Batı ve Özellikle ABD'nin, Sovyet Blok'unun yıkılmasıyla ondan boşalan yere düşman olarak İslamı koymasıyla beraber dünya üzerindeki Müslümanların bahtı iyice kararmıştır. Ve üzerlerinde oynanan oyunlar, savaşlar, zulümler her gün biraz daha artarak bu günlere gelinmiştir. Elbetteki, Batı ve ABD'nin bizim üzerimizde böyle planlarının olmasına şaşmak kurtların yırtıcılığına şaşmak kadar aptalca bir düşüncedir. Kurt mizacının gereğini yapacaktır, bundan normal bir şey olamaz. Asıl şaşılması gereken ise, kurda kuzu gibi güvenen teslim olan kimselerin halleridir. Bunlar kişilikleriyle, kimlikleriyle beraber, akıllarını feraset ve basiretlerini de yitirmişlerdir. Batıdan veya ABD'den insaf ve merhamet dilenen bir İslam dünyasının bu zilletinden kurtulmadan bahtının aydınlanması, ufkunu saran karanlık bulutların dağılması mümkün değildir. Görülen odur ki Allah Yoldan çıkan bu İslam Milletlerini, başka zalim milletler aracılığıyla cezalandırmakta belki akıllarını başlarına almaları için ağır belalarla kendine getirmek istemektedir.
Filistin, Irak, Lübnan ve şimdide İran, Suriye diye büyütülmek istenen ateş çemberindeki ülkeler, dikkat edilirse hep İslam ülkeleridir. Peki, İslam ülkeleri bu zilleti yaşamaya mahkûm olacak şekilde düşmanlarına göre, sayıca, silahça, kuvvetçe çaresiz, aciz bir konumda mıdırlar? Aklı başında herkes bilir ki durum hiçte böyle değildir. Ama İslam ülkeleri birbirlerinden değişik vesilelerle koparılmış, birbirlerine düşman yapılmıştır. Ve Müslümanlarda bu oyunlara kuzu kuzu gelmişlerdir. Müslüman ülkeler, aralarındaki ihtilafı bir kenara bırakarak bir birlik, bir ittifak oluştursalar, karşılarında hiçbir gücün dayanması mümkün değildir. Bu birlik sağlanmadan dünya üzerinde dirlik de mümkün değildir. .Ama işte en büyük mesele budur. Şeytanın ve şeytanın ordusu olarak görev yapan bazı milletlerin oyunlarını bozarak, onların her türlü hile ve desiselerine rağmen bu birlik nasıl sağlanacak?
Bir de şu gerçek var ki, bu birliği sağlamak hiçbir siyasi liderin veya bir devlet başkanının veya sıradan bir İslam âliminin asla üstesinden gelebileceği bir iş değildir. Fitne dokuz düğüm olmuştur ve dokuz düğümü çözebilecek kişi de sadece bir tanedir. Haberleri tevatür derecesinde hadislerde geçen ahir zaman da geleceği bildirilen Malum zat. Eğer ortam düzelirse böyle düzelir başkasını ne akıl, ne ilim kabul eder. Bu gerçek, bir ilim olarak aklımızın bir kenarında dururken, ondan sonra yapmamız gerekenleri düşünürsek, şuurlu ve yerinde bir duruş sergilemiş oluruz.
Bundan sonra yapılacak iş çoktur ama bunların en önemlisi birlik ve beraberliğin zeminini oluşturan Mümin kardeşliği şuurunu Müslümanlar arasında yaymaktır. Zira düşmanların oyununu bozacak, Allah'ın rıza ve yardımını celbedecek, Müslümanları biraya getirecek en önemli çare bu kardeşliği bütün Müslüman ülkeler çapında yaymaktır. İslam kardeşliği önemlidir. Biliriz ki; İslam kardeşliği en kâmil manada Ensar ve Muhacir arasında yaşanmıştır. Kur'an ve hadislerin bizlerden nasıl bir kardeşlik istediğini bilebilmek için Ensar ve Muhacir arasında yaşanmış olan kardeşliği iyi incelemek gerekir. Bu kardeşlik bilinmeden, anlaşılmadan gerçek İslam kardeşliği kavramak zordur. İman ve Allah davası aşkına her şeylerini Mekke'de bırakarak Medine'ye hicret eden Muhacir Müslümanlara, Medine'li Müslümanlar muhabbetle kucaklarını açmışlar, tarihte bir daha tekrarı mümkün görünmeyen bir fedakârlık ve cömertlik örneği göstererek bütün insanlığa ibret olacak bir kardeşlik tablosu sergilemişlerdir.
