Hz.Fatıma ile Hz. Alinin Üstün Ahlakları

Peygamber Efendimiz'in; "Ehl-i beytimden, bana en sevgili olan Fatıma'dır." övgüsüne muhataptır. Peygamberimiz ona alan sevgisinden dolayı İçeri girdiğinde ayağa kalkar, onu öper ve yer verirdi. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) savaşa çıkarken veya savaştan dönerken ilk önce mescide gider, iki rekat namaz kılar, sonra da sevgili kızına uğrar, bir müddet onunla sohbet ederdi. Hz.Fatıma ki, bütün hayatı fakirlikle geçtiği halde hiç şikayetçi olmadı, iktisad ve kanaatle yaşadı ve hep şükretti, hep sabretti. Hz.Ali'ye karşı çok itaatkardı. Her isteğini hiç tereddüt etmeden yerine getirirdi. Sahabeler arasında da ibadete olan düşkünlüğüyle temâyüz etmişti. Gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kılardı. Hz.Aişe, onun hakkında; "Resulullah'tan başka, Hz. Fatıma'dan daha doğru sözlü olan birini görmedim."buyuruyordu. O Fatımat'üz; Zehra, temiz neslin temiz annesi...Bir gün Peygamberimizin amcası olan Hz. Abbas'ın hanımı Ümmü Fazl rüyasında Rasulullah efendimizin bir parçasının kendi kucağına konulduğunu görür.Alemlerin efendisi bu rüyayı Hz.Fatıma'nın bir çocuğu olacağı şekilde yorumlar .Nitekim hadise aynen tecelli edecek ve Peygamber torunu Hz. Hasan dünyaya gelecektir.Evet bu olay o pak soy Hz. Fatıma ile devam ettiğinin en güzel bir göstergesidir. Dolayısıyla açıkça görüldüğü gibi onları üzen Hz. Fatımayı üzmüş Hz. Fatımayı da üzen bizzat Rasulullahı üzmüş sayılır.Bu Ehli beyt ailesinin tamamı için böyledir.
Peygamberimizin küçük torunları hasta olur. Resul-ü Ekrem efendimiz ashabıyla birlikte kızının evine gider .Hz.Ali ve Hz. Fatıma'ya hitaben; "Bu iki ciğerpareniz için bir adak adayın "buyururlar. Onlar da Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin iyileşince üç gün oruç tutacağız diye nezir adarlar.Bu iki yavru sıhhatlerine kavuşunca ailece oruç tutmaya başlarlar. Hz. Ali zorluklar içinde eve biraz erzak getirir.Gelen erzakla sadece ekmek yapabilirler. İftar zamanı Hz.Fatıma ekmeklerin her bir parçasını tek tek Hz.Ali, Hz.Hasan, Hz Hüseyin'in ve hizmetçileri Fıdda'nın önüne koyar.Tam o esnada bir miskin kapıya gelir ve Hz. Fatıma'ya "-Ben müslüman fakirlerdenim, karnım aç" der. Ellerindeki beş ekmeği o miskine veren Hz. Fatıma ve çocukları su ile iftar ederler. Üç gün boyunca, aynı olay tekrarlanır. Artık açlıktan takatleri kalmamıştır. Ama ne pahasına olursa olsun Allah'a verdikleri sözde sadık kalacaklardır. Bu olay üzerine Kainatın Efendisine İnsan Suresi'nden şu ayet-i kerime nazil olur;
"İyiler şüphesiz güzel kokulu ve serin dolu bir kadehten içerler. O bir pınardır ki, ancak Allah'ın veli kulları içer. Onu nereye isterlerse peşlerinden akıtırlar, fışkırtırlar. Onlar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü ve dehşeti herkese tesir edecek olan Kıyâmet gününden korkarlar. Yemeğe olan istek ve iştahlarına rağmen, fakiri, yetimi, esiri doyururlar ve şöyle derler: Biz size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür isteriz. Çünkü biz rabbimizden ve yüzlerin, suratların ekşiyeceği çetin günden korkarız."(5-10)
İşte onlar diğer insanların tersine, fazla cömertliklerini dengelemek için mücadele etmişlerdir. Bu örnek, dinlenildiğinde "Bu kadar da olur mu?" dedirtecek, hayret verici bir örnektir. Vahiy tamamlandığında Peygamberimiz, bu müjdeyi ümmetine bildirmişti. Cömertliklerinin mükafatı olarak, Kıyamete kadar okunacak bir kitapta, yani Kuran'da övülüyorlardı. Evet, Hz.Fatıma haya ve edep incisiydi. Resulullah'ın kızı olmaya layık bir hayanın sahibiydi. Bu hayası onu büyük bir lütfa mahzar etti. İşte Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin, böyle bir ananın evlatları ve ailece, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın gözbebeği, incileriydiler.
