Kasım Yağcıoğlu Efendi (Halveti Yoluna Yolculuk)

Feyz: Öncelikle, Pir Şaban-ı Veli'den bahseder misiniz?

Kasım Yağcıoğlu Efendi: Pir Şaban-ı Veli hazretleri Anadolu'da en son yetişen mürşidlerdendir ve Halvetiye'nin de Şabaniye Kolu'nun devamıdır. Halvetiye Tarikatının Şabaniye Kolu'nun kurucusu olan Şeyh Şaban-ı Veli'nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Muhtemelen 15. asrın sonunda veya başında Taşköprü ilçesi merkezinde dünyaya gelmiş, anne ve babasını henüz çocukluk çağında iken kaybetmşi ve yetim olarak kalmıştır. Akrabasından bir kadın kendisini evlatlığa almış, evvela Kur'an-ı Kerim öğrendikten sonra ilk mektep bulunmadığı için medreseye girmiştir. Bir müddet medresede okuduktan sonra ilmini genişletmek ve bilgilerini artırmak üzere Kastamonu'ya gelmiş ve şehrimiz ulemasından da bir müddet tahsilini yaptıktan sonra karayolu ile İstanbul'a gitmiştir.

Şaban Efendi İstanbul Fatih civarındaki Medreselerinden ilmini tamamlamıştır. İslam Dini'ne ait ilimleri ikmal ettiği için hocasından ilim neşrine ait icazeti almıştır.
Bu sırada Bolu'da Hayrettin Tokadi namında alim ve kamil bir zatın bulunduğunu duymuş ve bir gece rüyasında "Memleketinize sıla yapınız" hitabı ile karşılaştırmıştır. Uykudan uyandıktan sonra Kastamonu'ya gelmek hususunda içinde şiddetli bir arzu uyanmış ve bir iki yol arkadaşı bularak İstanbul'dan bu arkadaşları ile beraber yaya olarak yola çıkmışlar ve nihayet bir akşam üstü Bolu'ya gelerek Hayrettin Tokadi'nin tekkesi yanında bir hana inmişlerdir. Zikir seslerini duyan Şaban Efendi arkadaşlarından ayrıldıktan sonra Hayrettin Efendi'nin yanına gitmişler ve dervişlik elbisesini giyerek tam 12 sene Hayrettin efendinin Tekkesi'nde kalmışlar, bu suretle nefislerini dünya sevgisinden uzaklaştırmışlar kendileri güzel ahlakın bir timsali olarak yetişmişlerdir.

Hayrettin Efendinin yanında bulunurken birçok dervişlerle görüşerek onlara İslam Dini'nin ve tasavvufun inceliklerinden bahsederek tenvir ve irşatta bulunmuşlardır.
Şeyh Hayrettin Tokadi, Şaban Efendi'de gördüğü büyük kabiliyet ve istidattan dolayı Kastamonu halkını tenvir ve irşat için kendisine icazet vermiştir.

Feyz: Halvetileri diğerlerinden ayıran özellik nedir?

Kasım Yağcıoğlu Efendi: Kelime olarak halvet; örtünme, aklanma ve bilinmeyen hazine manalarına gelir. İnsan bazen tanıyamaz ve kendini zor keşfeder. Burada bir halveti müntesibi kendini tanımasına görmesine kendindeki hazineleri keşf etmesine yardımcı olur. Bunun içinde bizim yolumuzda teslimiyet öncelikle önemlidir. Teslimiyet, bize Peygamber Efendimizin dedesi İbrahim (as.) dan gelmiştir. Bu teslimiyet öyle bir teslimiyettir ki ben sana çok güveniyorum demektir. Teslim olak, teslim olduğuna çok güvenmektir. Allah'a teslim oldum dedikten sonra bütün dünya sana düşman olsa sen hiç korkma. Onun varlığının içerisinde başka bir güçten korkma! İnsan yaratıcının yanında bir beşer ve fanidir ve öyle durması gerekir. Biz o faniliği yaşayamıyoruz. Tevhid de bir usul vardır. La maksude İllallah, La mevcude illallah, La faine…illallah. Sen Allah'ın varlığında fani olabildin mi bir kere? Öyle lafla değil, özüyle sözüyle fani oldun mu? Başından yağmur gibi atom bombaları yağsa yine sana bir şey olmaz, Çünkü O var. Onun gücüne ve kuvvetini her an hissediyorsun. Onun gücünün yanında dünyadaki bütün insanların gücü hiçbir şeye yaramaz.

