ibadet bu kadar yapıyor, keyfe geldi hoşuna gitti. Fakat bir de baktı ki, böyle kardeşinin sarığının ucunda siyah bir şey var, bir şey görülüyor. Allah Allah, dikkat etti, bunu fare kuyruğuna benzetti. Kardeşim hayırdır, nedir bu senin sarığındaki?.. Hiç sorma dedi abi, hiç sorma, hiç bahsetme dedi. Nasıl yani dedi. Ben namaz kılarken bir fare devamlı önüme gelirdi beni meşgul ederdi, benim hayallerimi, düşüncelerimi değiştirirdi, benim huzurumu kaçırırdı. Ben de bir gün vurdum, öldü. Ölünce ben dedim bunun vebalinden nasıl kurtarayım, en iyisi bunu sarığımın altına koyayım ki, vebalinden kurtarayım. Onun alim olan abisi dedi ki: Senin o kadar namazın hep fasıktır, hep bozuktur. İşte Seydamız ilmin değerini bu şekilde anlatırdı. İlim olmasa insan salih ibadet yapamaz bunun için ilim çok değerli, çok önemlidir. Seydamız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) bu şekilde söylerdi.
FEYZ: Efendim, mürşidi kamilin gerekliliğinden, ahir zamanda mürşide bağlanmanın gerekliliğinden bahseder misiniz?
MOLLA YAHYA HZ.: Evet, insanda fıtri olarak, yaratılış itibarıyla bazı eksikler var. Hele hele emraz-ı kalbiye dediğimiz, kibir, hased, ucubdan, nadir sayıda insan, bunlardan kurtulur. Yani insanın çoğunda bunlardan var. Hırs, dünya muhabbeti, buhul vardır. İşte bu emraz-ı kalbiyenin izalesi yolu, tasavvuf yoludur, tasavvuf ve tarikattir. Çünkü o konudan bahseden ilim tasavvuf ilmidir. Tabii, tasavvuf ilmine girmek de sadece okumakla olmuyor. Sen tasavvufun mesela, binlerce kitabını okusan, o tasavvufun bir hakikatına varamazsın. Evet, okuyorsun biliyorsun ama, tatbikatı yok. İşte bunu tatbik etmek için, bu emraz-ı kalbiyeden kurtulmak için, mürşid-i kamile çok büyük ihtiyaç vardır. Yani, ahir zaman olmasa dahi, yine mesela bu İmam-ı Şafii gibi, İmam-ı Azam gibi zatlar, bunlar nasıl ki tasavvufa dalmışlar, tasavvuf ilminden istifade etmişler, bir pirden, bir mürşidden istifade etmişler, aynen onun gibi...
Mesela İbn-i Abidin, İmam-ı Azamın talebelerini sayarken, Süfyan-ı Sevri diyor. Süfyan-ı Sevri, İmam-ı Azam'dan hem fıkıh ilmi almış, hem de tasavvuf ilmi almış, İmam-ı Azam aynı zamanda bir irşad vazifesi yapmıştır. Mesela İmam-ı Şafii'nin bu hususta dediği sözü dikkate değerdir. ''Ben bekardım ve şeyhime gidip, ona halimi arzettim.'' Eğer Cenab-ı Mevla, birisini kamil ahlak üzere yaratmışsa ve ahlakı çok güzel ise, onun belki ona ihtiyacı yok ama, böyle kişi binde bir bile bulunmuyor. Allah'ın (Celle Celalühu) adeti öyledir, herşeyin terbiyeye ihtiyacı olduğu gibi, insanın da bir mürebbiye ihtiyacı vardır. Mesela nasıl ki bir meyva ağacının bakımı yapılmazsa, onun aşısı yapılmazsa, gübresi, suyu verilmezse, meyvesi güzel olmuyor. Fakat insanın bakımı ile beslenen, mutlaka daha güzel, daha iyi meyve veriyor. İnsan da aynı böyle, insanın da bir mürebbiye ihtiyacı vardır. Kitap okumakla insan, hastalığını belki biliyor, teşhis ediyor, fakat tatbik bilemiyor. Nasıl ki mesela birisi, bir doktorun yanında çalışmazsa, kendiliğinden kitabı okusa, hastalık bu diyor fakat ama birisi ona dese ki ben hastayım, o zaman o, vallahi diyecek ben anlamam, ben doktor değilim...
İşte böyle de mürşid-i kamiller de kalbin doktorlarıdır. Kalp hastalıklarının tedavisini Cenab-ı Mevla, onların sayesi ile tedavi ediliyor. Tabii ki hakiki hidayetini Allah (Celle Celalühu), hakiki irşadını Allah (Celle Celalühu) veriyor. Bunlar ancak vesile olurlar, sebep olurlar. Mürşid-i kamilin şartlarında ise, tabii ki alim olacak, amil olacak, bir mürşid eli tutmuş olacak, o mürşid ta Resulullah'a (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gidecek ve Resulullah'ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ahlakına sahip olacak. İşte bu şekilde olan bir mürşid-i kamilin, sözünden ziyade, hal ve hareketinden sofi istifade ediyorve mürid o şekilde Allah'a (Celle Celalühu) yaklaşıyor. Nasıl ki sahabe-i kiram , Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ahvalinden etkilenirlerdi, nazarından etkilenirlerdi... işte bu da öyle. Onun için mürşid-i kamile çok büyük ihtiyaç var. Yani kim olursa olsun, bila istisna herkese bir mürşid-i kamil, bir rehber, bir üstad lazımdır....