Bu kardeşlik şöyle gelişir. Medine'ye hicretten yaklaşık beş ay sonra Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'li yardımsever Ensar'la, hicret eden Mekke'li Müslümanları bir araya toplar. Ve 45'i Muhacirden, 45'i de Ensar'dan olmak üzere 90 kişiyi kardeş ilan eder. Bu kardeşlik müessesesi maddî-manevî yardımlaşma ve hatta birbirlerine varis olma esasına dayanır. (Bu hüküm Bedir Savaşı'ndan sonra Enfal Suresi 75. ayetin hükmüyle ortadan kaldırılana dek devam eder.) Kurulan bu kardeşlik müessesesine göre, Medine'li ailelerden her birinin reisi, Mekke'li Muhacirlerden bir aileyi yanına alacak, mallarını onlarla paylaşacak, beraber çalışıp beraber kazanacaklardır.
Rasûlüllah, Bir araya getirilen bu kardeşleri rastgele değil mizaç itibariyle birbirlerine uygun olanlardan oluşturmuştur. Bu kardeşlik sayesinde herşeylerini Mekke'de bırakan Muhacirlerin iskân ve yemek meseleleri halledilmiştir. Ama bu beraberlikler, aynı zamanda daha sonraları çok sıcak ve sıkı dostlukların zeminini oluşturmuştur. Bu dostluklardan oluşan birlik ve beraberlik neticesinde muazzam bir kuvvet doğmuş ve kısa zaman içerisinde bütün Arabistan her şeyiyle bu kuvvete teslim olmak zorunda kalmıştır.
Bu güzel kardeşlik tablosundan bazı örnekler verecek olursak, Mesela; Rasûlüllah tarafından birbirine kardeş ilan edilen Sa'd bin Rebi (ra), Abdurrahman bin Avf'a (ra) "Ben mal cihetiyle Medine'li Müslümanların en zenginiyim, malımın yarısını sana ayırdım." der. Büyük Sahabi, cennetle müjdelenen 10 kişiden biri olan Abdurrahman bin Avf'ın (ra) verdiği cevap yapılan teklif kadar ibretlidir.
"Allah sana malını hayırlı kılsın. benim onlara ihtiyacım yok. Bana yapacağın en büyük iyilik, içinde alış-veriş yaptığınız çarşının yolunu göstermendir." buyurur.
Ticarete başlayan Abdurahman bin Avf (ra) Rasululah'ın da kendisi için yaptığı duanın da yardımıyla kısa zamanda Medine'nin sayılı tüccarları arasında yerini alır. Ve Bir keresinde 700 deveyi yükleriyle birlikte Allah yolunda tasadduk eder.
Kardeş olmak, sevinçte ve kederde beraber olmayı göze almak demektir; sevmek, saymak, güvenmek, merhamet etmek, yardımlaşmak ve dayanışmak demektir. Bunlar olmadan kardeşlik iddiasının bir anlamı olmaz. Kur-an'ın öngördüğü kardeşlik, bütün bunları içeren bir muhtevaya sahiptir. Bir hayat biçimidir.
Coğrafyaları, dilleri, renkleri, kavimleri, ırkları farklıda olsa bütün müminler birbirlerinin kardeşleridirler. Aynı zamanda güvenilir, sadık dostlarıdırlar. Bu topluluğun bireyleri, akidelerine saldıran veya imana karşı küfrü tercih eden kimselere karşı, kendilerine ne kadar yakın olurlarsa olsunlar, asla sevgi beslemezler; bu anlamda sadece akide kardeşliğini esas tutarak, yalnızca Rabblerinin şu mealdeki uyarılarına kulak verirler: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluk bulamazsın ki onlar Allah'a ve Rasûlüne karşı başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar. Bunlar ister, babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir" (el-Mücadele, 58/22);
"Ey iman edenler! Eğer imana karşı küfrü sevip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte zulme sapanlar bunlardır" (et-Tevbe, 9/23). :"Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup sakının umulur ki esirgenirsiniz" (el-Hucurat 49/10).