Kur'anı Kerim'de Allah, Nemrut'u misal göstermiş. Nemrut'un ateşinin ne değeri olur Cenab-ı Hakk'ın yanında?.. Orda gerçek olan İbrahim (as)'ın teslimiyeti vardı ve bu teslimiyet günümüze kadar geliyor, Halvetilik yolundan bize geliyor elhamdülillah.

Bu teslimiyet bizde yoksa da içimizde bir kişide vardır. Bir kişi inşallah birçoğumuzun kurtulmasına da vesile olur.

Halvetiye'de de bu teslimiyet aranır. Bunun karşısında birincisi enaniyet ve benlik vardır. İkincisi ucub vardır. Bunlardan uzak durmak lazımdır. Sen kendini bir yerde görme ve göstermede, bana bunu desinler, şunu desinler dersen olmaz. Şöyle şöhret olayım, böyle şöhret olayım diye yaşarsan bu da olmaz. Çekil bir kenara ayrı bir hal içinde ol. Ve o hal içinde de ayrı bir hale bürün. Halin içerisinde hal olarak yaşamak lazımdır. Halvetilik de işte budur. Halvetilikte Allah'la beraber olma sanatıdır.

Feyz: İslam'daki meşrepleri ve takip ettiği yolları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kasım Yağcıoğlu Efendi: Öncelikle şunu söylemek isterim: İnşallah Feyz kanalıyla bunu bütün Müslüman kardeşlerimize duyururuz. Öncelikle Halvetilik başka, öbürü başka diye isimlendirmeyelim. Çünkü Halveti'nin Ramazan iye kolu var, Ramazaniyeli; Halveti'nin Cerrahi kolu var, Cerrahiler; Halvetiye'nin Uşşakiyekolu, Uşşakiler.

Yani bugün adlarından bahsedilen mesela Seyyid Abdülkadir Geylani'nin yetişme tarzıda aslında Halveti'dir. Seyyid Abdülkadir Geylani yetişe yetişe büyümüştür. Bulunduğu yer Geylan'dır. Kendi adı Abdülkadir'dir. Talebeyi çok yetiştirdiği için, talebeleri "biz seyyid A.Geylani'nin talebesiyiz" diye diye Kadiri tarikatı oluşmuştur.

Aslında hepsi Halvetten gelmedir. Çile haneden yetişmedir. Herkes bir imtihandan geçmiştir. Hazretin Şeyhinin adı Hayrettin-i Tokadi'dir. Üzerinde yazıyor mu, Halveti tarikatı diye? Ondan öncekiler de öyle, tarikatı yazmaya lüzum görmüyorlardı. Mesela Şeyh Edebali hazretlerinin herhangi bir tarikatı var mı?

Bu son 100-200 sene içerisinde böyle tarikatla anılmaya başlandı. Bunu da hoş görmek lazım. Mesela Cumhuriyet kurulduğundan bu yana kaç tane böyle şeyh geldi. Mesela Allah Rahmet eylesin Said Nursi. Binlerce talebesi var. Biz Nurani'yiz diyorlar. Mesela yine Allah rahmet eylesin, Süleyman efendi hazretleri alim, fadıl mürşit bir insandır. O dedi mi ki size "Süleymancılık tarikatı kuruyorum" diye?. Ama kimin talebesi bu.. Süleymancılığı çıkardılar. Belki o talebelerinin de kendine göre meşrebleri vardır. Ama halk onları Süleymancı biliyor.