"Allah'ın Arslanı" Hz.Ali ise, çocukluğunda hiç putlara tapmadığı için, kendisi "kerremallahu veche" yani "Allah, yüzünü şereflendirsin" sıfatıyla anılmıştır. Sahabe arasında bu sıfatla anılan tek kişidir. Nitekim Hz. Peygamber'in soyu onun vesileyle devam edecektir. Hz.Ali hakkında Hz.Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); "Her Nebinin nesli kendindendir. Benim neslim, Ali'nin (ra) neslidir."buyurmuştur. Bir insanın şahsı adına bundan daha önemli ne olabilir... Her şeyden önce Hz.Ali iman eden ilk çocuk sahabedir. Ayrıca Peygamberimizin arkasında, Hz. Hatice ile ilk namaz kılan çocuk ta odur. Hicrete hazırlanan ve müşriklerce yatağında öldürülmesi planlanan Hz. Peygamberin yerine, yatağına yatacak kadar şecaat dolu bir insan. İşte Hz.Ali Efendimiz o geceyi şöyle anlatır: "En rahat uykumu, o gece onun yatağında aldım." Hz. Ali'nin yiğitliklerine gelince saymakla bitmez. Bedir'de müşriklerin karşısına ilk çıkan odur. Hz. Peygamber efendimiz Uhud'daki fedakarlıklarından dolayı, ileride Hz. Ali'nin simgesi haline gelecek Zülfikar'ı ona hediye etmiştir. Hendek Savaşı'nda herkesin çekindiği yüz kişiye bedel diye şöhret bulmuş Amr İbni Abdud karşısına çıkmıştır. Amr, Hz. Aliyi görünce; "-Ya Ali, sen gençsin, dünyanın tadını çıkar. Senin babanı tanırdım."demiştir. Hz. Ali ona; "Duydum ki sen Kabe'de söz vermişsin; "Kureyş'ten biri benden ne isterse,iki isteğinden birini yerine getireceğim." demişsin, senden iki dileğim var. Birincisi Hak dine inanman, ikincisi Mekke'ye dönmen."Amr; "Birincisini kabul etmiyorum ikincisine gelince bunu kabul ettim, yalnız bana Ebubekir, Ömer ve Osman'ın başını verin gideyim."dedi. Hz. Ali şöyle haykırdı; "-Ey ahmak benim başımı kesmeden onların başını nasıl kesersin!" Amr sinirlenerek atından indi ve kılıcıyla kendi atının ayaklarını kesti ve atına bir tokat atarak yere serdi. Hz. Ali de atından indi ve Zülfikarla bir darbede Amr'ın ayağını kesti, kılıcını havaya kaldırarak "Allahuekber" diye bağırdı.Geri dönerek giderken Amr arkasından kendi ayağını alıp, öyle hızlı fırlattı ki neredeyse onu yaralayacaktı.Hz.Ali hemen döndü ve başını kesti. Peygamberimiz bu olay üzerine "-Ali' nin Amr bin Abdud ile bir kere karşılaşması, ümmetimin kıyamete kadar ibadetlerinden hayırlıdır." buyurmuşlardır. Dolayısıyla orada Hz.Ali,Peygamberimizin halifeleri olacak dostlarını korumuştur. Hayber Kalesinin fethindeki kale kapısını kaldırması da bir kahramanlık destanıdır.Savaştan sonra sahabeler, o kapıyı sekiz kişiyle kaldıramadıklarını söyleyeceklerdir. Bir çok defa Resulullah (AS); "Kim Ali'yi severse, şüphesiz beni sevmiş olur. Kim Ali'ye buğz ederse bana buğzetmiş olur." buyurdular. Nitekim Ebu Said El Hudri (ra) ise şöyle der; "Biz münafıkları, Ali'ye buğzları ile bilirdik." Hz. Peygamber Medine'de dostluk ve muhabbeti artırmak için Ensarla Muhacirleri birbirlerine kardeş yaparken, Hz. Ali'nin kardeşi yoktu ve hüzünlü bir şekilde Allah Resulü'nün yanına geldi. Kainatın Efendisi de ona "Seni kendime kardeş olarak seçtim "dedi. Hz.Ali, bu iltifat ve lütuf karşısında son derece duygulanır ve "Ben Allah'ın kulu ve Resulullah'ın kardeşiyim. "diyerek sevinç göz yaşları döker.
İki cihan güneşinin Veda hutbesinde; "Ben ilmin şehriyim Ali'de Kapısıdır "övgüsüne mazhar olduğu Hz. Ali, bu ilmini Kufe'de ders halkaları oluşturarak nakletmiştir. En önemli talebelerinden biri Abdullah ibni Abbas'tır. Ayrıca Ebu'l Esved'ül Düelli 'yi yetiştirmiştir. O da aldığı ilmi Maveraünnehr'e taşımıştır.Tasavvuf ilminin yayılmasında onun irşad ettiği talebelerinden Hasan-ı Basri(ra) çok önemli bir yeri işgal etmektedir. Hz.Ali'den istifade eden daha nice gönül erlerini ise saymakla bitmez.