"Hiç kuşkusuz, Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır..." (el-Hucurat, 49/13). Ayeti kerimesinde açıkça ifade bulduğu üzere, İnsanlara yaratılışlarında Yüce Allah'ın bir takdir ve ikramı olarak verilen ve daha sonra değişmesi de gelişmesi de asla mümkün olmayan ırk, soy, kabile gibi kalıcı, statik değerler yerine değişebilecek, gelişebilecek değerler üstünlük olarak takdim edilmiş ve insanların hayırda, güzelliklerde ve takvada yarışmaları istenmiştir.
Mümin erkekler ile mümin kadınların, takva için birbirleriyle yardımlaşmaları da kardeşliğin bir gereğidir. Bu yardımlaşma, bireysel ve toplumsal hayatta iman ve takva ilkesinin egemen olmasını sağlamak için gereklidir. Nitekim bu amaçla bir araya gelen kimselere Allah'ın rahmet edeceği belirtilmektedir: "Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır..." (et-Tevbe, 9/71).
Dinde kardeşliğin en güzel numunesini Peygamber çağında Peygamberle birlikte yaşayan seçkin sahabelerin ortaya koymuş olduklarını yukarda ifade etmiştik. Muhacir-Ensar ilişkisi, kardeşliğin ne anlama geldiğini bizlere gösteren son derece mükemmel bir örnektir. Medine'li Ensar, Mekke'li Muhacir kardeşlerinin nefislerini, kendi nefislerinden daha aziz tutmuşlar, onları hiçbir konuda yalnız ve yardımsız bırakmamışlardır. Hatta Ensâr'dan bir Müslüman, muhacir kardeşine, şayet dilerse hanımlarından birini boşayıp kendisine nikâhlayabileceğini bile teklif etmekten kaçınmamıştır. Bu davranışlarıyla Ensar, imanlarında ne denli ihlâslı olduklarını göstermişlerdir elbette. Ayette şöyle buyrulmaktadır: "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa işte onlar, felah bulanlardır" (el-Haşr, 59/9). Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Hiçbiriniz kendi nefsiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için etmedikçe iman etmiş olmaz" (Buhârî, iman, 7).
Müminler kardeşlikte ve dostlukta bütün unsurları ve zerreleriyle birbirine bağlı bir vücut gibidirler. Bir vücudun herhangi bir azası rahatsız olduğunda nasıl ki bütün bir vücut aynı rahatsızlığı, aynı acıyı duyarsa, bir tek müminin-dünyanın ta öbür ucunda bile olsa çektiği acıyı, duyduğu ızdırabı diğer mümin kardeşleri derinden hisseder. Müminlerin bu denli birbirlerine bağlı olduklarını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle ifade etmektedir. "Müminin mümine bağlılığı, parçaları birbirini bütünleyen bir bina gibidir." Hadisi rivayet eden Ebû Musa El-Eş'arî'nin bunu tarif için parmaklarını birbirine geçirdiği zikredilmektedir (Buhârî, salât, 88, Mezalim, 5; Müslim, birr, 65; Tirmizî, birr, 18; Nesâî, zekât, 67). "Müminleri kendi aralarındaki merhametleşmelerinde, sevişmelerinde, yardımlaşmalarında bir vücut gibi görürsün. Ki vücudun bir organı ağrırsa, vücudunun kalan kısmı uykusuzluk ve humma ile o organ için birbirini çağırır".
Bir müminin, diğer bir mümin kardeşine her halükarda yardımcı olması gerekmektedir. Peygamberimiz bir hadisinde, "zalim de olsa, mazlum da olsa mümin kardeşine yardım et!" diye buyurmaktadır. Zulüm konusunda nasıl yardım edileceğini ise şu çarpıcı sözlerle dile getirmektedir: "Ona zulümden el çektirirsin. Ona yapacağın yardım işte budur" (Buhârî, Mezalim, 4; Müslim, birr, 62). Kardeşliğin bir gereği de zulme meyleden diğer kardeşlerini uyarmak ve onları hizaya getirmek için çalışıp durmaktır. Bu tür bir yardımlaşma fertlerin ve toplumların selameti için oldukça önem arz etmektedir.
Bir mümin kendi için arzu ettiğini mümin kardeşi için de arzu etmedikçe olgun mümin olamaz.
İşte yapılacak bu zamanda en önemli işlerden birisi kardeşlik şuurunu gerek şahsımız adına yaşamak ve gerekse yaşatmak için çalışmaktır
Allah-ü Teala bu şuurla şuurlandırsın cümlemizi.
Allah'a emanet olun.