Aslında yol birdir bir! Niye ad koyuyorsunuz? Ne gerek var? Cenab-ı Allah "tefrikaya düşmeyin" dediği halde böyle şeyhler kanalıyla niye tefrikaya düşülüyor? Binlerce yol var Türkiye'de.. Bu bilmem şunun kolu, falanca bilmem şunu kolu diye. Tarikatlar din haline getirmeyelim. Bu kollarla uğraşacağımıza ağacın gövdesiyle uğraşsak olmaz mı? Bu kesinlikle yanlış… Şahsen benim hiç iddiam yok, ben acizim. Yarın emri hak vaki olduğunda, ölüm geldiğinde, mezarımın başında toplandığınızda yaptığım işleri görevleri anlatın, "molla kasım derseniz eyvallah, derviş kasım derseniz eyvallah, şayet mürşit derseniz ona da eyvallah" İşte benim adım odur. Ben herkese böyle öğütlüyorum. Bana "bazı sapıklar gibi falanca tarikatın falanca kolunun falanca şeyhi demeyin" diye öğütlüyorum. Bu adlandırmayı halk yapıyor. O mübarek zatlar sağlığında da böyle söylemiyorlar. Bir hakiki mürşit sağlığında der mi ki; "ben şu makama geldim" diye? Sanki bu bu makam Diyarbakır karpuzuna mı benziyor da herkes tutup tutum alıyor, makam sahibi oluyor? Yok öyle yağma. Önce "La ilahe İllallah, Muhammeden Resulullah" Önce ümmet olma şerefine nail olalım da ondan sonra bakalım sen hangi göreve tayin ediliyorsun.Verilen görevede razı ol. Halvetilik aslında gizli bir yoldur. Ama biz ne yapıyoruz? Biz açık zikir yapıyoruz. Bunu zamanında böyle uygun görmüşler. Bunu bizden öncekiler yapmış biz yapmadık! Niye böyle yapmışlar? Halk duysun da gelsin diye... Halk gelince de anne babasına, vatanına faydalı olsun diye…Toplumda zararlı şeylerden korunsun. En önemliside hayat tecrübesini, öğrensin diye yapmışlar.

Ama sonradan duyuyoruz ki; İslam'dan habersizin birileri, eline bir bayrak alan cihada çıkıyor, uygunsuz hallere giriyor. Bunu kabul etmiyorum. Çünkü bu meclisler ilmin irfanın ve ahlakın öğretildiği yerlerdir.

Feyz :Efendim biz Pir Şabanı Veli hazretlerinin türbesinin bulunduğu yerde kıymetli bir gece geçirdik biraz da bundan bahseder misiniz?

Kasım Yağcıoğlu Efendi: Tabi velilerin türbeleri Allahın dostları oldukları için kıymetlidir. Peygamber Efendimiz "Kabir ehlinden yardım isteyiniz" buyuruyor. Bu isteme dünyalık menfaat değildir. Bizde böyle buradaki zat gibi İslam'ı yaşayalım, anlayalım ve anlatalım şeklinde olmalıdır. Kur'an okunur dua edilir ve ölüm tefekkür edilirse böyle ziyaretler istifadeli olur. Bizde elhamdulillah Piri Şabanı veli Hz. Türbesinde güzel bir ziyaret gerçekleştirdik.

Şabanı Veli Hz. bildiğiyle amel etmiş, insanları birinden ne yüksek, ne aşağı görmüş. "Bunların yaratıcısı Allah'tır, benim de vazifem bu insanlara hizmet etmektir" diyerek devam etmiştir. Bu Allah'ın lütfüdür, Onlardaki Allah sevgisinden dolayı Rabbim onları bizlere hala unutturmuyor. Bundan dolayı onların türbesine gelenler de bundan etkileniyor. Buraya gelenlerden suçlu olan suçunu itiraf ediyor, kimisi "ya rabbi beni de bu mübarek gibi yap" diye dua ediyor.. Yalnız "bana evlat, koca ver" gibi istemek bize yakışmıyor.. Ne yapmak lazım? Ya rabbi bu mübarek zata bahşettiğin gibi bana da bahşet ki ben de böyle islamı yaşayayım,' diyerek dua etmemiz lazım.

Feyz: Tasavvufta büyük bir ekol olan Hz. Mevlana'nın "Tövbenizi yetmiş kere bozsanız da yine gel" diye bir sözü ağızlarda dolaşıyor. Bu sözü nasıl değerlendirirsiniz?

Kasım Yağcıoğlu Efendi :Bu da çok suiistimal edilmiş bir sözdür. Mevlana diyor ki "ya gel de, daha önceden inanmayarak tövbe etmişsin, bu gün ise inanarak tövbe et." Bugün de görüyoruz bazıları "tövbe aldım" diyor akşama kadar durmadan içiyor. Böyle Tövbe olmaz. Şimdiye kadar ettiğin tövbeyi inanarak yapmadın, gerçek Hakk'a Hak demedin. Gerçek "Hakka Hak" de, "gerçek kul ol da gel." Diyor Hz. Mevlana.. Yoksa "bilmem ne olursan olda da gel, ister ananı, kız kardeşini bilmem ne pazarına çektinse de gel.." demiyor ya. Böyle bir şeyi söyleme, gücünü nerden almış Mevlana, bu sözü kimsenin söyleme hakkı yoktur. Üstelik Mevlana'ya atfedilen bu söz nerden çıkmış kim söylemiş bilinmiyor? İslam'ın ruhuna terstir.

Gerçekten inan, gerçekten tövbe et. Bir insan bir kere Allah'a inandım mı bunu ameliyle inkar etmesi mümkün değil. Biz isyan yapmıyor muyuz?; Yapıyoruz. "Ya rabbi bugün yaptığımız olumsuz şeylerimizden bizi affet" diyoruz. Böyle dedikten sonra yarın da bu hatalarımızı azaltmalıyız. Yoksa bu imana sığar mı? İstemek ve mağfiret dilemektir, bu söz. Hem istiyor hem mağfiret diliyorsun, hem de "yapmayacağım" diyorsun, iki saat sonra bir daha yapıyorsun! Bu inançla bu sözün ne alakası var?

Bazı velilere iftira ediliyor. Bazı velilerin de zikir halinde ki sözünü kurtarıcı olarak görüyorlar. Peki bu sözü söylüyorlar da niye Mevlana'nın "göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün" sözünü söylemiyorlar?

Olduğun gibi görünmek, babayiğitlik ister. Böyle bir insanı ben görmedim. Türkiye'de bir adam "Ey cemaat sen benim şalvarıma, sakalıma bakıp da beni mübarek biz zat mı sanıyorsunuz? Ben aslında namussuzum tekiyim" der mi ya? Desene hadi!..

Kılık kıyafeti düzeltmek güzel de içimizi de düzeltmek çok zor iş. Mevlana, 70 defa gel, demiştir ama "gel de son olarak tövbeni yap öyle gel" demiş. "Buraya gelin tövbenizi edin, sonra gidin memleketinize milleti dolandırın" demiyor. Görüntümüz güzel ama, içimizdekini nasıl düzelteceğiz.

İçinden geçeni cemaate anlatacak bababiyiğit var mı? Zinayı anlatan bir imam, "ey cemaat ben size şimdi zinanın zararlarını anlatıyorum ama, benim gönlüm bir kadının peşinden koşuyor,bir kadına göz koydum" diyebilir mi? Bunu diyebilen bir imam var mı? İnsanların içi başka şekli başka. Sarhoş içki içitiği kendinden geçiyor. İnsanların gönlünden geçen kötü şeylerde insanı sarhoş etse ayık kimse kalmaz.

Feyz: Öncelikle mürşidinizden bahsedebilir misiniz?

Kasım Yağcıoğlu Efendi: Öncelikle daha iyi anlaşılması için biraz daha öncesini anlatmak istiyorum.Bizim burada tarif ettiğim dersimiz Halvetiye'nin Şabaniye kolu. Halvetiye'nn şabaniye kolundan aldığımız zaman Şugari Hisarda Mehmet Efendi ve halife Haydar Baba vardı, ikisinden de ders aldım. İkisi arsında hiçbir fark yoktu. Ama Mehmet efendinin çok sohbetinde bulundum Çok kısa bir zamanda da Mehmet efendi halveti tarikatının silsilesindedir. Mehmet Emin Şebinkarahisari diye geçer. Yani bir sene sürmedi, ben o zaman daha çok gençtim hemen bana ders vekilliğini verdi. Benim tarif ettiğim şekilde ders verebilirsin. O zaman vazifem bu idi. Sonra İstanbul'da Abdulhay efendi Hz. de, Kadiri, Halveti derlerinden icazetli idi. Uzun müddet onu yanında kaldım O zamanlar onun yanına gidip gelirken de İstanbul'da okuyordum. Bana yardımları oluyordu. Lakin benim onun yanına gidip gelmekle ileriye dönük bir düşüncem yoktu. Zaten o zamanlar İstanbul'daki meşayıkları da tanıdığın zaman onlar gibi olmam da mümkün değildi. Bu imaj bende hakimdi.

Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi gibi bir Abdulhay Efendi gibi olmam mümkün değil. Onlarda çok geniş bir ilim vardı. Sonra ben askere gittim, askerden geldikten sonra memleketimdeki Boyluca köyünde vazife almaya başladığım zaman bana çok iyi bir zatın geldiğini işaret ettiler. Ben oradan kalktım 50 60 km yürüyerek oradan Şebinkarahisar'a gittim. Allah rahmet eylesin bir arkadaşıma "Şebinkarahisar'a böyle bir zat geldi mi" dedim "Niye sordun dedi" "Rüyamda böyle böyle gördüm de" dedim. Dedi ki "tamam rüyan doğru o zat da şu an Şebinkarahisar'ın şube reisi , gidip kendilerine sorayım da ona eğer kabul ederse akşam burada kalırsın, hem de misafirim olursun" dedi. Sordu ve geldi. Şemsi Efendi ona demiş ki "o misafire söyleyin kalsın akşama Kurşunlu caminin imamının evinde sohbette bulunacağız". Şemsi efendiyi entarili başı sarıklı bir adam olarak gördüm. Sonra subay elbisesiyle gördüm, hiç oradaki o zat şubede ki subaya benzemiyordu.

Zaten o da bana şöyle demişti: "Oğlum burada ki vazife biter bu elbise çıkar oradaki vazife başlar". İbadetleri de böyle yapın diye telkin etmişti. Abdullah efendinin de ihvanıydı, biz onunla bu dersi tazeledik, tazeledik ama zamlı oldu. Abdulhay efendinin Nakşi, Kadiri dersi vardır, onunda üzerine ilave ederek biz halifeliği aldık, sonra oradan ben İstanbul'a vazifeli olarak geldim. Geldim ama tam irşada başlamamıştım, ama yine de halveti dersinden çok kişiye ders verdim. Sivas'ta, Tekirdağ'da derv verdiğim kişilere, "ben ders veriyorum ama ben sadece bu dersleri vermeye yetkili bir vekilim, esas şeyhimiz şu efendidir buraya bağlanacaksınız" şimdikilere öyle bir şey desen ertesi günü kafana çıkarlar, şimdiler de hemen ben şeyh oldum diyorlar. Şu kadar müridim oldu diyor. İnsanlar artık değişti o eski ahlak bitti artık yok. Bu yolun ehli azdan da az. Ben Kasımpaşa'da Rufai dergahına gittim. Onlarda Rufai-Kadiridir. Allah rahmet eylesin ne ben şeyhi tanırım ne şeyh beni tanır. Bir defa gittim birinci gece zikir yapıyorlar ama çok kalabalık bir zikir. İkinci gece oldu. O şeyhin o kerameti; "Kasım efendiyi alın gelin" demiş. Bende semahanenin dışındayım, semahane dolu. Ben yabancıyım, misafirim kimseyi de tanımıyorum. Sadece o semahanenin zikir meclisinin yanına kadar ancak gelebildim çok kalabalık. Oradan biri Kasım Efendi Kasım Efendi diyor, Allah Allah dedim acaba bana mı sesleniyor başka birine mi derken buyurun dedim. Efendi seni çağırıyor dediler. Kendi kendime içimden Efendiye ben zaten dersliyim bir de sizden mi sizden mi ders alayım, diye içimden geçirdim. Vardık meydana bir sancak çekilmiş biz sancağın altındayız. Bana dedi ki; "Kasım efendi, biliyorum dersin var vazifelisin de ama benim bu dersimi teberruken sana veriyorum".

Yani binim için kambur üstüne kambur bindi. Şimdi ordan da Rufai'den de şerbetlendik ben ona ne bana ders ver, ne ben sana mürid olayım demedim yani. Muhiddin Ensari Efendiyi de ilk kez görüyordum. Tamam dedim bende. Hastaları okuma ,kesikleri ve yanıkları iyileştirme burhanı insanların görmeden inanması çok zor. Bana orada nar gibi kızarmış demirler getirdiler pek sıcak bakmadığım bir olay ama herkesin gözü önünde ateşi gül diye yaladık. Bu burhan olayı, hep Muhiddin Efendinin verdiği bir hatırasıdır.
Ama ben şimdi hepsine Allah rahmet eylesin diyorum. Hepsinin emeği bende büyük. Ben irşada başlamak için düşündüm ben Nakşi dersi çok ağır bir ders Ben bunlara en iyisi Halvetilik dersini vereyim bunlar Halveti olarak derslerini yapsınlar sonra ilerde çok büyük bir merhale kat ettikleri zaman, ben artık yürüyorum ben meydan istiyorum diyorlarsa o zaman Nakşi dersini de veririm o adama, ama bu insanlar Nakşi dersini verdim deyip de bunları kandırmanın veyahut ta aldım deyip de kendini kandırmanı bir anlamı yok, götüremezler bunlar bu dersleri. Bugünkü toplumun içerisinde bu dersi yapamazsın çünkü hem ağır hem de çok ince bir iş, çok ince bir mesele.Halveti dersi hafif bir derstir. Bu bunu da yapamayan hiçbir tarikatın dersini yapamaz.

Şemsi efendinin yolunu takip edecek ona ayak uyduracak ben çok az adam gördüm, bem mürşidime hayranım, hayran oldum ona. Beni çok defa korumuştur tutmuştur. Mürşit dediğin müridine tasarruf eder. Şeytanın eline düştükten sonra nerde kaldı senin mürşitliğin, sen bana dünyada yardım edemedikten sonra ahrette nasıl yardım edeceksin. Ama Şemsi Efendi öyle değildi.Şems efendi, tanıştığımız elinden tuttuğumuz efendilerin içerisinde ayrı bir yeri vardı. Şems efendinin himmeti ve duası üzerimize olsun.

Bak ben Halveti dersini takip eden şeyhi de gördüm, Rufaiyi de gördüm, Kadiriyi'de gördüm, çeşitli Rufai şeyhleri gördüm. Mustafa Mutlu Baba'nın sohbetlerinden çok feyz aldım, dikkatinizi çekerim, ders almadım ama sohbet ve derslerinde çok istifade ettim. Benim kendi kendime de bir numara verdiğim taraf bu. Mesela Mehmet Zaid Efendi benim hocam değil, keşke hocam olsaydı, şeyhim de değil keşke şeyhim olsaydı ondan da çok büyük feyz aldım, onu unutamam ben. Hakikaten bugün Türkiye'de onun gibi hiç olmazsa 20 tane olmalı ama bir tane bile yok, o başkaydı…

Feyz : Günümüzde herkes benim şeyhi var başkasını tanımam diyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Kasım Yağcıoğlu Efendi :Bunu cahillik, yobazlık, nefs ve şeytana asker olmak olarak yorumluyorum. Herkes Allah karşı vazifesini yapabildiği kadar yapsın. Ben kimsenin şeyhine de o beceriksiz şeyhtir ondan aldığın dersi bırak da bana gel demiyorum. Ama bir insanın Allah'a ve Peygambere ve 1400 senelik bir katara dahil olabilmesi için çok ince eleyip sık dokuması lazım. Baklava eleğini bilir misiniz, baklava eleği en ince elektir. Bu yolda da adamı baklava eleği ile eliyorlar, aşağı düşmen mümkün değil, sinek bacağı olsan dahi yukarda kalıyorsun, yani o elekten geçip de baklava olmak için çok döğünmen çok gayret etmen gerek. Taşın altında iyi ezilerek tam un olman lazım, öyle kolay bir mesele değil bu yol. Herkes kendisine böyle bir paye çıkarıyor. Bir çok kişi doğruları ifade etmekten kaçıyor. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum, biz her an, canımız bedenimizden çıkıncaya kadar müsabakadayız. Müsabaka bitmedi, her an yenilebilirsin, her an sırtının yere gelme tehlikesi var. Ne zamanki kalbindeki imanını muhafaza ederek ruhunu teslim ettin, işte o zaman galip olursun, meydanın hakemi seni galip ilan eder.

Bu benim vasiyettir, 53 senedir bu vazifeyle imamlık, Kur'an kursu hocalığı ve bazı hizmetlerde bulundum. Belki o zamana kadar hizmetimiz 60-70 yıl olur. Musallanın üzerine geldiğim zaman. Dostlarım, arkadaşlarım, talebelerim, ihvanlarım muhibbanlarım "Bu hoca efendiye bir ad takmamız lazım şimdiye kadar kendisini çeşitli isimlerle anıyorduk, esas şimdi bir isim takmanın zamanı geldi" desinler. Kasım efendinin hali hayatında onu nasıl gördünüz, nasıl işittiniz onda neler hissetiniz. Sen diyeceksin ki ben bunu gördüm, öbürü diyecek ki şöyle olmuştu. Ben bilmiyorum öyle iddialı da değilim zaten bu işte iddiada olmaz.

Benim hayatım ve yaptıklarım anlatıldığı zaman musallanın üzerinde buna bir ad koyacağız, ha bu işi anca bir molla yapabilir derseniz molla olsun, eğer bu işi bir şeyh yapabilir derseniz adım şeyh olsun, ama eğer bu işi yapan adam mürşiddir ümmet-i Muhammed'i irşad ermiştir diyorsanız adım Mürşid olsun. Orda adımı ne korsanız ben oyum vasiyetimi böylece size açıklıyorum. Oraya kadar ben şuyum buyum diyemem. Ben efendilerimin vekiliyim diyorum. Şimdi bizim dükkanda çeşit bol. Rabbim de beni mahçup etmiyor.

Ben Ya Rabbi ben neye yaradığımı bilmiyorum diyorum. Cenab-ı Hakk'a şükürler olsun ki bu yaşıma kadar " ben de buyum" dedirmedi Ama böyle, ben büyüklerimden duyduğumu anlatıyorum, büyüklerimden gördüğümü anlatıyorum, büyüklerimden öğrendiğimi anlatıyorum diyen adamdan da Mürşid olmaz. Benden de olmaz. Bu hana talebe geldik talebe gidiyoruz. Yani biz talep ediciyiz, ta ki musallaya kadar. Musalladan sonra neyse sermayemiz Onunla orda görüşeceğiz. Allah'a şükürler olsun, Kur'an okudum okuttum, hafızlar yetiştirdim, çok insanlara vesile oldum, istikamete girmeleri için telkinlerde bulundum, memleketin çok yerlerine çok eserler yaptırdık ama hiçbir yerde de demedim ki bu eserler Kasım Hoca'nındır, hayır, bunlar ümmet-i Muhammed'in eserleridir. Bak en son da buraya Bereketzade'ye geldim burada da Kasım Hoca yok, Bereketzade var. Bereketzadenin feyzi boldur, bereketzade ne isterse o olur.

Feyz: Efendim son olarak okuyuculara bir nasihatınız olacak mı?

Kasım Yağcıoğlu Efendi: Size tekrar söyleyeyim dünyadan göç eden Allah dostlarının sağlığında nasıl yaşadıklarını yazsınlar, onu halka anlatsınlar, sakın ha iftira yapmasınlar.

Mevlana'ya da iftira atılıyor, Hacı Bayram Veli'ye de iftira atılıyor, Allah dostlarına, Allah'ın sevdi bütün kullarına iftira atılıyor. Hayatında ne öyle bir şey yapmıştı ne de söylemişti. Hiç ölmüş bir kimsenin arkasından iftira atılır mı yahu. O zatlar mezarlarından kalkıp ben size böyle bir şey söylemedim derse ne cevap verecekler. Ben yalın ayak başı açık garip bir kulum, yarın bir gün ben dünyadan gittikten sonra, Hoca efendi futbolu seviyordu, haydi futbol ibadetine devam edelim mi denecek yani olur mu bu. İnsan oyunu da sever, mesela buraya geçen biri geldi türkü söylemek günah mı haram mı. Niye haram olsun yahu. Türkülerin çok eski bir tarihi var. Kimi türküler, vatan sevgisini anlatır, kimi türküler, iki gencin birbirini olan sevgisini anlatır, kimileri anaya vatana olan özlemi anlatır, kimileri suda boğulan birini anlatır, yahu bizim ecdadımızın Anadolu'nun kültüründe öyle hazineler var ki insanlara ders verir nitelikte. Bir çok türkü ecdadımızın o günkü çilelerini, duygularını dile getiriyor.

Ama günümüz de yapılan türküler de haram tabi, şimdiki türküler "kocanı uyuttun mu, pencereye çık, kapıyı aç seni göreyim, bir kere aldatmadan bir şey olmaz" türkümü bu yahu, ahlaksızlıktır. Bir kere türkü insana Anadolu'nun ruhunu anlatır. Türkü insanı tedavi eder tedavi. Hani ne demiş "demedim mi nazlı yarim ben sana çok muhabbet tez ayrılık getirir." Bunu içerisi yanan biri söylemiş, bunu bir sevdaya düşen bir adam söylemiş. Bu aşkın ifadesidir bu bunun neresi günah. Şimdi kalkıyorlar bugün oda günah buda günah. Allah nefsimize meydan vermesin, öyle acayip yerlerde öyle çirkin olaylar oluyor ki; insan duyduğu zaman tüyleri ürperiyor yahu. Öyle insanlar, öyle halkın gözünde mübareğin mübareği gözüken adam öyle pişs işler yapıyor ki insanın tüyler ürperiyor.

Başta bu Feyz dergisinin sahibi sevgili kardeşime iyi vazifeler yapmasını Allah nasip etsin. Sizi ondan ve onu sizden ayırmasın.

Dolayısıyla Feyz'in bütün çalışanlarından Allah razı olsun.

Allah ne muradınız varsa versin.